Roman özetleri

Selanik’in Yükselişi – Jön Türkler Andülhamid’e Karşı 1908 İhtilali Kitap Özeti

“Biz Türkler de umum Osmanlılar gibi bu müstebid hükûmetten ıslahat ve hürriyet isteriz. Cemiyetimiz bu maksadla çalışıyor. Biz bugün, Ermenileri tedibe çalışacağımıza idaresizliğin, zulüm ve istibdadın merkezi olan Babıâli, Şeyhulislâm kapısını, Yıldız’ı basarak bu daireleri müstebidlerin başına yıkalım, elele verelim, toplanalım, çoğalalım. Bizim de hürriyete, serbestiye âşık ve müstahak olduğumuzu âlem i medeniyete gösterelim”
Osmanlı İttihâd ve Terakkî Cemiyeti

Osmanlı tarihinin en çok konuşulan/tartışılan padişahı Sultan II. Abdülhamid ve Batı’dan sirayet eden/ettirilen; başta Meşrutiyet olmak üzere hürriyet, müsâvât (eşitlik), uhûvvet (kardeşlik) fikirlerinin öncüleri Jön Türk Hareketi… Ortada dağılmakta olan bir devlet ve bunu kurtarmak isteyen iki taraf: II. Abdülhamid ve Jön Türkler…Ve bu uğurda yapılan kıyasıya bir siyasî mücadele…

* Kimdi bu Jön Türkler?
* İttihâd ve Terakkî Cemiyeti’ni kimler kurdu?
* 1908 Jön Türk İhtilali’ni hazırlayan iç ve dış dinamikler nelerdi?
* 1908 İhtilâli’nin ayak seslerini duyan II. Abdülhamid Jön Türk politikası neydi?
* II. Abdülhamid’in Jön Türklere engel olmak için yaptığı icraatlar, aksine Jön Türklerin işine mi geldi?
* İttihâd ve Terakkî Cemiyeti ihtilâlin geçekte neresinde duruyordu?
* Jön Türk İhtilâli’nin gerçekleştirilmesinde Batının rolü neydi?
* Jön Türklerin ve 1908 Jön Türk İhtilâli’nin arkasında Mason desteği var mıydı?
* Jön Türk İhtilâli’nin neticesinde Meşrutiyet’i iâde eden II. Abdülhamid kendi eliyle kendi sonunu mu hazırladı?

Necmettin Alkan, Selanik’in Yükselişi kitabıyla Jön Türklerin ilk boy göstermeye başladıkları 1889 yılından 1908 Jön Türk İhtilâli’ne kadar geçen Osmanlı Devleti’nin çözülme sürecini mercek altına almaktadır. Başta Hüseyin Hilmi Evrâkı; İngiliz ve Alman Dışişleri Arşivleri olmak üzere dönemin kaynaklarını kullanmıştır. Konuyla alakalı Osmanlıca, Türkçe, Almanca ve İngilizce birincil ve ikincil kaynaklardan istifade ederek, zihinlerde oluşan bütün bu ve benzeri sorulara cevap vermektedir.

***

“Tarih için, keşfedilecek nesne salt olay değil, onda dile gelen düşüncedir. O düşünceyi keşfetmek zaten onu anlamaktır.[…] Tarihçi ne olup bittiğini bilince, neden olup bittiğini zaten bilir.”
R. G. Collingwood, Tarih Tasarımı.

“Her tarihçinin peşinde olduğu şey, birbiriyle irtibatsız vakıaların kuru bir nakli değil, her olayın, olduğu gibi normal yerine oturduğu ve anlamlı bir bütüne ait olduğu muntazam bir tahkiyedir.”
W. H. Walsh, Tarih Felsefesine Giriş.

“Françios […] Simiand’a göre, yıkılması gereken üç put vardı. Birincisi, “siyaset putu”: Siyasi olaylara abartılı bir önem verilerek sürekli siyasi tarihle, siyasi olaylarla uğraşma”. İkincisi, “birey putu”: başka bir anlatımla, sözüm ona büyük adamlara verilen ölçüsüz önem. […] Sonuncu olarak ise, “kronoloji putu”: yani, köken incelemelerine dalıp kendini kaybetme alışkanlığı.”
Peter Burke, Fransız Tarih Devrimi: Annales Okulu.

