Arka Kapak Bilgisi
Sabahattin Ali, Bulgaristan’a kaçmasını sağlayacak kişinin istihbarat ajanı olduğunun farkına varamadı. Kendisini, adı ölüm olan o dipsiz kuyuya bıraktı.
“Kuyucaklı Yusuf”, “İçimizdeki Şeytan”, “Kürk Mantolu Madonna”, bir dolu öykü ve çoğu şarkı olacak şiirler yazamayacaktı artık. Devlet eliyle öldürülecek, “Ankara” isimli yeni romanı da yarım kalacaktı. Başkentte devletin acımasız çarklarının nasıl döndüğünü, siyasilerin ve bürokratların kirli ellerinin nerelere uzanabildiğini yazacaktı mümkün olsa.
Yazamadı.
Başına indirilen bir odun parçasıyla, kanlar içinde yığıldı yere. Yeşil mürekkepli dolmakalemi düştü cebinden. Çantasından, yeni romanının sayfaları savruldu etrafa. Yazıları yetim kalmıştı. Biricik kızı Filiz de öyle. Gözleri bir daha açılmamak üzere kapanırken, cüzdanında güzel Aliye’nin fotoğrafları da ağlıyordu.
Kısacık bir hayata, nesilden nesile miras kalacak eşsiz eserler sığdırmayı başarmış, vatansever bir aydındı Sabahattin Ali. Yazılarıyla haksızlığa, baskıya ve dayatmalara başkaldıran, aşka âşık bir sevda adamıydı.
“Ela Gözlü Pars Celile”nin yazarı Osman Balcıgil’in kaleminden dökülen “Yeşil Mürekkep” acılı kuşağın mücadelesini tarihe not düşen emsalsiz bir roman.
Kitap Özeti
Osman Balcıgil Yeşil Mürekkep
Genç ve umut dolu bir yazarın hazin hikâyesi. Bir Türkiye gerçeğini anlatıyor YEŞİL MÜREKKEP. Yazar dönemin dilini kullanarak adeta okuyucuyu o zamana götürmeyi amaçlamış. Tasvirlere ve hiçbir resim’e yer verilmemesini yadırgadım. Araştırma kitaplarının tersine tek bir Sabahattin ALİ resmi yok kapak dışında. Karısı Aliye’ye de az değinilmiş. Oysa karısına olan aşkını anlatan dillere destan mektupları var Sabahattin Ali’nin. Tüm bunlara rağmen değerli yazarın tekrar gündeme gelmesinden mutluluk duyuyorum. Türkiye Kürk Mantolu Madonna ile tanıdı Ali’yi tozlu raflarda kalan kitapları tekrar okuyucu ile buluştu. Kendisinin hiç görme şansının olmaması ne acı. O kadar koşuşturması, çektiği acılar hep okuyucuyla buluşmak içindi. Bir yazarın başka ne isteği olur? Bir hırsız ya da katil bile olsa insanlar yargılanıp cezasını çektikten sonra serbest kalıyor ancak Türkiye’de aydın olmanın cezası, çilekeş bir hayat, işkence ve ölüm oluyor ne yazık ki aradan geçen onca zamana rağmen hangi yazarımız içinden geldiği gibi okuyucusuyla buluşa biliyor? Sabahattin ALİ olmaya kimin yüreği kalmış ki günümüzde?
YEŞİL MÜREKKEP
1907 yılında Edirne’de doğmuş, ilk ve orta eğitimini Edremit’te okumuş. Balıkesir Öğretmen Okulunda öğrenimini tamamlamış ve dayısının da yardımıyla Yozgat’ta bir yıl öğretmenlik yapmıştı genç Sabahattin ancak Yozgat’ta kalmak hiç istemiyordu. Dayısı ne yapacaksın? Diye sorduğunda “Moskova’ya gitmek istiyorum” demişti. Bir yakının Almanca sınavında başarılı olanların Almanya da Eğitime gönderileceğini haber vermesiyle Almanya serüveni başlamış oluyordu…Tren Berlin’e ulaştığında Sabahattin’in nutku tutulmuştu. Anılarında ”Wertheim isimli bir çarşı var.Bir ucundan bakılınca diğer ucu görülmez.Bir mahalleden büyüktür.Söylendiğine göre içinde bin kadar çalışanı var.Huda Koruya..! Diye yazacaktı.
