Her insanın içinde uyanmayı bekleyen bir kötülük vardır…
Avcıydık. Avımız ise tecrübeli bir caniydi. Yok ettiği o kadar çok insan, o kadar çok acı hikâye vardı ki bunları düşündükçe onu yakalayıp günahlarının bedelini ödetmek için iştahlanıyorduk; saldırma sırası şimdi bizdeydi.
Evan Waller açgözlü bir canavardı. Tanrı’yı oynuyor, kimin öleceğine veya kimin hayatta kalacağına karar veriyordu. Bu uğurda pek çok masum insanı gözünü kırpmadan, hunharca katletmişti. Acımasızlığı sayesinde sonsuz bir servet kazanan bu canavar, gözü doymamış bir çakal gibi yeni avlar peşindeydi.
Bu seferki hedefi ise milyonlarca insanın ölümüne neden olabilecek kadar tehlikeliydi. Ona göre ölümün tek rengi vardı, o da siyahtı. Birileri bu caninin saçtığı kötülüğe dur demeliydi…
David Baldacci Bedeli Ödenen Günahlar ile aksiyonu, heyecanı ve gerilimi en kusursuz haliyle bizlere sunuyor.
“Kitaptaki aksiyon patlama etkisi yaratıyor. Okurlar nefeslerini kontrol etmekte büyük zorluk çekecek.”
Booklist
“Muhteşem bir kurgu. Baldacci okuyucularının dikkatini yakalamayı çok iyi biliyor.”
Associated Press
“Baştan sona sürükleyici bir roman… Her sayfası sizi hiç beklemediğiniz yönlere sürüklüyor…
Kendinizi, nefesinizi kesen aksiyon dolu müthiş bir dünyanın içinde bulacaksınız.”
Publishers Weekly
“Yürekleri yerinden oynatan bir gerilim romanı: hızla akan ama aynı zamanda akıl oyunlarıyla dolu bir kurgu, güçlü karakterler, sürprizlerle dolu baş döndürücü bir hikâye. Hissettiğiniz heyecanın dinmesini istemeyeceksiniz.”
Washington Post
***
BİRİNCİ BÖLÜM
Doksan altı yaşındaki adam konforlu koltuğunda oturmuş Joseph Stalin’i anlatan kitabı okuyordu. Kitabın yazarı, sadist Sovyet lidere iltifatlar yağdırdığı için hiçbir yayıncı bu kitaba el sürmemişti. Yazar da Stalin’i övdüğü bu kitabı kendi imkânlarıyla bastırmıştı. Yaşlı adam yazılanları büyük bir zevkle okuyordu. Zaten kitabı doğrudan yazarından almıştı. Ondan kısa bir süre sonra da yazar bir akıl hastanesine yatırılmıştı.
Yaşlı adamın mülkünün üzerinde hiç yıldız yoktu. Çünkü fırtına çok da uzakta olmayan okyanustan karaya doğru hareket ediyordu. Varlıklı ve lüks içinde yaşayan biri olmasına rağmen adamın çok fazla para gerektiren ihtiyaçları yoktu. Üzerinde onlarca yıllık, solmuş bir süveter vardı. Gömleğinin yakası boğazını tamamen sarıyordu. Gıdısı sarkmıştı. Ucuz pantolonu artık işe yaramayan, iskelete dönmüş bacaklarına bol geliyordu. Yağmur çatıya değmeye, yağmur damlaları da hipnoz etkisi yaratmaya başlamıştı. Adam tek kişilik koltuğuna daha da gömüldü. Zalim yumruğunun altına girecek kadar talihsiz milyonlarca insanı öldüren bir adamın hayatını aralamaya ve aklının içine girmeye razıydı.