“Türk aydını her mevsim bir başka meçhulün sevdalısı. Geçen asrın ortalarından ıslahatçıdır, sonra ihtilalci olur, sonra inkılapçı.[…] Aydın, iki yüz yıldan beri yenilik peşinde. Bu kara sevdanın “ekânim-i selâse”si: İhtilâl, inkılâp, devrim.”
Cemil Meriç, Mağaradakiler.

İÇİNDEKİLER

ÖNSÖZ / 13
GİRİŞ / 15

1. OSMANLI MODERNLEŞMESİ:
YATAY BOYUTTA İHTİLÂL SÜRECİNİN ŞEKİLLENMESİ
ISLAHATTAN MODERNLEŞMEYE OSMANLI YENİLEŞMESİ / 27
OSMANLI MODERNLEŞMESİ’NİN DÖNEMLERİ / 31
HER ALANDA BATI AVRUPA’YA EKLEMLENME / 33
AVRUPA’YA RAĞMEN AVRUPALILAŞMAK / 36

2. JÖN TÜRKLER VE
İTTİHÂD VE TERAKKİ CEMİYETİ
JÖN TÜRK KAVRAMI / 42
JÖN TÜRK HAREKETİ / 45
Genç Osmanlılar: Birinci Kuşak Gençlik Hareketi / 45
Jön Türkler: İkinci Kuşak Gençlik Hareketi / 47
İttihâd ve Terakkî Cemiyeti’nin Kurulması / 48
JÖN TÜRKLERİN FİKRÎ YAPILARI / 68

3. 1908 JÖN TÜRK İHTİLÂLİ’NİN NEDENLERİ
ABDÜLHAMİD YÖNETİMİNİN JÖN TÜRK HAREKETİ’NE VE
İHTİLÂL SÜRECİNE KATKILARI / 76
Abdülhamidî Yenileşme Faaliyetleri:
Yönetim Karşıtlarının Yetişmesi / 76
Hareketin Propaganda Araçları: Olabildiğince Yayılma / 85
Meşrutî Yönetim: Modern Yönetimde İlk Tecrübe / 89
Jön Türklerle Mücadele: İhtilâl Sürecinin Hızlanması / 90
KOMİTALAR, TERÖR HAREKETLERİ VE İHTİLÂLLER / 102
1789 Fransız İhtilâli ve İhtilâl Dalgası: Teori ve
Pratiğin Ortaya Çıkması / 103
Komşu Devletlerdeki İhtilâller:
İhtilâl Örneğinin Yakınlaşması / 108
Komitacılıktan Etkilenme: Pratiğin Ayağa Kadar Gelmesi / 110
Masonluktan Etkilenme ve Mason Yardımı:
Kritik Zamanda Kritik Destek / 120
Yabancıların Yardımları: İhtilâl Öncesinde Dış Yardım / 131
SELANİK VE DÖNMELER / 135
Selanik: “Mehdi-i Hürriyet” ya da “Kâbe-i Hürriyet” / 135
Dönmeler: Jön Türklerin Selanik’teki Müttefikleri / 140
DIŞ MÜDAHALELER / 144
Makedonya: İç Müdahaleye Tipik Örnek / 148
Mürzsteg Kararları: İçişlerine Müdahalede Son Nokta / 154
Reval Görüşmesi: Amaç Propaganda / 164
İKTİSADÎ ÇÖZÜLME VE MÂLÎ KRİZ / 174
İktisadî ve Mâlî Alana Dış Müdahale:
Millî Hislerin Zedelenmesi / 175
Subayların İktisadî Sorunları: Mağduriyet / 177

