Roman özetleri

KÜÇÜK AĞA (Tarık Buğra)

ROMAN: Küçük Ağa

YAZARI: Tarık Buğra

KONUSU:Birinci dünya savaşı ile birlikte eski gücünü ve ihtişamını artık tamamen kaybeden Osmanlı Devleti’nin Anadolu’da bir kasabası olan Akşehir’de başlayan olaylar ve halkın bu olaylar karşısındaki kurtuluş mücadelesi anlatılmaktadır.

KAHRAMANLAR:Küçük Ağa(İstanbullu Hoca), Salih, Çerkez kardeşler(Etem ve Tevfik), Ali Emmi, Ağır Ceza Reisi, Emine

KAHRAMANLARIN ÖZELLİKLERİ:

Küçük Ağa (İstanbullu Hoca): Asıl adı Mehmet Reşit’tir. “Küçük Ağa” adını sonradan almıştır. Milli Mücadele’yi kazandıran unsurlardan biri olan din adamlarını temsil eder. Kuvvayı Milliye’ye ilk başta karşıdır. Fakat Küçük Ağa olmasıyla durum değişir. Çok akıllı, fedakâr, derin ve canlı bir tiptir. Bilgili, imanlı ve cesurdur. Genç olmasına rağmen gür ve siyah sakalı olan, gözleri yeşile çalan, açık ela, körpe yüzlü, boylu poslu ve pehlivan yapılıdır.

Salih:Birinci Dünya Savaşında sağ kolunu kaybetmiş ve yüzüne ağır yaralar almıştır. Hayatının anlamını Kurtuluş Mücadelesi ile tekrar kazanan biridir. Mert ve gözünü budaktan esirgemeyen yiğit bir delikanlıdır. Zor karar veren ama verdiği karardan dönmeyen birisidir. En tehlikeli vazifeye oyuna gider gibi giden, edebini, terbiyesini hiç bozmayan bir insandır, ama savaştan sonra iyiden iyiye çökmüştür.

Çerkez Ethem: Başlarda vatan ve millet için yeri tutulmaz hizmetler vermiş, cephede büyük başarılar göstermiş, fakat düzenli orduya geçme kararı alındığında tamamen zıt fikirleri benimsemiş ve zararlı olmuş bir çete reisidir.

Doktor Haydar Bey: Dünya Savaşında Yüzbaşı rütbesiyle görev yapmış ve milli mücadele yıllarında Kuvayı Milliye’ye büyük hizmetler vermiş bir asker.

Ali Emmi: Kurtuluşu Kuvayı Milliye’de gören ve çok büyük fedakârlıklarda bulunan yaşlı bir vatandaştır. Romanda Milli Mücadele’nin “millet” unsurunu temsil eder. İhtiyarlıktan saç ve sakalına aklar düşmüş, alnında kırışıklıklar oluşmuş, elleri ve sakalı titreyen bir toprak adamıdır Bütün benzerleri gibi toprağın sabır ve sükûnunu içine sindirmiş bir Akşehir köylüsüdür.

Ağır Ceza Reisi:Kısa boyuna rağmen heybetli duruşuyla sağlam bir kişiliktir. Sade, alçakgönüllü ve dürüsttür. Gerektiği zaman inatçı ve yırtıcıdır. İyi bir tahsil ve terbiye görmüştür. Pratik, inandığı değerler içinde, bulunduğu şartlar arasında ahenk kurmuş bir kişiliktir.

Emine: Temiz, namuslu, zengin bir ailenin bir kızıdır. Daha on beşine basmamıştır. İnce belli fakat dolgun körpe bir kızdır. İri, simsiyah gözleri, hafifçe çatık hilal kaşları, kırmızı ve kalın dudakları, narin ve çekme burnu ve pespembe tenli çok güzel bir kızdır. Huyu da yüzü gibi çok güzeldir. Temiz, namuslu, zengin bir ailenin bir kızıdır. Erkeğine son derece bağlıdır.

Diğerleri: Gönülsüzlerin Haydar Bey, Topbaşların Halis, Yüzbaşı Hamdi, Yüzbaşı Nazmi, Küçük Hacı

ROMANIN ÖZELLİKLERİ:

* İlk baskısı 1963 yılında yapılan roman, 1983 yılında TRT tarafından dizi filme dönüştürülmüştür.

