Roman özetleri

Türkiye’de Siyasal Sistemin Evrimi 1876- 1980 Kitap Özeti

Kemal Karpat’a göre, Türkiye’nin modern siyasal sistemi sürekli olarak değişen dinamik bir sosyo-ekonomik yapı ile dışarıdan alınmış statik anayasal modeller arasındaki karşılıklı etkileşimin ürünüdür. Periyodik olarak yapılan anayasa değişiklikleri sadece toplumsal yapıdaki hızlı değişimin değil, aynı zamanda bu yapı ile iç politika arasındaki temel uyumsuzluğun sonuçlarıdır.

Elinizdeki kitapta, Türkiye’nin 1876’dan 1980’e uzanan uzun yüzyılının sosyopolitik ve sosyo-kültürel panoraması sunuluyor. 1876’da anayasal parlamenter düzene atılan ilk adımın ardından II. Abdülhamit’in mutlak iktidarı, sonra Jön Türk Devrimi, Cumhuriyet, CHP’nin tek parti iktidarı, çok partili yaşam, 1960 darbesiyle başlayan demokrasi kazaları… Her bir dönemde yaşananların tohumlarının bir önceki dönemde adım adım nasıl atıldığı, yazarın Türk toplumuna ilişkin ilginç tezleri, gözlemleri, anekdotlar ve belgelerle zenginleştirilerek analitik biçimde ortaya konuluyor. Türkçülük, halkçılık, devletçilik, laiklik ilkelerinin geçirdiği evrim, seçkinlerin toplumsal kökenleri, Türkiye’nin toplumsal ve siyasal tarihinde ordunun yeri özgün bir bakış açısıyla irdeleniyor.

Kemal Karpat, bu serüvenin dönüm noktalarını dinamik bağlantılarıyla gözler önüne seriyor.

İçindekiler
Türk Siyasal Sisteminin Evrimi: Modernitenin, Laikliğin ve islam’ın Değişen Anlamları (1876 1945).
Cumhuriyet Halk Partisi (1923 1945)
Türk Solu
1957 Seçimleri.
Türkiye’de Ordu ve Politika (1960 1964).
Çağdaş Türkiye’de Toplum, Ekonomi ve Politika.
Türkiye’de Sosyalizm ve Türkiye işçi Partisi.
Türk Demokrasisi Çıkmazda: ideoloji.
Parti Siyaseti ve Üçüncü Askeri Müdahale.
EK I: Türkiye’de Hükümet Değişiklikleri
(1970 1980).
EK II: Seçim Sonuçlan (1950 1977)
Dizin

Türk Siyasal Sisteminin Evrimi:
Modernitenin, Laikliğin ve
İslam’ın Değişen Anlamları (1876 1945)

Giriş: Kavramlar ve Yöntem

Türkiye’nin modem siyasal sistemi, sürekli değişen dinamik bir sosyoekonomik yapıyla dışarıdan alınmış statik anayasa modelleri arasındaki etkileşimin ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Anayasada özellikle 1960 82 döneminde yapılan değişiklikler yalnızca toplumsal yapının hızla değişmesinin değil aynı zamanda bu yapı ile politik sistem arasındaki derin uyumsuzluğun zorlamasıyla gerçekleştirilmiştir. Bu sistem, cumhuriyetçilik ve ulusdevlet gibi bazı nitelikleri açısından güçlü, tutarlı ve sürekli olmuştur, ancak çeşitti gruplar, bireyler ve iktidarlar tarafından kötüye kullanılmaları nedeniyle, hak ve özgürlüklerde, özellikle düzenleyici kurumlarda sürekli ilerlemeler ve gerilemeler yaşanmıştır. Hiç kuşkusuz, Türkiye’deki politik sistemin dengesizliğini, öncelikle anlaşmazlıkların giderilmesinde uygulanan geleneksel yöntemlerin bir kenara bırakılmasıyla ve sosyopolitik değişime uyum süreciyle açıklamak gerekir. Yine de Türkiye’deki politik sistemin yaşadığı kesintisiz bunalımı anlayabilmek için bu sistemin evrimini sosyal gruplar, yönetici seçkinler ve yapısal farklılaşma sürecinin parçası olmuş bazı uluslararası olaylar arasındaki etkileşimi göz önünde bulunduran geniş bir kavramsal çerçeve içinde çözümlemek zorundayız. Bu çalışmanın da ortaya koyacağı gibi, konuya tarihsel perspektiften baktığımızda Türk anayasaları, toplumun temel kültürünün, felsefesinin ve özlemlerinin ifadesi olarak değil, toplumu yeniden biçimlendirmek ve iktidarın gücünü yasal yoldan denetlemek için tasarlanmış araçlar olarak ortaya çıkmıştır. Hem kurumlan hem de ideolojileri, belli sosyal grupların yeni bir rejim kurmak ve önceden belirlenmiş politikayı uygulamak amacıyla kullandıkları araçlar olarak görmek gerekir.

