Londra’nın en hızlı çapkını Nicholas Challoner intikam için yaşamaktadır…
Cesur, hovarda Ranelaw Markisi, kız kardeşinin mahvolmasına neden olan Godfrey Demarest’i asla affedemez -ve şimdi ödeşme günü gelmiştir. Ancak Nicholas’ın intikamının önünde korkunç ve ilgi çekici bir engel bulunmaktadır: Düşmanının masum kızının şaperonu Antonia Smith.
Bir zampara tarafından oyuna getirilip itibarını kaybeden -saygın ailesi tarafından sürgün edilip bir yalanı yaşamaya mahkûm edilen- Antonia, masum genç kızı aynı acımasız kaderden korumaya yemin eder.
Utanmaz ve ahlaksız Ranelaw’a bir bakışta notunu verir ve onun planlarına mani olmak için zekâsının her kırıntısını kullanmaya kararlıdır.
Ancak Antonia’nın çapkın erkeklere karşı her zaman zaafı olmuştur…
“Olağanüstü bir yetenek.”
Julianne MacLean
***
Yazma macerasını bir şölene çeviren sevgili arkadaşım
Annie West’e!
1
Londra
Nisan 1827
Ranelaw Markisi Nicholas Challoner, düşük gözkapaklarının altından, beyaz elbiselerin kar fırtınasını andıran dönüşlerini inceledi. Sosyeteye ilk kez giren kızlar için yapılan bir balo, cemiyetin onun gibi adı çıkmış bir adamla karşılaşmayı beklediği son yerdi. Böylesine kötü şöhretli birinin, bunun gibi saygıdeğer topluluklarda bulunmaması gerektiğini bilmesi gerekirdi.
Gelişiyle birlikte karşılıklı gevezelikler yerini sessizliğe bıraktı. Ranelaw telaş ve heyecan yaratmaya alışıktı. Dikkatini ne merak ne de hoşnutsuzluk dağıtabilirdi. Orkestra bir trite écossaise çalmaya başlarken, o da gözlerini odada dolaştırarak avını aramaya başladı.
Ah, evet.
Yorgun bakışları hedefinin üzerinde kilitlendi.
Genç kız beyazlar içindeydi. Elbette. Beyaz, saflığı simgeliyordu. Bu panayır yerindeki alıcıları, hiçbir insan elinin onu kirletmediğine ikna ediyordu.
Ranelaw Markisi, Bayan Cassandra Demarest’in bu vaadinin bir yalandan ibaret olmamasını garanti altına alacaktı. Bugünlerde Ranelaw’ı hiçbir şey fazla heyecanlandırmıyordu ama kurbanını düşündüğünde içinde bir tatmin duygusunun kıpırtılarını hissediyordu.
Şaşkınlığın yol açtığı kısa sessizlikten sonra salondaki şamata tekrar başladı. Anlaşılan Ranelaw’ın buradan başka bir yere ait olduğunu düşünen tek kişi kendisi değildi.
Evet, buradan başka bir yere, yeraltında alev alev yanan bir yere mesela.
Konuklar endişelenmekte haklılardı; Ranelaw ruhunda kargaşa taşırdı.
Onu incelerken dudaklarına günahkâr beklentisinin gülümsemesi takıldı. Ta ki siyahlar içinde bir figür ilgi odağı ile arasına girip görüşünü engelleyene kadar. Kaşlarını çatarak, yanında konuşan Vikont Thorpe’a döndü.
“Buna hazır olduğuna emin misin sevgili dostum? Bu kızlar sana soğuk bakışlar atıyorlar ve sen hâlâ Bayan Demarest’i dansa kaldırmadın.”
“Bir erkek, her şeyden önce olgunlaşmalıdır Thorpe.” Ranelaw bakışlarını yeniden avına yöneltti. Derken avını incelemesini engelleyen siyah figürün kolay tarif edilemeyen bir yüze sahip, uzun boylu bir kadın olduğunu fark etti. En azından görebildiği kadarıyla, koyu camlı gözlüklerinin ve sallantılı çirkin süslemeleri olan dantel başlığının ardında tarif edilemeyen bir yüzdü bu.
Thorpe alaycı bir şekilde, “Sevgili dostum, Bayan Demarest seninle konuşmayacak bile,” dedi.
Ranelaw’ın gülümsemesi küçümsemeye dönüştü. “Ben İngiltere’deki en zengin adamlardan biriyim ve soyum Büyük Fetih’e kadar uzanır.”
