Kiraz, birinci kitabın sonunda geçmişten sıyrılıp yepyeni ufuklara açılmaya hazırdı. Başından geçen bütün tatsız olaylara rağmen, tepeden tırnağa umut yüklüydü, kendini içinde şafak söküyormuş gibi hissediyordu. Kendi çevresinden kurtulma çabaları, Özgür’le yaşadığı aşkın onda derin yaralar bırakmasının yol açtığı kırgınlığı atmıştı üstünden. Yeniden yaşama dört elle sarılma kararı alıp, okula kaydını yenilemişti. Bu kitabın başında ise onu, İngiltere’de, beş yüzyıllık bir şato içindeki Dünya Koleji’nde öğrenim yaparken buluyoruz. Dünya Koleji, dünyanın dört bir yanından seçilen özel yetenekli lise öğrencilerinin özgün bir öğrenim gördükleri özel bir okul. Giriş sınavlarına, okuduğu lisenin genç hanım müdiresinin özendirmesiyle girmiş, kazanmış. Genç yaşıyla orantılı olmayan yaşam deneyimi onun, Yeşil Kiraz’lıkla Çürük Kiraz’lık arasındaki yoğun süreçte büyük bir olgunluğa erişmesini sağlamış.
Gülten Dayıoğlu’nun “Yeşil Kiraz 2″sinde ilk kitapta tanıyıp sevdiğiniz Kiraz’ın dünyanın dört bucağına uzanan serüvenlerini ve gerçek sevgiyi arayışını izleyeceksiniz.
***
Merhaba, Benim Adım Kiraz
Yüz kişilik toplantı salonu, tümüyle doluydu. Ancak, orada bulunanlar saçılası bir sessizlik içindeydiler. Koltuklara ilişerek bekleşen gençler, birbirlerine bakarak sıcak sıcak gülümsüyorlardı. Ama hiçbiri ötekiyle konuşmaya yeltenmiyordu. Çünkü henüz birbirlerini tanımıyorlardı.
Çok geçmeden güleç yüzlü genç bir hanım, salona girdi. Lastik top gibi zıplayarak varıp kürsüye çıktı. Önce herkesi selamladı. Sonra elindeki kağıttan, teker teker ad okumaya başladı. Adını duyan genç, ayağa kalkıyor, anadilinin selam sözcükleriyle çevresindeki gençleri selamlıyordu. Sonra İngilizce birkaç tümceyle geldiği ülkeyi ve kendini tanıtıyordu. Orada bulunan gençler, konuşmacıyı coşkuyla alkışlıyorlardı.
Yöneticinin dudaklarından KİRAZ sözcüklerinin dökülmesiyle genç bir kızın fişek gibi yerinden fırlaması bir oldu. Hemen tüm gözler, ona çevrildi. Genç kız, beline uzanan siyah saçları, olağanüstü güzel yüzü ve ince uzun bedensel yapısıyla adeta, göz kamaştırıyordu. Coşku dolu titrek sesiyle kürsüdeki hanım ve salondaki gençleri ardarda merhabalarla selamladıktan sonra, kendini tanıttı:
“Adım Kiraz. Türkiye’den geliyorum!…”
Kiraz, alkışlar arasında yerine otururken, tüm bedeni tir tir titriyordu. Üstelik, hâlâ orada bulunduğuna inanamıyor, “Acaba düşte miyim?” kuşkularıyla kıvranıyordu.
Bulunduğu yer, İngiltere’de, beşyüz yıllık bir şato içinde, çok özel bir okul olan, Dünya Koleji’ydi. Dünyanın dört bir yanından seçilen, özel yetenekli lise öğrencileri, burada iki yıl özgün öğrenim ve eğitim görüyorlardı.
Okulda, seçime dayalı kuramsal dersler yanında, toplumsal etkinlikler ve spor da eğitim öğretim programları kapsamındaydı. Örneğin : Dalgıçlık, dağcılık, çalışmaları, mağara, fotoğrafçılık, yelkencilik, binicilik, tarım ve hayvancılık dersleri, bir yöreyi ağaçlandırma ya da çöpten arıtma, yoksullar evinde, sığınmacı kamplarında çalışma, ilkyardım kurumlarında eğitim, araba, uçak, helikopter, planör kullanma dersleri vb..