Avrupa Modernitesi ile Osmanlı Politik Geleneğini Uzlaştırma Arayışı: 1876 Anayasası

1876 Anayasası, Türkiye’nin modem politik sisteminin resmi başlangıcı olarak kabul edilir.1 Kısmen Belçika Anayasası’na dayanılarak hazırlanan bu anayasa, Avrupa’nın büyük devletleri tarafından düzenlenen ve görünüşte reformları planlamayı, gerçekteyse Osmanlı ekonomisi ve yönetimi üzerindeki Avrupa baskısını daha da artırmayı amaçlayan İstanbul Konferansı’nı başarısız kılmak düşüncesiyle 1876 yılının Aralık ayında ilan edildi. Ne var ki Anayasa’nın ilam için seçilen zamanla özü arasındaki bağlantı çok zayıftı. Anayasa, Mithat Paşa ile bir avuç arkadaşı tarafından Osmanlı toplumundaki köklü değişikliklere yanıt olarak hazırlanmıştı. Anayasa, öncelikle padişahın mutlak gücünü sınırlayarak yeni Osmanlı bürokrasisine koruma sağlıyor, aynı zamanda da yeni oluşmakta olan orta sınıfların devlet yönetimini işlevsel bir bürokrasiye dönüştürme isteğini dile getiriyordu İkinci olarak, bu metinde 1800′den bu yana gerçekleşen temel yapısal değişiklikler düzenlenmeye çalışılmıştı. Ticaretin adım adım serbestleştirilmesi, küçük ve ona büyüklükteki çiftçiler (seçilen bazı bölgelerde büyük toprak sahipleri) arasında özel toprak mülkiyetinin yaygınlaşmasının yanı sıra 19. yüzyılın ikinci yansında üç milyondan fazla göçmenin gelişi ve yaklaşık iki milyon göçebe aşiret mensubunun yerleşik düzene geçmesi, geleneksel Osmanlı yapısını sarsan değişikliklere yol açmıştı.
1860′a gelindiğinde Osmanlı İmparatorluğu’nun yeni ekonomisi ve bu yeni ekonomiyi kurumsallaştırmaya çalışan gruplar, Avrupa’nın ekonomiksosyal sistemine göre geri bir konumda ve ona bağımlı olsalar da ülke arlık kapitalist sistemi benimseme yoluna girmiş bulunuyordu. 1876 Anayasası sözünü ettiğimiz bağımlılığı yansıtıyordu; yine de Osmanlı geleneklerine bağlılık sürdürülmeye ve Avrupa modeline dayalı yeni düzenlemeler ve kurumlar getirilirken eski politik kültür ve kurumlar da korunmaya çalışılmıştı. Geleneksel Osmanlı sisteminde yazılı anayasa yoktu; Osmanlı toplumu üst iktidarın sahibi durumundaki padişahın çevresinde örgütlenmiş, oldukça geniş ve esnek bir “anayasal” sistem işlevi gören bir dizi temel yasa (kanunname) ile yönetiliyordu. 1876 Anayasası padişahın sistemdeki merkezi konumunu sürdürmekle birlikte, karar süreçlerinde katılımcılığa ve uzlaşmacılığa önem veriyordu. Geleneksel kurumlar olan meşveret (danışma) ve şûra (meclis), yalnızca dinsel önderleri ve padişahın güvenilir adamlarını değil, dolaylı seçimlerle seçilen halk temsilcilerini de içeren Meclis i Mebusan’da bir araya getirilmişti 1876 ve 1878′de gerçekleştirilen iki seçim sonucunda cemaat liderleri, vilayetlerin ileri gelenleri, toprak sahipleri, tüccar ve “ulema”dan oluşan bir parlamento ortaya çıktı. Ancak mebuslar, bürokrasinin beceriksizliğine, yolsuzluklarına ve kendini beğenmişliğine ilişkin o denli sert eleştiriler dile getirdiler ki onların bu saygısızlıklarına fena halde öfkelenen padişah, Meclis’in çalışmalarına ara verilmesini ve Anayasa’nın askıya alınmasını emretti2 Anayasa taslağının mimarı olan Mithat Paşa önce sürgüne gönderildi, ardından hapsedildi, en sonunda da katledildi (1884).
İlk anayasa denemesinin başarısızlıkla sonuçlanmasının ana nedeni, başında padişahın bulunduğu iktidardaki siyasal seçkinlerin iktidarı toplumun büyük bölümünün temsilcileriyle paylaşmak istememeleriydi. Bu süreç, farklı oyuncular ve farklı nedenlerle de olsa bir sonraki yüzyılda birçok kez yinelenecekti: ister hanedan yanlıları isterse cumhuriyetçiler iktidarda olsun her biri kendi iktidarının hemen hemen yanılmaz olduğuna inanmış, karşıtlarının ve kendisine yönelttikleri eleştirilerin ihanete değilse de kötü niyete dayandığını düşünmüştür. 1876′da Mithat Paşa ve arkadaşları herhangi bir siyasal partiye dayanmıyorlardı ve halk desteğini harekete geçirebilecek güçte bir ideoloji geliştirmemişlerdi; Osmanlı Devleti’nde iktidar için yarışan çeşitli gruplar var olmakla birlikte bunların hiçbirinin geniş bir sosyal tabanı veya toplumsal altyapıyla uyuşan bir ideolojisi yoktu. Bu nedenle Sultan Abdülhamid (1876 1909) ülkeyi anayasasız yönetmeye devam etti; bununla birlikte bürokraside reform yaptı, eğitimi yaygınlaştırdı, tarımsal sistemi günün gereklerine uydurdu, ulaşım sistemini moderni eş tirdi ve ekonomiyi canlandırdı. Onun sallanan döneminde tarımsal üretim üç kat arttı, sanayileşmede başlangıç niteliğinde bazı adımlar atıldı.1 Sonuç olarak Abdülhamid eğitim altyapısını oluşturdu ve modern bir politik sistemin kurulması için zorunlu olan sosyoekonomik altyapıyı önemli ölçüde güçlendirdi. Aslında, bu adımlar atılmamış olsaydı jön Türkler döneminin ve Cumhuriyet’in politik atılımları gerçekleştirilemeyebilirdi.
