1.1. Dinin Tanımı
.
İnsanlık tarihi içerisinde toplumları ayakta tutan temel unsurlar arasında inançla ilgili olan değerlerin önemi büyüktür. Nitekim yerli kültürün temel dinamikleri olan tarih ve dil birliği yanında ortak kutsal değerler, toplumu meyana getiren fertleri, birbirine bağlayan en önemli sosyal faktörlerdir.1 Bu nedenle din, ilk dönemden itibaren bütün sosyal bilimcilerin üzerinde durduğu ve anlamlandırmaya çalıştığı en başta gelen konulardan birisi olmuştur.
Dinin bütün sosyal bilimler tarafından kabul gören ortak bir tarifi yapılamamıştır. Zira ilim adamlarının dinin temek özelliği olarak kabul ettikleri unsurlara göre din tanımları da farklılık arzetmektedir.2 Arapçada “benimsemek, itaat etmek, ikrar etmek, ceza, hüküm”3, Latincede “bağlanmak ve cemaat” manalarına gelen dini, Hegel “Kendi özünden haberli ruhtur. Sonludan sonsuzluğa yükselmektir.”4 diye tarif ederken, Bergson “Din, zekânın dağınıklığı ve çaresizliği karşında tabiatın koruyucu tepkisi ve daha ileride hayatın bütününe bağlanma, hayat hamlesinin en derinidir”5 şeklinde tarif etmiştir. Psikologlar ise dini, bir üst benlik olarak görmüşlerdir6. Taylor, dinler tarihi bakış açısıyla dini, “Din, ruhi varlıklara inanmaktır.”7 şeklinde tarif etmiştir. Sosyolojiye göre din, herhangi bir dinin ibadet ve inanç esaslarının anlatımı değildir. Zira toplumu doğrudan etkileme ve şekillendirme kabiliyeti olan bu olayın beşeri ve toplumsal şartları, bütüncül bir şekilde incelenmelidir8. Hal böyle olunca dine; “Kutsalın cemiyet hayatı içerisindeki tecrübesi” olarak bakarlar. Buna göre din; “Aşkın varlığa bağlanma ve buna ait inancın gerektirdiği düşünce ve uygulamaların bütünü, bir inanç, ibadet ve ahlak sistemidir.”
.
İslamiyet’e göre din, akılla inşa edilen bir müessese değildir. Ancak akılla kavranılabilen bir hakikattir. Bunun yanında İslam; felsefe, sosyoloji ve psikolojinin dini, inanç ve ibadet biçimine bakmadan, hak ve batıl ölçüsü ortaya koymadan gelmiş geşmiş bütün dinleri bütüncül bir şekilde ortaya koyup ortaya koyup, ortak bir tarif geliştirmesine karşıdır. İslamiyet’e göre putperestlik veya totemizmle tevhid dininin sanki aralarında hiçbir fark yokmuş gibi algılanması yanlıştır9.
.
Nitekim İslamiyet’e göre asli unsur tevhid akidesidir ve bütün din tanımlamalarının temelinde bu inanç esası yatar10. İslamiyet’e göre din, “Allah tarafından kurulup, mensupları dünya ve ahirette saadet ve selamete götüren iman ve amellerden müteşekkil bir yol ve müessedir.”11 Bu husus Kur’an’da “Muhakkak ki Allah katında yegâne din İslam’dır.”12 ayetiyle vurgulanmıştır.
.
Sonuç olarak yukarıdaki tanımlamalardan da anlaşılacağı üzere, bütün dinleri içine alan ortak bir din tanımı yapmak mümkün değildir. Lakin bütün bu tariflerden faydalanarak ve dinin bir inanç biçimi olduğu noktasından diyebiliriz ki;“Din, insanlara bir hayat tarzı sunan, onlara belli bir dünya görüşü içerisinde toplayan kurum, bir değer biçme ve yaşam tarzı; yaratıcıya isteyerek bağlanma, bir takım şeyleri duyma, onlara inanma ve onlara uygun iradi faaliyetlerde bulunma olgusu; aşkın varlıkla, inanan insan arasındaki ilişkilerden doğan tecrübenin, inanan kişinin hayatındaki tezahürleri”13 olarak tanımlayabiliriz.
