Bireysel Gelişim

Çanakkale Kara Muharebeleri – Alçıtepe’den Anafartalar’a Kitap Özeti

-Türk Tarihinin Kayıp Günü…
Saati saatine 25 Nisan 1915

-Efsaneden Gerçeklere… ANZAKLAR.

-Gençliğin Gözyaşları. 19 Mayıs 1915

-Modern İsrail Ordusu’nun Temeli:
Zion Mule Corps (Siyon Katırlı Birliği)

-En Uzun Beş Gün ( 6-10 Ağustos 1915 )

-Müttefiklerin Gelibolu Yarımadası’ndan Geri Çekilmesi.
Çıkarma günü sinir krizi geçirdiği iddia edilen komutan kimdi?
Türklere olan saygısından askerini silahsız olarak yöneten İngiliz Yarbay.
Kızılhaç çadırlarından başlayan topçu ateşinin eşlik ettiği Müttefik saldırısı hangisiydi ?

-Çanakkale Harbi’nde Almanlar.
Mareşal Liman von Sanders’den Weber Paşa’ya , Albay Zodenshtern’den Binbaşı Wilmer Bey’e Osmanlı Ordusunda çarpışan , başarıları ya da başarısızlıkları ile Alman Subaylar.

-1/5 Norfolk Taburu’na ne oldu?
İngilizleri bulutlar mı götürdü?
Günümüze kadar gelebilmiş bir hurafenin öyküsü.

-Çanakkale’nin Kahramanları daha sonra neler yaptı?
Kurtuluş Savaşı’na katılanlar… Ülkeyi terkedenler. İdamla yargılananlar.
Bir kuşağın hazin hikayesi.

-Çanakkale Harbi’nin günümüze yansımaları.

*

“Tekmil tarih-i harb gibi bu seferde gösterdi ki harbde asıl insandır ve bunun bilhassa maneviyatıdır. Karşı karsıya bulunan tarafların hakikatte çarpışan maneviyatlarıdır… Bunun aksini kabul etmek Çanakkale müdafaasının cinnet olduğuna hükmetmekle müsavidir”.

Osmanlı Devleti’nin Çanakkale Muharebesi resmi tarihçisi, Erkan-ı Harbiye muallimlerinden Binbaşı Bursalı Mehmed Nihad

“Alçıtepe’den Anafartalar’a” bir askeri tarih kitabı olmaktan ziyade, genel okuyucunun Çanakkale Kara Muharebeleri hakkında temel bilgilere sahip olmasını amaçlıyor. Kara Muharebeleri’nin perde arkasını, az bilinen ya da bilinmeyen olaylarını inceliyor. Nedense Ülkemizde Çanakkale denince akla 18 Mart Deniz Zaferi gelmekte. Oysa 18 Mart Herşeyin başlangıcıydı sadece. Asıl muharebeler 8 ay boyunca karada yaşandı. Her iki taraf birbirine üstünlük sağlamak için olağanüstü bir mücadeleye girişti. Taktikler, taarruzlar, geri çekilmeler, ateşkes önerileri, hastalıklar, susuzluk, çok sıcak ya da sonrasında çok soğuklar hep bu mücadelenin unsurları oldular. Bunların hepsinin üzerine çıkan bir unsur vardı ki, Türk askerinin sarsılmaz imanı, cesareti ve karşı tarafı hayrete düşürecek kadar centilmen olmasıydı. Sekiz ay boyunca süren bu mücadelenin Türk tarafı açısından sürekli zaferlerle sonuçlandığını söylemek güç. Belki öyle olsaydı savaş bu kadar uzun sürmezdi. Gençlerimizin Zığındere’yi, 19 Mayıs Taarruzu’nu, Conkbayırı’nı, Anafartalar’ı bilmesi, bu mücadelelerin nasıl bir sarsılmaz imanla, sabırla, cesaretle yapıldığını, en ağır yenilgilerin sonrasında bile bu duyguların kaybolmadığını görmesi gerekiyor. Zaten bütün bunlar bilinince doğruluğu tartışmalı menkıbe anlatmaya da gerek kalmıyor.

***

ÖNSÖZ

Çanakkale Harbi, sadece Türk tarihinin değil dünya tarihinin de en önemli olaylarından biridir. Nedenleri, seyri ve sonuçları konusunda çok sayıda araştırma yapılmış ve yapılmaya da devam edilmektedir.