Thorpe etkilenmemiş bir tavırla homurdandı. “Utandırmak için her şeyi yaptığın o soyun… Bu flörtleşme hesapladığın gibi olmayacak, değerli arkadaşım. Bayan Demarest krallığın en korkutucu şaperonuna sahip. Kızcağızı kandırabilirsin ama gözü pek Bayan Smith, sen daha pençelerini kızın servetine uzatamadan senden kurtulacaktır. Hatta bahse girerim, o servetin kokusunu bile alamazsın.”
Ranelaw dürüstçe, “Bayan Demarest’in servetiyle ilgilenmiyorum,” dedi. “Ayrıca eminim sen de Bayan Smith gibi basit bir kız kurusunun beni engelleyebileceğine inanmıyorsundur. Kahvaltıda şaperon yerim ben.”
Öğle ve akşam yemeklerinde fahişeler, dullar ve başka adamların karılarıyla karnını doyurur, çok daha tatmin edici sonuçlar alırdı. Hayatı boyunca güvendiği şeyler sayılı olsa da o ilk çarpıcı cinsel deneyiminden sonra, bir kadının bedeninde bulduğu anlık hazza hep inanmıştı. Sevgililerini sık sık hayal kırıklığına uğratacak bir şekilde, onlardan başka bir şey talep etmezdi.
Thorpe’un gözleri açgözlülükle parladı. “Yüz gineye bahse girerim, sen daha reveransını yaparken Bayan Smith kulağından tuttuğu gibi seni oradan uzaklaştıracaktır.”
“Yüz mü? Kesin bir durum için çok küçük bir risk. Biz şunu beş yüz yapalım.”
“Pekâlâ.”
Leydi Wreston yeni gelen konukları karşılamak için kalabalığın arasından ilerledi. Thorpe, halasının Ranelaw’a bir balo davetiyesi yollamasını sağlamıştı. Bununla beraber, kadın Ranelaw’ı gördüğüne çok memnun olmamış gibiydi.
Yazık. Oysa dün akşamüstü Ranelaw’la yazlık evinde görüşürken çok memnun görünüyordu. Hatta yarım saat sonra, külotu ayak bileklerine inmiş ve o meşhur teninde ateşli bir kızarıklık belirmiş haldeyken çok daha memnun bir görüntü sergilemişti.
Haz veren sırları bir yana, kadınlar çok kaprisli varlıklardı.
Ranelaw alımlı ev sahibesinin yanından, Cassandra Demarest’in tekrar görüş alanına girdiği yere doğru baktı. Bir hafta önce Londra’ya gelişinden beri kızı takip ettiriyordu ve kendisi de belli bir mesafeden izlemişti. Çekici bir parçaydı. Sarışın. Zarif bir beden. Ranelaw, daha önce kızın yüz ifadesini net bir şekilde izleyebileceği kadar yakınında bulunmamıştı. Şüphesiz, bu yüz de balodaki tüm bakirelerin çehresinde ışıldayan o dalgın tatlılığı taşıyor olmalıydı.
Tabii şaperonları hesaba katmazsa.
Ranelaw dikkatini tekrar, dişi bir kuzunun üzerine eğilmiş koruyucu bir ağaç gibi Bayan Demarest’in üzerine titreyen kadına çevirdi. Şaperon da onun düşüncelerini ilahi bir şekilde okuyormuşçasına yerinde kaskatı kesildi. Kafasını kaldırıp gözlerini Ranelaw’ın üzerine sabitledi.
Salonun öbür tarafında ve gözlüklü olmasına rağmen bakışlarının alev alev yandığını hissediliyordu. Şiddetli, tereddütsüz ve inceleyen bakışlar. Büyüleyici bir yanı kesinlikle yoktu ama Ranelaw kendini başka bir yere bakamaz halde buldu. Esrarengiz bir biçimde, etraftaki kakofoni, yerini beklenti dolu bir sessizliğe bıraktı.
Açıkça ortadaydı ki bu kadın ona meydan okuyordu.
Derken kadın yanındaki kızın bir sorusuna cevap vermek için döndü, bu sırada tombul bir hanım olan Leydi Wreston yeni konuklarını aceleyle içeri aldı ve o bir an süren hasmane tavır dağılıverdi.
Bu dile dökülmemiş hiddetten dolayı esrarengiz bir şekilde canı sıkılan Ranelaw, ev sahibesine selam vererek Demarest ailesinin kadın vârisiyle tanışmayı dilediğini belirtti. Leydi Millicent Wreston ani kırgınlığını gizleyemese de yaşadıkları dünyanın kurallarını biliyordu. Kızlar önce evlenmek, sonra da yatağa atılmak için doğardı. Bu şerefe bekâr erkekler nail olurdu. Şehvet düşkünü bekâr erkeklerin bile yasal bir kadın vârise ihtiyacı vardı.