Yaşlı adam ara sıra okuduğu şeylerin bir kısmına, özellikle de ürkütücü kısımlarına gülüyordu. Stalin’in disiplin anlayışının insan haklarının hepsini bir seferde nasıl çiğnediğini anlatan paragraflar gözünün önünden geçince başını sallıyordu. Belli ki Sovyet liderde bir ülkeyi mükemmeliyete ulaştıran ama aynı zamanda dünyaya korku salan liderlik vasıflarını görüyordu. Adam kalın gözlüklerini aşağı indirip saatine baktı. Saat on bir olmak üzereydi. Güvenlik sistemi saat tam dokuzda devreye giriyor, tüm kapılar ve pencereler profesyonel yöntemlerle gözetleniyordu. Kale güvendeydi.
Çakan şimşeklerden biri ışıkların bir anlığına dalgalanmasına sebep oldu. Işıklar iki sefer daha alçalıp yükseldi ve sonra da söndü. Kontrol odasındaki güvenlik sisteminin jeneratörü sökülmüştü. Bu yüzden güç kaynağına dokunulduğu anda sistem kapanıyordu. Tüm kapı ve pencerelerin kilitleri anında devre dışı kaldı On saniye sonra devasa yedek jeneratörler çalıştı ve evin tamamına elektrik geldi. Güvenlik sistemi de devreye girmişti. Fakat o on saniyelik boşlukta bir cam açılmış, bir el dışarıya çıkmış ve aşağıdan atılan dijital fotoğraf makinesini yakalamıştı. Pencere kapatıldı ve ardından bir saniye geçmeden sistem kapı ve pencereleri tekrar kilitledi.
Bunlara aldırış etmeyen yaşlı adam umursamazca kel kafasını kaşıdı. Kafa derisi güneş yanıklarından zarar görmüş, derisi benek benek olmuştu. Kimi yerleri de kabuk bağlamıştı. Yüzü, yıllar önce yerçekimine yenik düşmüş, sarkmıştı. Aynı şekilde gözleri, burnu ve ağzı da. Böylece yüzüne sonsuza kadar kaybolmayacak sert bir bakış yerleşmişti. Vücudu, daha doğrusu bedeninden arta kalan şey de onların gittiği yolu takip etmişti. Artık en basit işleri dahi başkalarının yardımı olmadan yapamıyordu. En azından hayattaydı. Silah arkadaşlarının birçoğu, hatta tamamı bu dünyadan göçüp gitmişti. Çoğu da vahşet dolu yöntemlerle öteki dünyaya geçmişti. Bu da onu kızdırıyordu. Tarih ona alt kademedeki insanların her daim onlardan üstün olan kişileri kıskandığını göstermişti.
Adam en sonunda kitabı sehpanın üzerine bıraktı. Onun yaşındaki kişilere üç ya da dört saatlik uyku yetiyordu. Ancak o uykunun vakti de gelmişti. Boynuna sürekli takılı olan küçük yuvarlak cihazın üzerindeki mavi düğmeye basarak hemşiresini çağırdı. Cihazın üzerinde üç tane düğme vardı. Bunlardan birini hemşiresini, birini doktorunu, birini de korumasını çağırmak için kullanıyordu. Adamın düşmanları vardı ve hastaydı. Ama hemşiresini çoğunlukla keyfini yerine getirmek için kullanıyordu.
Sarı saçlı Barbara içeri girdi. Üzerinde kalçalarını saran mini bir etekle kısa kollu, daracık bir gömlek vardı. Adamı tekerlekli sandalyesine oturtmak için eğildiğinde gömleği yaşlı adama güzel bir manzara sundu. Adam onu işe alırken, çalışırken vücudunu teşhir eden kıyafetler giyinmesi konusunda ısrarcı olmuştu. Yaşlı, zengin ve sapık erkekler canları neyi arzuluyorsa elde ediyorlardı. Adamın kırışıklıklarla dolu yüzü kadının yumuşak göğsüne yaslandı ve bir süre öylece kaldı. Kadının kuvvetli kolları adamı yan taraftaki sandalyeye çekerken adamın eli kadının eteğinden içeri daldı. Parmakları kadının baldırını okşaya okşaya kalçasına kadar çıktı. Kadının poposunu iki eliyle sıkıca avuçladı. Adamdan zevk dolu bir inilti yükseldi. Barbara bunlara hiç tepki vermemişti. Çünkü aldığı para vücudunun okşanmasına yetecek kadar yüksekti.