4. 1908 İHTİLÂLİ AREFESİNDEKİ HAREKETLİLİK
İHTİLÂL ÖNCESİNDE SİVİL VE ASKERÎ İSYANLAR / 181
Sivil İsyanlar: İhtilâle Dönüşmeyen Tepkiler / 182
Askerî İsyanlar: Ordudaki Tehlikeli Hareketlilik / 187
YAKLAŞAN İHTİLÂLİN AYAK SESLERİ / 189
Talat Bey’in ve Karasu’nun İstanbul Ziyaretleri:
İltilâle Nabız Yoklama / 190
Enver Bey’in Eniştesi Nâzım Bey’e Suikast:
İhtilâl Yolunda İlk Kurşun / 192
Selanik’e Gelen Araştırma Heyeti:
Hareketliliğin Yıldız’da Fark Edilmesi / 195

5. JÖN TÜRK İHTİLÂLİ
RESNELİ NİYAZİ BEY’İN İSYANI:
ASKERÎ İSYANIN İHTİLÂLE DÖNÜŞMESİ / 199
İsyan Hazırlıklarının Öğrenilmesi ve İsyan / 202
Eyüp Sabri Bey’in Çetesiyle Birleşme / 222
ENVER BEY’İN İSYANI: SELANİK’TEN KAÇIŞ VE BEKLEYİŞ / 228
Enver Bey’in Selanik’i Gizlice Terk Etmesi / 228
Enver Bey Kaçtı mı? İsyan mı Etti? / 233
Enver Bey’in İsyan Günleri ve Faaliyetleri / 234
FİRZOVİK TOPLANTISI: NEYE NİYET KİME KISMET? / 238
Firzovik Toplantısı Ne Zaman ve Nasıl Başladı? / 238
Toplantının Jön Türklerin Kontrolüne Girmesi ve Propaganda / 243
Firzovik’i Gerçekte Kim Organize Etmişti? / 255
ŞEMSİ PAŞA’NIN KATLİ: İHTİLÂL ÖNÜNDEKİ
ÖNEMLİ ENGELİN KALDIRILMASI / 259
Jön Türklerin Korkulu Rüyası Şemsi Paşa / 260
Şemsi Paşa’nın İsyanı Bastırmakla Görevlendirilmesi / 261
Şemsi Paşa’nın Katledilmesi / 266
EYÜP SABRİ BEY’İN İSYANI VE OSMAN PAŞA’NIN ESİR ALINMASI:
İHTİLÂL YOLUNDA SON HAMLE / 272
Eyüp Sabri Bey’in İsyan Etmesi ve Millî Alayın Kurulması / 273
Müşir Osman Fevzi Paşa’nın Esir Alınması / 276

6. ABDÜLHAMİDÎ YÖNETİMİN İSYAN KARŞISINDA HAMLELERİ VE MEŞRUTİYET’İN YENİDEN İLAN EDİLMESİ
İSYANA KARŞI HAMLELERİ / 282
Başarısız Askerî Hamleleri / 282
Yeni Kabinenin Kurulması ve Uzlaşma Arayışları / 286
MEŞRUTÎ YÖNETİMİN İADE EDİLMESİ / 288
Yeni Kabinenin Kurulması ve Kritik Toplantı / 288
Meşrutî Yönetime Geçilmesinin Kabul Edilmesi / 290

7. 1908 JÖN TÜRK İHTİLÂLİ’NİN
AVRUPA MATBUATINA YANSIMASI
BASIN ORGANLARINA GÖRE İSYAN / 296
MEŞRUTİYET’İN YENİDEN İLANI VE SEVİNÇ GÖSTERİLERİ / 303
İstanbul’daki Kutlamalar ve Coşku / 303
Selanik’teki İhtilâl Merasimleri / 305
İHTİLÂLİN GENEL YORUMLARI / 310
Jön Türk Hareketi’nin ve İhtilâlin Sosyo-İktisadî Analizi / 312
İHTİLÂL VE AVRUPALI DEVLETLER / 323
Almanya’ya ve İngiltere’ye Göre 1908 Jön Türk İhtilâli / 324
Avrupalı Diğer Devletler ve 1908 Jön Türk İhtilâli / 331

8. JÖN TÜRK “İNKILÂBI” MI YOKSA “İHTİLÂLİ” Mİ?
ÖZET VE SONUÇ / 339
HÂDİSENİN KRONOJİSİ / 349
KAYNAKÇA / 355
İNDEKS / 373

….

