Roman özetleri

Tüm Yönleriyle Fetih ve Fatih Kitap Özeti

Şimdiye kadar İstanbul’un fethi hakkında yok şeyler yazılıp çizildi. Fatih Sultan Mehmed ve fütuhatı hakkında da. Ancak şimşekleri dahi kıskandıracak denli hızlı yaşanan bu dönemde neler olup bittiğini fethi ve Fatih’i merkeze oturtarak ele alan çalışmaya rastlamak kolay değil. Elinizdeki derleme, fetih ve Fatih döneminin İstanbul’undan eğitimine, toplumsal hayatından bilimsel faaliyetlerine, hukukundan sanat ve edebiyatına, kuşatmalarından fetih kronolojisine kadar uzanan renkli boyutlarını önünüze sermeyi amaçlıyor. İşte Ekmcleddin İhsanoğlu’ndan Semavi Eyice’ye, Halil İnalcık’tan Yusuf Halaçoglu’ya, Nevra Necipoğlu’ndan Necdet Öztürk’e, Ahmet Şimşirgil’dcn Oktay Aslanapa’ya, Selçuk Mülayim’den İskender Pala’ya, Abdülkadir Özcan’dan Gönül Tekin’e, Aykut Kazancıgil’den Cahit Baltacı’ya kadar alanının uzmanlarından tarihimize damgasını vurmuş bir devrin ışıltılı portresi…

Fatih Sultan Mehmcd kimdi? Fetih öncesi ve sonrasında nasıl bir İstanbul manzarası vardı? Fatih döneminde yürütülen kanunlaştırma hareketleri ve kültür-sanat çalışmaları hangi açılımlara sahne olmuştu? Bir taraftan bir büyük devlet fikrini gerçekleştirecek tedbirler alınırken, diğer taraftan cihanşümul hâkimiyet politikaları nasıl yürütülmüştü? Şair Fatih’in iç dünyası hangi derinliklere kök salmıştı? Kendisinden sonra 450 yıl devletin dayanacağı en önemli kurumlardan olacak medreseleri hangi sağlam temeller üzerine oturtmuştu?

Osmanlı araştırmalarından tanıdığınız Mustafa Armağan’ın yayına hazırladığı Tüm Yönleriyle Fetih ve Fatih adlı kitapta, bu ve benzeri soruların cevapları yetkin tarihçiler ve uzmanların kalemlerinden istifadenize sunulurken, yarınki “Fatih”lerin yol haritası da çıkarılmış oluyor. Özenle ve dikkatle okuyacağınız, yıllar boyu başucunuzdan eksik etmeyeceğiniz bir eser…

***

Yazarlar

MUSTAFA ARMAĞAN: Cizre 1961 doğumlu. İÜ Edebiyat Fakültesi’ni bitirdi. Gelenek ve modernlik, şehir tarihi ve Osmanlı kültürünün çeşitli yönleri üzerine araştırmalar yaptı. 2003 yılı Türkiye Yazarlar Birliği Fikir Ödülü’nü alan çalışması Osmanlı: İnsanlığın Son Adası’ndan sonra Osmanlı’nın Kayıp Atlası (2004), Abdülhamid’in Kurtlarla Dansı (2006) ve Avrupa’nın 50 Büyük Yalanı (2009) adlı kitapları yayınlandı. Bunlar haricinde kaleme aldığı 30 üzerindeki eseriyle tarih alanında pek çok çalışmaya imzasını atan Mustafa Armağan, halen Zaman gazetesinde Osmanlı tarihi üzerine yazıyor, tarih üzerine TV vc radyo programlan yapmakla birlikte Derin Tarih dergisinin yayın yönetmenliğini yürütüyor.