Sosyal etkinliklere koşut olarak yürütülen kuramsal dersler, gençleri zihinsel ve ruhsal yönden bilemeye yönelikti. Örneğin, yüksek matematikten, dinler tarihine, felsefeden psikoloji ve sosyolojiye, uzay bilimlerinden atom teorilerine kadar, her tür ders görülebiliyordu.
İnsan hakları, çevre sorunu, dünyadaki iklim değişikliklerinin irdelenmesi, nüfus artışı, insan ilişkileri, zengin ve yoksul ülkeler arasındaki uçurumlar …. Bu konular da gündeme alınıyor, değişik yöntemlerle işleniyordu.
Baçta savaş olmak üzere, birçok olumsuz olgunun kökenine inip nedenlerin bileşkesini oluşturmak da bu okulun işlevleri arasındaydı. Bu çalışmalardan elde edilen sonuçlar irdelenerek, tüm insanlar için geçerli olacak etkin çözüm yolları saptanıyordu.
Bu dersler işlenirken öğrenciler, hiçbir olguya körü körüne baş eğmiyorlardı. Bilim, kuramlar, yasalar, düşünceler sürekli sorgulanıyordu.
Kısacası, bu okula girme şansını elde eden gençler zihinsel bedensel ve ruhsal yönden, dört dörtlük bir insan olarak yetişiyorlardı. Sıradan okullarda okuyan gençlerin yaşamı algılayışıyla bu okulun öğrencilerinin dünya görüşleri, çok değişik bir yapı içeriyordu. Çünkü, Dünya Kolejleri’nde, başkalarının yazdığı kitaplardaki bilgiler, belleklere depo edilmiyordu. Öğrenciler çokluk, bilmek islediklerini, kendileri araştırıp buluyordu. Başka bir deyişle Dünya Koleji öğrencileri, yaşam içindeki tüm olguları kendileri irdeliyor, sorunlar ve çözümler arasındaki bağıntıyı kendileri saptıyordu. Kendi deneyim, gözlem düşünce ve düşlerini yazarak, adeta kendilerine özgü birer ders kitabı oluşturuyorlardı.
Eylemi sürdürürken onlara hiç kimse karışmıyordu. Öğretmenler, sadece danışmandı. Bu çalışmaları öğrencilerden oluşan bir kurul değerlendiriyordu. Değerlendirme kurulu üyeleri de öğrenciler tarafından seçiliyordu. Son aşamada, değerlendirme kurullarının düzenlediği sonuç disketleri, okul yönetimine ulaştırılıyordu. Onlar da bu çalışmaları, bilgisayarda değerlendirip görüşlerini öğrencilere bildiriyorlardı. Sıklıkla yapılan bu bilgi ve görüş alışverişi sonunda, öğrenciler başarılarıyla kıvanıp bileniyor, eksikliklerini kısa sürede gideriyorlardı.
Beş kıtaya yayılmış olan Dünya Kolejleri’nin sayısı, sadece on taneydi. Ve Kiraz, bu okullardan birine girme şansını zorlu bir sınavdan geçerek elde etmişti. Bu yüzden hâlâ İngiltere’de, Dünya Koleji öğrencileri arasında bulunduğuna inanmakta zorlanıyordu.
Kiraz’ın, o güne dek başından geçen acı tatlı serüvenler, birkaç yaşama sığacak kadar zengin ve çeşitliydi. Henüz lise öğrencisi olmasına karşın, kendisini kürtaj masasına kadar götüren olaylara göğüs germişti. Bunca karmaşık yaşam deneyimi sonunda uçurumun kenarından dönüp, yeniden okuluna sığınmıştı. Eğitim ve öğretimin, kurtuluşun en kestirme yolu olduğuna inanıyordu. Çünkü olağanüstü akıllı ve zeki bir kızdı. Yaratılışdan gelen bu durumuna, bir de yaşını ve konumunu aşan yaşam deneyimleri eklenmişti. Başka bir deyişle, Yeşil Kiraz’lıkla Çürük Kiraz’lık arasında geçen yoğun süreçte, akıl almaz bir olgunluğa erişmişti. Üstelik, çocukluk ve gençkızlık çağında içine düştüğü onca patırtıdan sonra, şansı da dönmüştü.