.
Buradan hareketle Osman Turan’ın din ile alakalı görüşlerini “Genel din anlayışı” ve “İslam anlayışı” olarak ikiye ayırmamız yanlış olmaz.
.
1.2. Genel Din Anlayışı
.
Cumhuriyet döneminin yetiştirdiği ve modernizm karşısında ikilem içine düşmüş Türk toplumunun yaşamakta olduğu buhranı, tahlil edebilme becerisini gösteren ilim adamlarımız arasında şüphesiz Prof. Dr. Osman Turan’ın önemli bir yeri vardır. Onun binlerce yıllık Türk tarihini ve modernizm sonrası Türk toplumunu, ilmi bütünlük içerisinde kaynaklara dayalı olarak aksettirdiği eserleri incelediğimizde, olay ve olguları bazen bir tarihçi, bazen bir sosyolog, bazen de düşünce adamı gözüyle ilmi ölçüler içerisinde ortaya koyduğunu müşahede ediyoruz.
.
O, Türk toplumunu tarihsel değişim süreci içerisinde tahlil ederken, dini biraz öne çıkarmak suretiyle, dine toplum noktasından, topluma da din noktasından bakmıştır. Zira O’na göre din, cemiyetlerin ve medeniyetlerin kurulması, gelişmesi ve bekasında temel unsurdur14.
.
Dini, insanlık için bir zaruret kabul eder ve dinsiz fert veya toplumun asla mümkün olmayacağını savunur. Çünkü insan yüce yaratıcının kendisine bahşettiği aklı sayesinde, kendisinden ve varlık âleminden üstün, zamandan ve mekândan münehhez, mutlak kudret sahibi bir yaratıcıyı hep aramış ve sonunda tek Allah fikrine ulaşmıştır. Bu nedenle, en ilkel toplumdan, en modern topluma varana dek, tarihin kaydettiği bütün cemiyetlerde din olgusu mutlak ve vazgeçilmez bir zarurettir. Turan, “Tarihin Akışı İçerisinde Din ve Medeniyet” isimli eserinde bu zarureti şöyle ifade ediyor:
.
“İnsanoğlu, en iptidai cemiyetlerden en yükseğine kadar, akıl ve muhakemesi ile vicdan ve duyguların yüceliği ile başka yaratıklardan mümtaz bir varlıktır. Bununla beraber insanoğlu hayat ve kâinat karşısında kendi aczini kavramış ve yalnızlığını hissetmiştir. Bu idrak, onu Kadir-i Mutlak bir Allah’ın mevcudiyetine kabule ve O’na sığınmaya sevk etmiş, ferdi ve içtimai saadeti de bu inançta bulmuştur. Bu dünyada Allah’ın varlığına duyulan bu ihtiyaç ile ruhun bekası veya yok olmamak arzusu dinin beşeriyetle birlikte yok olmamasının tabii ve psikolojik sebebidir. Bununla beraber insanın bu şuur ve sezişi de insanlığı mümtaz kılan ilahi bir sır olduğundan Allah’ın varlığı fikrini yalnız bu sebebe veya ihtiyaçlara bağlamak mümkün değildir. Zira bu takdirde, ilmin tekâmülü ile Allah fikrinin zayıflaması icap ederdi. Hâlbuki bu şuur âleminden müstakil olarak Allah vardır.”15
.
Osman Turan’a göre, aydınlanma döneminden sonra pozitif aklın gelişmesine bağlı olarak, din ile bilim çatışma içerisinde olmasına rağmen, yukarıda naklettiğimiz nedenlerden dolayı dini inanç ve tecrübe ortadan kalkmamış, bilim karşısında din varlığını devam ettirebilmiştir. Din, bütün materyalist gelişmelere rağmen, insanlığın tekâmülünde hala en önemli unsurdur. Zira bu nedenle tarihin herhangi bir döneminde dinsiz bir cemiyet veya medeniyete rastlanmamıştır16.