Genç Adam üç erkek arkadaşı ile birlikte Postamda bir okula kayıt oldu. Tren beklerken fark ettiği güzel Melahat ise onlara on dk. Mesafede bir okulda okuyacaktı.
Sabahattin bir an önce Alman diline hâkim olmaya kararlıydı. Deliler gibi çalışıyor Goethe, Schiller gibi yazarların eserlerini orijinal dillerinde okuyacağı için büyük bir heyecan duyuyor, bu kültürün sadece edebi bilgilerini değil müzik kültürünü de öğrenmek için konserlere gidiyor, bilgi ediniyordu.
Akşam olduğu zaman bir gurbet sızısı hissediyordu işte o anlarda yeşil mürekkepli dolma kalemini çıkarıyor ve ümitsiz aşkı Nahit Hanım’a şiirlerini kaleme alıyordu. Ne büyük bir aşktı bu içini sızlatıyordu. Çok zamanlar açılmasına rağmen Nahit Hanım’dan karşılık göremeyen aşkına bir türlü son veremiyordu. Şiir oluyordu duyguları dökülüyordu yeşil mürekkepli dolma kalemden.
“Neticesiz bir aşka verdim gençliğimi
Ne ufak bir temayül ne de bir iltifat gördüm.
Önünde yalvararak söylerken sevdiğimi
Gözlerinde yüzüme inen bir tokat gördüm.”
Almanya günleri Melahat ile birlikte renkleniyor. Sohbetleri her geçen gün artarak devam ediyordu. Bir sohbetleri sırasında Sabahattin kendini tutamayarak ”Galiba sana âşık oluyorum.”Dedi Melahat’a Ancak kendisinin Sabahattin’e karşı böyle bir duygusu yoktu. Kaldı ki aklında yine okumaya gurbete gelmiş olan başka biri vardı. Nahit hanım’dan sonra bu ikinci reddedişiydi. Zaten Nahit Hanım’a olan aşkı karşılık bulsa böyle laflar etmezdi Melahat’a. Bir arayış içerisinde olup, kalbini doldurmak istediği belliydi. Kitaplardan oluşan dünyasına dönmekten başka çaresi yoktu. Elinde Kafka’nın Der Prozess (DAVA) isimli dünyaca ünlü kitabı durmaktaydı.
Bu arada Almanya’da iç buhran yaşanmaktaydı. Galip devletler Almanya’yı tazminat ödemeye zorluyor. Zorunlu olarak terhis edilen askerlerin evlerine dönmesi ile birlikte işsizlik çığ gibi büyüyordu. Bu daha sonra 1929 Dünya Ekonomik bunalımı olarak tarih kitaplarında yerini alacaktı. Ayrıca Faşist düşünce akımı hat safhaya ulaşmıştı Almanya’da Nasyonalist Partinin sempati toplaması ile birlikte Alman olmayanlara karşı kışkırtıcı hareketlerde bulunmaya başlayanlar arttı. Sabahattin ‘in bu gençlerden biri ile olan tartışması konsoloslukta son buldu ve Sabahattin dönüş bileti de böylelikle kesilmiş, Almanya hayalleri birden bire sona ermişti artık.