Ne yazık ki, savaşın esas galiplerinin torunlarının, dedelerinin olağanüstü şartlar altında Allah’a olan sarsılmaz inançları, sabır ve cesaretleriyle dünyanın sayılı donanma ve kara güçlerine karşı verdikleri mücadeleyi anlatma, araştırma ve yaşatma konusunda duyarlı olduklarını söylemek mümkün değil. İyi biliyoruz ki, savaşa katılan diğer ülkelerde ise (özellikle Avustralya, Yeni Zelanda ve İngiltere’de) sürekli yeni ve özgün eserler yayınlanmakta, tarih bilinci diri tutulmaya çalışılmaktadır.

Ülkemizde özgün eser sayısı ne yazık ki diğer ülkelerle karşılaştırıldığında bir hayli az. Savaşa katılmış bazı komutanların (çoğu sonradan yazılan) anıları, doğru olup olmadığı belli olmayan menkıbelerden oluşan kitaplar bir de çeviri eserler… Çeviri eserlerdeki bilgilerin de tamamen doğru olduğunu söylemek mümkün değil.

“Alçıtepe’den Anafartalar’a”; Çanakkale Harbi’nin en önemli bölümü olan Kara Savaşları’nın perde arkasını, az bilinen ya da bilinmeyen olaylarını inceliyor. Nedense ülkemizde Çanakkale denince akla 18 Mart Deniz Zaferi gelmekte. Oysa 18 Mart, herşeyin başlangıcıydı sadece. Asıl muharebeler 8 ay boyunca karada yaşandı. Her iki taraf birbirine üstünlük sağlamak için olağanüstü bir mücadeleye girişti. Taktikler, taarruzlar, geri çekilmeler, ateşkes önerileri, hastalıklar, susuzluk, çok sıcak yada sonrasında çok soğuklar hep bu mücadelenin unsurları oldular. Bunların hepsinin üzerine çıkan bir unsur vardı ki, o da Türk askerinin sarsılmaz imanı, cesareti ve karşı tarafı hayrete düşürecek kadar centilmen olmasıydı.

Bu kitap bir askerî tarih kitabı olmaktan ziyade, genel okuyucunun Çanakkale Kara Savaşları hakkında temel bilgilere sahip olmasını amaçlıyor. Sekiz ay boyunca süren bu mücadelenin Türk tarafı açısından sürekli zaferlerle sonuçlandığını söylemek güç. Belki öyle olsaydı bu kadar uzun sürmezdi.. Ancak inanıyoruz ki, gençlerimizin dedelerinin ne şartlar altında mücadele ettiklerini hatırlaması, Zığındere’yi, 19 Mayıs Taarruzu’nu, Conkbayırı’nı, Anafartaları bilmesi, bu mücadelelerin nasıl bir sarsılmaz imanla, sabırla, cesaretle yapıldığını, en ağır yenilgilerin sonrasında bile bu duyguların kaybolmadığını görmesi gerekiyor. Zaten bütün bunlar bilinince doğruluğu tartışmalı menkıbe anlatmaya da gerek kalmıyor.

Bu çalışmamda bana çok yardımcı olan Şahin Aldoğan, Selim Meriç, Melike Albayrak, Ahmet Yurttakal ve onların şahsında Eceabat Yerel Tarih Grubu’na, araştırmacı İslam Özdemir’e, Avustralyalı Gazeteci-Tarihçi Bili Sellars’a, iki yıldır bu kitabın yazılması için gösterdiğim çabalarıma destek olan başta sevgili annem olmak üzere aileme, yarımadaya yaptığım araştırma gezilerinde bana eşlik eden, yazılarımı titizlikle okuyup eleştiren eşime ve yine bu eserle ilgili görüşlerini belirten çalışma arkadaşlarım Dr. Ömer Akçağıl ve Dr. H. Serdar Kale’ye, Dr. Celal Akdeniz’e eserin 2. baskısının hazırlanmasında titiz çalışmasıyla yardımcı olan Muzaffer Albayrak’a son olarak da Yeditepe Yayınları’ndan Ersan Güngör Bey’e sonsuz teşekkürler. Hemen belirteyim ki bu çalışmadaki hatalar tamamen bana aittir.

