Gece ıssız. Karanlığı bir çığlık yarıyor.
İşkence gören bir kadının çığlığı.
Katil bulunmazsa vahşetin sesi daha da yükselecek.
Ormanın derinliklerine gizlenmiş bir dağ evinde, tüyler ürpertici bir manzara polis tarafından keşfedilmeyi beklemektedir. Sicili şiddet ve uyuşturucuyla dolu başarılı bir cerrah, çürütülmesi imkânsız gibi görünen kanıtlara karşı kendisini savunması için Portland’ın en iyi avukatlarından Frank Jaffe’yi tutar.
Jaffe’nin kızı, ceza hukukuyla henüz tanışmakta olan genç bir avukattır. Yeteneğini masum bir adamı savunmak için mi, yoksa bir canavarın serbest kalması için mi kullanmakta olduğundan emin değildir. Derken cerrah, ardında pek çok soru işareti bırakarak ortadan kaybolur.
Birkaç yıl sonra dehşet verici katliam tekrar başlar.
Genç avukatla polisler, katili başka bir kurban daha vermeden yakalayabilecekler mi?
***
1
Bir gök gürültüsü Dr. Clifford Grant’i yerinden sıçratmadan saniyeler önce, küçük havaalanının pistinde duran Learjet, çakan şimşeğin ışığıyla aydınlandı. Grant karanlıkta herhangi bir yaşam belirtisi aradı, ama ne park yerinde başka bir araç ne de pistte hareket eden kimse vardı. Saatine bakarken elleri titriyordu. 23:35. Breach’in adamı beş dakika gecikmişti. Cerrah, gözlerini torpido gözüne dikti. Matarasından alacağı bir yudum, sinirlerini yatıştırırdı, ama devamının geleceğini de biliyordu. Parayı getirdikleri zaman zihninin berrak olması gerekiyordu.
İri yağmur damlalarının hızı gittikçe artıyordu. Grant arabanın sileceklerini çalıştırdı ve tam o sırada dev bir yumruk yolcu tarafındaki kapıyı tıklattı. Doktor yerinden sıçrayıp kapıya baktı. Bir an yağmur yüzünden görüşünün bozulduğunu sandı, ama camdan kendisine bakan adam gerçekten de devasa, dazlak, dizine kadar gelen deri palto giymiş bir canavardı.
“Kapıyı aç,” diye emretti canavar, sesi sert ve korkutucuydu.
Grant söyleneni hemen yaptı. Soğuk bir rüzgâr ince damlaları arabanın içine püskürttü.
“Nerede?”
“Bagajda,” dedi Grant, kelimeler ağzından güçlükle dökülürken başparmağıyla arabanın arka tarafını işaret ediyordu. Adam bir evrak çantasını arabanın içine atıp kapıyı kapattı. Çantanın yumuşak hatlı kenarlarında dizilen su damlacıkları yüzünden pirinç kilit parlıyordu. Para! Grant merak etti, eğer ortağıyla kendisi çeyrek milyon dolar alıyorlarsa, alıcı kalp için kim bilir ne kadar ödüyordu.
Grant iki gümbürtüyle düşüncelerinden sıyrıldı. Dev adam bagaja vuruyordu. Kilidi açmayı unutmuştu. Grant kilit koluna uzanırken çakan bir şimşek arka camdan görünen manzarayı aydınlatıp bir anda ortaya çıkan arabaları görmesini sağladı. Hiç düşünmeden gaz pedalını kökleyip direksiyonu çevirdi. Otomobil asfaltta sarsılarak ilerleyip ardında yanık lastik kokusu bırakırken dev adam beklenmedik bir çeviklikle kendini kenara attı. Grant bir polis arabasının yanından geçip tel örgünün bir kısmını yırtarken metalin metale sürtünme sesini hayal meyal duydu. Ateş açıldı, cam patladı ve araba bir an iki tekerleğinin üzerinde kaldıktan sonra düzelip gecenin karanlığına doğru hızla ilerledi.
Clifford Grant’in net olarak hatırladığı ilk şey ortağının evinin arka kapısına deli gibi vuruşuydu. Işık yandı, bir perde kıpırdadı ve ortağı kapıyı açmadan önce Grant’e şaşkınlıkla baktı.
“Burada ne işin var?”
“Polis,” dedi Grant nefes nefese. “Baskın.”
“Havaalanında mı?”
“Tanrı aşkına, bırak içeri gireyim. İçeri girmem lazım.”