GİRİŞ

ÇALIŞMANIN METODUNA DAİR
Tarihçilik, zihinsel bir kurgulama eylemidir; tarihçi ise, elindeki araştırma malzemelerini değerlendirerek tarihî olguları bir mantık silsilesinde zihninde yeniden canlandırmak suretiyle kurgulama gayretinde olan kişidir. Bu kurguyu yaparken, elindeki malzemeleri süzerek çıkardığı verilerden hareket etmektedir. Tarihçi, olayların kurgulanmasında veya yeniden canlandırılmasında bazı zorluklarla karşılaşabilmektedir.

Tarih araştırmalarının başında, ele alınmak istenen konunu gündeme getirildiğinde karşılaşılan ilk zorluk, araştırılmak istenen konunun önceden yeterince ele alındığı iddiasıdır. Fakat hiçbir konu tam anlamıyla araştırıldı diye, rafa kaldırılamaz. Her konu farklı zamanlarda ve değişik tarihçiler tarafından yeniden ele alınabilir. Bu, hiçbir zaman konunun tekrar edilmesi anlamına gelmemektedir. Mevcut şartlar ve zaman dilimi ister istemez konuya bakış açısını bir şekilde etkilemektedir. Kaldı ki, aynı vesikalar aynı zaman diliminde ve farklı ellerde dahi farklı şekillerde ele alınabilir ve yorumlanabilir. Araştırmalardaki diğer bir zorluk ise malzeme/kaynak eksikliğidir. Tarih araştırmalarında vesikaların çeşitliliği ve dağınıklığından dolayı, bunların tam olarak tespit ve temin edilmesinde her zaman bazı zorluklarla karşılaşılmaktadır. Ne kadar iyi bir araştırma yapılırsa yapılsın, konu hakkındaki kaynakların tamamı hiçbir zaman temin edilemeyecektir.

Araştırma malzemelerinin değerlendirilmesi aşamasında bu kez başka bir sorun güdeme gelmektedir: Eldeki malzeme kime, neye göre ve nasıl değerlendirilecektir? Masanın üzerinde cansız olarak bekleyen dağınık ve birbirinden kopuk bilgi parçalarını ihtiva eden malzemeleri kim, nasıl bir araya getirecek; olup bitmiş bir konuyu nasıl yeniden inşa edecek ve bunu nasıl değerlendirecektir? Bütün bunlar dikkate alındığında, tarihî hâdiselerin sağlıklı ve doyurucu bir şekilde ele alınmasında/yorumlanmasında bir şeylerin eksik kaldığı her zaman görülecektir. Tarihçi, zaten aynı zamanda bu eksikliklerin farkında olup; buna göre hareket etmektedir.

Aslında yapılan çalışmada, eldeki malzemenin harmanlanması ve yorumlanmasında karşılaşılan başka zorluklar da bulunmaktadır. Bu kapsamda zikredilebilecek ilk husus tarihçilerin sahip oldukları “kültür yapıları”, “dünya görüşleri” ve “hayal dünyaları”dır. Özellikle de tarihçilerin dünya görüşleri, dikkatli olmaları gereken gezindikleri mayın tarlaları gibidir. Bundan dolayı, tarihçinin araştırma konularını ele alırken “mümkün” olduğu kadar kendi dünya görüşüne/fikirlerine dikkat etmesi; “olabildiğince” bunlardan “sıyrılması” gerekiyor.

Şayet bunu yapmazsa, tarihçi ilgili hâdisede taraf olur; sempati duyduğu tarihî şahsiyetin veya gurubun temsilcisi olur; bunların bir takım icraatlarını ve yanlışlarını meşrulaştırmaya çalışır. Hâlbuki tarihçinin görevi, bu tür hataların veya yanlışların meşrulaştırması; bunlara bir kulp takması veya mazeret bulması değil; aksine, bunları araştırması ve analiz etmesidir. Bu bağlamda yapması gereken şey, mümkün olduğu kadar tarafsız olmaya gayret etmek; “kasıtlı” bir “duygusallıktan” ve “tarafgirlik”ten uzak durmaktır. Tarihçi, “kasıtlı tarafgirlikten” uzaklaştığı oranda başarılı olacaktır.

