Dünya ikiye bölünmüştür, denir Tolkien’ın yapıtı söz konusu olduğunda: Yüzüklerin Efendisi’ni okumuş olanlar ve okuyacak olanlar. 1997 ile birlikte, çok sayıda Türkiyeli okur da “okumuş olanlar” safına geçme fırsatı buldu. Kitabın türkçe basımı Yüzüklerin Efendisi’ne dtuyulan ilginin evrenselliğini kanıtladı.
Yapıtın bu başarasını taçlandırmak için üç kısmı bir araya getiren bu özel, tek cilt edisyonu sunuyoruz: Hem hâlâ okumamış, “okuyacak olanlar” için, hem de bu güzel kitabın kütüphanenizde gelecek kuşaklara devrolacak kadar kalıcı olması için
Yüzüklerin Efendisi yirminci yüzyılın en çok okunan yüz kitabı arasında en başta geliyor; bilimkurgu, fançtazi, polisiye, best-seller ya da ana akım demeden, tüm edebiyat türleri arasındaki tartışmasız bir önderliğe sahip. Bir açıdan bakarsazın bir fantezi romanı, başka bir açıdan baktığınızda, insanlık durumu, sorumluluk, iktidar ve savaş üzerine bir roman. Bir yolculuk, bir büyüme öyküsü; fedakârlık ve dostluk üzerine, hırs ihanet üzerine bir roman.
TEK CİLT VE ÖZEL BASIM
Birinci Kısım: YÜZÜK KARDEŞLİĞİ
İkinci Kısım: İKİ KULE
Üçüncü Kısım: KRALIN DÖNÜŞÜ
YÜZÜKLERİN EFENDİSİ
Üç Yüzük göğün altında yaşayan Elf Kralları ‘na Yedisi taştan saraylarında Cüce Hükümdarlar’a.
Dokuz Yüzük Ölümlü İnsanlar’a, ölecekler ne yazık Bir Yüzük gölgeler içindeki Mordor Diyarı ‘nda
Kara tahtında oturan Karanlıklar Efendisine
Hepsine hükmedecek Bir Yüzük, hepsini o bulacak Hepsini bir araya getirip karanlıkta birbirine bağlayacak
Gölgeler içindeki Mordor Diyarı ‘nda
YAYINCININ NOTU
Yüzüklerin Efendisi, Tolkien’ın kitaba yazdığı Ek’lerden birinde de belirttiği gibi. Kırmızı Kitaptan yapılmış bir “çeviri”. Her ne kadar Orta Dünya’nın Üçüncü Çağ’ında Elfler, Hobbitler, İnsanlar ve Cüceler bir Ortak Lisan konuşuyorlardıysa da, bu lisanın özellikleri ırktan ırka ve bölgeden bölgeye değişiyor. Tüm bu özelliklerin “ingilizce’ye çevrilmesi”, Tolkien gibi bir dilbilimcinin onyıllarını almış. Aynı özellikleri bozmadan Türkçe’ye çevirmek daha da zor.
Zorlukların birincisi, isimler konusunda. Birçok isim zaten Ortak Lisan’da değil, kahramanların özgün dillerinde. Dolayısıyla Elfçe bir isim zaten ingilizce’ye çevrilmemiş, Elfçe kalmış. Biz de bu kurala uyduk. Ancak bazı isimler, özellikle de Hobbitlerin soyadları ingilizce’ye çevrilmiş; biz de yapabildiğimiz kadarıyla bu soyadları Türkçe’ye çevirdik. Aynı şey yer isimleri için de geçerli. Bu yüzden, örneğin, ingilizce’ye Brandymne olarak çevrilen Barondum, Türkçe’de Brendibadesi oldu. Aynı şekilde, hancı Barliman Butterbtır, Arpadam Kaymakpürüzü; Buckland ise Erdiyarı olarak çevrildi.
Bir de Yüzüklerin Efendisinin yayınlanmasından sonra ingiliz kültürüne yerleşmiş olan terimler var. Örneğin, Frodo Baggins’in kılıcının adı “Sting” (“an iğnesi”). Ancak bir İngiliz rock yıldızı da kendisine bu adı seçti, bu adla ünlendi (Sting’in eskiden ingilizce öğretmeni olduğu ve Yüzüklerin Efendisi’ni çok sevdiği biliniyor); bu yüzden Sting’ı “iğne” diye çevirmeyi tercih etmedik.
Bunun gibi birkaç örnek dışında metinde İngilizce’ye benzeyen isimler, okuyucuyu aldatmamalı. Örneğin Sam Gamgee, bir ingiliz adı olan “Samuel” den kısaltılan bir ad değil, tersine “Samwise”dan kısaltılıyor; bunu çevirmeye kalksaydık, Samwise Efendi’ye “yarım akıllı” demek zorunda kalacaktık; o yüzden “Sam” olarak kaldı.