Tekerlekli sandalyeyi asansöre bindirdi. Üst kata çıkınca adamı yatak odasına kadar götürdü ve üzerindekileri çıkardı. Bu sırada gözlerini adamın iflas etmiş bedeninden uzaklara çevirdi. Adam onca servetine rağmen hiç kimseyi onu tamamen çıplak görmeye zorlayamazdı. Yirmi, otuz yıl önce karşılaşmış olsalar kadın gözünü ondan ayıramazdı. Hatta hayatta kalmak için çok daha fazla şey yapmak zorunda kalırdı. Oysa şimdi yaşlı adama pijamaları bir bebek gibi giydiriliyordu. Sabah olunca yine bir adam gibi değil, bir bebek gibi yıkanacak ve karnı doyurulacaktı, döngü böylece tamamlanacaktı. Beşiğine geri dönmüştü. Buradan da mezara gidecekti.
“Yanıma otur. Barbara,” diye emir verdi. “Sana bakmak istiyorum.” Bunların hepsini Almanca söylemişti. Onu işe almasının bir diğer sebebi de kadının anadilini bilmesiydi. Zaten etrafta Almanca konuşan çok fazla kişi kalmamıştı.
Barbara oturdu. Bronzlaşmış, uzun bacaklarını üst üste attı ve ellerini kucağının üzerine koydu. Ara sıra da adama gülümsüyordu çünkü bunu yapması için para alıyordu. Yaşlı adam, bana minnettar olmalı, diye düşündü. Çünkü kadın ya onun için bu büyük evde çalışacak, basit işlerle ilgilenecek ya da yakınlardaki Buenos Aires sokaklarında günde ancak birkaç peni kazanan hayat kadınlarından biri olacaktı.
Adam en sonunda elini kaldırdı ve Barbara hemen ayağa kalkıp dışarı çıktı. Kapıyı da arkasından çekti. Adam yastıklarına yaslandı. Barbara muhtemelen odasına gidecek, üzerindckilcri çıkaracak, duşa girecek ve ona dokunan ellerin pisliğini üzerinden atana kadar yıkanacaktı. Adam gözünün önüne gelen görüntüye pis pis güldü. Çökmüş, ihtiyar bir adam da olsa insanlar üzerinde biraz etki bırakabiliyordu.
Dizlerine kadar uzanan komutan çizmelerinin topuklarını beton zemine çarparak odalara girdiği o şaşaalı günlerini çok net hatırlıyordu. O ses dahi tek başına kampın tamamına korku salmaya yetiyordu. İşte güç oydu. Her gün o yenilmezlik duygusunun verdiği ayrıcalığın tadına varıyordu. Tüm emirleri hiç tereddüt edilmeden yerine getiriliyordu. Kirli kıyafetler içindeki askerleri yan yana sıraya geçer, başlarını önlerine eğerdi ama yine de o görkemli çizmelerinin ve üniformasının parıltısını görürlerdi. O zamanlar Tanrı’yı oynuyor, kimin öleceğine kimin hayatta kalacağına karar veriyordu. Hayatta kalanlar da zaten o hayattan hiç tat alamıyordu. Ödülleri, bu dünyada onun yaratabildiği en acı verici ve en onur kırıcı cehennemi tatmaktı.
Sola kaydı ve yatağının başındaki üçgen şeklindeki paneli itti. Dışa doğru çıkan tahtanın ardından bir kasa çıktı. Titrek eliyle kasanın şifresini girdi. Elini içeriye atıp kasadan bir fotoğraf çıkardı. Daha sonra yastığına sırtını yasladı ve fotoğrafa baktı. Fotoğrafın altmış sekiz yıl önce çekildiğini hatırladı. Bedeni onu terk etmiş dahi olsa zihni onunla birlikteydi.