jön Türkler dönemi (1908
1918) Kurtuluş Savaşı sırasında ve Cumhuriyet döneminde hem seçkinleri hem de kitleleri coşturan politik örgütlerin ve ideolojinin tohumlarının atıldığı dönem olması nedeniyle büyük önem taşır. 1908 Jön Türk “Devrimi” (“devrimcilerin” iktidarı ele geçirmelerinden epeyce sonra bir devrim olabilmişti) subayların ve bazı eğitimli gençlerin yönettiği birkaç terörist eylem ve ayaklanmadan ibaretti ve padişahı 1876 Anayasasını geri getirmeye zorlamayı amaçlıyordu. “Devrimciler”, 1906′da Selanik’te bağımsız olarak kurulan, ancak sonunda ittihat ve Terakki’nin Paris’teki merkeziyle birleşerek bu Cemiyeı’in adını benimseyen bir gizli örgütün üyesiydiler 23 Temmuz 1908′de Sultan II. Abdülhamid 1876 Anayasası’nı yeniden yürürlüğe koymayı kabul etti ve ittihat ve Terakki Cemiyeti, II.. Meşrutiyet olarak bilinen ikinci anayasa uygulamasını denetlemek üzere bazı üyelerini istanbul’a gönderdi.
Jön Türk önderleri imparatorluğun yönetim aygıtının dışında yer alıyorlardı; yeni oluşan orta sınıflardan geliyorlardı ve modem meslek okullarında eğitim görmüşlerdi. Çoğunluğu oluşturan Müslümanlar arasında egemen olan bazı ailevi ve toplumsal değerleri paylaştıkları bir gerçekti; ancak kendilerini, yaşlı kuşağın Halife, Padişah ve imparatorluk bürokrasisi için beslediği saygı ve hoşgörü duygularından da bir ölçüde arındırmalardı. İttihat ve Terakki Cemiyeti gücünü 1908, 1911, 1912 ve daha sonraki seçimleri kazanması sayesinde denetimini elinde tuttuğu Meclis i Mebusan’dan alıyordu.5 ikinci Meşrutiyet’in ilanından sonra çoğu zaman Kabine’de yer almasına karşın ittihat ve Terakki Cemiyeti 1913′e değin yürütmenin denetimini tümüyle üstlenmedi. Bu anormal durum, bir ölçüde, padişahın yürütmenin doğal bir parçası olmasından ve yerine kolay kolay bir başkasının getirilememesinden kaynaklanıyordu; ama bu durumun en önemli nedeni ittihat ve Terakki Cemiyeti’nin (ITC) henüz çok etnili, çok dinli Osmanlı toplumuna uygulanabilecek nitelikte olgunlaşmış bir ideolojiye sahip, tam bir politik parti haline gelememiş olmasıydı. ITC kendini adım adım küçük bir gizli gruptan normal bir siyasal partiye dönüştürdü ve 1908 1918 döneminin büyük bölümünde iktidarı elinde tutarken bir yandan da kendine ait bir ideoloji geliştirdi.
Cumhuriyetçi politik sistemi doğru bir tarihsel konuma yerleştirebilmek için ITCnin yaşadığı bu politik dönüşüm sürecinin biraz daha derinlemesine incelenmesi kaçınılmaz bir zorunluluktur. Burada çok kısaca tartışacağım olgular, anayasal süreç, ITCnin politik bir parti yönünde evrimleşmesi ve 1908 1918 döneminin ideolojik hareketleridir. 1876 Anayasası ITC dönemi boyunca yürûrlukte kaldı; ne var ki anayasanın 119. maddesi birkaç kez değiştirildi. Parlamento (Ayan Meclisi nin sahip olduğu ayrıcalıklar Meclis i Mebusan’a devredilmişiti en büyük güç odakları olan Saray’ın (padişahın) ve Babıali’nin (sadrazamın) yerini alarak çok geniş bir alanda denetimi eline geçirmişti.6 Halâ güçlü olmasına karsın Yürütme (Kabine) de yasamanın denetimi altına girdi. II. Abdülhamid’in 1909 karşı devrimini örgütlediği bahane edilerek tahttan indirilmesinden sonra monarşinin gücü ve saygınlığı o denli azaldı ki, çok az insan padişahın kim olduğunu biliyor ya da merak ediyordu.’
Hilafetin emanetçisi olarak önemini korusa da altı yüzyıllık Osmanlı Hanedanı yalnızca birkaç yıl içinde gücünü ve görkemini büyük ölçüde yitirdi. Bu arada, ITC öncelikle ülke çapında politik demekler kurarak toplumsal tabanını genişletti. 1913 yılında ITC’nin gizliliğine son vererek kurallara uygun normal bir parti olduğunu açıklaması üzerine bu dernekler Parti’nin şubelerine dönüştü Gizli derneğin siyasal parti konumuna yükseltilmesi, her yıl toplanan kongrelerde bir parti programının ve ideolojisinin adım adım oluşturulması sayesinde başarılmıştı. Toplam olarak dokuz kongre toplandı: 1918′de toplanan son kongrede Parti’nin dağıtılması karar alındı.

