Dünya yeraltı edebiyatının köklerini 18. ve 19. yüzyıla dayandıran pek çok araştırma mevcut. Marquis de Sade, Lord Byron, Edgar Allen Poe ve Charles Baudelaire’in bu türün hazırlayıcısı oldukları sıkça dile getirildi. Yeraltı edebiyatının bugünkü konumu düşünüldüğünde bu öncüllerin, aydınlanmacı aklın çerçevesini aşma gibi bir girişimlerinin olmaması ayırt edici bir durumu ortaya koyuyor. Misal, Poe’nun son tahlilde bir rasyonalist olduğunu söylemek için pek çok sebebimiz olduğu kesin. Bu açıdan bakıldığında yeraltı edebiyatının başlangıç eserlerinin 1950’lerde Beat kuşağı temsilcileri tarafından kaleme alındığı söylenebilir. Kerouac, Burroughs ve Ginsberg, yüksek edebiyatın kapı dışarı ettiği konuları, anlatılarının merkezine alarak, sistem dışına taşmanın yollarını aramışlardı. Beat kuşağı, daha çok yazdıkları gibi yaşayan, daha doğrusu yaşadıkları gibi yazan yazarlar olarak, kapitalist ahlakın dışında bir yaşantıyı öykülemişlerdi. Vietnam savaşını izleyen yıllar ise kirli gerçekçilik ve yıkıcı kurgu akımlarını ortaya çıkarmıştı. Kirli gerçekçiliğin en bilinen ismi olan Bukowski’nin pek çok yapıtının, akımın karakteristiğini yansıttığı bir gerçek. Yüzeysel betimlemelerin ve sözcük ekonomisinin hâkim olduğu kirli gerçekçilik, dünyaya bakış açısını indirgemeci ve nihilist olarak sabitledi. Kirli gerçekçilikle kan bağı bulunan yıkıcı kurgu akımının yazarları ise karakterlerini oluştururken Dostoyevski’nin karakterlerini örnek aldılar. Akli dengesi olmayan, nihilist ve anti-sosyal tipler bu akım yazarlarının anlatılarının merkezine yerleşti.
1950’lerden 1990’lara kadar ilerleyen süreçte yeraltı edebiyatı kendi özelliklerini yukarıda anlatılan akımlar sayesinde görünür kıldı ve çerçevesi belli, yayıncısı ve profesyonel yazarlarıyla kendini var eden bir akım olmayı başardı.
90’lar ise önceki dönemlerin birikimini takip etmiş güçlü yazarlar ortaya çıkardı. Bu dönemin en kayda değer yazarlarından biri şüphesiz Chuck Palahniuk oldu. Kısa zamanda kült eser mertebesine yükseltilmiş ve sinemaya uyarlanmış Dövüş Kulübü ile edebiyat dünyasına hızlı bir giriş yapan Palahniuk, son romanı Tekinsiz ile yazın hayatına devam ediyor. Bu yazıda Dövüş Kulübü’nden bugüne tüm yapıtlarında sistemin pisliklerini ortaya seren bir tarzı benimsemiş Palahniuk’un, neden sistem karşıtı olmayı başaramadığını ya da sistem tarafından nasıl tehlikesiz sulara çekildiğini anlatmaya çalışacağım.
Palahniuk’un eserlerinde, yaşadığı benlik duygusu aşınmasını, gerçekliğin flulaşması semptomlarını, toplum dışına çıkarak ya da itilerek aşan kişilerin hikâyesi anlatılır. Hor görülenlerin, dışlananların, görmezden gelinenlerin, kaybedenlerin hikâyelerini kaleme alan, içerik, dil ve biçimde de kimi yeniliklere imza atan Plahniuk, özellikle ilk eserlerinde yazınsal alana soluk kazandıran bir atılım gerçekleştirir. İçerikte, var olan edebi anlayışın dışına çıkmış; kibar çevrelerin ya da burjuva bireylerin açmazlarını anlatan anlatıların dışında, başka yaşamları ve gerçek kaybedişleri anlatmayı tercih etmiştir. Hikâyelerdeki itici ve çoğu zaman iğrençleşen içerik, bir çeşit gerçekle yüzleştirme çabasıdır. Bunun dışında, dilde sokak ağzının, argonun, farklı lehçelerin kullanılması edebi metinlerde dile dair uygulanan sansürün yerle bir edilmesini sağlar. Biçim açısından ise değişik teknikler ile okuyucunun dumura uğratılması söz konusudur. Mesela Tekinsiz’in bir hikâyeler kitabı olarak tasarlanması bu biçim arayışının ürünüdür. Kapitalist sistemin pek çok mekanizmasının insan yaşamında yarattığı tahribatı yüksek sesle dillendirir. Bu açıdan bakıldığında günümüz edebiyat dünyasının başlıca eserlerinden sayılan sabun köpüğü romanların pislikleri halının altına süpürme alışkanlığını reddeder. Tam tersine pisliklerin açığa çıkarılması, kötü kokuların etrafa yayılması, rahatsız edici bir atmosferin yaratılması önemlidir Plahniuk için. Tekinsiz’in “özgürlüklerini satın almak” isteyen yazar adaylarını ele geçiren hırs, kendilerini bu hale getiren sistemin ürünüdür.