Tarih çalışmalarında karşılaşılan diğer bir engel ise, tarihî olayların yeniden canlandırılması sırasında içinde bulunulan zaman diliminden ve bunun etkilerinden sıyrılamamaktır. Tarihçi, zamanının ürünüdür; sevinçlerinde, kederlerinde, nefretlerinde; kısacası her şeyinde çağının izini; artılarını veya eksilerini taşır. Bunlar, duruma göre tarihçinin zayıf noktaları olabilmektedir. Çalışması sırasında bunlara dikkat etmesi ve mümkün olduğu kadar bu etkilerden uzaklaşarak, ele aldığı tarihî olayı cereyan ettiği çağın mantığı içinde anlamaya çalışmalıdır. Bunun farkında olarak, içinde bulunduğu zaman diliminin değer yargılarından sıyrılarak, ilgili tarihî olayın gerçekleştiği süreci mümkün olduğunca “hayal” etmesi; o günkü şartları zihninde “yeniden canlandırması” gerekiyor. Burada söz konusu olan sadece kuru bir canlandırma değil, o dönemin “anlaşılması” ve “hissedilmesi” eylemleridir. Yeterince anlaşılamadan ve hissedilmeden yapılan bir çalışmada bazı şeyler eksik kalacaktır.

Böylesi bir canlandırmada karşılaşılan en önemli zorluk, tarihî hâdiselerde rol oynayan kahramanların veya ikinci ve üçüncü derecede etkili olan şahsiyetlerin, olaylar sırasındaki düşüncelerinin tam olarak anlaşılamamasıdır. Aslında bu türde bir imkân da mevcut şartlarda söz konusu değildir. İlgili kahramanı/kahramanları karşımıza alıp, “bu olayı gerçekleştirirken gerçekten ne düşünüyordunuz ve bunu niçin yaptınız”, diye sorma imkânına sahip değiliz. Bu mümkün olmadığına göre, kendisinin veya muasırlarının geride bıraktıkları hatıralar başta olmak üzere, o yıllardan kalan diğer vesikalara mümkün olduğunca müracaat edilmelidir.

Söz hatırata gelmişken, bunlardaki bazı sıkıntılara da temas etmek gerekiyor. Hatıraların çoğu, ilgili gelişmeler sonrasında kaleme alındığı için ne kadar sağlıklı ve gerçekçi oldukları tartışmalıdır. Hatıralar, varılan neticeden/noktadan geriye doğru gidilerek, yaşanılan sürecin kahramanının kendisini merkeze yerleştirerek yazdığı/kurguladığı için çoğu kez taraflıdır. Hatıra sahibi, neticeden hareket ederek kendi rolünü ve konumunu merkeze yerleştirirken, ilgili süreçte etkili olan, fakat elde edilen sonuçla bir şekilde ters düşenleri ister istemez ya ikinci plana atmakta ya da duruma göre tamamen dışarıda bırakmaktadır. Bu kez aynı olayda etkisi olan, fakat yaptıkları önemsizleştirilen veya dışarıda bırakılan kişi/gurup ise, kendi gerçek rolünü kendisine göre ispatlayabilmek için kalemi eline almaktadır.

Aslında burada, geçmişte yaşanan mücadelenin devamı farklı bir boyutta cereyan etmektedir. Kazananlar, kendilerinin dâhil olduğu tarihî süreci kendilerine göre kaleme alırken, aynı süreçte mücadele hâlinde olduklarını tam tersine kötülemektedirler. İlgili olayın diğer tarafındakiler veya kaybedenler ise, bunlara cevap vererek kendi haklılıklarını gündeme getirmeye gayret etmektedirler. Böylece bir olay hakkında çok farklı rivayetlerin teşkil ettiği hatırat külliyatı ortaya çıkmaktadır. Bu ise, olayları farklı kanallardan öğrenme ve mukayese etme imkânı vermesi bakımından bir zenginliktir.

