Roman özetleri

Yolculuk Nereye Hemşerim Kitap Özeti

Kitabımın kapağı için ginger adlı aletin üzerinde fotoğraf çektirmemin iki sebebi var:
Birincisi, mizahi yönü. Bu aracı ve bu aracın üzerinde seyahat etme fikrini resim olarak eğlenceli buluyorum.
İkincisi daha önemli. Segway, veya halk arasındaki adıyla “Ginger”, beklenen konuda, yani taşımacılık sektöründe büyük bir patlama gerçekleştirememiş olduğu halde, politika alanında son yılların en hayırlı, en içimin yağlarını eriten eylemine imza atmıştır: George W. Bush tabir ettiğimiz, zeki, çok sevdiğim, güzel insan, şimdiye kadar kimsenin “Hooop, yolculuk nereye hemşerim?” şeklinde hesap sormaya cüret edemediği barış güvercini (!) A.B.D başkanını, milyonların gözü önünde, üzerinden atmak, düşürmek, yere sermek!
Ve Ginger, sadece bunun için bile “asrın icadı” payesini sonuna kadar hak etmektedir.
Elinizdeki kitabın politik yazılardan, siyasi mizahtan oluştuğunu sanmayın. Konu yine şehir hayatının cilveleri, hepimizin yaşadığı şeyler.
Ama üzerime düşeni yapıp, bir yerde üçüncü kitabımı, kendi tarzımla, iki tekerlekli, pille çalışan, maksimum 20 kilometre hıza çıkabilen naif arkadaşım Ginger’a ithaf etmek istedim!
Bu da Bush’a kapak olsun!

Üçüncü “eserimi” iftiharla takdim ederim!

Her zaman dediğim gibi, “Bir tek şu gülmelerimiz yanımıza kar kalacak”!

Sadece belki benzerlerini yaşadığınız hikâyeleri okurken değil, yaşamadıklarınız er geç bir gün başınıza geldiğinde de kitabı hatırlayıp eğlenmeye devam edeceksiniz.

Bir yerde “ömür boyu garanti” veriyoruz yani.

Bir yazardan daha ne beklenir arlık, ben bilmem!

Başbakanın davetindeydim, inanır mısınız?

Topkapı Sarayı’nda veriliyor Tayyip’in partisi! Ayy, yani George’u da günahım kadar sevmem ama, ne yapayım. Fazla bir şey de söyleyemiyorum. Sarnıçta işte böyle davetlerde, partilerde karşılaşıyoruz, yani aynı çevrenin insanıyız Yüz yüze baktığım adam bir yerde, ilişkileri belli bir medeniyet çerçevesinde tutmak lazım. Nihahahahahahhahaa.

Geçtiğimiz hafta arkadaşlarla aramda şöyle tuhaf konuşmalar geçti.

Akşam ne yapıyorsun? Yollar da kapalı. Yürüyerek gidip bir balık mı yesek?

Aa, yok ya, bir arkadaşın partisi var, ona gideceğim.

NATO zirvesinin imasında parti mi veriyor’ Kim bu ya?

Arkadaş değil de, ahbap diyelim.

Biz tanıyor muyuz?

Muhtemelen tanırsınız. Tayyip Erdoğan aslında gelenleri de tanırsınız, işte George Bush, Tony Blair, Jacques Chirac, Condoleezza Rice, Colin Powell falan. Ehihihilıehehi.

Arkadaşları sinirlendirme festivalim dur durak bilmiyor. Eh, görmemiş gazeteci kırk yılda bir, o da “ve eşi” kontenjanından, başbakanın davetine çağırılırsa, olacağı budur. Uzattıkça uzatıyorum: “Topkapı Sarayında veriliyor parti. Ayy, yani George’u da günahım kadar sevmem ama, ne yapayım. Fazla bir şey de söyleyemiyorum. Somurttu işte böyle davetlerde, partilerde karşılaşıyoruz, yani aynı çevrenin insanıyız. Yüz yüze baktığım adam bir yerde, ilişkileri belli bir medeniyet çerçevesinde tutmak lazım. Nifıahahahıhahohoh.”

“SAYIN BAŞBAKAN” Mİ, “TAYYİP BEY” MI?

Arkadaşlar, durumu ve bütün esprileri kesinlikle anladıklarını ifade edip, “Tamam biz akşam balık yemeye gidiyoruz, orada sıkılırsanız gelin” deyip, benimle olan dostluklarım tekrar gözden geçirmek için telefonu kapatıyorlar!

Evet efendim. NATO zirvesi için Topkapı Sarayı’nda verilen davetle ben de vardım.

Simdi, bu önemli toplantıyla ilgili anılanını ve dünya barışına yaptığım katkıyı okuyacaksınız!

“Başbakan daveti” deyince, insan bir durup düşünüyor. Ne giymeli, nasıl oturmalı kalkmalı. Olur da Başbakanla, cumhurbaşkanı’yla tanışırsan nasıl hitap edilirdi. “Sayın Başbakanım” fazla resmi, azıcık da yalaka mı ne? “Tayyip Bey” desen. o da Başbakan’a değil, apartman yöneticisine hitap eder gibi. hafif laubali. Bırak onu, George Bush gelip sohbet etmek isterse, terbiyesizleşmeden nasıl iki tane laf sokmalı? Hayır zevkle terbiyesizleşilir de, davetliyiz, o da bir yerde misafir, ayıptır.

Elbette bütün bunları düşünmek için çok geç, çünkü zarif eşim, yılın en önemli davetine gideceğimizi bana aynı gecenin sabahında haber verdiği için, kıyafetli, saçtı baştı, fazla seçeneğim yok.

THE SİYAH ELBİSE!

İstanbul’da bütün dükkanlar kapalı olduğu için de, aslında tek seçeneğim var: Gardırobumun karanlık köşelerinde duran, “The siyah elbise” adını verdiğim, yaklaşık altı yıl önce Amerika’dan, Ralph Lauren’in ucuzluğundan aldığım bir uzun, siyah tuvalet. Yaklaşık 250 dolardı. Yanımdakiler, “Ayol hem marka, hem indirimde, hem de modası geçmez, yıllarca giyersin, al al al” dedikleri için mırın kırın ederek almıştım. Benim zevkime göre hızla ciddi, sıkıcı, önü kapalı, sırtı açık tuvaleti, şimdiye kadar 20′ye yakın akraba düğünü. resmi davet, açılış, sudur budura giydim. O arkadaşlardan Allah razı olsun.

“The siyah elbise” yine hayatımı kurtaracaktı. Altına da “g.a.g, çekimleri koleksiyonu’ndan, siyah bir gece ayakkabı. fakat? Kuaförüm yasak sınırlarına giriyor muydu ve ben, hayatımın en önemli “partisine” giderken, saçımı kendim mi yapacaktım? Kimlerle tanışacak, neler yaşayacak, neler yiyecek içecektim?

….

Related Articles

Damga – Reşat Nuri Güntekin

admin

Ajan (Stuart Woods)

admin

Billur Ece Kitap Özeti