İstanbul’a döner dönmez Pertev ile buluşan yazar can arkadaşına başına gelenleri, Almanya maceralarını bir bir anlatır. Pertev’in okulu bitirmesine bir yıl kalmıştır ve hocası Fuat KÖPRÜLÜ’ NÜN asistanı olmak için uğraşmaktadır. Pertev, Sabahattin’i yine edebiyat fakültesinde okuyan Ayşe ile tanıştırdı. Âşık olmaya âşık yazarımız zaman geçirmeden âşık oldu Ayşe’ye. Pertevde hiç şaşırmadı tabi arkadaşının bu hallerine.
Gün boyu Türkiye’den ve edebiyat akımlarından bahsettiler. O yıllarda Nazım HİKMET yeni parlamaktaydı. Resimli Ay denilen bir dergi çıkaran Nazım HİKMETLE tanışmaya can atmaktaydı genç Sabahattin.
Bursa’nın Orhaneli ilçesine öğretmen olarak atanan Sabahattin’in Bursa’ya gitmeden önce yapması gereken birkaç işi vardı. Resimli AY dergisine ziyarette bulunarak ustası saydığı Nazım HİKMET ile buluşacaktı. Dergi sahipleri Sabiha ve Zekeriya SERTEL ve Nazım gibi dava insanlarına hayranlık besliyor, duygularını düşüncelerini olduğu gibi yansıtan kişileri çok seviyordu Sabahattin.”Bir Orman Hikâyesi”‘ni sundu Nazım Hikmet’e. Hemen okumasını arzu ediyordu. Sadece Nazım HİKMET değil Zekeriya SERTEL’de okudu hikâyeyi ve çok beğendi. Nazım’a göre her ne kadar Alman klasik dönem romantizm etkisinde yazılsa da içerik bakımından farklıydı. Sabahattin’in gelecek vaadi eden bir yazar olduğunu anlamak için yeterli olmuştu bu hikâye. Zekeriya SERTEL dergide Sabahattin için yer bulmaya koyuldu.
Sabahattin ALİ tüm bunlardan habersiz Bursa’da öğretmenliğe başladı ve hafta sonu tatili için İstanbul’a amcasının konağına gitti. Kuzeni deniz subayı olan Muhittin ile birlikte denize giderler. Sahil kıyısında bütün herkes Muhit tin’e ilgi göstermektedir. Hatta Aliye bile… Aliye lacivert gözlü güzel kız. Henüz on beşinde. Aklı kalır Sabahattin’in. Keşke der, keşke Muhit tin’e gösterdiği ilginin onda birini bana gösterseydi bu güzel kız.
Yaz tatili geldiğinde tüm zamanını Resimli AY dergisinde geçirmeye başladı Sabahattin. İstanbul günleri boyunca Pertev’de kaldı. Nazım HİKMET ile bol zaman geçirdi. Nazım kendisine şiir den daha fazla romana önem vermesini önerdi. Bunun üzerine derin düşüncelere daldı Sabahattin. Roman yazacaktı. Vakit gelmiştir…
Yaz tatilinin bitmesi ve AYDIN’A tayinin çıkması ile birlikte yazarın bu küçük şehirdeki günleri başlar. Artık Sosyalist kimliğini iyice vurgulamaya başlayan yazar, düşüncelerini açıklamakla kalmaz âdeta SOL düşüncenin ve sosyalizmin propagandasını yapmaya başlamaktadır. Bu davranışları hapishane günlerine davetiye çıkarmıştır. İstanbul’a gittiğinde karşısında polisleri görür. Komünizm propagandası yapmaktan tutuklanır. İddia edildiğine göre Kızıl İstanbul isimli kitabı öğrencilerin dolaplarına koymakla suçlanmaktadır. Sabahattin iddialar karşısında şaşkına döner. Gerçeğin ortaya çıkması üç ayı buldu. Sonrasında Konya’ya atandı.”Bir kadın Dalaveresi” isimli hikâyesini burada yazdı. Kalem keskin ve sözü de sakınmayan yazarımız söz konusu olunca yazılanlar çizilenler kısa zamanda Konyalı Aydın kesimi rahatsız etmeye başladı. Hikâyedeki kahramanları üzerlerine alınıyor ve rahatsız oluyorlar. Kuyucaklı Yusuf hikâyesini de burada kaleme alıyor ve eseri Yeni Anadolu gazetesinde yayınlanır yayınlanmaz bu kez Konyalıların kalbini kazanıyordu.