Bu kitabı (ne yazık ki çoğunun mezarı bile belirsiz) Çanakkale Şehitlerimiz başta olmak üzere tüm şehit ve gazilerimize ithaf ediyorum.

Gayret bizden, Tevfik Allah’tan…

Tuncay Yılmazer
Küçükyalı-Ocak 2005
dryilmazer2003@yahoo.com

MEÇHULE DOĞRU

Onsekiz Mart yenilgisi Londra ve Paris üzerinde soğuk duş etkisi yapmış, Türk topçusunun olağanüstü başarısı, başından beri Boğaz’ı geçmek için kara harekâtı da gerektiğini söyleyenleri haklı çıkarmıştır.

‘Beceriksiz diplomatların telkinleriyle sanıldı ki Gordion’un kördüğümü misali yaşlı Türk devleti, bıçakla kesilmiş gibi ikiye bölünüp dağılıverecek (1)… diye yazar General Sir Ian Hamilton 19 Mart 1915 tarihli günlüğünde. Bir gün önce Müttefiklerin Çanakkale Boğazı’na 16 kruvazörle yaptıkları büyük saldırının faciaya dönüşmesini, Akdeniz Müttefik Orduları Komutanı sıfatıyla HMS Phaeton Muhribi’nde deyim yerindeyse ‘canlı yayında’ seyretmiştir. Kendisi bu göreve atandığından beri dönemin Britanya İmparatorluğu Savaş Bakanı Kitchener ile yaptığı yazışmalarda Çanakkale Boğazı’nın sadece donanma ile geçilemeyeceğini sürekli vurgulamıştır. Doğal olarak, günlüğüne yazdıklarında, söylediklerinin haklı çıkmasının gururu açıkça görülebilir .

Savaşın patlak vermesinden bu yana Almanlar karşısında pek başarılı olamayan Ruslar, doğu cephesinde yardım istemektedirler. Daha önemlisi İtilaf Devletleri için, Osmanlı Devleti’ni kısa yoldan saf dışı bırakmak, Çanakkale Boğazı’nı geçip İstanbul’u almakla mümkün olacaktır. Kabinede ve askerler arasında ‘Kara Harekâtı’ gerekip gerekmediği sürekli tartışma konusudur. Başbakan Asquith henüz kararsız iken, Savaş Bakanı Lord Kitchener başlangıçta sadece donanmayla Çanakkale Boğazı’nın geçilebileceğine inanır. Müttefik Donanması’nın ağır bombardımanlarla Çanakkale Boğazı’ndaki çoğu Türk tabyasını yerle bir ettiği, Mart’ın ortalarında girişeceği büyük bir harekâtla Boğaz’ı çok rahatlıkla geçeceği komuta kadrosu içerisinde yaygın bir kanaattir. Ancak bir kişi hariç … Deniz Kuvvetleri Komutanı Lord Fisher Kara Harekâtını da gerekli görmektedir. Hatta kabinede Amirallik 1. Lordu olan, deniz harekâtını savunan Churchill ile tartışır. Ne var ki Kitchener’in Kara Harekâtı için ayıracak (elinde son kalan 29. Tümen’den başka) kuvveti yoktur. Bölgeye gönderilen General Birdwood’un raporları sadece donanma ile Boğaz’ın geçilemeyeceği yönündedir. Ancak Donanma Komutanı Carden Londra’ya bu görüşün tam tersini bildiren raporlar göndererek Kitchener’i ikna eder (2).

Bu konudaki kafa karışıklığı bir orta yol bulunmasıyla geçici de olsa çözümlenir. Kitchener, Akdeniz Seferi Kuvvetler Komutanlığı adı altında Adalar Denizi’nde görev yapacak bir ordu kurulmasına ön ayak olur. Bu ordunun çekirdeğini İngiliz 29. Tümen ve Mısır’daki Avustralya ve Yeni Zelanda karma birlikleri oluşturacaktır.

Kitchener, Güney Afrika’daki Boer Savaşı’ndan tanıdığı General Hamilton’u bu ordunun başına atar. Donanma 18 Mart’ta başarılı olursa küçük bir garnizonla Gelibolu Yarımadası’nı tutacak, donanma başarılı olamazsa Gelibolu Yarımadası’na asker çıkarılacaktır!