Temas edilen bu sorunlar, aslında sadece tarihçi için değil, aynı zamanda okuyucu için de geçerlidir. Herhangi bir dönemle alakalı bir tarih çalışmasını eline alan okuyucu, mümkün olduğunca kitabın konusunun anlatıldığı döneme gitmelidir. Gözleri kitabın satırlarında gidip gelirken, aynı anda konunun geçtiği bölgede zihnen gezmelidir. Olayları ve kahramanları yaşadığı zaman dilimine taşımak yerine, bizzat kendisi hayal dünyasında onların “ayağına” gitmeli; ilgili tarihî süreci tahayyül ederek anlamaya çalışmalıdır. Bunu yaparken, tıpkı kitabın müellifi gibi, kendi dünya görüşünden de mümkün olduğu kadar sıyrılmaya gayret etmelidir. Kendi modern siyasî ve fikrî telakkileriyle; birikimleriyle ve endişeleriyle ilgili olayı yargılamamalıdır. Olayı kendi şartları içinde anlamaya çalışmalıdır.

Bu şekilde bir “algılama” ve “yeniden kurgulama” eylemi olarak ortaya konan tarih araştırmalarında, “mutlak” ve “tek” doğru yoktur; ancak, kişilere ve mevcut belge ve bilgilerin algılanmasına göre değişen “şahsî” doğrular bulunmaktadır. Bu hâliyle tarih araştırmaları, aslında iç içe geçmiş paradokslar yumağından ibarettir. Birilerinin doğru dediğine, diğerleri yanlış diyebilmektedir. Bundan dolayı, tarihî konularda ve buna bağlı olarak gündeme gelen güncel mevzularda, yoğun bir tartışma ve bazen de çatışma yaşanabilmektedir.

Aslında bu itilafların salt bir algılamanın neticesi olarak ortaya çıkması durumunda, ortaya çıkacak olan sonuçlar/fikirler, toplumsal anlamda ciddî bir entelektüel kazanım olabilmektedir. Fakat durum gerçekte bundan ibaret değildir. Özellikle de tarihî hâdiseler ekseninde cereyan eden tartışmaların temelinde, araştırma malzemelerinin farklı şekillerde algılanması değil, aksine bunların üzerinden yapılmak istenen siyasî bir hesaplaşma yatmaktadır. Taraflar, tarihî süreci olduğu gibi değil, aksine kendi ideolojik tercihlerinden hareket ederek inandıkları doğruların ispatı şeklinde, onu kurgulamaya gayret etmektedirler. Bu yüzden tarihin yeniden kurgulanmasında ciddî tahrifatlar olabilmektedir. Bu bağlamda belli bir tarih kurgusuna tezat teşkil edebilecek olay/belge ya görmezlikten gelinebilmekte, ya da başka bir bağlamda değerlendirilmektedir. Böylece tahrifat üzerine bina edilen tarih araştırmaları/tartışmaları, toplumun entelektüel anlamda zenginleşmesi veya gelişmesine hizmet etmekten daha ziyade, bilgi kirliliğine neden olabilmektedir.

Böylesi bir tarihçiliğin neden olduğu önemli sorunlardan biri ise, tarafların kendilerine göre önemsedikleri özel olayların algısından hareket ederek, belli bir tarihî süreci genel geçer sonuçlarla bir bütün olarak yargılamaları; kafalarındaki kesin yargılarla bunu toptan kötülemeleri veya tam tersine idealize etmeleridir. Bu durum, meşhur “körlerin fili tarif etmesi” misaliyle mukayese edilebilir. Belli bir konu hakkında ortaya konan farklı tasvirler ve bilgiler, bir bütün hâlinde ele alındığında çoğunluğun kabul edebileceği genel bir resim ancak ortaya çıkarılabilir.

KONUNUN TAKDİMİ VE CEVABI ARANAN SORULAR
1908 Jön Türk İhtilâli ve devamındaki süreç, gerek Türk tarihçileri ve gerekse yabancı tarihçiler tarafından fazlaca ele alınan önemli tarihî olgular arasında yer almaktadır. Fakat ihtilâl 104 yıl önce cereyan ettiği ve hakkında bu kadar fazla yayın yapıldığı halde, ihtilâlin üzerine yapılan tartışmalar bitmemiştir. Bitmediği gibi, bu konudaki yayın hareketliliği devam edecek gibi görünmektedir.