* Küçük Ağa; Milli Mücadele dönemine merkezden değil, bir kasabadan bakan, o dönemin Türk toplumunun yaşadığı zorluklara, acılara, ihanetlere değinen ve bütün bu zor şartlar altında kurtuluş mücadelesi veren Kuva-yi Milliye’yi konu edinen romandır.

* Dil, Kuruluş Savaşı yıllarının diline yakındır. Arapça ve Farsça kelimeler vardır. Anlatım akıcı, olay sürgüsü aksamaya uğratmayan ve çekici bir anlatımdır.

* Romanda çevre çoğunlukla Akşehir ve civarı olmakla beraber Milli Mücadelenin anlatısı olması dolayısıyla hemen hemen tüm Anadolu’dur. Olayların büyük bir kısmı Akşehir’de başlayarak civar şehirlerde devam eder.

* Türk Dili dergisine verdiği bir söyleşide Tarık Buğra, çocukluğunu Akşehir’de geçirdiğini ve romanda yer alan kahramanların kişilik özelliklerin yakın çevresindeki insanlara göre oluşturduğunu söylemektedir

* Eserde sadece Küçük Ağa karakteri değil Ali Emmi, Reis Bey gibi tiplemeler dahil tüm halk dindardır ve Kuva-yı Milliye’yi desteklemektedir. Küçük Ağa romanına kadar dindar kimliğe sahip Kuvvacı hemen hiç yoktur.

ROMANIN ÖZETİ:

I. Dünya Savaşı’ndan sonra Anadolu topraklan, yabancı güçlerce işgal edilmiştir. Osmanlı yönetimi, otoritesini ve gücünü kaybederek kontrolü elden kaçırmıştır. Böyle bir ortamda Türk halkı, dinini, yurdunu kurtarmak için Kuvay-ı Milliye hareketini başlatır. Mehmet Reşit Efendi, 1918′de İstanbul’da Fatih medresesinde öğrenciyken coşkulu vaazlarıyla tanınır ve 1919′da Akşehir’e gönderilir. İstanbul’un İngilizlerle işbirliği yapan politikacıları onu, Kuvva-yı Milliye çalışmalarını önlesin diye Akşehir’e göndermişlerdir. Halk arasında “İstanbullu Hoca” olarak tanınır. İstanbullu Hoca, İstanbul’daki entrikalardan habersiz olduğu için sırf padişaha bağlılığı yüzünden var gücüyle çalışır. Bilgisi, güzelliği, cesareti, sağlam mantığı ve tatlı sesiyle son derece tesirli olmaktadır. Bir süre sonra Emine ile evlenir. İlk çocuğunu beklemektedir. Bu arada Yunanlılar Anadolu’ya girmiştir. “İstanbullu Hoca”, Kuvay-ı Milliyecilerin ve önderleri Haydar Bey’in karşısında yer alır. Ankara ve Kuvvacılar onu kazanmak için her yola başvururlar. Fakat o Kuvay-ı Milliyecileri vatana ihanetle suçlar ve padişahın desteklenmesini ister. Ankara’da “İstanbullu Hoca” için “vur emri” çıkarılır. İstanbullu Hoca bir şafak vakti, genç karısını doğum döşeğinde bırakarak gider. Çakırsaraylı Çetesine katılır. O, artık İstanbullu Hoca değil, Küçük Ağa’dır. Sakalını kesmiş, sarığını, cübbesini çıkarmıştır. Küçük Ağa’nın, İstanbullu Hoca olduğunu pek az kimse bilmektedir. Bunlardan birisi de Salih’dir. Salih Küçük Ağa’ya son derece bağlıdır. Onu bulur, maksadı onun Kuvvacılar tarafında yer almasını sağlamaktır. Çakırsaraylı’dan ayrılarak tek başına bir çete kuran Küçük Ağa, Salih’in de yardımıyla tereddütlerden kurtulmuş, Kuvvacıların fikirlerini ve yolunu benimsemiştir. Herkes İstanbullu Hoca’nın, İstanbul’a kaçtığını sandığı günlerde o, Salih ve diğer arkadaşlarıyla Çerkes Ethem kuvvetlerine katılır. Çerkes Ethem’le Garp Cephesi Kumandanlığı’nın arası açıktır. Küçük Ağa, Çerkes Ethem ve kardeşi Tevfik Bey’in güvenini kazanmıştır ama o Ankara’ya bağlıdır. Hile yapar, tuzaklar kurar, bu iki kardeşin yeni kurulmakta olan orduyu ve devleti çökertmesini engeller. Bu arada Tevfik Bey’den izin alarak, Çolak Salih’i Akşehir’e gönderir. Aslında Salih, Alanyurt’a giderek durumu, Çerkes Ethem ve kardeşinin niyetini Kuvvacıların önde gelenlerinden Haydar Bey’e bildirecekti. Sonra da Akşehir’e gidip, Emine’den ve Küçük Ağa’nın daha yüzünü görmediği oğlu Mehmet’ten haber getirecekti. Salih, Şubat ortasında Akşehir’e gelir. Kuvvacıların Akşehir’deki belkemiği, hareketin en faydalı adamı, Ali Emmi ağır hastadır. Reis Bey ile Küçük Hacı, Ali Emmi’yi ziyarete gitmişlerdir. Salih, sırrını onlara açıklar. Bütün Akşehir’in İstanbul’a kaçtı sonra da öldü sandığı İstanbullu Hoca hayattadır. Adını ve fikrini değiştirmiş, Kuvva-yı Milliye’nin en fedakâr gönüllülerinden Küçük Ağa olmuştur. Emine’ye gelince, o, yapayalnız yüzünü bir kere bile görmediği küçük Mehmet’le birlikte kocasını beklemiştir. Onun vurulduğu haberi gelince de Emine’yi yaşlı ve bezgin çarıkçı Hasan’a nikâhlamışlardır. Salih, işte bu gerçeği öğrenir ve kalmanın faydasızlığına inanarak kaçıp gider. O gittikten kısa bir süre sonra Ali Emmi’yi toprağa verirler. Günler geçer, Küçük Ağa Akşehir’e gidip gitmemek konusunda bir karar arifesindedir. Çolak Salih’in ne kendisi gelir, ne de bir haber gönderir. Başka çaresi kalmayan Küçük Ağa, Akşehir’e, Mehmet’ine ve Emine’ye gitmeye karar verir. Ama daha Akşehir’e girer girmez karısının bir başkasıyla evlendiğini öğrenir. Artık “İstanbullu Hoca” hüviyetini iyice saklamak zorundadır kendi oğluyla tanışır, arkadaşlık kurar. Uzun zamandır hasta olan Emine bir Cuma sabahı Hakk-ın rahmetine kavuşur. Emine’nin toprağa verildiği akşam, Küçük Ağa, Ankara’ya hareket ederek kuruluş ve kurtuluş günlerinin önde gelen insanı olur. Onun buradan sonraki hayatı bir hüzün şarkısından ibarettir. Devirler geçecek, hayranlıklar ve düşmanlıklar görecek, varlığı da bütün unsurlarıyla tadacaktır. Fakat o, saadeti sadece bir hatıra olarak tanıyacaktır. Hüzün, onun saadetinin ikinci adıdır artık…

ÖNSÖZ’de ise yazar, kitabın ortaya çıkış hikâyesinden hareketle romanın dayandığı ideolojik eksenin ana çizgilerini çizmek ister:

Bu romandan ilk defa rahmetli Peyami Safa beye bahsetmiştim. Rejans lokantasında idik. Arkamızdaki masada genç bir çift yüksek sesle Fransızca konuşuyordu. Fakat artık Fransızca’nın manası başka idi. (…) 1919, 1920, 1921, 1922, 1923 ve 1960!.. Değişen yalnız yabancı dillerin, yabancıların manası değildi, artık her şey değişmişti: mutfaklar değişmiş, gardroplar değişmiş, edebiyat, mimari, takvim ve ölçüler değişmiş, insan değişmişti. Fakat bu koca dünyanın değişmesi, bir milletin ölüm geçidindeki dört yıl süren eşsiz macerasından sonra olacaktı. Bense işte bu macerayı anlatmak istiyordum…” (Buğra, 1963: 5-6).

Related Articles

Bir Darbeci Subayın Anıları – 27 Mayıs Öncesi ve Sonrası Kitap Özeti

Falaka

admin

Umut Işığım Kitap Özeti