.
Turan, insanlığı din bakımından üç ayrı zümreye ayırır. Bunlardan birinci grup %95 kahir ekseriyettedir ki batıl veya hak, mevcut bir tanrının varlığına iman ederler. Geriye kalan, %5’lik kısmı normal olmayan insanlardır ki bunlardan bir kısmı zahitlerden, diğer bir kısmı ise ateist dediğimiz hiçbir dinin veya tanrının varlığına inanmayan kişilerden oluşur. Lakin herhangi bir tanrıya veya dine inanmadıklarını söyleyen bu insanların dahi bilinçaltlarında bastırılmış bir maneviyatın bulunduğunu iddia eder. Zira din, fıtridir ve bu özellik insana doğuştan verilmiştir. Hiçbir dine inanmayan bu kişiler, bazen zaman, mekân ve hadiselere göre kendilerinden daha üstün bir varlığa sığınma ihtiyacı duyarlar. Bu da gösteriyor ki din ferdi ve içtimai bir zarurettir17.
.
Osman Turan’ın din anlayışı içerisinde ortaya koyduğu bir diğer husus ise madde ve ruh muvazenesidir (dengesidir). O, kâinat içerisinde insanı diğer yaratılmışlardan ayıran bir dengenin mevcudiyetine inanır. Madde ve ruh muvazenesi dediği bu denge sayesinde insanoğlu din, milliyet ve insanlık mefkûrelerinden nasibini alır, sıhhat ve saadete erer. İnsanoğlunu madde ve mana âleminde üstün bir varlık haline getiren bu dengenin bozulması durumunda insan psikolojik bir buhran içerisinde yok olur gider. Beşeriyet tarihinde zaman zaman insanoğlu bu dengeyi maneviyat aleyhine bozmuş olmasına rağmen, peygamberlerin, velilerin, filozofların, sağlam ilim ve mefkûre adamlarının gayretleri sayesinde madde-ruh muvazenesi yeniden kurulmuştur. Dinlerin, Allah-Şeytan, hayır-şer mefhumlarıyla ifade ettikleri bir takım şeylerin, insana mahsus olan ve insanı varlık âleminde üstün bir duruma getiren madde-ruh muvazenesinden başka bir şey değildir18.
.
Turan, sadece beşeriyetin değil, tüm âlemin temelinde bir dengenin mevcudiyetine inanır. Âlemşümul denge içerisinde insan sadece bir parça, güzel bir örnektir. Zira atomdan kâinata, küçük âlemden (Mikrokosmos), büyük âleme (Makrokosmos) kadar bütün cihanşümul nizam itme ve çekme kuvvetleri muvazenesi ilahi bir ahenk içerisinde hasredilmiştir19. Peki bütün kainat, hususiyetle insanoğlu, ilahi bir mükemmeliyet içerisinde yaratılmışken günümüzde meydana gelen ahlaki zafiyetlerin, toplumsal çöküntülerin sebebi nedir? Turan’a göre bu zafiyetlerin temelinde madde ve ruh ahenginin maneviyat aleyhine bozulması vardır. Zira insanoğlu Batı menşeili materyalist düşüncenin ve hayatın gelişmesine bağlı olarak maddenin cezbeden esareti altında kendini var eden yüksek değerlerden uzaklaşmış ve ruhen tatmin edilemeyen bir hale düşmüştür. Böylece toplumun en alt tabakasından aydınlara varıncaya kadar, komünist-materyalist temayüllerin etkisi altında ahlaki değerler, feragat ve fedakârlık duyguları kaybolmuş manevi bir sefalet içerisinde yol olup gitmiştir.
.