Ranelaw bir izdivaca niyetli olsa da arsız arzuları için saygınlığa pek nadir başvururdu. İkiyüzlülük düzenli bir şekilde işlediği günahların arasında bulunmuyordu, en azından kendini kandırmaya yanaşmazdı. Planladığı şey için cehennemde yanacağını biliyordu. Cassandra Demarest, onun için çizdiği kaderi hak etmeyen masum bir kızdı. Ama üzerinde çalıştığı şey, bu genç kızın amaçlarına mükemmel bir şekilde uyduğunu göz ardı edemeyeceği kadar önemliydi. Vicdan meselesi yaparak cesaretinin kırılmasına izin veremezdi.
Vicdan ve o, çok uzun zamandır iki nazik yabancıydılar.
Bayan Demarest’in her hareketini izlerken, ev sahibesinin kibrini alttan almaya devam ediyordu. Kız dansa kalkmayı kabul etmiş ve partneri de onu şimdi ürkütücü şaperonuna teslim ediyordu. Şaperon, modası en az beş sezon geçmiş o soluk siyah ve bol elbisesinin içinde uzun boylu klasik bir kadındı.
Daha sonra Cassandra Demarest bir şeyler söyledi ve zerre ilgisini çekmeyen Bayan Smith gülümsedi.
Ve birdenbire ilgi çekici olmaya başladı.
Ranelaw’ın nefesi karnına bir yumruk yemişçesine kesildi.
Gülünç, gerçek, ilgi uyandırıcı. Kız kurusunun mükemmel bir ağzı vardı. Ona yaklaştıkça Bayan Smith’in o kadar da yaşlı bir kadın olmadığını fark ediyordu. Cildi, şafak vaktinin pembesi gibi yumuşak bir renkte, pürüzsüz ve kırışıksızdı. Kendini, o çirkin gözlüklerin ardındaki gözleri merak eder bir hâlde buldu.
Tanrı aşkına, neyi vardı böyle?
Çirkin şaperon istek uyandıran özelliklere sahipti. Peki bu niye umrundaydı? Onun avlayacak başka balıkları vardı. İntikamın demirden ağlarına dolaşıp kalacak masum bir av.
Leydi Wreston tanıştırma faslını üstlendi. “Lord Ranelaw. Sizi Somerset, Bascombe Hailey’den Bay Godfrey Demarest’in kızı, Bayan Cassandra Demarest’le tanıştırabilir miyim? Bayan Smith ona eşlik ediyor.”
Ranelaw gözünün ucuyla, sanki tehlike kokusu almış gibi doğrulan şaperonu izledi. Yanakları kızaran ve çekici bir reveransa girişen kızdan daha uyanıktı.
“Memnun oldum Bayan Demarest,” dedi, kızın eldivenli eline doğru eğildi ve eşliğindeki aksi kadının fark edeceğini bildiği bir reveransla mırıldandı.
“Lordum.” Cassandra Demarest’in etkileyici yüzünü çevreleyen gür dalgalarından daha koyu bir altın renginde, uzun ve çocuksu kirpikleri vardı. Bayan Smith gölgelerin arasında Ranelaw’ı inceliyordu.
Doğal bir cazibesi var.
Şaşırmamıştı ya da bir güzelliği keşfettiğine de inanamıyor falan değildi. Genç kız bir nergis gibi ışıldıyordu.
Şaperonun dik bakışları altında cildi karıncalanmaya başladı. O Bayan Smith kargasına lanet olsun. Hedefine odaklanmaya ihtiyacı vardı, onaylamayan, önemsiz bir kız kurusuna değil. Yine de her geçen saniye şaperonla ilgili yaş tahmininde bir azalma söz konusuydu.
“Bu dansı bana lütfeder misiniz?” Vals başlıyordu.
“Memnuniyetle- ’’
Bayan Smith araya girdi. “Üzgünüm Lord Ranelaw fakat Bayan Demarest’in babası valsi kesinlikle yasaklamıştır. Küçük hanım yemekten sonra toplu dansa katılacak.”
Ejderha kadının sesi hiç de üzgün çıkmamıştı. Kendisinden çok daha yüksek mevkide bir erkeğe çıkıştığı düşünülürse, o boğuk sesi şaşırtıcı şekilde kesindi.
Bayan Demarest sesinde uzlaşmacı bir tavırla, “Toni, eminim babam bu şartlar altında ses çıkarmazdı,” dedi.
Toni -bu ciddi tablo için ilginç bir şekilde fazla tatlı bir isimdi- sarı kaşlarından birini kaldırdı. “Babanın kurallarını biliyorsun.”
