Roman özetleri

Piri Reis ve Nostradamus

piri-reis-ve-nostradamus-sercan-leylek-postiga-yayinlariGelecek görüsüyle ün salmış bu iki âlim geçmişte bir araya gelmiş olabilir mi? Yeni romanında bu sorudan yola çıkan Sercan Leylek okuyucularını gizem ve macera dolu bir serüvene davet ediyor. Piri Reis Haritasının 500. yılında yazılan roman, Nostradamus’un 500. yıl kehanetlerine de dikkat çekiyor. Bir gemiyi sadece suyun üzerindeki şeyler batırmaz. “Kaptan Alberto’nun timsalini duymadığı mızraklı saldırı, Kara Çingene’de kendisini bekleyen sürprizin yanında ufak bir Ali Cengiz oyunuydu. Çaresiz adam okların ucundaki halatları kesmeye devam ediyordu.” Yazar Sercan Leylek, 2009 yılından bu yana Norveç’te Thomson Reuters firması için çalışıyor. İlk bilim-kurgu romanı olan Cydonia isimli eseri 2012 yılında okuruyla buluşan Sercan Leylek, aynı zamanda Norveç’teki Aftenposten, Dagsavisen ve Utrop gibi gazetelerde şiirlerini ve köşe yazılarını yayınlıyor. Yazarın yabancı dillere ve kültürlere duyduğu merak, Türkçe’nin yanı sıra Norveççe, İngilizce ve İtalyanca eserler üretmesine de yardımcı oluyor.

***

1512, 7 Eylül, Piri Reis

Açık denizlerle son kez kucaklaşmasının üzerinden bir yıl geçmişti. Adalar Denizi’ne açılmasıyla, düzenleyeceği seferin haberi Akdeniz’in en ücra kıyılarına ulaşan bu cevval denizcinin üzerine adeta ölü toprağı serpilmişti. Babasından daha yakın bulduğu ve yaşadığı her gün kendisine olan hayranlığı bir kat daha artan amcası Kemal Reis’in ölüm haberi, bu gözü pek adamı Gelibolu’daki birkaç kaleye hapsetmişti. Yüreğinden söküp atamadığı elem ve pişmanlık hissi Muhiddin Piri’yi bir buçuk yıla yakın bir süredir yavaş yavaş öldürmekteydi. Bu köşeye sıkışmışlığın üstesinden nasıl geleceğini tahayyül etmeye bile yeltenmiyordu. Sıkıntısından haberdar olup muhabbetiyle derdine ortak olmak isteyen dostları kendisine yaklaşınca, bir bahane uydurup küçük bir kayıkla koyun dingin sularına aklındaki binbir soruyla birlikte açılmayı adet edinmişti.

Bu sonbahar gününden aylar önce, Muhiddin Piri’nin Amcası Kemal Reis’in ölümüyle ilgili söylentiler tüm sahil kasabalarına bir anda yayılmıştı. O tarihlerde kendisini taht mücadelesine kaptırmış olan devlet erkânı, Kemal Reis’in amansız bir fırtınaya kapılıp batan kadırgasıyla birlikte kaybolduğunu beyan etmişti. Haçlı sempatizanı denizciler ise Kemal Reis’in St. Jean Şövalyeleri tarafından kıskıvrak yakalanıp günlerce süren işkenceler sonucunda öldürüldüğünü söylüyorlardı. Fakat ellerinde Kemal Reis’i kaçırdıklarına dair hiçbir kanıt bulunmuyordu. Muhiddin Piri, anlatılanların çoğunun tevatür olduğunun farkındaydı. Ömrünü denizin koynunda, kimsesiz uykularda geçiren korsanların olmadık hikâyeleri gerçekmiş gibi anlatmalarına ilk kez şahit olmuyordu. Ama diğer yandan yüreğini kemiren gerçeğin ne olduğunu da bir türlü çözemiyordu.

“Amcam nasıl öldü?”

İnzivaya çekilen Muhiddin Piri’nin bu soruya cevap bulmadan açık denizlere yol almaya niyeti yoktu. Piri Reis’in aheste günleri uyumaya alışmak istemediği rutubetli kalelerde geçerken, ömrünün sonuna dek bir daha görmeyi hiç beklemediği iki adam kendisine ulaşmak için rüzgârla yarışmaya devam ediyordu.

Sıcak bir ikindi vakti, Piri Reis’in bir süredir ikamet etmekte olduğu Kilitbahir Kalesi’nin surlarından disiplinsiz birkaç askerin sesi duyuldu. Yükselen sesler her ne kadar Piri Reis’in dikkatini çekse de, uzun sürmeyeceğini tahmin ettiği patırtının nöbetteki askerler arasındaki bir anlaşmazlıktan ibaret olduğunu farz etti ve olası sürtüşmenin avludaki komutanlar tarafından kısa sürede çözüleceğini düşündü. Fakat surlardan yükselip Piri Reis’in odasına kadar uzanan sesler kavga gürültüsüne benzemiyordu ve şamatanın dozu hızla yükselmekteydi.