Yayınların çokluğuna rağmen, Sultan II. Abdülhamid (1876-1909) ve dönemi, tarih araştırmalarındaki paradoksa ve tarihçiler arasındaki algı farklılığına en güzel örnekler arasında yer almaktadır. II. Abdülhamid ve saltanat yılları, yükselme dönemi de dâhil olmak üzere diğer Osmanlı sultanları ve Osmanlı tarihinin farklı dönemleri arasında en fazla ilgi gören, hakkında en çok araştırma yapılan padişah ve dönemdir. Daha da önemlisi Sultan II. Abdülhamid gibi sürekli gündemde kalan ikinci bir Osmanlı sultanı bulunmamaktadır. Türk ve yabancı akademisyenlerden pek çok kişi, II. Abdülhamid’i kendileri için vazgeçilmez bir araştırma konusu seçerek, onun oldukça farklı yönlerini ve siyasî tutumlarını araştırmışlardır. Buna bir de popüler/amatör tarihçiler eklenirse, ilgili araştırmaların sayısı daha da artacaktır.

Sultan II. Abdülhamid’in ve döneminin bu kadar alaka görmesi ve hâlen tartışılır olmasının nedeni genel olarak üç madde hâlinde izah edilebilir: Birincisi, II. Abdülhamid’in gerek Osmanlı ve gerekse Avrupa tarihinin en kritik olaylarının ve hesaplaşmalarının yaşandığı; tarihî süreç olarak kısa, ama bu süreç içinde cereyan eden hâdiselerle uzun olan 19. yüzyılın padişahı; padişahlıktan da öte en önemli aktörlerinden biri olmasıdır. İkinci olarak, II. Abdülhamid’in o ilginç karmaşık kişiliği ve seleflerinin başlattıkları Batı Avrupa Tarzı Yenileşme Faaliyetleri’ni devam ettirmesi; kendi döneminde bunların kurum ve kadro olarak meyvelerini vermesi zikredilebilir. En son belirtilmesi gereken nokta ise, tarihî kökleri Abdülhamid-Jön Türk mücadelesine kadar giden ve etkileri günümüzde de hissedilen II. Abdülhamid ve mirası üzerinden ciddî bir siyasî hesaplaşmanın yaşanmasıdır. Bu şekilde, II. Abdülhamid ve mirası Türk tarihçiliğinin önemli “hesaplaşma” araçlarından ve dolayısıyla da “ayrışma” konularından biri olarak popülaritesini korumaktadır. Bundan sonra da korumaya devam edecektir.

Bu dönemin dikkatleri çeken en önemli hususlardan biri, II. Abdülhamid-Jön Türk mücadelesidir. Meşrutî yönetim ve diğer modern fikirleri savunan Jön Türkler, bunların hayata geçirilmesi için II. Abdülhamid’le yoğun bir mücadeleye girişmişlerdi. Genel kanaate göre, 1908 İhtilâli’ne kadar devam eden bu mücadelede, II. Abdülhamid bütün imkânlarını kullanarak tabiri caizse Jön Türklere göz açtırmamaya gayret etmiştir. Bazı araştırmalarda ve Jön Türklerin hatıralarında, “müstebit” olarak adlandırılan II. Abdülhamid’in bunlara uyguladığı “acımasız” siyasetten bahsedilmektedir. Bu siyaset kapsamında II. Abdülhamid, idam, hapis, sürgün, işkence, sansür gibi çeşitli yasaklarla; duruma göre makam ve para vaatleriyle karşıtlarını etkisiz hâle getirmeye gayret etmiştir.

Related Articles

Yusuf’un Defteri / Kaderin Ürkütücü Labirentinde Üç Genç… Kitap Özeti

Şu Çılgın Türkler

Çalıkuşu – Reşat Nuri Güntekin

admin