Fotoğrafta yirmili yaşlarının sonlarındaydı ama zekâsı ve acımasızlığı sayesinde büyük sorumluluklar üstlenmişti. Uzun boylu, sırım gibiydi. Açık sarı saçları düz çeneli, bronz suratına eşlik ediyordu. Tam takım üniforması ve üzerindeki madalyalarıyla oldukça heybetli görünüyordu. Ama o madalyaların hiçbirini gerçek savaşlar vererek kazanmadığını kabul etmek zorundaydı. Hiç çatışmaya katılmamıştı. Çünkü savaşacak kadar cesur değildi. Yeteneksiz kalabalık gruplar silahları ateşleyebilir, siperlerde ölebilirlerdi. Oysa yetenekleri onun daha güvenli topraklara sığınmasını sağlamıştı. Eski haliyle karşılaşınca gözlerine yaşlar doldu. Yanında tabii ki o adam vardı. Onun kadar yapılı olmasa da her alanda endamını konuşturmuştu. Adamın siyah bıyığı her zamanki gibi o ifadeli ağzının üzerinde donuk halde duruyordu.
Yaşlı adam önce fotoğraftaki genç haline daha sonra da yüce Führer’inin yanağına birer öpücük kondurup her gece yaptığı ritüelini tamamladı. Fotoğrafı gizli yerine geri koydu ve İtilaf Devletleri, Almanya’ya girip Berlin’i ele geçirmeden aylar önce kaçtığı yılları düşündü. Buralara anlaşma yaparak gelmişti. Çünkü savaşın kaçınılmaz sonunun ne olacağını biliyordu ve bunu da muhtemelen üstlerinden önce fark etmişti. Yıllarca saklanmış ama “yeteneklerini” bir kez daha maden ve kereste ithalatıyla elde edilmiş zengin bir imparatorluk kurmak için kullanmıştı. Ama başka insanların hayatının sadece onun ellerinde olduğu o eski günleri özlüyordu.
Her gece olduğu gibi o gece de rahatça uyuyabilirdi. Vicdanı rahattı. Göz kapaklarının kapanmak üzere olduğunu hissederken kapının bir kez daha açıldığını duyunca şaşırdı. Odanın karşısından gelen parıltıya baktı. Bir siluet karanlıkta duruyordu.
“Barbara?”
İKİNCİ BÖLÜM
Kadın kapıyı arkasından kilitleyip içeriye girdi. Yaşlı adam yatağa yaklaşan kadının üzerinde sadece kalçasını örten ve de göğsünün hizasından aşağıya sarkan pamuklu bir bornoz olduğunu görebiliyordu. Kadının bornozunun tamamen örtemediği bronz teni adamın gözüne ziyafet çektiriyordu. Yaşlı adam kadının kalçasının bedeninin diğer kısımlarına göre açık tenli olduğunu görebiliyordu. Kadın saçıını açtı ve omzunun üzerinde ahenkle salladı. Ayakları da çıplaktı.
Adamın koynuna girdi.
Kalbi hızlıca atmaya başlayan adam, “Barbara?” dedi. “Burada ne arıyorsun?”
Kadın Almanca konuşarak, “Beni istediğini biliyorum,” dedi. “Gözlerin her şeyi anlatıyor.”
Kadın adamın elini alıp bornozunun içine soktu ve memelerine yaklaştırdı. Yaşlı adam inledi. “Ama ben yaşlı bir adamım. Seni tatmin edemem. Yapa… mam.”
“Sana yardım edeceğim. Yavaşça, hoşça vakit geçireceğiz.”
“Peki korumam? Kapının hemen arkasında. Bizi duymasını istemem.”
Kadın nazikçe adamın başını okşadı. “Doğum günün olduğunu, benim de hediyen olduğumu söyledim.” Gülümsedi. “Bize en az iki saat vermesini söyledim.”
