23 Nisan 1920`de açılan Türkiye Büyük Millet Meclisi`nde; Mustafa Kemal Paşa`nın başını çekip lideri olduğu “Birinci Grup”un işi, hiç de kolay değildi. Sayıları bir ara 120`ye kadar çıkan “İkinci Grup”un muhalefeti, özellikle Ağustos 1921`den başlayarak, “Başkomutanlık Kanunu”nun gizli oturumlardaki müzakerelerinde doruğuna çıkmıştı. Bir müzakerede, “İkinci Grup”un ikinci adamı konumundaki Mersin milletvekili Selahaddin Bey; “Paşa Hazretleri kesin zaferin kazanılacağına emin midirler?” sorusunu soruyordu.
Aynı kanunun dördüncü kez uzatılması müzakerelerinde, Karahisarısahip milletvekili Hulusi Bey, “Başkomutanlıkla sanki düşman mı koğduk? diye hayıflanıyordu. Mustafa Kemal Paşa ise; aynı gizli oturumda, kürsüde konuşurken kendisine sürekli sataşan, “İkinci Grup”;un önderi Hüseyin Avni Bey`e, “Ne zır zır ediyorsunuz?” diye çıkışıyordu.
“Kurtuluş Savaşı Kütüphanesi” dizisinin elinizdeki dokuzuncu kitabı “Birinci Meclis`te Muhalifler” Muvafıklarla Muhaliflerin 1920-1923 arasındaki sözlü şiddetli çatışmalarını gözler önüne seriyor.
YAKIN TARİHİMİZ
Toplum olarak tarihe çok meraklıyız. Olanakların çok kısıtlı olduğu ve bu nedenle çok az okunabilindiği dönemlerde de en çok okunan kitaplar tarih kitaplarıydı.
Tarihe ve tarih kitaplarına olan bu merakın ardında yatan değişik nedenler vardır. Herhalde bu nedenlerin en önde geleni; geçmişe ve geçmişin görkemli günlerine duyulan özlemdir. Gerçekten, tarih kitapları; geçmişin “yiğitlerini”, “yiğitliklerini”, “özverisini” vb. “yüce duyguları” anımsatır. Belki biraz da, “duygu sömürüsü” yapılır, ama insanların biraz mutlu olmaları, biraz keyif almaları için, biraz duygu sömürüsü yapılmasına katlanmak mümkün değil mi?
insan hafızasının, “seçici” olduğu söylenir. İnsanlar, geçmişte yaşadıkları şeylerin “keyif verici” olanlarını, “mutluluk verici” olanlarını anımsar, kendilerine mutsuzluk vermiş olan. kendilerini rahatsız eden şeyleri asla anımsamak istemez, unuturlarmış.
Nasıl insan hafızası “seçici” ise, toplumların hafızaları da aynı biçimde seçicidir. Toplumlar kendilerini mutsuz etmiş olan şeyleri unutmaya, mutlu oldukları, “şan ve şöhret günlerini” unutmamaya eğilimlidirler.
Fakat insanların “tarih kitaplarına” olan merakı; daha çok. tarihi konu alan edebiyat ürünleri; romanlar, hikâyeler, destanlar vb. çalışmalarıdır. Bir zamanlar toplumumuzda çok okunan ve yoğun ilgi gören kitaplar arasında ilk akla gelenler: Caber Kalesi. Köroğlu, Selahaddin i Eyyubi, Leyla ve Mecnun, Ferhat ile Şirin, hz. Ali’nin Cenkleri. Hz. Ömer’in Adaleti vb. gibi kitaplardı. Halen bu türden kitaplar, bugün de yoğun bir biçimde okunuyor. Ancak tirajları hakkında bilgi sahibi olmamız mümkün değil
Yakın dönemde, özellikle son 20 25 yılda: tarihe olan ilgi artarken yazılan, okunan ve aranan tarih kitaplarının türelride değişti. Zira bir yandan toplumsal bilim alanında çalışanların sayısı hızla artarken; bir yandan da, yeni bir’”tarih yazımı” ortaya çıktı.
Bu yeni “tarih yazımı” tarihi, kuru bir “olayların aktarımından” kurtarıyor, edebi bir üslup içinde, ekonomi, sosyoloji, antropoloji, hukuk, vb türden toplumsal bilimlerin bulgularından da yararlanarak. olayları geniş bir perspektif içinde sunuyordu.
Özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrasında. ABD’de yaygınlaşan ve geniş bir okur kitlesine ulaşan bu tarih yazımı, çok ilginçtir ki, bizde çok daha eski dönemlerde başlamıştı. Ahmet Kasinı in tarihle edebiyatı “barıştırması” belki çok ciddiye alınacak bir şey değil ama. Prof, Fuad Köprûlü’nün tarihi ele alışı, gerçekten (bence) tam bir “devrimdi. Sayısız çalışmalara imza atan Fuad Köprûlü’nün en çok üretebileceği bir dönemde siyasete merak salması, tarih bilimimiz adına büyük bir şanssızlıktır.