Derken kendisine bir ihtarname daha geldi. Konya’da bir Muallime ye dans teklifinde bulunup reddedilişinin ardında kendisine tacizde bulunduğu iddia edilmekteydi. Yazılanlar tamamen yalandı.
Bu arada Kuyucaklı Yusuf’u yayımlayana Cemal Bey iş ödeme yapmaya gelince yazarı savsaklıyor ve ödemeleri gerçekleştirmiyordu. Sabahattin en sonunda restini çekti ve eserin devamını getirmeyeceğini açıkladı. Cemal Bey’in intikamı çok ağır olacaktı. Bu kez Gazi Mustafa Kemal’e hakaret etmekle suçlanıyordu.
“Cümlesi beli der enelhak dese
Hala taparlar mı koca terese
İsmet girmedi mi hala kodese
Kel Ali’nin boynu vurulmuş mudur?”
İlgili şiir, iddiaya göre Cemal Beyin gazetesine yayınlanması için gönderilmiş ancak Cemal Bey uygun bulmayarak yayınlamamıştır. Görüldüğü gibi Cemal Bey’in intikamı acı olmuştur.
Böylelikle 12 ay sürecek olan, önce Konya daha sonrada Sinop Cezaevinde sona eren mahkûmiyet günleri bu şekilde başlamış oluyordu. Çaydanlık, Katil Osman, Kazlar gibi hikâyelerini ve meşhur “Aldırma Gönül Aldırma” isimli şiirini Sinop ceza evinde yazmıştı Sabahattin Ali. Hapis günlerinin ardından genel af ile hapishaneden çıkmıştı.
Amcasının yanına dönen Sabahattin Ali artık evlenmeyi kafasına koymuştu. Hayatındaki tüm belirsizliklere rağmen bir yuvası olmasını istiyordu. Evlenmek istediği kızda kuzeni Muhittin ile birlikte, denize girip eğlendikleri o lacivert gözlü kız, Aliye idi. Konuyu yengesi ve amcasına açtı. Derhal kızında rızası alındıktan sonra düğün hazırlıklarına başlandı. Genç yazarın öğretmenliğe tekrar başlaması ile ilgili makamlara gidildi. Artık hem öğretmen hem de evliydi Sabahattin ALİ hayatı artık düzene girmeye başlayacaktı.
1933 yılında Türkiye’deki üniversiteler bir reforma tabi tutularak Almanya’dan kaçan bilim adamlarının ders vermeleri sağlandı. Bu kapsamda Sabahattin ALİ Carl EBERT ile çalışacak o ve öğrencileri arasında bir köprü görevi görecekti. EBERT ve ALİ ailesi sık görüşmeye ve iyi dost olmaya başladılar. Carl EBERT ile birlikte Batının ünlü oyun opera ve müzikallerini çeviriyor. Türkiye’nin kültür sanat anlamında bambaşka yönde ilerleyişi, kendisini eleştiren çevreler tarafından merakla izleniyordu.
Yazar; 1943 yılında Kürk Mantolu Madonna kitabını bitirmeye hazırlanıyordu. Bu kitaba son derece önem veriyordu.
Bu arada Nihal ATSIZ çıkardığı dergide Sabahattin ALİ ‘yi Atatürk’ü hakaret etmekle suçluyor. Eskiden yazmış olduğu şiiri hatırlatarak, Maarif Vekili Hasan Ali YÜCEL sayesinde hala önemli mevkilerde bulunduğunu söylüyor ve kendisine karşı cephe alınması için kışkırtıcı hareketlerde bulunuyordu.