Öğrenim gördüğü lisenin müdiresi, olağanüstü insancıl ve seçkin bir eğitimciydi. Okulda kendisini öğrencilerden ayırt etmek olanaksızdı. Çokluk, öğrencilerin giydiği etek bluzun aynını giyiyordu. Ve hiç durmadan okul içinde dolaşarak, öğretmen ve öğrencilerin sorunlarını paylaşmaya çabalıyordu. Odasına geldiğinde, telefon konuşmalarını bile ayaküstü yapıyordu. Sanki okul ve öğrencilerle bütünleşmiş gibiydi.
Kendisi, tüm öğrencilerin sevgilisi olmuştu. Onu en çok seven de Kiraz dı. Daha önceki çalkantılı yıllarda, öğretmen ve okul yöneticileriyle çok olumsuz deneyimler yaşamıştı. Bu yüzden müdire hanıma adeta tapıyordu. Genç müdire de onu önemsiyor, kendisine öğrenci değil de yaşıtı bir dostuymuş gibi davranıyordu.
Dünya Koleji giriş sınavlarına, Kiraz’ı o özendirmişti. Onunla birlikle hem kendi okulundan, hem de daha başka liselerden pek çok öğrenci sınava katılmıştı. Ama kazanan tek kişi Kiraz’dı.
Dünya Koleji giriş sınavlarını kazanmanın birinci koşulu, çok zeki ve girişimci bir kişiliğe sahip olmaktı. Öğrencinin canlı, hareketli, yaratıcı, katılımcı, insanlar arası ilişkilerde çok başarılı olması gerekiyordu.
Kiraz ilk elemeyi kazandıktan sonra, Dünya Koleji temsilcileri kendisiyle ayrıntılı bir söyleşi yapmışlardı. Kiraz’ın İngilizcesi, bir tür, sözlü sınav olan bu söyleşiyi açık seçik sürdürmeye yetecek düzeyde değildi. Ama o, bunu da başardı. Kendisine yöneltilen soruların yanıtlarını böylesine kısıtlı bir dil dağarcığıyla en iyi biçimde ifade edebilmesi, sınav kurulunu çok etkiledi. Çünkü bu sınavlar, dil bilgisini ölçmek için yapılmıyordu. Dünyanın her ülkesinden lise çağında binlerce genç, bu sınavlara katılıyordu. Çoğunun yabancı dil bilgisi yetersizdi. Ama, gerçekten yetenekli ve zeki olan, bu aşamada da sınavı geçmeyi başarıyordu.
Dünya Koleji’nde tatil filan yoktu, iki yıllık öğrenim sürecinin her dakikası, dolu dolu geçiyordu. Bu süreci, başarıyla aşanlar, istedikleri ülkelerde en iyi üniversitelere girebiliyorlardı. Üstelik öğrencilerin çoğu, yoksul ailelerden gelmekteydi. Dünya Koleji diploması sahiplerinin üniversitelerde öğrenim bursu almaları da çok kolay oluyordu.
Bu okuldan yetişen gençlerin bilgili, insancıl, barışçı, hoşgörülü, önyargısız, zeki, çalışkan ve dünyaya duyarlı birer insan olduklarına, herkes inanıyordu.
Kiraz o güne dek hep, yaşamın dikenli yollarında canı yanarak yürümek zorunda kalmıştı. Birden, uçarcasına bir atılımla kendisine olağanüstü bir gelecek sunan Dünya Koleji’nin öğrencisi oluvermeyi benimsemekte zorlanıyordu. Başka bir deyişle, gerçekten hâlâ düşte gibiydi.
Ama Her Şey Gerçekti
Tanışma oturumu sona erince, gençler sekizer kişilik kümelere ayrıldı.
Kiraz’ın grubunda, Kenyalı, Kanadalı, Endenozyalı, Norveçli delikanlılarla Kolombiya, Tayland ve Brezilya’dan üç genç kız vardı. Ekip çalışmaları birlikte yapılacaktı. Ayrıca, belli zaman ve konularda öteki kümelerle de işbirliği içinde olunacaktı.
Gençler bir kez de kendi aralarında tanıştılar. Birbirlerine başarı dilediler. Sonra odalarına dağıldılar.