OKTAY ASLANAPA: 1914′te Kütahya’da doğdu. 1938′dc Tarih, Felsefe ve Coğrafya lisanslarıyla İslanbul Üniversitesi’nden mezun oldu. 1943 Mayısı’nda Viyana’da “Die Osmanischen Beltrage Zur Islamischen Baukunst” başlıklı teziyle doktorasını verdi. 1960 yılında İstanbul Üniversitesi’nde Profesör ve Sanat Tarihi Kürsüsü Başkanı oldu. 1963′te Türk ve İslam Sanatı Kürsüsü’nü kurdu. 1982 yılı düzenlemelerinden sonra Arkeoloji ve Sanat Tarihi Bölümü Sanat Tarihi Anabilim Dalı Öğretim üyesi ve Sanat Tarihi Araştırma Merkezi Müdürü olarak çalışmalarını sürdürmüştür. 1960′tan beri Diyarbakır, İznik, Kalehisar, Kayseri-Keykubadiye, Konya, Van ve Bursa-Yenişehir’de Türk Sanatı ile ilgili kazılar yaptı ve sonuçlarını yayınladı. Mimari konular yanında, çini-seramik ve halı sanatıyla ilgili çalışmaları makaleler ve kitap halinde basıldı. Alman Arkeoloji Enstitüsü, Türk Kültürü Araştırma Enstitüsü ve mesleki kuruluşlar ile vakıfların üyesidir.

CAHİT BALTACI: 1943 yılında Hatay’da doğdu. 1967-1968 yıllarında İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü’nden mezun oldu. Daha sonra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yeniçağ Tarihi kürsüsünde “XV.-XVI. Asırlarda Osmanlı Medreseleri” mevzuunda doktora çakşmalarına başladı. 1975 yılında doktor unvanını aldı. Bu arada çeşitli camilerde imam-hatiplik görevini de yürüttü. 1976 yılında İstanbul Atatürk Eğitim Enstitüsü Tarih öğretmenliğine atandı. I978′de Şer’iyye Sicilleri Arşiv uzmanlığına, 15 Kasım 1980 yılında ise Fatih Müftülüğü’ne vekâleten atandı. 1981 yılında İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü öğretim üyeliğine tayin edildi. Halen Marmara Üniversitesi ilahiyat Fakültesi nde İslâm Tarihi doçenti ve dekan yardımcısı olarak görev yapmakta olan Baltacı’nın çeşitli konularda eserleri, makaleleri, ilmi bildirileri bulunmaktadır.

SEMAVİ EYİCE: 1924 yılında Kadıköy’de doğdu. İlköğrenimini, Kadıköy’deki Fransız okullarında yaptı. Sonra Galatasaray Lisesi’ne geçerek, oradan mezun oldu. Bizans ve Osmanlı sanatı okumaya karar verdi. İkinci Dünya Savaşı’nın en şiddetli günlerinde Almanya’ya gitti. 1944-45 yıllarında Viyana ve Berlin üniversitelerinde iki dönem eğitim gördü. 1945 yılı ortalarında yurda dönerek, İslanbul Üniversitesinde öğrenimine devam elti. 1948′de Sanat Tarihi kürsüsünden “İstanbul Minareleri” başlıklı teziyle mezun oldu. “Zaviyeler” başlıklı teziyle 1964′te profesörlüğe yükseldi. Yurt içinde ve dışında konferanslar verip kongre ve toplantılarda bildiriler sundu. İlk yazısının yayınlandığı 1946′dan günümüze kadar Türkçe ve yabancı dillerde olmak üzere 15 kadar kitap, 500′den fazla bilimsel makale ve araştırması basıldı. İleri yaşına ve gözlerinden rahatsız olmasına rağmen hâlâ çalışmalarına devam ediyor, konferanslara katılıyor, yayınları takip ediyor, öğrencilere yardım ediyor.