Ancak başta Churchill ve yandaşlarının hararetle desteklediği, Kitchener’in de onay verdiği deniz harekâtı beklendiği gibi sonuçlanmaz. Onaltı savaş gemisi ve çok sayıda mayın tarama ve destek gemisinden oluşan Müttefik Donanması 3 Kasım 1914′ten bu yana Boğaz tabyalarına en büyük saldırılarını gerçekleştirirler. Tarihler 18 Mart 1915′i göstermektedir. Türk topçusunun hedefleri vurmadaki başarısıyla, Nusrat’ın döktüğü mayınlar birleşince, Müttefikler için iyi başlayan harekât tam bir bozguna dönüşür. Üç gemi Boğaz’ın derinliklerine gömülürken üçü ağır yara alır. Çok sayıda gemide de hasar vardır.

27 Mart 1915′te toplanan Britanya İmparatorluğu Harp Konseyi Gelibolu Yarımadası’na kara harekâtı düzenleme kararı alır. Şubat 1915′de Osmanlı Birlikleri’nin Kanal Harekâtındaki başarısızlığı, Mısır’daki İngiliz garnizonundan ellibine yakın asker çekilebilmesi imkânı sağlamıştır. Oluşturulacak kara gücüne Akdeniz Seferi Kuvvetleri Komutanı sıfatıyla General Sir Ian Hamilton komuta edecektir. İngiltere’den gelecek 29. Tümen, İskenderiye’de birkaç aydır zaten eğitimde olan Avustralya ve Yeni Zelanda birliklerinden oluşan kolordu, Port Said’deki Kraliyet Deniz Tümeni bu kuvvetin ana unsurlarıdır. Fransa harekâta sömürge askerlerinin çoğunlukta olduğu bir tümen ile katılacağını bildirir. Akdeniz Seferi Kuvveti 75.000 kişiye yakın askerle beraber 84 gemi, 16.481 hayvan ve 3104 arabası olan bir ordu haline gelmiştir (3).

* * *

Çanakkale Savaşı’nı konu alan tek film olma özelliğini hala daha koruyan (nedense ülkemizde pek ilgi görmeyen) 1981 yapımı Gallipoli (Gelibolu) (4) adlı filmde hiç unutamadığım sahnelerden birisi filmin kahramanlarından Frank (Mel Gibson) ile Archy (Mark Lee)’nin çölde karşılaştıkları yaşlı bir adamla geçen diyaloglarıdır. Birinci Dünya Savaşı’nın başladığı, tüm Avustralyalı gençlerin anayurtlarının (yani Britanya İmparatorluğu’nun) isteğine uyarak askerlik şubelerine koşturdukları günlerde kahramanlarımız ilk başvurdukları şehirde kabul edilmeyince başka bir şehre doğru yola koyulurlar. Geçmek zorunda oldukları ıssız bir çölde devesiyle birlikte karşı yönden gelen yaşlı bir adamla karşılaşırlar. Türklerle savaşacaklarını söylerler kendilerini merakla dinleyen yaşlıya…

Buralara kadar geldiler mi? der yaşlı adam büyük bir şaşkınlıkla.

Yok hayır. Ama biz gitmezsek buralara kadar gelirler, der Archy büyük bir gururla.

Yaşlı adam sağına ve soluna, uçsuz bucaksız görünen çöle bakar. Aldığı cevap ona çok anlamsız gelmiştir:

Eee ne olmuş? Gelsinler.

Dünyanın bir ucundaki bu iki ülkenin savaşa girmekte neden bu kadar istekli oldukları tartışma konusudur. Çeşitli Türk ve Anzak kaynaklarında bahsedilen (biraz da esprili) başka bir anektod :

Ağustos muharebelerinde esir düşen birkaç Yeni Zelandalı askere Mehmetçikler nereden geldiklerini sorarlar. Aldıkları cevap onları çok şaşırtır. Çünkü ‘Yeni Zelanda’ adını hiç duymamışlardır hayatlarında… Orada bulunan Alman subaylar bu ülkenin dünyanın ta öbür ucunda olduğunu söyler. Bizimkilerin şaşkınlığı daha da artar. Ne için geldikleri sorulduklarında Yeni Zelandalıların cevabı da ilginçtir: Rugby oynamak için (Başka bir kaynakta spor olsun diye) (5).