Osman Turan, 19. asrın yetiştirdiği materyalist filozofların kâinatı ve hayatın menşei, fikir ve hislerin zuhuru gibi meseleler üzerinde asla ahenkli bir görüşe sahip olamadıklarını, hiçbir şekilde kendilerini desteklemediğini ifade etmekle birlikte, dini telakkilerin madde lehine bozulması sonucunda ortaya çıkan bu ve benzeri materyalist temayüllerin herhangi bir ilmi temeli olmasa da kilisenin baskısı ve çeşitli nedenlerden ötürü hususiyetini yitirip kitlelere doğru yayıldığını söyler.
Bununla birlikte, Avrupa’nın Rönesans’tan beri yükselen hayat ve medeniyetle birlikte, eski nizam ve dini duyguların da değişmeye başladığını neticede 19. asra gelindiğinde Sanayi İnkılabı, iktisadi refah ve bunun yanında sefaletin bir arada geliştiğini böylece sosyal tezat ve huzursuzlukların arttığını; sınıf çatışmalarının başgösterdiğini sonunda her türlü sınıflaşmayı reddeden ve mananın yerine maddeyi koyan gayr-i dini bir telakki olan Marksizm’in doğduğunu ifade eder20. Turan, Marx’ın her türlü manayı inkar eden ve bunun yerine maddeyi koyan toplum teorisinin içine düştüğü çıkmazı şu şekilde ifade etmektedir:
.
“Marx, bütün beşeri hadiselerin iktisadi amillerin mahsulü olduğunu, cemiyetlerin tekâmülünde ve tarihin seyrinde istihsal tarzı ve servet dağılışının başlıca rol oynadığını ileri sürmüş, siyasi, sosyal, dini, hukuki ve ahlaki amilleri inkâr edip bunları da maddeye bağlamış, tarihin de sınıflar arası mücadelelerden ibaret olduğunu iddia ederek büyük insanların rolünü de reddetmiştir. Marx, kendi Tarih Maddeciliği’ne göre insan cemiyetlerini mazi ve istikbalde sevk ve idare eden tekâmül kanunlarını bulduğunu sanmıştır. O, devrine göre iyi bir iktisatçı olmakla beraber, fert ve cemiyetleri harekete geçiren bütün amilleri tek sebebe irca eden bütün nazariyeler gibi onun da inancı, yalnız maddeye bağlayan bir dar görüşü de elbette ilim ve hakikat karşısında iflasa mahkum idi.”21
.
Bunun yanında, Marksizm bütün dinleri ve maneviyatı reddederken, kendisi yeni bir din olarak ortaya çıkmıştır. 19. Asırda modernleşme süreci içerisinde Avrupa’da ortaya çıkan bu ve benzeri gayr-i dini akımlar, Meşrutiyetçiler vasıtası ile Türkiye’ye de sokulmuş ve Türk toplumu ruhi bir boşluk içerisinde bırakılmıştır22.
.
Turan’a göre, ilim ve tekniğin harikulade keşiflerine ve pozitivist anlayışın ilmi, dinin yerine koyma çabalarına rağmen onların bu ümit ve gururları tamamıyla boşa çıkmıştır. İlim ve keşifler ilerledikçe cihanşümul kanunlar ve sırlar da hayret verici bir şekilde artmakta, bunların hepsi birbirlerine bağlanmakta ve âlemin nizamını oluşturan sırlar gittikçe daha mudil bir mahiyet almaktadır. Maddenin esrarına nüfuz edildikçe meçhuller ve muammalar artmakta, bu nedenle maddenin sırrına pozitivist mantıkla değil, dini inanışlarla ulaşmak mümkün olmaktadır. En küçük atomdan en büyük yıldız âlemine, tek hücreden en ileri canlılara kadar kâinatın nizamını idare eden ve hayatı devam ettiren, aşkın madde ile değil ancak külli bir irade ile izah edilebilir.
.
Pozitivistlerin ve genelde materyalistlerin madde ve ruh dengesini reddeden anlayışları ve bunu ispat etmeye yönelik gayretleri onların arzuları aksine dinin mecburiyetini ortaya çıkarmış, bir Allah’ın kabulünü zorunlu hale getirmiştir. Turan’a göre bunun en açık örneğini Alman filozof E. Kant ortaya koymuştur. Nitekim psikolojik ve sosyal manasıyla da olsa Kant’a göre “Tanrı olmasa bile beşeriyet onu, kendi saadeti için kabule mecburdur.”23
.