YUSUF HALAÇOGLU: 1949 da Kozan’da doğdu. 1971 yılında İslanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Yeniçag Tarihi Kürsüsü’nden mezun oldu. 1978 yüında “XVIII. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nda İskân Siyâseti” konulu doktora tezi ile doktor oldu. 20 Mart 1989′da “XVI. Yüzyılda Sosyal, Ekonomik ve Demografik Bakımdan Balkanlar’da Bazı Osmanlı Şehirleri” konulu takdim tezi ile profesörlüğe yükseldi. Aynı tarihlerde Türk Tarih Kurumu asil üyesi seçildi. 1989 yılında Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı’na tayin edildi; 17 Aralık 1990′da da Genel Müdür Yardımcılığı’na getirildi. 21 Eylül 1993′te Türk Tarih Kurumu Başkanlığı’na getirildi. 2008 yılına kadar bu görevi sürdürdü. Bir süre Gazi Üniversitesi’nde Strateji Araştırmalar Merkezi Müdürü olarak görev yaptı. Halen Milletvekilidir.

EKMELEDDİN İHSANOĞLU: 1943 yılında Kahire’de doğan Ekmeleddin İhsanoglu’nun bilim tarihi, Türk kültürü, İslam dünyası ve Batı dünyası ilişkileri ve Türk-Arap ilişkileri hakkında değişik dillerde çok sayıda kitap, makale ve tebliği bulunuyor. 1984′de profesör olan İhsanoğlu, İslâm Tarih, Sanat ve Kültür Araştırma Merkezi’nin (IRCICA) Genel Direktörlüğü yanında I.Ü. Edebiyat Fakültesi Bilim Tarihi Bölümü ile Türk Bilim Tarihi Kurumu’nun başkanlığını ve İ.Ü. Bilim Tarihi Müze ve Dokümantasyon Merkezi Müdürlüğü görevlerinde bulundu. Devlet Üstün Hizmet Madalyası sahibi olan İhsanoğlu, UNESCO ve Harvard Üniversitesi’ndeki görevlerinin yanı sıra milli ve uluslararası birçok bilim kurumunun üyesi olmakla birlikte, bilim ve eğitim tarihine katkı ve hizmetlerinden dolayı da birçok ödül aldı.

HALİL İNALCIK: 1916′da doğdu. Ankara Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nden mezun oldu ve bir süre araştırmalarına orada devam etti. I972′de emekli olunca Chicago Üniversitesi Tarih bölümünden davet aldı ve 1993 te Bilkent Üniversitesi’ne dönüp Tarih Bölümü’nü kurana kadar Amerika’da Osmanlı tarihçiliğinin mayalanmasına hizmet etti. Kendisi ‘Osmanlı tarihçiliğinin yaşayan cn büyük otoritesi’ kabul edilmektedir. İngilizcede birçok baskı yapan The Ottoman Empire: Classical Age, I300-1600, uzun yıllardan sonra Türkçcye çevrildi. Cambridge Üniversitesi Yayınları’ndan Donald Quataert’le birlikte hazırladıkları Osmanlı İmparatorluğu nun Sosyal ve Ekonomik Tarihi, sahasında çığır açan bir etki yaptı. Osmanlı Tarihi alanında önde gelen pek çok akademisyene hocalık yapan Halil İnalcık’ı Türkiye, ABD, İngiltere, Sırbistan ve Arnavutluk Akademileri üye seçmiş olup ayrıca şimdiye kadar 18 üniversite fahri doktorluk tevcih etmiştir. Halen Osmanlı Devleti’nin kuruluş devri üzerinde çalışmaktadır. Osmanlılar ve Kuruluş ve İmparatorluk Sürecinde Osmanlı (Timaş. 2011) adlı iki eseri yakın zamanda neşredilmiştir.

AYKUT KAZANClGİL: 1930′da İstanbul’da doğdu. Galatasaray Lisesini ve Tıp Fakültesi’ni bitirdi. 1957 yılında İstanbul Tıp Fakültesi Kadın-dogum Kliniği’ne asistan olarak girdi. Sırasıyla uzman (1961), doçent (1967), profesör (1974) oldu. Üniversitede 40 yıllık hizmetinden sonra 1997′de emekliye ayrıldı. 70′e yakın kitabı ve 200 civarında makalesi bulunmaktadır. Osmanlılarda Bilim ve Teknoloji, Tıp Tarihi Araştırmaları kitaplarından bazıları.