İttihat ve Terakki Partisi sosyalizm ile şeriatçılık arasında çeşitli çizgilerde yer alan bir düzine kadar partinin seri muhalefetiyle karşılaştı. Bu partilerin arasında bellibaşlı muhalefet partilerinin bir koalisyonu olan Hürriyet ve İtilaf Partisi ile Ahrar Partisi üzerinde özel olarak durmak gerekir.8 Muhalefet partileri esas olarak başkentte ve birkaç büyük kentte toplanmıştı ve bu nedenle sahip oldukları halk desteği sınırlıydı. Yönetici kadronun diktatörce yönetimi, muhalefet partilerinin iktidara gelmek istemelerinin en Önemli gerekçesini oluşturuyordu. İktidar partisiyle muhalefet arasındaki gergin ve sık sık çatışmaya varan ilişkiler gerçekte İmparatorluğun yakasını bir türlü bırakmayan etnik, dinsel ve sosyal çekişmelerin yansımasıydı. Varlıklarını kabul ettirmek, 1908 sonrasında kurulan parlamenter demokratik sistemde temsil edilmek isteyen ve muhalefetin omurgasını oluşturan ulusal ve sosyal gruplar geçmişte geleneksel, dinsel millet sisteminde yer alıyorlardı. Millet sistemi yeni bir laikpolitik sistemin oluşturulmasından önce kaldırılmıştı. Ne var ki ulusu sarsmakta olan politik çalkantıların altında bir ya da daha fazla etnikdinsel grupla özdeşleşmeye çalışan bazı seçkinlerin arasında geleceğe ilişkin bir tür uzlaşmanın oluştuğu gözleniyordu. İktidar partisi görünüşte Osmanlıcılığı, yani ırk, din ya da etnik köken farkı gözetmeksizin tüm Osmanlılara eşit vatandaşlık hakkı tanıma fikrini resmi ideoloji olarak benimsemekle birlikte gerçekte daha özgün bir ideolojiye yeni bir biçim veriyordu. Bu ideoloji milliyetçilikti ve siyasi açıdan an ti emperyalizmle ekonomik açıdan devletçiliğin bir araya getirilmesi ve buna Türkçülüğün eklenmesiyle oluşturulmuş bir karışımdı.

…..

Related Articles

Hasan Efendi’nin Nasreddin Hoca Araştırması

admin

Nar Ağacı Nazan Bekiroğlu Kitap Roman Özeti ve Yorumlar

admin

Abondone Nedir, Abondone Ne Demektir

admin