1.3. İslam Anlayışı
.
Osman Turan, İslam’ın sistematik bir tarifini yapmakla birlikte, bu dinin insanlık için mükemmel bir hayat nizamı olduğunu açıkça ifade eder. İslam’ın mükemmelliği, insan hayatının biyolojik, ruhi ve içtimai yönlerini bir arada ve tam bir ahenk içinde gözetmesinden ve ayrıca ölümden sonra tasavvur edilebilen insanın dini ihtiyacına hem duygulu hem de makul bir cevap vermesinden ileri gelir24. İslam, beşeriyeti dalaletten kurtarmak ve hidayete erişmek davası ile zuhur etmiş; kendine mahsus bir dünya sulhu ve nizamını da birlikte getirmiş, bu surette yeni bir cihan hâkimiyeti mefkuresi başlatmıştır. Bunun yanında İslam, ilim ve akıl yolunu benimseyen ilahi bir nizam olarak Kur’an ve Hz. Peygamberin şahsında, insanları muhakemeye ve bu vasıta ile ilahi hikmetleri düşünmeye çağırmış, her basit vakıa karşısında Hz. İsa’ya isnat olunan mucizelere mukabil, Hz. Muhammed’in en büyük mucizesinin Kur’an olduğunu söylemek suretiyle ilim-din, akıl-iman, madde-ruh, hayat-ahiret arasında tam bir muvazene kurmuş, insanın tabiatına uygun esasları ile beşeriyette, medeniyet ve saadet yolları açmıştır25.
.
Osman Turan’ın eserlerinde İslam, mukayeseli olarak madde-ruh muvazenesi ve kültür-medeniyet ilişkisi olmak üzere iki türlü işlenmiştir. Zira İslam, Şarkta putperestlik ve Hristiyanlıkla bozulmuş olan madde-ruh muvazenesini yeniden kurmuş, ilim ile din, dünya ile din ve dünya ile ahiret aynı derecede ehemmiyet kazanmıştır. İki dinin birbirine zıt hüviyetlerinden dolayısıyladır ki, eski kültürleri yeni bir medeniyet sentezi haline getirme vazifesini Hristiyanlık değil, İslamiyet başarmıştır26.
.
2. Osman Turan’da Kültür ve Medeniyet
.
İnsanın en önemli vasıflarının onun ruh dünyasından kaynaklandığını ve tarih biliminin malzemesini oluşturan fiillerin, insanın ruhi vasıflarına göre şekillendiğini kavramış tarihçilerin başında Osman Turan gelir. Bütün eserlerinde “kültür ve medeniyet” içtimai bir gerçek olarak karşımıza çıkar. Turan’ın tarihi olayları işleyiş tarzı, bizi olayların arasında dolaştırırken, kültür ve medeniyetin içtimai gerçeği içinde hareket ettiğimizi bize sürekli hissettirir.
.
Osman Turan, İslam dünyasının ve özellikle Türkiye’nin Avrupa karşısındaki konumunu, kültür ve medeniyet kavramları ile tahlil eder. Avrupa medeniyetinin, bilim ve teknolojik başarıları ile bütün dünyanın hayatında kaçınılmaz değişiklikler meydana getirdiğini ve evrensel medeniyet olma yoluna girdiğini tespit eder. Böyle olmakla beraber, Avrupa medeniyeti materyalist istikametteki gelişmeler dolayısıyla insanın manevi ihtiyaçlarını göz ardı etmiştir. Avrupa’daki bu gelişmelerin dünyanın diğer ülkelerinde ve bu arada İslam ülkelerinde sarsıcı etkileri olmuş ve insanlık tümüyle bir manevi buhran içine düşmüştür.
.