SELÇUK MÜLAYİM: 1946 Denizli’de doğdu. 1972′de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Klasik Arkeoloji Bölümü’nü bitirdi. Keban Arkeolojik Kurtarma Projesi’ne (1960), Perge Kazıları’na (1969), Beçin/Milas Kazıları’na (1979-1983) katıldı. “Geometrik Süslemeler” başlıklı araştırmasıyla 1978′de Doktor unvanını aldı. Kendisinin Türk sanatında süsleme ve ikonografi alanlarında 60 civarında makalesi ve bildirisi bulunmaktadır.

NEVRA NECİPOĞLU: 1978′de Robert Lisesi’nden mezun olan Nevra Necipoğlu, Amerika’da Wellesley Koleji’nde Tarih ve İktisat bölümlerinde okumuştur. Yüksek lisans ve doktorasını ise Harvard Üniversitesi’nde Bizans Tarihi üzerine yapmıştır. 1990′dan itibaren Boğaziçi Üniversitesi’nde ders veren Nevra Necipoğlu 1994′te doçent, 2002′de de profesör olmuştur. 2001 yılından beri Bizans İncelemeleri Türkiye Milli Komitesi’nin Genel Sekreteri olmasının yanı sıra Bizans Araştırmaları Teşvik Derneği (Soclety for the Promotion of Byzantine Studies) üyesidir. Şu anda Boğaziçi Üniversitesi Tarih Bölümü’nde Bizans Tarihi dersleri vermektedir.

ABDÜLKADİR ÖZCAN: 1948′dc Milas’da doğan Özcan, 1972 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ni “Şeyhi Mehmcd Efendi-Vekayiü’l-fudalâ” adlı lisans teziyle bitirdi. 1977′de asistanlık imtihanını geçerek doktora çalışmalarını Osmanlı Müesseseleri ve Medeniyeti Tarihi Anabilim Dalı’nda sürdürdü. “Defterdar Sarı Mehmed Paşa, Zübde-i Vekayiât, Tahlil ve Metin” adlı çalışmasıyla 1980 tarihinde doktor unvanını aldı. 1988-89 öğretim yılı başında Mimar Sinan Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Böiümü’nc nakloldu ve burada bir dönem dekan yardımcılığı yaptı. 1993 tarihinde profesör unvanını alan Abdülkadir Özcan, 2000-2001 eğitim ve öğretim yılında Hoca Ahmed Yesevi Uluslararası Türk-Kazak üniversitesinde Türk Devletleri Tarihi Bölüm Başkanlığı ve öğretim üyeliği yaptı. Halen Fatih Sultan Mehmet Üniversitesi Tarih bölümü öğretim üyesi olarak çalışmaktadır.

NECDET ÖZTÜRK: 1949 Düzce doğumlu. Arifiye İlkögretmen Okulu ve Çapa Yüksek Öğretmen Okulu’nu yatılı okudu. İlkokul öğretmenliği (1972/73) yaptı. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü’nü bitirdi. Lise Tarih öğretmenliği (1977/79; 1982/85) yaptı. Kabataş Erkek Lisesi Tarih öğretmeni iken Marmara üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi’ne araştırma görevlisi olarak naklen atandı (1985). Hadîdi’nin Tevârih-i Âl-i Osman’ı üzerindeki çalışması ile doktorasını tamamladı (1986). Çalışmalarını 15. yüzyıl Osmanlı kroniklerinin yayınları üzerinde yoğunlaştıran Öztürk, aynı üniversitede öğretim üyeliğini sürdürmektedir. Çok sayıda sempozyum, kongre bildirileri ve makaleleri yanında 15. yüzyıl Osmanlı tarih kaynağı yayını bulunmaktadır. Aşiretten İmparatorluğa Osmanlı Tarihi (Timaş. 2011) ve Gazi Padişahlar (Timaş, 2012) adlı çalışmaları yakın zamanda neşredildi.