Yine bu arada, “bilgin” yönü pek olmamakla birlikte tarihi geniş kitlelere mal etmek konusunda Reşat Ekrem Koçu’nun adını da anmamız gerekir. Çok kısa bir süre için olsa bile, lise sıralarında tarih dersinde öğrencisi olduğum dönemde anlattıklarını hâlâ anımsıyorum…
Tarih içinde, özellikle “yakın tarih” çok ilgiyle okunuyor ve aranıyor. Zira, yakın tarih pek bilinmiyor.
Bu “bilinmemenin” de değişik nedenleri var. Her şeyden önce; dünyanın tüm ülkelerinde, “devlet sırrı” denilen bir kavram var ve yakın tarihle ilgili gelişmelerin çoğu. bu “devlet sırrı” kavramının ardına saklanıyor.
İkinci olarak: yakın tarihin gelişmeleri, kimilerince “iç siyaset” malzemesi yapılmak istenir. Ve bu nedenle çok sıkıştıkları zaman, tarihi “saptırmaya” kalkışabilirler. Bunun çok somut örneklerini. “Türk Siyasal Yaşamı”nda görmemiz bile mümkündür. İş ki, görmeye niyetlenilsin…
Yakın tarihimizi ve özellikle “Ulusal Kurtuluş Savaşımızı”, öncesi ve sonrasıyla yazmak ve bir seri halinde yayınlamak düşüncesi. Hüsnü Terek ve Emin Karaca’dan kaynaklandı. Alana olan yakınlığım nedeniyle böyle bir diziye katkıda bulunmaya heyecanla razı oldum.
Bu seride yayınlanacak olan kitapların, zevkle ve kolay okunan çalışmalar olmasını umut ediyorum. Çok değerli yazarların, yoğun emeklerinin ürünü olarak gün ışığına çıkan, elinize ulaşan ve ulaşacak olan bu çalışmaların. en ufak bir saptırmaya bile uğramamış olduğundan emin olun.
Yazarlarının çoğunluğu, (benim gibi) “meslekten” tarihçi olmayan isimler. Biz tarihi, “geçmişte ne olduğunu merak ettiğimiz için” değil, geçmişte yaşananların “ne gibi sonuçlara yol açtığım”, görmek ve anlamak için inceliyoruz. Yani asıl endişemiz, “dünü” değil, ‘bugünü” ve hatta “yarını” görmek ve değerlendirmek. Ve bu konuda bize en yoğun ışık tutacak gelişmeler, hiç kuşkusuz “yakın tarihimizin” gelişmeleri.
Bu dizi. bu amaca yönelik olarak hazırlandı. Umarım amacımıza ulaşır ve okurumuza yararlı oluruz.
Prof. Dr. Toktamış Ateş
ÖNSÖZ
İşgal İstanbulu’nun oldukça uzağında Orta Anadolu’nun göbeği Ankara’da 23 Nisan 1920′de Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni faaliyete geçirdiklerinde, Türklerin, İlk başlangıç yılı 1876′dan itibaren (uzunca süre kesintili de olsa) 44 yıllık bir parlamenter geçmişleri bulunuyordu.
Kısa dönemli 1876′daki Birinci Meşrutiyet’in ilk parlamentosunu bir yana koyacak olursak; 1908 Temmuz ‘undan itibaren 2. Meşrutiyet’in Osmanlı Meclis i Mebusan’ı 16 Mart 1920′ye dek sürdü. Bu dönem meclislerinde elbette “muvafıklar” yanında “muhalifler” de yer aldı.
Ülkenin zor ve olağanüstü şartlarında meydana getirilen “Türkiye Büyük Millet Meclisi”, önceki 44 yılda yaşayan meclislerin hiçbirine benzemiyordu.
“Kurtuluş Savaşı” adını alacak olan hareketin Önder adının; 19 Mayıs 1919′da çıktığı Samsun Havza’dan itibaren Amasya Tamimi, Erzurum ve Sivas Kongreleri (Heyet i Temsiliye’den örerek getirdiği 23 Nisan 1920′deki bu oluşumu, kendi doğal akışına bırakmak istemediği kısa sürede ortaya çıktı.