İnsanlık tarihinde, bir devrin hâkim medeniyeti çökerken, yerini yükselmekte olan başka bir medeniyete bırakmıştır. Yeni hâkim medeniyet, çöken medeniyetin mirasını devralarak hem kendi yükselmesini sağlamış hem de insanlığın birikimini korumuştur.
.
İslamiyet salt aklın yanına vahyi de koymak suretiyle akıl-vahiy dengesini “Tek Tanrı” inancı ile bütünleştirerek medeniyetlerin ihtiyacı olan, madde-ruh muvazenesini kurabilmiş, kısa zamanda küçük bir topluluk dini olmaktan çıkmış, evrensel bir hüviyet kazanmış ve bunun sonucunda da medeniyet mesabesine yükselmiştir. İslamiyet, medeniyet mesabesinde hızla zirveye yükselirken, kendisinden önceki medeniyetlerin aksine sosyal tabakalaşmayı ortadan kaldırmış, toplumlar ve fertler arasında hiçbir sosyal ve iktisadi imtiyaza izin vermemiştir.
.
İslamiyet’in medeniyet mesabesine yükselmesinde en büyük etkenlerden biri, ilahi vahyin yanında akla verdiği önemdir. Nitekim Kur’an ve Hz. Peygamber insanları muhakemeye bu vasıta ile ilahi hikmetleri düşünmeye davet etmiş, bu vesile ile gelişen ilim ve kültürden yüksek medeniyet seviyesine ulaşarak karanlığa gömülü olan insanlığı, aydınlığa ve ebedi saadete ulaştırmıştır. İslamiyet, Hristiyanlığın yaptığı gibi mutlak doğrunun İncil öğretileri olduğu ve onun haricinde her şeyin hakikatte ehemmiyet taşımadığı şeklindeki skolastik anlayışla kendisinden önceki medeniyetten miras kalan bütün ilmi eserleri yalanlama ve yok sayma yoluna gitmemiş, ilahi vahyin ışığında yeniden yorumlamak suretiyle yeni bir medeniyet sentezi vücuda getirmiştir27.
.
3. Osman Turan’da Milliyetçilik
.
Türk Cihan hâkimiyeti ülküsü, ila-yı kelimetullah, nizam-ı âlem gibi kavramlar, bazı büyük tarihçilerimizin satır aralarında kalmıştır. Türk tarihinin mefkûrevi amillerinin incelenmesi, bir şuur kaynağı olarak vurgulanması Osman Turan’ın eserleri ile mümkün olmuştur. İki yüzyılı aşan Batılılaşma maceramız içinde Batı’nın üstünlüğünün ve bizim zaaflarımızın sürekli vurgulanması Osman Turan’ın yaktığı bu tarih meşalesine çok derin bir ihtiyaç yaratmıştı. Bu meşale kendimize güvenimizi kazanmanın ve bir bakıma kıblemizi doğrultmamızın en güzel imkânını sunmuştur.
.
Osman Turan, milliyetçilik idealinin, Türklerde tarih boyunca ve çok defa, cihan hâkimiyeti fikri halinde bulunduğu, çağdaş manasıyla milliyetçilik idealinin, Meşrutiyet yıllarının siyasi ve toplumsal havası, milletimizin içinde bulunduğu parçalanma ve dağılma tehlikeleri içinde cazip ve kudretli bir cereyan olarak aydınlarımıza hâkim olduğunu söyler28. Bu dönemde kurulan Türk Ocağı tehlikelere karşı koyan milli imanın bir kalesi ve kaynağı olmuştur. Ocağın öncülüğünü yaptığı milliyetçilik sayesinde, Türk aydınlarının imparatorluğun parçalanması karşısında kırılan milli gururu onarılıyor ve Turan fikri ile onları yeni bir hamleye götürecek heyecan yükleniyordu. Ancak bu idealin fiilen gerçekleşmesinin zorluğunu aydınların görüyor olması, bu inançtan doğan gücü kırmak için bir sebep değildi.
.