AHMET ŞİMŞİRGİL: 1959 Boyabat doğumlu. 1978′de girdiği Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü’nden 1982′de mezun oldu. 1990′da “Osmanlı Taşra Teşkilatı’nda Tokat (1455-1574)” isimli çalışmasıyla Tarih Doktoru unvanını aldı. 1997′de “Uyvar’ın Osmanlılar Tarafından Fethi ve İdaresi” isimli takdim teziyle Doçent oldu. Seyyid Muradi’nin kaleme aldığı Barbaros Hayreddin Paşa’nın gazalarını “Kaptan Paşa’nın Seyir Defteri” ismiyle sadeleştirerek, ayrıca Osmanlı tarihi ile ilgili Kayı (4 cilt), Taşa Yazılan Tarih: Topkapı Sarayı ve Ahmed Cevdet Paşa ve Mecelle ile Slovakya’da Osmanlılar adlı eserlerini yayınladı. 2003′te Profesör olan Şimşirgil’in Osmanlı şehir tarihi, siyasi hayatı ve teşkilatı ile ilgili çeşitli dergilerde yayınlanmış çok sayıda ilmi makalesi bulunmaktadır. Halen Marmara Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü’nde öğretim üyesi olarak görevine devam etmektedir.

GÖNÜL TEKİN: 1961 yılında İstanbul Ünivcrsitesi Edebiyat Fakültesi Türkoloji bölümünden mezun oldu. 1962-63 yılında Atatürk Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde asistan olarak göreve başladı. 1963-67 yıllarında doktora öğrencisi olarak UCLA’de bulundu. Prof. Andreas Tietze, Prof. Janos Eckman, Prof. Emin Benani, Prof. Von Grunebaum’un derslerine devam etti. Türkiye’deki görevinin başına dönmesi gerektiğinden tez çalışmaları için İstanbul’a geldi ve Prof. Ali Nihad Tarlan’ın denetiminde Ali Şir Nevai’nin “Ferhad ü Şirin” adlı eserini hazırlayarak 1968 yılında doktor oldu. 1970′te Hacettepe Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde ögretim görevlisi olarak çalıştı. 1976′da evlenerek eşi Prof. Şinası Tekin’le birlikte Amerika’ya gitti ve Harvard Üniversitesi’nde 1984-94 yıllarında Osmanlıca, Çağatayca ve Özbekçe dersler verdi. 1985′te Türkiye’ye gelerek doçentlik sınavına girdi ve doçent oldu. 1978′den itibaren Harvard’da eşi Prof. Şinasi Tekin ile birlikle Kuzey Amerika’daki ilk Türkoloji dergisi olan Journal of Turkish Studies/Türklük Bilgisi Araştırmaları (TUBA) dergisinin ve Sources of Oriental Languages and Literatures serisinin editörlüğünü ve yayın faaliyetini yürüttü. 2004′te eşinin vefatından sonra adı geçen yayınların hem editörlüğünü hem de yayın faaliyetini kendisi sürdürmektedir. 1996′dan itibaren Harvard Üniversitesi Extension Summer School’una bağlı olarak Ayvalık Cunda Adası’nda Ottoman Summer School adlı okulun kuruluşunda eşiyle birlikte çalıştı. Halen adı geçen okulu yönetmektedir.

İSKENDER PALA: 1958, Uşak doğumlu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ni bitirdi (1979). Divan edebiyatı dalında doktor (1983), doçent (1993) ve profesör (1996) oldu. Divan edebiyatının halk kitlelerince yeniden sevilip anlaşılabilmesi için klasik şiirden ilham alan makaleler, denemeler, hikâyeler ve gazete yazıları yazdı. Düzenlediği Divan Edebiyatı seminerleri ve konferansları geniş kitleler tarafından takip edildi.

“Divan Şiirini Sevdiren Adam” olarak da tanınan İskender Pala, Türkiye Yazarlar Birliği Dil Ödülü’nü (1989), AKDTYK Türk Dil Kurumu Ödülü’nü (1990), Türkiye Yazarlar Birliği İnceleme Ödülü’nü (1996) aldı. Hemşehrileri tarafından “Uşak Halk Kahramanı” seçildi. Evli ve üç çocuk babası olan Pala, halen Uşak Üniversitesi öğretim üyesidir.