Orta Dünya’nın halkları farklı lehçeler konuşuyor. Örneğin Elfler oldukça resmi ve ağdalı, büyük ölçüde “Shakespearc dönemi” İngilizcesi ile konuşurken, Rohirrimler daha da eski bir ingilizce’ye sahipler. Türkçe’de Elf lehçesini daha ziyade “Lisan ı Osmanî” ile karşılarken, göçebe, at sırtında yaşayan Rohirrimler’in lehçesini daha bir “Orta Asya” Türkçesi ile karşılamayı seçtik.
SUNUŞ
“ÇEVRİLMİŞ BİR YAPITA ÖNSÖZ”
“One book to charm them all and in gladness bind them…”‘
Bir çocuk filminin son sekansında, bana çok yakın gelen bir cümle duymuştum: “İki tür hikâye vardır,” diyordu filmin esrarengiz sihirbazı. “Gerçek hikâyeler, ve gerçek olması gereken hikâyeler. Bu izlediğiniz ikinci tür hikâyelerdendi.”
J.R.R. Tolkien’ın kült eseri Yüzüklerin Efendisi’nde ikinci tür hikâyelerden biri, belki de en güzeli anlatılmakta.
Peki ama, nedir bana ve daha yüz küsur bin okuyucuya “Frodo Baggins’le sekiz yol arkadaşının öyküsü gerçek olmalıydı” dedirten? Çok mutlu bir dünyada mı yaşıyorlar, olaylar çok mu keyifli, “keşke bu maceralar benim başımdan geçseydi” diye mi düşünüyor insan?
Hiç değil. Yüzüklerin Efendisi’nin çizdiği Middle Earth yani Orta Dünya’nın bir ütopya olmadığı kesin. En az bizim dış dünyamız kadar zor ve karmaşık bir yer orası da. Olaylar deseniz, en korkusuz okuyucunun dudağını uçuklatır. Kendi adıma, öykünün kahramanlarından en şanslısının bile yerinde olmak istemezdim. Gene de, bütün iyi fantezi öyküleri gibi, Yüzüklerin Efendisi de gerçek olmalıydı.
Başarılı bir fantezi eserinin okuyucuda bu tadı bırakmasının sanırım iki nedeni var. Birincisi, bildiğimiz gerçekliği askıya alıp bir süre için öykünün temel varsayımlarına inanmayı kabul ettiğimiz andan itibaren, olaylar zaten gerçektir.2 Herşey iyi gitmeyebilir, herkes mutlu sona ulaşmayabilir, ya da Yüzüklerin Efendisi’nde olduğu gibi zaferin bedeli çok yüksek olabilir; fakat böyle başlayan bir öykü ancak böyle sürebilirdi diye düşünürüz.
İkinci ve çok daha önemli sebebiyse, Tolkien insanoğlunun zamanın ve mekânın dışına çıkma, kendisi dışında akıllı varlıklarla iletişim kurma ihtiyacıyla açıklamakta. Bu öyle derin bir ihtiyaç ki, tarih boyunca anlatılmış tüm masalların, tüm mitlerin kaynağını oluşturuyor. Zaman ve mekânın ötesine geçip, bulunduğumuz yere dışarıdan bakmak; bize benzemeyen canlılarla alışverişe girip dünya üzerindeki bilinç sahibi tek ırk olmanın yalnızlığından kurtulmak… Belki bu perspektif, bu alışveriş, bu kıyaslama sayesinde insanoğlu bir ırk olarak kendisini ve kozmik düzendeki yerini anlayabilecektir. Bu anlamda yalnız fantezi değil, bilimkurgu da bu tarih kadar eski dileğe cevap vermekte.
Ve gene bu anlamda Yüzüklerin Efendisi fantezi türünün kusursuz bir örneği. Arka planda hemen hiçbir edebiyat ürünüyle mukayese kabul etmeyecek zenginlikte bir tarih ve coğrafya var. Zamanın ve mekânın dışına adım atan okuyucu kendisini bu zenginliğin ipuçlarıyla donatılmış Orta Dünya’da buluyor. Bizim bildiğimiz Dünya burası, ama “güneşin ve dünyanın çok daha genç olduğu bir zaman.” Üçüncü Çağ’ının sonuna yaklaşan Orta Dünya bir yanda Elf. Cüce, Hobbit, Ent, insan ve Büyücüleriyle, diğer yanda Ork ve Trol gibi “hilkat garibelerimle, hepsinin gerisinde de varlıkları sezilen Vala ve Maia’larla bilinçli canlılar yönünden sonsuz bir çeşitliliğe sahip, işte bu fonun önünde dört Hobbit, iki insan, bir Büyücü, bir Elf ve bir Cüce’den oluşan dokuz kişilik topluluk, OrtaDünya’yı Yüzüğün Efendisi Sauron’dan kurtarmak için umutsuz
bir yolculuğa çıkıyor.