Milli mefkûrenin milliyetçilik ve Türkçülük diye ayrılmasının yanlış olduğunu, bu ikisinin de aynı şey olduğunu söyleyen Turan, Türk milliyetçiliği mefkûresinin bu ölçüde yayılmasında, İttihat ve Terakki Partisi’nin bu mefkûre ve Türk Ocağı’na bir kurtarıcı olarak sarılmasının da etkili olduğunu kaydeder ve bu tutumlarını, imparatorluğun yıkılmasındaki mesuliyetlerini biraz hafifleten bir hizmet olarak görür.
.
Milliyetçilik hususunda, esas itibariyle Ziya Gökalp’in fikirlerine bağlıdır. Milliyetçilerin, Gökalp’in “Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak” düşüncesine bağlı olduklarını ve bunu ilmi esaslara göre kurmaya çalıştıklarını söyler29. “Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak”ın feyzli bir terkibinin gerçekleşeceğine inanır. Ancak Cumhuriyet döneminde Batılılaşmanın eğitim ve kültür hayatında fazlaca vurgulanması karşısında tabii olarak rahatsızdır ve bunun yarattığı manevi buhran hakkında yazmıştır. Ona göre batıdan sadece ilim ve zihniyetini almamız bu terkip için yeterli olacaktır.
.
Bir cemiyet ve milleti müşterek bir şuur ve mefkûreye sahip olmadıkça, ileri bir hamle ve yaratıcı bir kudret kazanmak şöyle dursun, hayatını bile muhafaza edemez30. Bu sebeple Türk Ocakları ve onun temsil ettiği milliyetçilik mefkûresinin hiçbir zaman fonksiyonunu ifa etmiş ve zamanı geçmiş bir kurum ve fikir olarak düşünülemeyeceğini milletin bekası arzusu mevcut kaldıkça bu fikir ve kuruma ihtiyacın da devam edeceğini söyler.
.
Milliyetçiliğin, Fransız ihtilali ile doğduğu iddiasını reddeder. Milli duyguların, beşerin tabiatı ile birlikte var olduğunu ancak milliyetçiliğin yeni hüviyetini bu hadise ile kazandığını ve bir zamanlar bu ideale bağlı kalmış emperyalist vasfın da milliyetçiliğin cevheri ile ilgisi olmadığını söyler.
.
Komünizmin Rusya’da milliyetçiliğe mağlup olduğunu söyleyen Turan, Çin’in komünizminin, milliyetçiliği bir vasıtası kıldığını, Arap ülkelerinin ve İsrail’in bu kudretle dirilmeye çalıştığını ifade eder31.
.
Türk milliyetçiliği ayrıca batılılaşma süreci içindeki değişmelerin doğurduğu aşağılık duygusunun toplumumuzdan silinmesinde de özel öneme ve göreve sahiptir. “İnsan haysiyeti ile uzlaşmayan, fertlerin yaratıcı kudretini kıran ve milletin şahsiyetini yıkan aşağılık duygusunun sebeplerini bulmak ve doğrudan belirtileri ile mücadele etmek, Türk milliyetçiliğine ve Türk Ocağı’na terettüp eden vazifeler meyanındadır.”32
.
Osman Turan’ın milliyetçiliği hem tarihi hem de güncel anlamda Türk Dünyası gerçeğini görür ve ona hem insani hem milli açıdan gereken değeri verir. Milli şuur, milli kültüre dayanır, bu da bizi tarihimizdeki bağlarımıza çeker. Türk milliyetçilerinin Dış Türklerle ilgilenmesinin sebebi budur. Her millet gibi, Türklerin kurtulmalarını ve ilerlemelerini istemek de hem insani hem de milli bir duygudur. Hiç kimse böyle bir talebi emperyalizm olarak göremez. “Bunu inkâr etmek de kendimizi, tarih ve şuurumuzu kaybetmek olur. Kimse bizden milli ruh, dil ve edebiyatımızın kaynağı olan Orhun Kitabelerini unutmayı, Anadolu’ya getirdiğimiz kültür mirası ve eski hatıraları terk etmeyi beklemesin.”33
.