Önsöz

Türkiye’de daha çok Atatürk: Bir Milletin Yeniden Doğuşu adlı kitabıyla tanınan Lord Kinross, ölümünden hemen önce tamamladığı Osmanlı Asırları (Ottoman Centuries, 1976) adlı çalımasında İstanbul’un fethinin Ortaçağ’ı kapayıp Yeniçag’ı açtığı yolundaki yaygın kanaati bir mitos (efsane) olarak değerlendirir. Kinross’a göre bu bizde de epeyce taraftar bulan görüş, ancak sembolik manada ciddiye alınabilecek bir iddiadır. Ortaçağ’dan Yeniçağ’a geçiş, aslında pek çok sosyal, siyasî ve ekonomik hadisenin, zaman içerisine yayılmış bir dizi enstantanenin üst üste çakıştırılmış çok-katmanlı bir fotoğrafı olabilir ancak.

Lord Kinross şu ilginç tespitle noktalar düşüncelerini:

İstanbul’un düşmesi, sadece Bizans İmparatorluğu’nun sonunu ve son etkili imparatorun ölümünü belirler. Zira 150 yıldan beri devam edegelen Osmanlı akınlarıyla Bizans’ın geride bırakacağı boşluk yavaş yavaş doldurulmuş bulunuyordu. Şehrin düşmesinden önce de Avrupa ile Asya’nın birleştiği bu noktanın hakimi Osmanlılardı. Bizans’ın İslâm okyanusu içerisinde bir Hıristiyan adacığından farkı kalmamıştı.

Şu noktaya dikkat çekmek isterim; Lord Kinross’un söz konusu kitabının Türkçeye yapılan kısmi bir çevirisinde, eserde geçen “İstanbul’un düşüşü” (the Fall of Constantinople) ibaresi, manidar bir şekilde “İstanbul’un fethi” olarak tercüme edilmiştir. Hemen bütün Batılı tarih kitaplarının dilimize tercümesinde göze çarpan tipik bir problemdir bu.

Bu örnekten de anlaşılacağı gibi, İstanbul’un fethine ilişkin Müslümanların ve Hırisdyanların bakışlarına temel bir karşıtlık hâkimdir. İslâm âlemi için İstanbul’un fethi, Haçlı seferlerinin rövanşı ve Hıristiyanlığın kalbine uzanmış keskin bir kılıç iken, Hıristiyan âlemi için “Yeni Roma”nın kaybı, Hıristiyanlığın Doğu kanadının kesilmesi ve “Eski Roma”nın garnizonu olarak gördükleri surların “dinsizlerce” ele geçirilmesi, nihayet Batı Hıristiyanlığının da tehdit altına girmesi şeklinde algılanmaktaydı.

Burada şu soruyu sormak bir mecburiyet olarak karşımıza çıkmaktadır:

Peki Ortaçağ’ın kapanması dediğimiz olay, “hangi tarafın” tarihinin uzantısıdır? İslâm tarihinin 15. yüzyıl ortalarında böyle bir “karanlık çağ” ile alıp veremediği olmadığına göre, Türkiye’deki hemen bütün kesimlerin, İstanbul’un fethinin Ortaçağ’ı kapayıp Yeniçağ’ı açtığı yolundaki “Nasranî” endişeyi paylaşması epeyce gariptir. Batılı tarihçiliğin geliştirdiği bu “süreklilik savı”na, 150 yıldır yükselmekte olan ve fetihten sonra da aşağı yukarı 200 yıl daha yükselmesini devam ettirecek olan Osmanlı İslâm medeniyeti adına sahip çıkmak, olsa olsa farkında olmadan karşı tarafın tarihinde yaşamak ya da toplumsal bir anakronizm ile izah edilebilir.