Birinci ve ikinci Çağlar’da neler olmuş, Eldarin, yani Yüksek Elfler niçin Orta Dünya’da sürgünde, Büyücüler insan değilse nedir, umutlar ve yakarışlar neden denizin ötesine Batı’ya yöneltiliyor? Bütün bu soruların cevabını vermiyor Yüzüklerin Efendisi Bunlar sadece hikâyenin burada başlamadığını ve burada bitmeyeceğini sezdiren uçsuz bucaksız bir dokunun ipuçları. Kitabın bize anlattığı, öykünün yalnızca bir bölümü. Ama bu kadarı bile, mütevazı hobbit Frodo Baggins’in “Sauron’un planlarını boşa çıkarmak için herkesten çok çalışan” Büyücü Gandalf, yurtsuz kral Aragorn ve diğer arkadaşlarının yardımıyla sonuca ulaştırdığı yolculuğu Arayış Edebiyatı (Quest Literatüre) türünün klasik örnekleri arasına dahil etmek için yeterli.
Hayranlarına “bu öykü gerçek olmalıydı” dedirten de, bu Arayış’ın (yani sembolik anlamda ruhanî olgunlaşma sürecinin) içtenliği belki de. Yüzüklerin Efendisi belki bu yüzden bir kült, Tolkien’ın çocuk kitabı Hobbit’le kendi yarattığı dillerin gerisine kurduğu mitoloji arasında bir köprü oluşturan ve yazımı tam on yedi yıl süren bu kitap, ilk yayımlandığı 1954 yılından benim elimdeki nüshasının ait olduğu 1968 yılına kadar yalnızca ingiltere’de tam 38 kere basılmış. Amerika Birleşik Devletleri’nde 601ı yılların öğrenci hareketleri çerçevesinde öyle güçlü bir yankı uyandırmış ki, kampüslerde “Frodo yaşıyor” ya da “Cumhurbaşkanı adayımız Gandalf gibi rozetler görülür olmuş.
Bu kadar yoğun bir ilgi karşısında edebi çevreler de tepkisiz kalmamış tabii. Fantezi teriminin henüz yerleşmediği o ilk yıllarda ancak “mitoloji” diye tanımlanabilen Yüzüklerin Efendisi, eleştirmenleri Tolkien hayranları ve Tolkien düşmanları diye ikiye bölmüş ve bu kamplaşma üzerinden sayısız makale ve kitaba konu olmuş.
Akademik tanışmalar öyle düzeylere varıyor ki, kahkahalarla gülmemek imkânsız. Bir yanda Tolkien severler Yüzüklerin Efendisi’nin muhteşem bir edebi yapıt olduğunu söylüyor, Jung’un teorilerinden destek alan psikolojik çözümlemeler yapıyor, derin alegorik anlamlar çıkarıyorlar. Oysa Tolkien çok açık bir dille Yüzüklerin Efendisi’nin alegori olmadığını belirtmekte. “Varlığını sezecek kadar yaşlanıp bezdiğimden bu yana, alegorinin her türlü tezahüründen bütün kalbimle nefret ederim,” diyen Tolkien’a göre, alegori, yazarı da okuyucuyu da küçük düşüren bîr üslup. Yüzüklerin Efendisi ise bir tarih öyküsü.
Karşı kamptaki eleştirmenler bu tavra iyice öfkeleniyorlar elbette. Yüzüklerin Efendisi bir alegori olsa, mesela İkinci Dünya Savaşı’nı sembolize etse, tuhaf tuhaf yaratıkların olmayacak maceralara girip çıkmasını anlayışla karşılayabilecekler belki de. Gelgeldim içinde yaşadığımız dünyayla doğrudan paralellik kurmaya yanaşmayan bu hikâye, dış dünya için bir anlam taşımayarak günahların en büyüğünü işliyor. Yani koskoca Profesör Tolkien, bin küsur sayfa boyunca resmen “Kaçış Edebiyatı” yapıyor.iyi kötü bir hayalgücü olan ve gördüğü her satırda ille kendi sığ trajedilerinin yansımasını aramayan okuyucu. Yüzüklerin Efendisi’nin gündelik hayatımız için bir anlam taşıyıp taşımadığına kendisi karar verecektir. Bana sorarsanız, Orta Dünya dış dünya için anlamlı mı bilmem, ama daha anlamlı olduğu kesin.