Hemen o gün, çalışmalar başladı. İlk olarak yoğun dil dersleriyle işe girişildi. İngilizce ile birlikte ikinci bir yabancı dil öğreniliyordu. Kiraz, İspanyolcayı seçti. Bu dili öğrenirse, dünyanın büyük bir bölümünün kültür birikimini izleme olanağı bulacağını biliyordu. Gücünün yettiğince çok şey öğrenmek, zihinsel ve ruhsal yönden zenginleşmek istiyordu. Bedensel gelişimini de dağ, deniz, mağara, kano, tenis, binicilik sporları ve tekvando dersleriyle pekiştirmeyi planlıyordu.
İnsanın bedensel ve ruhsal yönden gelişimini sağlayan tekvando, aynı zamanda, çok etkin bir savunma sporu olması nedeniyle Kiraz’ı etkilemişti. O, bundan sonraki yaşamında, kendi kendine yetmeye, hiç kimseden yardım ve destek beklememeye kendini koşullamıştı. Zora düştüğünde, özünü savunabilmeliydi. Bu yüzden tekvando derslerine seve seve zaman ayırıyordu. Hele bilge bir kişiliğe sahip olan, Koreli hocası Ço’nun, ruhunu arıtan süzülmüş görüşlerini özümsemeye doyamıyordu.
Kısacası Kiraz, Dünya Koleji’nden diploma aldığında dört dörtlük bir insan olmayı amaçlıyordu. Ders seçimlerini bu amaç doğrultusunda, çok geniş bir yelpaze içinde yaptı. Onu yeni tanıyanlar, bunca yükün altından, yüz akıyla kalkıp kalkamayacağını düşünüyorlardı. Ama Kiraz, hedef edindiği yerlere zor da olsa ulaşacağına yürekten inanıyordu.
Dersler çokluk, yaşamın içinde yapılıyordu. Örneğin, kimi çalışmalar, çiftlikte inek sağmaktan bir atın doğumuna yardım etmeye kadar uzanıyordu.
Okulda düzenlenen tiyatro oyunlarında rol aldığında, bunu pek başaramayacağını sanmıştı Kiraz. Ancak çok geçmeden, bu dalda da becerisini kanıtladı. Uzakdoğulu arkadaşlarının öğrettiği dansları, kavramakta da zorlanmıyordu.. Hele tekvandoda gösterdiği hızlı gelişme, Bay Ço’yu öylesine şaşırtıyordu ki!…
Araba sürmeyi öğrenirken, bir yandan da, planör, helikopter ve onun ardından da uçak kullanma derslerine girişti.
Bir dönem, kümeler halinde başka ülkelere gidildi. Kiraz bu süre içinde, Alpler’de ve Atlas Okyanusu açıklarında, savaşta ve doğal felaketlerde ilk yardım ve yaşam kurtarma kurslarına katıldı.
Daha sonraki okul dışı çalışmaların birinde de Nepal’e gidildi. Oradan Tibet’e geçildi. Bu ortamlarda, yabanıl doğa ile yüz yüze gelindi. Türlü zorluklarla başedildi. Bu çalışma sürecinde, Everest Tepesi tırmanış kursuna katılmak onu çok etkiledi. Bu tehlikeli sporu yaparken, görkemli Himalaya dağlarıyla adeta bütünleşmiş gibi oldu. Gerçekten, dağ onu büyüledi. Bu yüzden dağcılık programını, iki dönem uzattı.
Son dönem tırmanış etkinlikleri sırasında, yaşam boyu unutamayacağı bir serüven yaşadı. Amerika’daki Dünya Koleji’nden gelme bir Çinli delikanlıyı donmaktan kurtardı. Ayağı kırılan gencin tırmanış ekibinden kopuşunu kimse fark etmemişti. Geriden gelen İngiltere ekibi de karlar altında büzülüp kalmış olan Çinli genci, sis yüzünden göremedi. Ancak, Kiraz çevresine öylesine görerek bakıyordu ki, ötelerde, karaltı şeklinde duran tümseğin insan olabileceğini düşündü. Ekip başına haber vererek, gruptan ayrıldı.
Kiraz yanılmamıştı. Gencecik bir Çinli öğrenci, yarı donmuş durumda öylece duruyordu.