Tüm bu olumlu özelliklerine rağmen Plahniuk’un eserleri ortaya çıktığı dönemin hegemonik söyleminin etkisi altına girmekten kurtulamaz. Bunun nedeni gayet açık: Yeraltı edebiyatının ortaya çıktığı dönem ile postmodernizmin hegemonyasını tesis ettiği dönem aynı zaman dilimine denk geldi. Dolayısıyla yeraltı edebiyatı bu dönemin hegemonik söyleminden etkilenerek yaygınlaştı. Postmodernizmin çelişkiler yerine çatışkıları öne çıkaran söylemi toplumsal sorunları birey sorununa indirgeyerek, çözümsüzlüğü yüceltmeyi başarmıştır. Çatışkı, çelişkinin çözüm ve yeniden çözüme dair yapısının tersine, kapalı bir mantıksal yapıya sahiptir. Çelişkiler, çözüm üretmeye yönelik bir çabaya yataklık etmesine rağmen, çatışkılar aynı çabayı sonuçsuz bir tartışmaya taşımak konusunda ısrarcıdırlar. Yeraltı metinleri de ya sonuçlarla ilgilenmezler ya da yenilgiyi güzelleyerek çıkış yoluna dair umudu soğururlar.
Palahniuk’un öyküleri de şık yenilgilerle, çıkış yollarına set çekmelerle doludur. Dövüş Kulübü’nün kaybedenlerinin, bir araya gelip sistem karşıtı bir hareket örgütlemelerinin sonuçları üzerine düşünelim mesela. Kitabın sonunda eleştirdikleri şeye dönüşen kaybedenlerle karşılaşırız. Tekinsiz’in, başyapıt kaleme almayı planlayan yazarları ise piyasa koşullarına uygun bir hikâye ortaya çıkarmak için “hayatlarını, satabilecekleri bir şey haline getirirler”. Gösteri Peygamberi’nin yıldızının edilgenliğinin sürekliliği de benzer bir özellik taşır. Palahniuk sistemin işleyişinin farkında olup onun dışına çıkmayı başaramayacaklarına inanan bir sürü kahramanın hikâyeleri etrafında döner.
Tekinsiz’i okurken, yazarın eseriyle cebelleşirken çektiği çileleri düşünür okuyucu. Pek çok yazarın yazma sürecini bir tükeniş olarak yaşadığı bilinir. Yazma eylemi aynı zamanda çeşitli işkenceleri de beraberinde getiren bir süreçtir. Bana sorulursa Plahniuk’un Tekinsiz’de kendi çektiklerini anlattığını hissetmemek olanaksız. Ama bir farkla: Palahniuk o evden, hayatını satabileceği bir şey haline getirerek, yüksek telif ücretleri elde edebileceği öyküleri toplayarak çıkabilmiştir. Palahniuk’un kapitalizmin çarklarının nasıl işlediğini betimlemekteki becerisi, bizi sistem karşısında çaresizliğe sürüklemekten başka bir işe yaramaz bir süre sonra. Kullandığı nakaratlar sistemin kötü bir reklamının sürekli beynimizde çevrilmesine hizmet eder. Bildiğimiz gibi reklamın iyisi kötüsü olmaz. Yüksek sesli itirazlar ya da yazma biçimindeki tüm yenilikler sistemin kendini yenilemesine hizmet eder. Asiliğinin, toplum dışılığının ve protestosunun soğurularak sistem içi bir muhalefete dönüştürülmesine izin verir. Bugün yeraltı edebiyatının başyapıtı sayılan birçok eserinin ticarileştirilmesine, düzenin kendini besleme mekanizmalarına dâhil edilmesine ya da içeriğe dair anlamların yoksunlaştırılması yoluyla evcilleştirilmesine karşı çıkmaması bundandır. Bu durum, sistemin zararsızlaştırma mekanizmalarının “başarısıyla” açıklanabilir. Ama Palahniuk’un tavrının da bunda etkisi olduğunu söylemek haksızlık olmayacak sanırım. Evet, Palahniuk, sistemin pisliklerin halının altına süpürülmesine izin vermez ama bu pisliklerin bir şekilde temizlenmesi gerektiği düşüncesini de anlamsız bulur.
TEKİNSİZ, Chuck Palahniuk, Çev: Funda Uncu, Ayrıntı Yayınları, 2009.
Doğuş Sarpkaya-Birgün