Kaçış edebiyatı suçlaması ise yazarın umurunda bile değil. Kaçış sözcüğüne haksız yere olumsuz anlam yüklendiği görüşünde Tolkien: “Kendini hapiste bulan bir insan kalkıp evine gitmek istedi diye onu nasıl küçümseyebiliriz? Ya da, kaçamıyorsa bile duvarlar ve gardiyanlar dışında bir şeylerden söz etmesi suç mu? Mahkûm onu göremese de, dışarıdaki dünya hâlâ gerçektir.” Bir başka deyişle, hapisten kaçmakla kavgadan kaçmayı birbirine karıştırmamak gerek. Çünkü tıpkı Thoreau’nun inzivaya çekilmesi gibi, “gerçek Kaçış çoğu zaman İğrenme, Öfke, itham ve isyanla el ele gider”.
Her fantezi severin içten içe hissettiği gerçeği de en iyi Tolkien özetliyor: “Kaçış ihtimali en çok kimi telaşlandırır? Kimi olacak, gardiyanları!”
Deniz Erksan
İstanbul 1991
ÖNSÖZ
I
Hobbitler Hakkında
Bu kitap büyük ölçüde hobbitler hakkındadır ve okuyucu kitabın sayfalarından onların özelliklerinin birçoğunu ve tarihlerinin de birazını çıkartabilir. Bu konuda daha fazla bilgi için. Hobbit adı altında yayınlanmış olan Batısınırları Kırmızı Kitabı’ndan alınan seçkilere bakabilirsiniz. Oradaki öykü, dünya çapında ün kazanmış ilk hobbit olan Bilbo tarafından yakılan Kırmızı Kitap’ın ilk bölümlerinden bir araya getirilmiştir ve Doğu’ya gidip döndüğü yolculuğu konu aldığı için Gittim ve Döndüm adını taşımaktadır. Bu macera daha sonra, burada anlatılan o Çağ’ın büyük hadiselerinde bütün hobbitleri bağlayacak olan
bir maceradır.
Bununla beraber, kimileri o ilk kitaba sahip olmayabilir; birçok kişi de daha ilk başından bu tuhaf halk hakkında daha çok şey öğrenmek isteyebilir, işte bu okurlar için burada, hobbit irfanından önemli sayılabilecek noktalar üzerine birkaç not bir araya getirilmiş ve ilk macera kısaca hatırlatılmıştır.
Hobbitler pek kendilerini göstermeseler de kadim bir halktır. Eskiden şimdikine nazaran daha kalabalıklardı; çünkü barışı, huzuru ve iyi sürülmüş toprağı çok severler: Hobbitlerin en çok sevdikleri uğrak yerleri derli toplu, güzelce ekilip biçilmiş kırlık yerlerdi. Alet kullanmada maharetli olmalarına rağmen demirci körükleri, su değirmenleri veya el dokuma tezgâhlarından daha karmaşık makinalardan anlamazlardı; hâlâ anlamazlar ve sevmezler. Eski günlerde dahi, “Büyük Ahaliden” bize böyle derlerdi genellikle uzak dururlardı; şimdi ise korkuyla kendilerini bizden sakınmaya başlamışlardır ve artık hobbitleri bulabilmek çok zordur. Kulakları delik, gözleri keskindir ve yapı olarak kilo almaya müsait olmalarına ve gereksiz yere acele etme eğilimleri olmamasına rağmen yine de hareketlerinde çevik ve marifetlidirler. Her şeyden önce, karşılaşmak istemedikleri iri halktan biri patavatsızca yollarına çıkarsa hızla ve sessizce kaybolma sanatına sahiptirler ve bu sanatı o kadar geliştirmişlerdir ki insanlara büyücülük gibi gelebilir. Fakat aslında hobbitler hiçbir zaman, hiçbir çeşit büyüyle uğraşmamışlardır; bu ele geçmezlikleri de tamamen soya çekim, idman ve toprak ile olan yakın bir dostluğun onlara bahşetmiş olduğu, daha iri ve daha hantal ırklar tarafından taklit dahi edilemeyen profesyonelce bir hünerden kaynaklanmaktadır.
Çünkü bunlar cücelerden de ufak tefek, minik bir halktır; yani cücelerden daha kısa boylu sayılmasalar da, pek o kadar sağlam yapılı ve tıknaz değillerdir. Boyları hobbitten hobbite değişir, bizim ölçülerimize göre 60 santim ile 120 santim arasındadır. Günümüzde bir metreye pek nadiren ulaşmaktadırlar;
…