Aslında fethi bir “düşüş” (sükût) gibi idrak etmemizin temelinde daha başka kültürel kopuşlar da yatmaktadır. Ahmet Haşim’in “Müslüman Saati” adlı nefis denemesinde vurgulandığı gibi, nasıl “fecir” günün başlangıcı değil de, bugün kullandığımız alafranga saatle artık gecenin çoğu zaman farkına bile varmadığımız “gayr-ı muayyen” bir noktası olmuş ise, İstanbul’un fethinin Miladi tarihle karşılığı olan 1453 de bize o kadar yabancı bir iklimin endişelerini ve yabancı zaman telakkilerini yansıtmaktadır. Bu sebeple fethin Hicri 857 yılında mı, yoksa Miladi 1453 yılında mı gerçekleştiği sorusu, zannedildiği gibi, basit bir “totoloji”den ibaret değildir. Mesela bu temel soruna 1920′lerde dikkatimizi çeken Yahya Kemal 1920′lerin başında aşağıdaki çarpıcı tespitte bulunuyordu:

… Takvimlerin dini, imanı, vicdanı var; mesela sene 857 deyince İslâm’ın İstanbul’a girdiğini hissediyoruz; bu rakamda anlı şanlı bir tınnet var. 1453 deyince bilakis Bizans’ın Türklere mağlup oluşu idrak olunuyor; bu rakamda bilakis bir can çekişme, bir ufunet, bir günlük [otu] kokusu var. Bu rakamların biri Müslüman, biri değil!

Bugün İstanbul’un fethinin 559. yıldönümünü idrak ederken, 857 Hicri tarihini Roma rakamlarıyla hesaplamaktan uzak durmaya ve kapanan Ortaçağ’ın gerçekte kime ait olduğunu sorgulamaya olan ihtiyacımız kendisini her zamankinden daha belirgin bir biçimde açığa vuruyor.

Hz. Peygamber’in (SAV) Mekke’den Medine’ye hicretinin Özerinden geçen 857 yılda İslâm, Hıristiyan dünyasının iki Roma’sından birisini ele geçirmeye muvaffak olmuştur. Bu, ta Asr-ı Saadet’ten bu yana Müslümanların zihinlerinde olgunlaştırdıkları bir hedefin Osmanlılar tarafından elde edilmesi gibi tarihî derinlikte yorumlanabilecek bir hadise olmasının yanı sıra, İslâm medeniyetinin yeni bir yükseliş ve parlayış dönemine de tekabül edecek bir başlangıç tarihidir. Bir bakıma asıl fetih de budur.

Fethin ertesi günü Fatih Sultan Mehmed’in şehrin imar ve bakımına, düzenleme ve tamirine bizzat tayin ettiği Hızır Bey Çelebi ve Karışdıran Süleyman Bey’in çabalarıyla başlayan “İstanbul medeniyeti”, aradan bir insan ömrü kadar süre geçmeden eski Bizans payitahtından daha görkemli ve kalıcı bir görünüm kazanmıştı. Balkan Savaşı yıllarında bütün harabiyetinin, göçlerin, fukaralığın ve yangınların kasıp kavurduğu İstanbul, o haliyle bile Le Corbusier gibi modern mimarinin babalarından birisine “cennet bahçesi” gibi görünebilmiştir.

Bu estetik anlayış, aslında bir başka noktadan da üstad Yahya Kemal’i haklı çıkartacaktır. Yahya Kemal için İstanbul’un Bizans Konstantinopolis’inden en büyük farkı ve özelliği, onun devamı olması değil, ona “tamamiyle zıt bir güzellikte” vücuda getirilmiş olmasıdır. İstanbul’u diğer Osmanlı şehirlerinden ayıran da orada tecelli eden bu yaratıcı kudretimizdir.

Related Articles

Bir Kültür Savaşçısı: Osman Şevki Uludağ Kitap Özeti

Sefiller Kitabının Ana Fikri ve Kahramanları

Faydasız Yazılar Kitap Özeti