Grant sendeleyerek eve girdi.
“Para bu çantada mı?”
Grant başıyla onaylayıp mutfaktaki sandalyelerden birine kendini attı.
“Ver bakayım.”
Doktor çantayı masanın diğer ucuna itti. Kilitler tıkırdayıp lastikle tutturulmuş, buruşuk ve kirli yüz dolarlık banknotlardan oluşan yığını gözlerinin önüne serdi. Kapak hızla kapandı.
“Ne oldu?”
“Dur. Bir soluklanayım.”
“Tabii. Rahatla. Artık güvendesin.”
Grant eğilip başını dizlerinin arasına aldı.
“Teslimatı yapamadım.”
“Ne!”
“Breach’in adamlarından biri parayı ön koltuğa koydu. Kalp bagajdaydı. Adam bagajı açmak üzereyken polis arabalarını gördüm. Panikleyip kaçtım.”
“Yani kalp…”
“Hâlâ bagajda.”
“Yani şimdi sen bana Martin Breach’i kazıkladığını mı söylüyorsun?”
“Onu ararız,” dedi Grant. “Olan biteni anlatırız.”
Aldığı cevap sert bir kahkahaydı. “Clifford, Breach gibi adamlara bir şey anlatmak imkânsızdır. Ne yaptığının farkında mısın sen?”
“Senin endişelenmene gerek yok,” dedi Grant acı bir sesle. “Martin’in senin kim olduğundan haberi bile yok. Endişelenmesi gereken benim. Tek yapmamız gereken parayı iade etmek. Yanlış bir şey yapmadık. Polis oradaydı.”
“Benden haberi olmadığına emin misin?”
“Senin ismini hiç söylemedim.”
Grant başını ellerinin arasına alıp titremeye başladı. “Ah, Tanrım… Benim peşime düşecek.
“Bunu bilemezsin,” dedi ortağı yatıştırıcı bir ses tonuyla. “Korktun, o yüzden de hayal gücün fazla çalışıyor.”
Adamın titremesi daha da arttı. “Ne yapacağım bilmiyorum.”
Güçlü parmaklar Grant’in gergin boyun ve omuz kaslarını ovmaya başladı.
“Önce kendini toparlaman lazım.”
Boynunda gezen eller çok rahatlatıcıydı. Grant’in ihtiyacı olan da bir insanın dokunuşu ve ilgisiydi zaten.
“Breach sana bir şey yapamayacak Clifford. İnan bana, her şeyin çaresine bakacağım.”
Grant başını kaldırıp umutla baktı.
“Tanıdığım birileri var,” diye güven verdi aynı sakin ses.
“Breach’le konuşabilecek insanlar mı?”
“Evet. Gevşe artık.”
Grant’in başı hem rahatlama hem yorgunlukla önüne düştü. Son bir saatte kendisine güç veren adrenalin tükeniyordu.
“Hâlâ gerginsin. Bir içki lazım sana. Buz gibi bir Chivas mesela. Ne dersin?”
Arka camdan polisi gördüğü andan itibaren içki içmeyi düşünmemiş olması Grant’in duyduğu korkunun ne kadar büyük olduğunu gösteriyordu. Bir anda vücudundaki her hücre alkol için yalvarmaya başladı. Parmaklar hareket etti, bir dolap kapağı kapandı. Grant bardağa atılan buzların dostane tıkırtısını duydu. Bir an sonra içkisi elindeydi. İçkinin dörtte birini tek seferde içti ve içinin yandığını hissetti. Gözlerini kapatıp soğuk bardağı alev alev yanan alnına dayadı.
“İşte oldu,” dedi ortağı, bir eli Grant’in ense köküne sertçe vurdu. Grant sıçradı. Kusursuz bir hassasiyetle beyin sapına giren buz kıracağının neden olduğu keskin batma hissi adamı şaşırtmıştı.
Doktorun başı tok bir sesle tezgâha çarptı. Grant’in ortağı memnun bir ifadeyle gülümsedi. Grant’in ölmesi şarttı. Çeyrek milyon doları iade etmeyi düşünmek bile saçmaydı. Peki, kalbi ne yapacağım? Cerrah içini çekti. Kalbi çıkarma işlemi kusursuz gitmişti, ama hepsi boşunaydı. Şimdi Grant bagajdaki yerini alır almaz organın parçalanması, püre haline getirilmesi ve yok edilmesi gerekecekti.