Ey kendini küçük bir şey sanan;
İnsanda doğar, batar iki cihan;
Sen onu et kemik görürsün ama:
O’ndan başkası değildir yaşayan.
Dur ey yolcu! Kutsal bir vadidesin! Yolculuk seni epeyce yormuş, üstelik de kirlenmişsin. Bu vadinin ardında engin bir deniz var, o denizde ölümsüzlük ve özgürlük var. Sen buraya o denize dalmak, beşeri istek ve zanlardan arınmak ve gerçekle yüzleşmek için geldin!
Şimdi sana anlatacaklarımızı dinlemen gerek, fakat bu anlatılacak olanları yanlış fikirlerin kirletip kararttığı zihninle değil, can kulağınla, söylenenlerin anlamını kalbinde hissederek, önyargısız, çarpıtmadan ve korkmadan dinle!
Sana burada bazı sırlar vereceğiz, bu sırları işittikten sonra sende bir değişim olacak ve hiçbir şey artık eskisi gibi olmayacak. Bu sırlar öyle sırlar ki, duyan; cahil ise zalim olur, ahmak ise deli olur, kurnaz ise iblis olur, akıllı ise veli olur, farkında ise hem hep, hem hiç olur!
Andolsun kuşluk vaktine.
Ve sakinleştiği zaman geceye ki,
Rabbin seni bırakmadı ve darılmadı.
Ahiret senin için dünyadan iyi olacaktır.
Rabbin sana verecek ve sen hoşnut olacaksın.
O, seni bir yetim iken barındırmadı mı?
Seni, yol bilmez iken doğru yola koymadı mı?
Seni bir yoksul İken zengin etmedi mi?
öyle İse, sakın yetimi ezme!
El açıp isteyeni de azarlama!
Fakat Rabbinin nimetini anlat da anlat!
(DUHA 1.2.3.4.5.6.7.8.9.10.11)
Selam Aziz Dost,
Bu kitapla klasik din anlayışının ötesinde manalar bulacağız, bu manalarla engin derinliklere dalacağız. Ben buyum, diyerek kısıtlamış olduğumuz varlığımızın sırlarını, nasibimizde var ise çözeceğiz.
Kul kusursuz olmaz, hükmünce yanılmış olduğumuz hususlar olabilir, fakat şurası kesinlikle bilinmelidir ki, heva ve hevesimizi anlatmadık. İnandığımız ve bildiğimiz bazı gerçekleri kalemin el verdiğince yazmaya çalıştık. Unutmamalı ki, sözler ancak anlamlar yüklü işaretlerdir, yolu gösterirler. Sözlerin işaret ettiği anlamlarla hallenip, yolda yürüyecek olan yalnızca sensin.
Bu kitap insanlardan maddi veya manevi bir istek beklentisi olmadan hazırlanmıştır. Kendimizde hissettiğimiz bir borcun bedelidir.
özlü sözler, rubailer ve şiirlerden oluşan bu kitabın daha iyi anlaşılması için bazı ayetlerin üstünde düşünmemiz ve buna göre yazılanları değerlendirmemiz çok daha faydalı olacaktır.
Genelde bildiğimiz; insanların, Allah’a yakınlık elde etmesi amellerine bağlıdır; iyilik yapanlar, istenilen çalışmaları yapanlar Allah’a yakın olurlar, zannedilir. Oysa, burada vereceğimiz ayetlerde vurgulanan gerçek hiç de öyle değildir.
And olsun insanı biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz. Ve biz ona şah damarından daha yakınız. (Kaf 16)
Bu yakınlık nasıl bir yakınlıktır? İnsana sah damarından daha yakın ne olabilir?
Her nerede olsanız sizinle beraberdir. (Hadid 4) Biz nerede isek orada! Yanımızda değil! Şah damarımızdan daha yakında!
Hayat sahibi ancak O’dur! (Mümin 65) Gerçek şu ki, O’dur işiten gören! (hra 1) O, kalplerin ZAT’ı olarak bilendir! (Hadid 6) Hayat sahibi O ise? Algılayan O İse? Bilen de O ise? ‘Ben dediğimiz nedir?
Rabbinin meleklere şöyle dediğini hatırla: “Ben, kuru balçıktan, şekil verilmiş çamurdan bir insan yaratacağım.
Ben, onun yaratılışını tamamladığım ve ona ruhumdan üflediğim zaman, siz hemen onun için secdeye kapanın.”
Bunun üzerine meleklerin hepsi toptan secde ettiler.
Yalnız İblis hariç. O secde edenlerle beraber olmaktan çekinmişti.
Allah buyurdu ki: Ey İblis! Ne oluyor sana da, secde edenlerle beraber olmuyorsun?
İblis şöyle dedi: Kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan yarattığın bir insana secde edemezdim. (Hicr 28.29.30.31.32.33)
İnsan ismi altında Zat ‘ından gayrı yoktur! Bu hakikati açıklamak için Resullullah; “Allah insanı kendi suretinde yarattı. Beni gören Hak’kı görmüştür. Kendini bilen, Rabbini bilir,” gibi ifadelet kullanmıştır.
İblisin insana secde etmemesi konusu ise asilikten değil, per deliliktendir. İblis insanın isminde, surelinde kalmıştır ve insanı Allah tan ayrı bir varlık zannederek perdelenmiştir.
Melekler ise Allah yanı sıra ikinci bir varlık olamayacağını bildikleri için, secde ettiler. Buradaki secde konusu yere yatıp fiziksel manadaki anlı yere koymak değil; aktın, idrakin secdesidir.
Sözünüzü ister gizleyin ister onu açık söyleyin… Muhakkak ki O, kalplerin Zat’ı olarak bilendir. (Mülk 13)
Semavat’ta ve Arada ne var bilir… gizlediklerinizi de, açığa çıkardıklarınızı da bilir… Allah kalplerin Zat’ı olarak bilendir. (Tegabtın 4)
Kim de inkar ederse, onun inkarı seni mahzun etmesin… Onların dönüşleri bizedir, yaptıkları şeyleri kendilerine haber vereceğiz… Muhakkak ki, Allah kalplerin Zat’ı olarak bilendir. (Lokman 23)
Bu ayetlerde Allah’ın kalplerin Zat’ı olduğu vurgulanıyor, fakat ne hikmetse bu hakikat hemen hemen bütün Kuran meallerinde gizleniyor. Orijininde (Arapça Latin harfli) “inn Allahe Aliymün Bizatis Sudur” der. Tercümesi; “Muhakkak ki Allah göğüslerin (kalplerin) Zat’ı olarak bilendir.” Kuran meallerinde İse: Allah kalpleri bilendir şeklinde açıklanıyor. Burada bilerek veya bilmeyerek çok büyük bir sırrın üstü örtülmüş oluyor.
Muhakkak ki, biz O emaneti, Semavat’a. Arza ve dağlara arz ettik de onu yüklenmekten imtina ettiler ve ondan sakındılar… Onu İnsan (?) yüklendi… Muhakkak ki insan çok zalim ve çok cahildir. (Ahzab 72)
….