Son olarak, nihayet Osman Turan, milli mefkûre ve insanlık ideallerinin ahenkleştirilmesi gerektiğini düşünür ve milliyet mefkûresi olmadıkça, insanlık duygularının da gelişemeyeceğini savunur. Milliyetçiliğe aykırı bir insanlık fikri hem imkânsız, hem zararlı olduğu gibi, insanlık fikrini inkâr eden bir milliyetçilik de dar ve günümüz dünya şartlarına yabancıdır.
.
Dipnotlar:
.
*30 Aralık 2011 tarihinde İstanbul Türk Ocağı’nda düzenlenen “100. Yıl Sohbetleri”nde yapmış olduğum konuşma
**İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi, Türkçe İktisat Bölümü, 4. Sınıf
.
1 Nevzat Aşıkoğlu, “Kutsal ve Toplum”, E.Ü.E.F. Cumhuriyet, Demokrasi ve Kimlik Sempozyumu, 10-12 Nisan 1996
2 Zeki Aslantürk – Tayfun Amman, Sosyoloji, İFAV Yay, İstanbul, 2001, s.280-284
3 Serdar Mutçalı, Arapça-Türkçe Sözlük, Dağarcık Yay, İstanbul, 1995, s.290
4 Aslantürk-Amman, a.g.e., s.280
5 Aslantürk-Amman, a.g.e., s.281
6 Yumni Sezen, Sosyolojide ve Din Sosyolojisinde Temel Bilgiler ve Tartışmalar, İFAV, İstanbul, 1997, s.169
7 Şerafeetin Dönmez, Atatürk’ün Çağdaş Toplum ve Din Anlayışı, Çamlıca Yay, İstanbul, 2002, s.164
8 Yumni Sezen, a.g.e., s.170
9 Dönmez, a.g.e., s. 167
10 Kur’an, Fatır 35/3, Müzemmil 73/9, İhlas 112/1 vb. ayetler
11 Aslantürk-Amman, a.g.e., s.281
12 Kur’an, Al-i İmran 3/19
13 Aslantürk-Amman, a.g.e., s.282
14 Osman Turan, Türkiye’de Manevi Buhran, Din ve Laiklik, Boğaziçi Yay, İstanbul, 1993, s.15
15 Osman Turan, Tarihi Akışı İçinde Din ve Medeniyet, Boğaziçi Yay, İstanbul, 1998, s.7
16 Turan, Tarihin Akışı İçinde Din ve Medeniyet, s.7
17 Osman Turan, “Din ve Laiklik”, Türk Yurdu, S. 275, Temmuz 1959, s.1
18 Turan, Türkiye’de Manevi Buhran, Din ve Laiklik, s.19
19 Turan, Türkiye’de Manevi Buhran, Din ve Laiklik, s.18-19
20 Turan, Tarihin Akışı İçinde Din ve Medeniyet, s.19-20
21 Turan, Tarihin Akışı İçinde Din ve Medeniyet, s.19-20
22 Turan, Tarihin Akışı İçinde Din ve Medeniyet, s.19
23 Turan, Tarihin Akışı İçinde Din ve Medeniyet, s.11-12
24 Yılmaz Özakpınar, Türk Kültürü ve Batılılaşma Meselesi, TDV, Ankara, 1999, s.255
25 Osman Turan, Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkûresi Tarihi, Ötüken, 2003, s.152
26 Turan, Tarihin Akışı İçinde Din ve Medeniyet, s.9
27 Turan, Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkûresi Tarihi, s.152-153
28 Turan, Türkiye’de Manevi Buhran, Din ve Laiklik, s.144
29 Turan, Türkiye’de Manevi Buhran, Din ve Laiklik, s.218
30 Turan, Türkiye’de Manevi Buhran, Din ve Laiklik, s.148
31 Turan, Türkiye’de Manevi Buhran, Din ve Laiklik, s.149
32 Turan, Türkiye’de Manevi Buhran, Din ve Laiklik, s.151
33 Turan, Türkiye’de Manevi Buhran, Din ve Laiklik, s.154