Piri Reis, yerinden kalkmaya niyetlenmişti ki odasına koşar adımlarla yaklaşan bir erin ayak seslerini duydu. Kaledeki en güvenilir adamı olan Yusuf şaşkınlık dolu gözlerle çalışma odasına girdi. “İki denizci sizi görmek için kale kapısına dayandılar efendim!” Yusuf’ta, Piri Reis’in henüz çözemediği bir hal vardı. Nefes nefese kalan adamına dönüp merakla “Dışarıdaki tüm hengâmenin sorumlusu bu iki adam mı?” diye sordu.

“Hayır. Yanlarında bir de…”

Sesi titreyen Yusuf daha cümlesini bitirememişti ki, kale önünden bir aslan kükremesi duyuldu.

Beklenmedik sesin kale içinde yankılanmasıyla birlikte Muhiddin Piri’nin göz bebekleri büyüdü ve dişlerini sinirle sıktı. O anda sedef kaplamalı kılıcının kabzasını hiç düşünmeden kavrayıp bir hışımla ayağa fırladı. Duyduğu aslan harlayışı birkaç saniye içerisinde gardını almasına yetmişti. Eskiden kalma bir hesap görülecekmiş gibi kılıcını sallayıp Yusuf’un bugüne kadar duymadığı bir ismi andı.

“Bitli El…”

Paşa’nın gösterdiği anlık tepkiyle ne yapması gerektiğini şaşıran Yusuf ekledi. “İsimleri Candar Bekir ve Bitli El. Avlumuza silahsız girmek istediler. Yanlarında boynuna tasma vurulmuş devasa bir erkek aslan var. Ayrıca küçük bir sanduka taşıyorlar.”

Muhiddin Piri, artık amcası Kemal Reis’in gemisinde görev alan bir tayfa değildi. Kırklı yaşlarına ulaşmış, deryada hatrı sayılır bir kumandandı. Hararetli ruh halinden sıyrılıp bu adamlarla görüşmeliydi. Bu yüzden, eski husumetleri bir kenara bırakıp, kalesine misafir olan denizcilere gereken nezaketi göstermesi gerektiğine zor da olsa kanaat getirdi.

“Sandukalarını teftiş etmenize lüzum yok. Bırakın gelsinler.”

Yusuf, paşanın yanından yıldırım gibi ayrıldı. Muhiddin Piri ise yuvarlak odasında elleri ardında tur atmaktaydı. Yıllar sonra yüz yüze geleceği güvenilmez adamların ne istediğini çözebilmek için sakin davranması gerektiğinin bilincindeydi. Bu yüzden, odanın içinde dolanmayı bıraktı ve gösterişli kaftanını sağ eliyle toparlayıp köşesine kuruldu.

O sırada, kalenin içine buyur edilen denizcilerin attığı her adım şaşkın askerler tarafından takip edilmekteydi. Nöbetçi kale muhafızı avlunun sağ ve sol tarafındaki yükseltilere üçer okçu yerleştirmişti. Denizcilerin önünden yürüyen aslanın boynuna kalın bir tasma vurulmuş olsa da, zincire bağlanmış değildi. Atından inen, siyah giyimli dev adam aslanı bağlayacak bir köşe aramaya koyuldu. Sonunda taş duvardaki kopçalardan birini gözüne kestiren ziyaretçi, hayvanı zincirlemek üzere yanına çağırdı. Bu sahneyi izleyen muhafızlardan biri meslektaşına, “Biz Âdem’den olma insanları bir araya getirip hükmetmeyi beceremiyoruz, bu adam aslan ve atı eğitmiş.” diye fısıldadı.

Kalabalıktan huzursuz olan aslan avlunun dört bir yanındaki askerlere hırlıyordu. Cahil adamların gösterdiği ilgiyle iyice tahrik olan hayvan bir anda arka ayaklarının üzerinde yükseldi ve hayatında ilk kez bir aslan gören genç adamların ağızları, hayvanın haşmetli cüssesi karşısında açık kaldı. Bu gösteriden rahatsız olan Bitli El, kollarını aslanı gibi açıp başını hayvanın göğsüne şefkatle yasladı. Kulağına sahibi tarafından birkaç kelime fısıldanmasından sonra kükremeyi kesen dev, bağlandığı köşede voltalar atmaya başladı. Bu sahne karşısında büyülenmiş olan kalabalığın sarf edecek tek bir kelimesi kalmamıştı. Tek bir kucaklama tüm şamataya bir son vermeye yetmişti.

Doğrudan Muhiddin Piri’nin odasına buyur edilen denizciler arkalarında bıraktıkları aslana tereddüt dolu bir bakış bile bırakmadan Yusuf’u takip ettiler…

Related Articles

Türk Edebiyatı Kısa Roman Özetleri

admin

Kör Şeytan Kitabı Özeti

admin

Devlet Kuşu Kitabı Özeti

admin