“Ama benim doğum günüme daha bir ay var.”
“Bekleyemeyeceğim.”
“Ama yapamam. Seni istiyorum, Barbara ama çok yaşlıyım. Lanet olsun!”
Barbara adama daha da yaklaştı ve adamın onlarca yıldır dokunulmamış yerlerine dokundu. Adam zevkle inledi. “Bana bunu yapma. Yapamayacağımı söylüyorum.”
“Ben sabırlı biriyim.”
“Ama neden beni isteyesin?”
“Çok zengin ve güçlü bir adamsın. Bir zamanlar çok yakışıklı olduğun da belli oluyor.”
Adam bu lafı duyunca çok sevindi. “Öyleydim. Öyleydim. Şurada bir fotoğrafım var.”
Barbara, “Göster bana,” dedi. Adamın elini bornozunun altında bir aşağı bir yukarı götürüp getirirken kulağına, “Göster bana,” diye fısıldadı.
Adam başucundaki kapağı açtı, fotoğrafı kasadan çıkardı ve kadına uzattı.
Kadın, fotoğraftaki adama ve yanında duran Adolf Hitler’e baktı. “Kahraman gibi görünüyorsun. Yoksa kahraman mısın?”
Adam, “Ben sadece işimi yaptım,” dedi. “Benden istenen neyse onu yaptım.”
“İşini iyi yaptığından eminim.”
“Bu fotoğrafı daha önce hiç kimseye göstermemiştim. Hiç kimseye.”
“Onurlandım. Şimdi arkana yaslan.”
Adam arkasına yaslandı ve kadın adamın üzerine çıktı. Bu sırada da adamın bedenini tamamen görebilmesi için bornozunu çıkardı. Ayrıca adamın boynundaki çağrı cihazını da çıkardı.
Adam ona itiraz ediyordu.
Barbara cihazı adamdan uzaklaştırırken, “Kazara düğmelere basmak istemeyiz,” dedi. Memelerinin adamın yüzüne daha da yaklaşması için öne doğru eğildi. “Rahatsız edilmek istemeyiz.”
“Evet, haklısın. Rahatsız edilmeyelim.”
Kadın elini cebine attı ve bir hap çıkardı. “Sana bunu getirdim. İşine yarayacaktır.” Elini adamın kasığına doğru götürdü.
“Almalı mıyım bilmiyorum. Diğer ilaçlarımla…”
Kadının sesi daha da alçaldı. “Saatlerce eneıjin tükenmeyecek. Çığlıklar atmamı sağlayacaksın.”
“Tanrım, keşke yapabilseydim.”
“Yapman gereken tek şey, bunu yutmak.” Kadm ufak hapı elinde tuttu. “Sonra da benimle birlikte olmak.”
“Hap gerçekten de işe yarayacak mı?” Heyecanlanan adamın ağzından salyalar akıyordu.
“Beni daha önce hiç hayal kırıklığına uğratmadı. Hadi iç şu hapı.”
Kadın hapı adama verdi. Yatağın başındaki sürahiden bir bardak su doldurdu ve adamın hapı yutup ardından da suyu hevesle içişini izledi.
Adam hırsla, “Büyüyor mu?” diye sordu.
“Sabırlı ol. Bu arada ben de sana bir şey göstereceğim.” Cebinden ince fotoğraf makinesini çıkardı. Fotoğraf makinesi elektrik kesilip güvenlik sistemi devre dışı kalınca yukarıya atılmış, Barbara da penceresinden dışarı çıkıp makineyi yakalamıştı.
“Barbara, kendimi bir garip hissediyorum.”
Bir önceki yazımız olan Sil Baştan Kitap Özeti başlıklı makalemizde Ken Grimwood kitapları, Ken Grimwood romanları ve Ken Grimwood Sil Baştan kısa özeti hakkında bilgiler verilmektedir.
Read more http://www.kitapozeti.org/bedeli-odenen-gunahlar-kitap-ozeti.html