Kiraz, hemen ilk yardıma girişti. Önce genci hareketlendirmeye çabaladı. Sonra dudaklarını delikanlının ağzına dayayarak, ona hayat öpücüğü uyguladı. Genç solumaya başlayınca, kendisini ayağa kaldırmayı denedi. O zaman, bacağının kırık olduğunu anladı. Kırık bacağı boyun bağıyla kayak balonuna sardı. Kiraz bunları yaparken Çinli genç hâlâ yarı baygındı. Ama soluk alışı giderek düzene girmişti. Kiraz onu sırtlayıp sağlık çadırına taşıdı. Hastayı görevlilere teslim etti. Vargücüyle tırmanışa geçti. Soluk soluğa ekibine yetişti. Onun bu becerisi, tırmanış ekiplerinde günlerce konuşuldu. Herkes kendisini kutladı.
Ne var ki, tırmanış dersleri öylesine değişik ortamlarda ve zor koşullarda sürüyordu ki, Kiraz, hayata döndürdüğü Çinli öğrenciyi bir daha arama olanağı bulamadı. Tek bildiği, kazazede gencin yaşama dönmüş olmasıydı.
Tırmanış dersleri sona erince, grupça İngiltere’deki okullarına döndüler. Ve olanca güçleriyle bu kez kuramsal dersler üzerinde yoğunlaştılar.
Kiraz, yüksek matemetiktan felsefeye, devlet yönetiminden dinler tarihine, birçok dersi, sindirmeye çalışıyordu. Bu amaçla belli zamanlarda açık oturumlara katılıyordu. Öğrendiklerini özümseyip konferans metinleri haline getiriyor, okul içinde bunları arkadaşlarına ve öğretmenlere sunuyordu.
İkinci yıl bu konferanslar, değişik ülkelerdeki Dünya Kolejleri’nde da verilmeye başlandı. Kiraz, konuşmacı olarak gittiği Dünya Kolejleri’nde öteki öğrencilerle tanışma olanağı buldu. Onların çalışmalarını, yaşam ortamlarını inceledi. Bu yolla her geçen gün, çevresi ve görüş alanı daha da genişliyordu.
Öğrendiklerine yeni yorumlar getirme konusunda giderek ustalaşıyordu… Bazı profesörler, Kiraz’ın zihinsel bileşim yetisini olağanüstü bulduklarını, sıklıkla dile getirmeye başladılar.
Kiraz’ın başarısındaki temel öğelerden biri, gözlem yeteneğiydi. Kendisi bu yeteneği, geçmişteki yaşam deneyimleri sırasında geliştirmişti. Çevresine görerek bakıyor, gördüklerini algılıyor, bileşimini yaparak yeni yorumlar, görüşler ve durumlar oluşturuyordu. Bunu yaparken de hiç zorlanmıyordu. Başka bir deyişle, bu zihinsel eylem onun yaşam biçimi olmuştu.
Orada bulunan hiçbir gencin, nice üstün zekâlı olursa olsun, Kiraz kadar yaşam deneyimi yoktu. Oysa Kiraz yedi yaşından beri, yaşamın kızgın potasında kavrularak eriyip biçimlenmeye başlamıştı. Hatta yeni yetmeliğinin ilk adımında, anne olma duygusunu bile tatmıştı. Karnında bebeğinin varlığını duyumsamıştı.
Tüm varlığıyla bağlandığı sevgilisinin gözünde, Yeşil Kiraz konumundan Çürük Kiraz konumuna düşmüştü. Bu süreçte yaşadığı aşk depremiyle benliği alt üst olmuştu. Birçok kez, coşa taşa yürüyüp koştuğu yaşam yolları çıkmaz sokaklara dönüşmüştü. İhanetler, yalanlar, türlü baskılar ve düş kınklıklarıyla tepeden tırnağa kuşatıldığı zaman dilimlerini sindirc sindire yaşamıştı.
Kiraz’ı Dünya Koleji’nde böylesine rakipsiz kılan sadece zekâsı değil, geçmişte oluşturduğu alt yapıydı. Ancak; hiç kimse onun geçmişini bilmediğinden, kendisine, olağan dışı bir öğrenci gözüyle bakılıyordu.
Oxford Üniversitesi’nde Kiraz Adında Bir Kız
Kiraz, dolu dolu geçen iki yıllık öğrenim sonunda, Dünya Kolejini, en iyi dereceyle bilirdi. Henüz okul sona ermeden, yüksek öğrenim olanakları aramaya başlamıştı. Diplomasını alır almaz, hemen uygun yerlere başvuruda bulundu. Oxford Üniversitesi’nde öğrenim görmeyi çok istiyordu. Elindeki diploma ve değişik konuları içeren başarı belgeleriyle, oraya burslu olarak girmesi hiç de zor olmadı.
