“-Sevgili Bozkurtlar, Uç Beyleri! Gazidervişlerim! Babur kimdir? Bir okuyun, araştırın. Türk’ün azmi, güç ve iradesi onun şahsında nasıl tecelli etmiş bir bakın. Yılgınlık ve yorgunluk tanımayan kanaat önderlerinin zor günlerde buhrandan sıyrılarak ne büyük destanlar yazdıklarına ve bir millete nasıl can suyu verip ayağa kaldırdıklarına yakından şahit olun.
Bunalım dönemlerinde ortaya çıkıp kuvvetli bir meşale gibi ışık saçarak milletimizin yolunu aydınlatan şahsiyetleri çok iyi tanıyın. Yunus’tan, Mevlana’dan karasevdaları, Yavuz’dan deli kavgaları öğrenin.
1969 kışında buz kesen Erzurum ayazını iliklerimize kadar sarsılarak hissediyoruz. ‘Genç Ülkücüler Teşkilatı’ adı altında faaliyet gösteren ve odun-kömür yokluğundan dolayı sobası yanmayan Ocak’ta, 50 kişi kadar oldukça heyecanlı bir dinleyici topluluğu var. Hem soğuk hava hem de konuşmacının her bir kelimesi âdeta top patlaması gibi duvarda yankılanan sert sözleri, salonu yerinden oynatıyor. Herkes bu müthiş sesin ahenk ve cazibesine kapılmış, Sovyet yayılmacılığının ulaştığı tehlikeli boyutları, kendi idraki nispetinde kavramaya çalışıyordu.”
SÖZBAŞI
ZAFER TACI
Şanlı Türk tarihini incelerken, zengin maziyi günümüzle mukayese etmeden de geçemiyoruz. Geçmişin göz kamaştırıcı zaferlerle dolu olan tablosu, geleceğimize yön verirken şüphesiz bizim en kıymetli başvuru kaynaklarımızdan birisi olacaktır.
Bugün Türk Dünyası, yüksek meziyet sahibi aydınlara ve onların yürüteceği ahlaklı siyasete oldukça muhtaç bulunduğu hassas bir dönemden geçmektedir.
Kanaat önderlerinin tutum ve davranışları milletimiz için hayati bir önem arzetmektedir.
Yusuf Ziya Arpacık kardeşimin yazdığı bu kitap bunun ne kadar hakikat olduğunu tarihi misaller vasıtasıyla hatırlatıyor. Tarihin altın yapraklarını süsleyen Türkler bugün o ihtişamdan uzaktaysa eğer, bunun var olan sebeplerinin irdelenmesi ve çok iyi bir şekilde tahlil edilmesi gerekmektedir.
Bu ağır duruma bir çözüm bulmak, maddi ve iktisadi ihtiyaçlara çare bulmaktan daha çok önemlidir. Böylece, sağlıklı bir teşhis sonunda tespit edilen önemli noksanlar ve belirgin zaaflar giderildikten sonra “Türk birliği” yolunda daha emin adımlarla ilerlemek mümkün olabilir.
Oysa, kendi halkına zulüm yapan bir “Özbekbaşı” ya da “Türkmenbaşı” çıkıp: “Buyurun, gelin, Türkistan bütün Türklerin evidir!” der ise, buna kimse inanmaz.
Ya da boğazına kadar yolsuzluk ve rüşvete batan başka bir lider çıkıp: “Adriyatik’ten Çin Seddi’ne kadar Türk dıinyası!”, diye konuşursa, bu da bir anlam ifade etmez. Sözler çok etkileyici, tanımlar çok çarpıcıdır. Ancak, bu güzel ve arzulanan kavramların döküldüğü ağızlar da yüce milletimi/, tarafından bir uzman doktor titizliği ile incelenmekte ve itinayla sorgulanmaktadır.
Sınırlarımız elbette siyasi coğrafya çizgilerinden ibaret değildir. Muhteşem tarihimiz tabii ki atlas sayfalarındaki hudutlarla kilitlenemez.
Türk Dünyasının bütünleşmesi üzerine bugüne kadar yapılan konuşmalar beklenen sonucu vermedi. Tam tersine, boşuna sarf edilen laflar sebebiyle bu yüce gaye yıprandı. Ortak Türk Alfabesi gibi kolay bir düzenlemeyi bile beceremeyen sözde liderler daha ciddi atılımları idrak etmeye kabiliyetli olmadıklarını ortaya koydular.
Ancak bu bağlamda yoğunlaşan çalışmalar millet nezdinde devam ediyor. Bu faaliyet, çevreden merkeze doğru yuvarlandıkça büyüyen ve güçlenen bir seyir izlemekledir. Bu güzel gayretler mutlaka belirleyici olacaktır.
Türk Dünyasının haklarını savunmak için kimseden icazet almaya ihtiyaç yoktur. Elinizdeki “Gün Doğarken” adlı kitapta bu dava uğruna kanlarını nehir, huzur ve refah için bedenlerini köprü yapan kahramanların amansız kavgalarını ibretle okuyacaksınız. “Ben köprü olmaz isem eğer, karsı kıyıya nasıl geçilecek?” diyerek ileri atılan sevda savaşçılarının soylu mücadelesini okurken yarınlar adına daha da umut dolu olacaksınız.
Ya bedel ödeyeceklerdi, ya vebal… İlkini tercih ettiler, can verdiler… Sonrakilere hür ve müreffeh bir hayat bırakmak için kanlarını sebil etliler. Aynı fedakârlığı göstermek bizim de boynumuzun borcudur.