Hareketin Önderi Mustafa Kemal Paşa, 1927′de “Nutuk”unda, Meclis’te sonradan “Birinci Grup” adını alacak olan “Anadolu ve Rumeli Müdafaa i Hukuk Grubu”nu kurmaya neden gerek gördüğünü şöyle anlatacaktı: “Filhakika sayıları çok, üyeleri mahdut (sınırlı) olan bu hizipler, birbiri ile müsabakaya kalkışmışlar ve yekdiğerini dinlememek yüzünden adeta Meclis’te şuriş vücuduna (karışıklığın, kavganın meydana gelmesine) sebep olmaya başlamışlardı. Bilhassa Anayasa Meclis’ten çıktıktan, yani Ocak 1921 ortasından sonra, Meclis üyelerinin ve teşekkül eden hiziplerin her meselede alelıtlak (mutlaka) iştirak ve ittihadı mesailerini temin etmek (çalışmalarının birliğini ve ortaklığım sağlamak) bir kat daha müşkül olmaya başladığı görülüyordu. Çünkü, Misakı Milli’nin tespit ettiği esaslarda kayıtsız şartsız birlik ve mültelik olan fikirler ve emeller, Anayasa’nın getirdiği görüşlerde tamamen iştirak etmiş manzarasını arz etmiyordu. Mevcut hizipleri birleştirmek veyahut mevcut hiziplerden birini takviye ederek iş görmek İçin dolaylı olarak çok çalıştım. Fakat şu suretle hasıl olan neticelerin payidar olmadıkları görüldü. İşe bizzat müdahale zaruri olmaya başladı. Nihayet “Anadolu ve Rumeli Müdafaa i Hukuk Grubu” adı ile bir grup teşkiline karar verdim.”
Böylece kendi programına ve hedefine inanan sivil asker dar kadrosuyla yürürken, bu mücadelenin her alanında ona “muhalefet” eden kişi ve gruplarla çatışmak zorunda kaldığını, çalışmamızın ileriki bölümlerinde genişçe yer verdiğimiz; TBMM’nin gizli ya da açık oturumlarındaki müzakere zabıtlarından okuyacaksınız.
Örneğin, 1921 yazında. Yunan askeri birliklerinin üstün kuvvetlerle saldırarak köyleri, kasabaları ve şehirleri işgal edip Polatlı’ya kadar gelmeleri üzerine; bir yandan Meclis ve hükümetin Kayseri’ye taşınma hazırlıkları sürerken. Öte yandan da “TBMM Reisi” Mustafa Kemal Paşa’ya “Başkumandanlık” yetkisinin verilmesi müzakerelerinde “İkinci Grup” muhalefet atağına geçti.
Üçer ay süre ile uzatılan “Başkumandanlık Kanunu’nun müzakereleri sırasında gerek “Birinci Grup” gerekse ‘İkinci Grup” taraftarlarının objektifliği nasıl elden kaçırdıkları açıkça görülüyor.
Muhalefet, Mustafa Kemal Paşa’nın “Başkumandanlık Konumunun kendisine verdiği yetkileri kullanması sırasında, Meclis’in yetkilerine dokunmaması için titizlenirken: “Birinci Grup”un en ateşli milletvekillerinden Tunalı Hilmi Bey kürsüye fırlayarak. “Ey Paşa! Sen Meclis’in yetkisine tecavüz et” diye haykırıyordu.
“Başkumandanlık Kanunu”nun ikinci, üçüncü kez uzatılması müzakerelerinde ve hele dördüncü kez uzatılmasının reddedilmesinin ardından Mustafa Kemal Paşa ile Muhalefet’in önde gelen isimleri arasında kürsüden ve sıralardan yapılan atışmalar oldukça ilginç bir görünüm arz ediyordu.
Kanunun ikinci kez uzatılması müzakerelerinde, gene Tunalı Hilmi Bey, “Allah’ım bana ikinci bir Mustafa Kemal Paşa verseydi,” dileğinde bulunurken: Muhalefet’in önemli isimlerinden Mersin Milletvekili Selahattin Bey, “Paşa Hazretleri kesin zaferin kazanılacağından emin midirler?” sorusunu soruyordu.
Mustafa Kemal Paşa’nın rahatsızlığı nedeniyle bulunamadığı, kanunun dördüncü kez uzatılması müzakerelerinde. Karahisar Milletvekili Hulusi Bey, “Başkumandanlıkla sanki düşman mı kovduk?” diye hayıflanıyordu.
Kanunun reddedilmesi üzerine, iki gün sonra TBMM’den gizli oturum isteyen Mustafa Kemal Paşa. kürsüde konuşurken kendisine Sürekli sataşan Muhalefet’in önderi Hüseyin Avni Bey’e. “Ne zır zır ediyorsun?” diye çıkışıyordu. Oturduğu yerden sataşmaya devam eden Hüseyin Avni Bey’e. sonunda. “Mahalle kahvesi midir burası?” diye hiddetleniyor, o da, “Milletin Kâbesi’dir,” deyince; Mustafa Kemal Paşa, “Öyle ise riayet ve hürmet ediniz Kabe’ye.” cevabını veriyordu