Yazar tekrar açığa alındı ve işsiz kaldı. Bunun üzerine kızını ve karısını Ankara’da bırakarak İstanbul’a taşındı. Aziz NESİN ile birlikte MARKOPAŞA dergisini çıkarmaya başladılar. Dergi hükümete muhalif çevrelerce tüketiliyor bir günde binlerce sayı anında bitiyordu.1.2.3 basımdan sonra matbaalar artık dergiyi basmak istemediler. Yayınlanan reklam afişleri sökülüyordu. Sabahattin ALİ’ ye sürekli davalar açılıyordu. Aziz NESİN ve Sabahattin Ali’yi yıldırmaya çalışıyorlardı. NESİN aracılığı ile bir matbaa bulundu ancak bu matbaaya tehditler akın etmeye başladı. Sabahattin ve Aziz NESİN gözaltına alındı ve arkasından yüzlerce SOL hareket yanlısı insan içeri alındı. Adeta gözdağı veriliyordu tüm solculara. Her ikisi de hapse atıldı. Selahattin ALİ bir süre sonra hapisten çıktı ve Adalet CİMCOZ LARIN evlerinde misafir edildi. Türkiye ABD’nin küçük bir modeli olmuştu. Solcu olduğundan şüphelenilen kişilerin ensesinde bitiliyor. İnsanlar bir birini ihbar etmeye zorlanıyordu.
Bu arada Sabahattin hakkında adaleti tahkir davası açılmıştı. Yakalanması durumunda tekrar içeriye alınacaktı. Mahkeme günü bir türlü verilmemesinin nedeni anlaşıldı avukatı Mehmet AYDIN’IN belirttiği gibi mahkeme tutuklamadan, gün verilmeyeceğini bildiriyordu. Önce Sırça Köşk romanını sonrada “Ali Baba” Dergisini yayımladı ve eline geçen parayı karısı Aliye ve kızı Filiz için postaladı.
Bütün politik meselelerden uzaklaşma kararı aldı Sabahattin, nakliye işine girmeye karar verdi. Bu işinde kendisine CİMCOZ ailesi yardımcı oldu. İstanbul-Ankara arasında nakliyecilik işi yapacak böylece kızı ve karsını görebilecekti. Bir taraftan da yazı işlerine devam edecekti. Zincirli Hürriyet dergisini çıkaracaktı. Dergi çıkar çıkmaz yine davalar başladı. Artık yorulmuştu yazar. Can arkadaşı Rasih’e bahsetti kaçma kararından. Burada zindanlarda çürüyeceğine karısı ve kızı ile birlikte yurt dışında huzur içinde yaşacaktı. Hapishanede tanıştığı Berber Hasan yardımcı olacak. Ali ERTEKİN adındaki rehberde Bulgaristan’da ona yol gösterecek, rehberlik edecekti. Yolculuk başladı. Bulgaristan’a varır varmaz arkadaşı Rasih’e vardığını yeşil mürekkepli dolma kalemi ile yazmıştı nokta da koyarak. Böyle anlaşmışlardı her şeyin yolunda olduğunun parolasıydı bu. Parolayı yazdı yazmasına ama rehber Ali ERTEKİN’İN tuhaf tavırları dikkatini çekiyordu. Derken üzerine abandı Ali ERTEKİN yere serdiler. Kafasına torbayı geçirip günlerce işkence ettikten sona öldürdüler Sabahattin ALİ’Yİ.
Kurtuluş sandığı bu yol ÖLÜM YOLUYMUŞ MEĞER bilemedi hiç. Gencecik bir aydın heba oldu. Bu ülkede hep böyle olurdu. Mevcut hükümeti eleştirmenin, sisteme karşı gelmenin cezası ÖLÜM‘dür.
Ne yazık ki aradan geçen onca zamana rağmen değişen hiç bir şey olmadı.
Yazar: Ebru Bilgin