Bayan Demarest belli ki tatlı dille kendi bildiğini yapmaya alışıktı. Ranelaw çocukça bir isyan için hazırlıklıydı fakat bu kız durumu iyi niyetle çözecek gibiydi. Görünen o ki iki kadın hakkında da yanılmıştı. Bayan Demarest tam anlamıyla bir aptal değildi. Kız kurusu ise beklenmedik şekilde umut vadediyordu.
Ne kadar ilginç.
Diğer insanlar gruba dahil oldu. Takdimler yapıldı ve şaperon korumacı bir edayla beklemeye geçti.
Akıllı bir şaperon.
Thorpe, Bayan Demarest’e Somerset’teki ortak tanıdıklar hakkında sorular sorarken Leydi Wreston uzaklaştı. Thorpe memleketin yarısıyla akrabaydı ve akraba olmadığı herkes değerli bir dostuydu. Bu sorular ertesi güne kadar sürebilirdi. Bir anlık dikkat dağınıklığından faydalanan Ranelaw, şaperon hanıma yanaştı. Düşündüğünden daha uzun boyluydu; yatakta ona kusursuzca uyum sağlayabilirdi.
Bu düşünce de hangi cehennemden çıkmıştı böyle?
“Bütün uygun centilmenleri korkutursanız kızın şansı kalmayacak Bayan Smith.” Müzik ve diyaloglar alaycı yorumunu güçlükle ona taşıdı.
Bayan Smith geri çekiliyordu ki vazgeçti. Lord Ranelaw onun kendini savunmasına olmasa da cesaretine saygı duyduğunu fark etti. Şaperon bakışlarını, Ranelaw’ın itici bulduğu bir şekilde Thorpe’nin şakalarından birine kıkırdayan Bayan Demarest’e yoğunlaştırdı. Ona sahip olurken de böyle gülebilecek miydi? Bunun muhtemel olmasından korktu.
“Lordum, umarım dürüst olmama izin verirsiniz,” dedi Bayan Smith sertçe.
Ejderha kadının ne söylemek istediğini tahmin ediyordu Lord Ranelaw. Leydi Wreston onu Bayan Demarest ile tanıştırırken yalnızca dehşetle bakmıştı. Şanı herkesçe bilinirdi ve bu, baştan çıkarmada en güvendiği silahıydı. Genç kızlar onun bu vahşiliğini acınası biçimde romantik buluyorlardı.
Aptal kuklalar.
“Ya vermezsem?” diye yumuşak bir tavırla sordu.
“Yine de kendimi konuşmaya mecbur hissederdim.”
Tamamen sahte bir bıkkınlıkla, “Ben de öyle düşünmüştüm,” dedi Lord Ranelaw. Birçok kişi ondan hoşlanmazdı ve çok azının bunu onun yüzüne söyleyebilecek cesareti vardı.
“Hakaret olarak almayın lordum, fakat bana göre ne bir centilmensiniz ne de evlilik için uygunsunuz. Niyetiniz onurlu olsa bile -ki bundan şüpheliyim- Bayan Demarest Ranelaw Markisi’nden daha iyilerine layık.”
Lord Ranelaw kahkahalara boğuldu. Bu sıkıcı balo salonuna girdiğinden beri verdiği ilk doğal tepkiydi.
Bu kadın çok cüretkârdı. Hem de şüphe götürmez bir şekilde. Tereddütlü ilgisi birden kararlılığa dönüştü. Bayan Demarest’e sahip olacaktı. Sorgusuzca. Üstelik bu iş bitmeden şaperonuna da sahip olacaktı.
O çirkin elbiseyi üzerinden sıyırıp atar, arkadan bağlanmış saçlarını çözerdi, ta ki saçları omuzlarına dökülene dek. Onun el değmemiş memelerini öper, bir erkeğin okşamalarının tadını çıkarmayı öğretirdi.
Kendine, bu kız kurusunun oynadığı oyunda beklenmedik bir ödül olduğunu anımsattı. Ne var ki içgüdüleri bunu kabul etmiyordu. Şu anda içgüdüleri geçkin bir kadın tarafından bir av bıçağı keskinliğinde bileniyordu.
“Kelimelerle oynayamıyorsunuz Bayan Smith.”
“Hayır yapmıyorum,” dedi sakince.
Bu kadın hâlâ neden uzaklaşmıyordu? Ne kadar tehlikeli olduğunu bilmiyor muydu?