Bu etkinlikleri herhangi bir süper gücün siyasi hesaplarının istek ve doğrultusunda değil, gerçek bir milli şuur içerisinde, hedeflerimizi bilerek yapmamız lazım. Ben bu serzenişi sözde siyasi liderlere yapmıyorum, onlardan umudum yok. Bu sitemi sivil kuruluşlara, derneklere, onların gönüllü üyelerine yani dava adamlarına yöneltiyorum. Ancak siz bir şeyler yapabilirsiniz, ancak siz Urumçi’de, Kerkük’le ve daha birçok bölgede Türklere karşı uygulanan yok etme çalışmalarını durdurabilirsiniz! Uyum ya da entegrasyon ambalajıyla süslenen fakat tam bir asimilasyona dönüşen batıda meskûn Türklere yönelik tahribatı siz engelleyebilirsiniz!
Her şeye rağmen önümüzdeki günlerin çok daha güzel ve hayırlı olacağı inancındayım. Yeni nesil, bilgi ve heyecan ile donanımlı olarak bu meselenin yakından takipçisi olacaktır. Biraz fazla çaba göstererek bu yolu iyice kısaltmak ise bizlerin elindedir. Biz, bu uğurda çaba sarfetmek ve gayret göstermekle mükellefiz.
Ben, Türk kavimleri’nin er ya da geç kesinlikle birleşeceğine inanan bir idealistim. Böyle bir birliktelik, hem mazlum milletlerin geleceği hem de dünya barışı için çok önemli bir aşama teşkil edecektir.
Huzur adına önemli katkılar sağlayacak olan bu muhteşem birlik, kan çanağına dönen yerkürede emniyet ve refah adına atılmış en önemli adım olacaktır.
Birleşme… Bütünleşme… Tekleşme…
Bunu düşünmek ve şiddetle arzu etmek ne güzel eylemdir, bir bilseniz…
Muhammed Salih
DOĞAN GÜNLE BERABER
“Gün Doğmadam” ve “Gün Doğarken” tabirleri Türk Tarihi ile bütünleşmiş olan çok anlamlı ifadelerdir.
Gün doğmadan evvel doğanlar ya da güneşle beraber ortaya çıkan ışık huzmeleri gibi karanlığı aydınlatma görevini üstlenenler, nedense hep bi2im atalarımız olmuştur.
Işıktan çok daha hızlı hareket etme kabiliyetine sahip olan Türkler, gittikleri yerlerde eğer günümüz büyük devletleri gibi sömürgeci mantığıyla davranmış olsalardı, dünya coğrafyasında bizden başka bir millet kalmamış olurdu.
Dünyayı bir uçtan bir uca geçtiğimiz günlerde bile kimseyi yok etmek ya da toplumları köle etmek gibi düşüncelerimiz asla olmamıştır.
Tarihle beraber var olan olan Türkler, yer yüzünde kol gezen zulme ‘dur’ diyerek, bu anlamda oluşan sosyal kargaşalara son vermek gibi yüce amaçlar için uğraşıp durmuşlardır. Yani gerçek gaye, dünya düzeninin yeniden tesis edilmesidir. Bizden öncekilerin kavgası budur.
Biz, öldürmek için değil yaşatmak için mücadele etmiş olan soylu bir medeniyetin mirasçılarıyız. Ancak bu uğurda çaba gösterirken tabii ki ayrık ve ayrılık otlarını ayıklamak şarttır. Elbette, insanlığa yönelen tehlikeleri bertaraf etmek zarureti vardır. Bunun için de kuvvet lazımdır, kudret lazımdır.
Mutlak ve tartışmasız bir güç olmaz ise barış nasıl korunur!
Bizim asli görevimiz ve nihai hedefimiz, bütün insanlığı barıştırmak yani dünyayı tekle sürmektir. “Türk cihan hakimiyeti mefkuresi’ diyerek kurallaştırdığımız çok yüce bir tutkudur.
Bunun için Türkler kızgın çölleri, yalçın dağları aşmış ve bu yüksek gaye için gece gündüz çalışarak ter dökmüştür. Bu uğurda insanlığa, canından can vermiştir.
Dünya barışı ülküsü hayal değil bir hakikattir. Bu ülkü, meçhul yarınlara ait serap değil, milli şuur ve taze başlangıçlarla beslenen ve günden güne serpilip güçlenen dosdoğru bir fikir sistemidir.
Şahsi faaliyetler eğer milli menfaatler istikametinde şekillenmiyorsa, hiç bir anlam ifade etmez.
Ruhsuz bir dünya ve ülküsüz bir hayata katlanmak asla mümkün değildir. İnsanla hayvanı ayıran da aslında bu ince çizgidir.
Canlarını ülküleri uğruna feda eden kahramanların kıymetini yok sayanların faydacılık ve çıkarcılığı esas alan dünya görüşü artık iflas etmiştir.
Tartışma götürmeyen kozmik bir gerçek vardır ki, İnsan ülküsüz yasayamaz.
Geçici heves ve arzular kalıcı saadetler getirmez. Sınırlı her mutluluk bir hayal kırıklığının başlangıcıdır.
Ulvi davalar uğruna çekilen sıkıntılar, çile ve ızdıraplar esasen bir zevktir. Zindanlar gül bahçesi, idam sehpaları şampiyonluk kürsüsü gibi gelir insana. Boyna takılan yağlı urgan değil sanki birincilik madalyasıdır Bana ekmek verme, Üİkü veri
Bu yüce duygu ve düşünceler ile kuşanarak kelleyi koltuğuna vurup yola çıkanların soluduğu hava, bastığı toprak, tuttuğu bayrak ne kadar kutsaldır! Bu kahramanların torunları olan bizler ne kadar bahtiyarız!
Yaşatmak için yaşadık, yaşatmak için öldük… Öldükçe dirildik… Hayata tat veren bu aşk yolunda meleklere karışarak yürüdük.
Yola devam, mola yok
Cihan sulhu için, doğan günle beraber…