Gelibolu Harekâtı’na Avustralya ya da Yeni Zelanda’nın katılmasının ne kadar anlamsız olduğunu en güzel yansıtan örneklerdir bu sahneler. Ne yazık ki 1915′te hiçbir Avustralyalı bunu düşünecek durumda değildi. Tüm dünyayı saran ‘Büyük Savaş’ta anavatanın çağrısına cevap verilmeliydi. Almanya bir anda düşman olmuştu. Hatta Avustralya’da yaşayan Alman kökenliler bile bu düşmanlıktan nasibini almışlardı (6).

Oysa 1901 yılında tamamen bağımsızlığını alan Avustralya ve Yeni Zelanda için savaş çok uzaktaydı. Her iki ülke de kendine özgü demokratik sistemini kurmuş, hızla sanayileşmekteydi. Görünürde sembolikte olsa Büyük Britanya kral ve kraliçesine bağlıydılar. İktidara gelen hükümetler, anavatanlarının unutulmaması gerektiğini her fırsatta vurguladılar muhalefetle birlikte… Örneğin savaş yıllarının İşçi Partisi muhalefet lideri Andrew Fisher “Biz Cook Hükümeti’ne karşıyız. Ancak sık sık parlamentoda belirttiğim gibi acil durumlarda partiler yoktur. Birlikte düşmanımıza karşı duracağız…. Anayurdumuzu destekleyeceğiz.” demişti (7). Ancak aynı zamanda kendilerini ulus olarak kanıtlama isteğindedirler. Birinci Dünya Savaşı bunun için iyi bir fırsat olarak görülür.

İşte bu nedenledir ki Birinci Dünya Savaşı öncesinde önemli bir silahlı güce sahip olmayan Avustralya ve Yeni Zelanda’da İngiltere’nin yardım çağrısı büyük bir heyecan uyandırır. İngiltere hükümeti savaş boyunca Anavatanın nasıl ve ne ölçüde destekleneceğini sormakta en kısa zamanda cevap beklemektedir (29 Temmuz 1914) (8).

Süratle toplanan kabine donanmanın Britanya Amiralliği emrine verildiğini açıklar, yaklaşık yirmibin kişiden oluşan seferi kuvvetin de uygun yere gönderileceği ve devamlı olarak lojistik desteğin sağlanacağı taahhüt edilir. Birliklerin organizyasyonu için General Bridges görevlendirilir.

Aslen İskoçyalı olan, genç yaşta Avustralya’ya yerleşen Bridges’in İngiliz hükümetinin isteğinin aksine ayrı bir isim altında (A.I.F Australian Imperial Force) milli bir teşkilat kurulmasını istiyordu. Böylelikle tüm AvustralyalIlar aynı bayrak altında toplanacaklardı (9). General Bridges’in bu konudaki ısrarı olmasa, Avustralya ve Yeni Zelandalı askerler ayrı ayrı İngiliz birlikleri içinde görev yapsa, Anzak efsanesi doğmayacak, Arıburnu’nun sarp arazisinde Bridges de bir Türk keskin nişancısının ateşi ile hayatını kaybetmeyecekti hiç kuşkusuz…

Eylül ayı ortalarına kadar birliklerin oluşturulma süreci devam eder. İlginç olan, silah altına alınma işleminin halktan büyük ilgi görmüş olmasıdır. Asker olmak için yaşlarını büyütmeye çalışanlardan tutun, yüksek öğrenim görmüş aydınlara kadar “eli silah tutan” herkes başvurur askerlik şubelerine… Çok

————

1     Hamilton, Sir Ian, Gelibolu Günlüğü s: 33
2     Moorhead, A Gelibolu s:70
3     Aspinall-Oglander C. Gelibolu Harekatı Cilt 1. s: 144
4     Gelibolu Yapım yılı: 1981, Yönetmen: Peter Weir Oynayanlar: Mel Gibson, Mark Lee
5     Carylon, L.A Gallipoli s: 105
6     a.g.e s: 116-117
7     a.g.e. s: 110
8     Karatay, B.Vefa Mehmetçik ve Anzaklar s: 35
9     a.g.e s: 35

Related Articles

HIZLI DÜŞÜNME VE CEVAP VERME YÖNTEMLERİ

BAŞARI YOLUNDA 70 ALTIN KURAL

Celaleddin Kitap Özeti