Okul, Ortaçağdan kalma, görkemli ve de gizemli bir İngiliz sarayı görünümündeydi. Derslikler, salonlar, koridorlar, kütüphaneler, laboratuvarlar çatık kaşlı ve kasvetliydi. Ama içerideki bilim yüklü hava insanı hemen sarıp sarmalıyor, yüreklerde öğrenme coşkusu oluşturuyordu.
Kiraz okuldan içeriye girdiğinde, kendini tümüyle bir başka insan olarak duyumsuyordu. Benliği siliniyor, tüm varlığı bilgileri emmeye hazır bir süngere dönüşüyordu. Özünü saran öğrenme isteğinin giderek tutkuya dönüşmekte olduğunun bilincindeydi. Ama, bu durumdan tedirgin olmuyordu. Arkadaşları soylu, seçkin ve varlıklı ailelerden geliyorlardı. Onlar da bilim aşkıyla yanıp tutuşuyorlardı. Ne var ki çoğu, eğlenmeyi, aşkı, flörtü de göz ardı etmiyordu. Kiraz, tüm bunlardan kaçıyordu. Ama, Dünya Koleji’nde edindiği davranış denetimi nedeniyle, insanlardan kopmamayı başarıyordu. Başka bir deyişle, kendini toplumdan soyutlamıyordu. Ama arkadaşlarının arasındayken bile, kendi kendine olabilmeyi beceriyordu.
Kalabalık bir eğlence yerinde caz dinlerken, içten içe matematik problemi çözüyor, mantıksal önermeler kuruyor, zihinsel bileşimlere girişiyordu. Onun elleri ve vucudüyle caza tempo tutuşunu gören kendisini tümüyle müziğe kaptırdığını sanabilirdi. Oysa Kiraz o anda çok işlevli bir makine gibiydi. Bunu kimsenin fark etmemesi, onu çok mutlu kılıyordu.
Yüksek öğrenim sonunda, erişmeyi kurduğu çok önemli hedefler vaıdı. Yeni yaşamına, taaa tepelerden başlamayı düşlüyordu. Bu yüzden, Dünya Koleji’nde olduğu gibi üniversitede de çok yönlü dersler alıyordu. Bir yandan işletme okurken, öte yandan ekonomi ve yönetim bilimleri seminerlerine katılıyordu. Uluslararası hukuk düzeni de ilgi alanı içindeydi. Kendini bu yolda yetiştirmek için gece derslerine katılarak, temel hukuk bilgisini genişletmeye çabalıyordu.
Oxford’da okurken, iki kez Türkiye’ye gitti. Biri babasının ölümü nedeniyle, ikincisi de ağabeyinin düğün töreni içindi. Ağabeyi, Anadolu’da yargıç olmuş, görev yerinde tanıştığı bir ilkokul öğretmeniyle evlenmişti. Annesi ağabeyinin yanında kalıyordu. Kiraz’ın, akıl almaz biçimde, evden, aileden, ülkeden özellikle de kendi kanatlarının altından kopup gidişine hem kızıyor, hem de üzülüyordu. Ama başarılarıyla öğünmekten de kendini alamıyordu. Kiraz artık eski Kiraz değildi. Yersiz duygusallığa, gelişigüzel düşünce ve davranışlara, oldu bittilere, ezilip büzülmelere kapıları kapalıydı. Zaman zaman bu yönünü kendisi de yadırgıyordu. Ama, çokluk durumundan hoşnuttu.
Beşer gün süren Türkiye yolculukları sonunda, tümüyle İngiltere’ye bağlanıp kalmıştı. Ülkeyle tek ilişkisi ağabeyiyle sürdürdüğü mektuplaşmaydı. Yazdığı ve ağabeyinden aldığı mektuplar, yüreğini sıcak tutmaya yarıyordu. Bu yüzden yazışmayı hiç aksatmıyordu.
Dört yıl süren Oxford öğrenimi sonunda, yol ayrımına geldi. Edindiği diplomalarla Türkiye’de ve dünyanın her yerinde istediği konumda iş bulabilirdi. Hemen işe mi başlamalıydı, yoksa Amerika’ya gidip lisans üstü öğrenim mi görmeliydi? Sağlıklı bir karara varabilmek için günlerce düşündü.