Arpa şerbeti taşıyan bir uşak tepsiyle yanından geçti. Lord Ranelaw o aşırı tatlı içeceği hiç sevmezdi. Lanet olsun, o gerçek bir içki istiyordu. Tabii bir de aptalca bir şeyler yapmamak. Tanrı aşkına, beceriksiz bir seks uzmanı gibi davranmıştı ona. Ahmak suratlı bir kız kurusunun onu amacından saptırmasına izin veremezdi.
Yalnız bu kız kurusu o kadar yakın duruyordu ki Lord Ranelaw onun kokusuyla sersemledi. Tam ve temiz olan, masumiyeti işaret eden bir kokuydu.
Elbette öyleydi.
Alçak sesle, “Zorlu bir düşman edindim,” dedi.
Bayan Smith hâlâ ona bakmayarak omuz silkti. “Bakışlarınızı başka bir varise saklayın Lord Ranelaw.”
“Bu kibirli leydimin bir emri mi?”
En sonunda kadın bakışlarını ona dikmişti. Koyu camlı gözlükleri gözlerini belirsizleştirse de marki onun çenesinin inatçı kıvrımını seçebiliyordu. “Buna bir meydan okuma bile denemez.”
Lord Ranelaw alışılmamış bir dürtüyle yeniden gülmek istedi. Bu kadının onu oradaki herkesten daha iyi tanıdığı gibi garip bir kanıya varmıştı. “Neden olmasın?”
Ağzının kenarındaki ifade sadece Ranelaw’ın dikkatini onun dolgun pembeliğine çekmeye yaramıştı. Kız kurusu bir şaperonun bu kadar öpülesi dudaklara sahip olmaya hakkı yoktu.
Onunla tanıştıktan sonra Cassandra Demarest’i yatağa atma isteği can sıkıntısına dönüşmüştü. Bununla beraber, Bayan Smith’in sevimli fakat çıkışan ağzını tutkulu öpücüklerle kapatma ve kalçalarını avuçlama fikri beklentiyle titremesine neden oluyordu. Sorun çıkaran kadınları çok nadiren çekici bulurdu ve Bayan Smith’in cılız bedeninin her yeri sorundan ibaretti.
Yılların tecrübesi, bunun gibi rahatsız edici tepkileri saklamasına yardımcı olurdu. Bir kaş hareketi yaptı ve karşısındaki kadını iç çamaşırlarına kadar rahatsız edecek üşengeç bir ağırlıkta konuştu. “Biliyorsunuz, bir uşağın çok az üstünde bir hanım için oldukça küstahsınız.”
Lanet kadın yine arkasına bakmadı. Kendine güveni neredeyse kendisininki kadardı. Kimdi bu? “Sadece küstah mı? Ne kadar üzücü, oysa özellikle aşağılamaya çalışmıştım lordum.”
Bu kez kahkahalarını bastıramadı. Ne kadar soylu olursa olsun, şimdiye kadar hiçbir kadın ona meydan okumamıştı.
Bayan Smith bu hususta canlandırıcı bir değişiklik yaratmıştı.
Belki de bu yüzden onu bu kadar çekici buluyordu. Sivri dilli ve giyim zevki olmayan, uzlaşılmaz birine karşı ilgi duymasının bir açıklaması olmalıydı.
İpeksi bir sesle, “Bayan Smith,” dedi. “Eğer beni vazgeçirmek gibi bir planınız varsa, korkunç bir şekilde başarısız olmaktasınız. Sizin hakkınızdan gelme beklentisi dayanılmaz.”
Bu sözlere cüretkâr bir tavırla burun kıvırdı. “Herkesin bildiğinden daha iyi bir adam olduğunuzu kanıtlayın ve baştan çıkarmalara boyun eğmeyin Lord Ranelaw.”
Markinin dudaklarına bir gülümseme yerleşti. Bu kadın ona keyif veriyordu. Limon kremalı pasta gibiydi. Vazgeçilmeyecek kadar keskin ve ferah bir tattı. Onu yatağında istiyordu.
“Baştan çıkarmaya karşı koymak imkânsızdır. Ona bu yüzden baştan çıkarma denir.”
“Siz bilirsiniz.”
Takınabildiği en şehvetli ifadeyle vurgulayarak, “Bayan Smith, benim bildiklerimi bilseniz çok şaşırırdınız. İnanın, deneyimli bir adam pek çok şey yapabilir,” dedi.
Gözlüklerin ardındaki susturucu bakışın gücünü hissetti. Bu kadını baştan çıkarmak bir leoparı evcilleştirmek gibi olurdu. Bayan Smith alaycı sözler sarf ediyor olabilirdi ama bir ustanın eğitimiyle uysallaşacaktı.
“Lord Ranelaw,” dedi terslenerek.
O sivri dilin keskinliği markiye çılgınca heyecan veri-