Bookstagram || Kristal Kitap (@kristalkitap)'in paylaştığı bir gönderi ()
Bayıldımmm. Enfes bir kitaptı. Çünkü bana istediğim her şeyi verdi, her şeyi!
Kitapta en çok sevdiğim şey, distopyalarda okumaktan en büyük keyif aldığım dokunun bana verilmesiydi.
Kasveti, karanlığı, yıkıntıyı, vahşeti, kaybolmuşluğu oldukça ürkütücü ama aynı zamanda da zarif bir şekilde aktarıyor okuyucuya.
Yüzeyde mükemmellik varken çatlaklardan derinlere sızdıkça dünyanın sadece cerahat akıttığını görüyoruz. Yüzeyde bu çürümüşlüğün kokusunu bastırmak için sadece fazlaca parfüm sıkılmış olduğunun farkına varıyoruz.
Kusursuz bir dünya, kusursuz bir yaşam yaratmaya çalışmanın bedelini okuyoruz Solgun'da. Tüm hastalıklara, gripten kansere hatta aids'e bile çare bulunuyor. Artık yeni nesil asla hasta olmayacak. Yeni doğanlar gayet sağlıklı, yanlış giden bir şeyler olduğu erkekler 25 yaşında kadınlar ise 20 yaşında ölmeye başlayınca anlaşılıyor.
Ana karakterimiz, Rhine kaçırılıyor. Bir kamyon dolusu kızla birlikte. Aralarından sadece üç kız seçiliyor malikanenin oğluna gelin olabilmesi için. Üçü de aynı adamla evleniyorlar. Aralarında garip bir bağ oluşuyor bu kadınların. Birbirlerini koruyor, kolluyorlar.
Şöyle bir baktığınızda malikanenin ne kadar rahat, konforlu, korunaklı, kızların istediklerinin iki edilmediği, istedikleri her şeye ulaşabildikleri lükse sahip olduğunu görüyorsunuz. Onlara kibar davranan bir eşe, her türlü ihtiyaçlarını karşılayan hizmetçilere ve güler yüzlü ve oğlunu her şeyden çok seven bir kayınpedere sahipler. Ömürlerinin geri kalanı sokaklarda sefil halde geçirmelerindense bu malikanede yaşamaları onlar için çok çok daha iyi.
Fakat sonra detaylara iniyoruz. Duvarlardaki küfü, o lezzetli yemeklerdeki kimyasalları, portakal bahçesinden aslında çiçek kokusu yerine bozuk kokuların geldiğini, güleryüzlü kayınpederin aslında sadece bir maske taktığını, oğlunu kurtarmak adına yapmayacağı iğrenç deneylerin olmadığını, gözünü kırpmadan herkesi harcayabileceğini, malikanedeki herkesi tehdit ve korkuyla orada tuttuğunu görüyoruz.
Rhine'da her ne kadar zaman zaman bu illüzyona aldansa da altında yatanlara tutunup kaçmaktan asla vazgeçmiyor. Tek istediği ömrünün kalan yıllarını evinde, ikiz kardeşinin yanında, özgürce yaşayabilmek.
Distopyalarda genelde ana karakterler çok savaşçı olurlar. İstediklerini elde etmek için ortama uyum sağlamak yerine direkt karşı çıkar ve savaşırlar. Okurken çoğu zaman şöyle derdim: Kızım bi sakin dur Allah aşkına, bırak bu kadar dik başlı olmayı, önce güvenlerini kazan, sonra istediğini elde edersin. Tabi bu sözlerime kimse kulak asmamıştı. Rhine'a kadar. Kızı bu yüzden çok sevdim. Önce ortama uyum sağlıyor, sonra kaçmaya çalışıyor.
Kitabın anlatımı yüzeysel de değil. Karakterlerin geçmişleri yazılmış. Sadece olay örgüsünden ibaret değil hayatları. Yazar, Rhine'nın geçmişini kimi zaman bir kabusla kimi zaman anlattığı bir hikayeyle kimi zaman da anıyla aktarıyor. Zaman sıçraması yapmadan kolayca geçmişinden bir parça okuyor, Rhine'nı daha fazla tanıyoruz.
Kitap çok güzeldi çok çok çok. Epey yazdırdı bile bana hakkında. Daha da yazabilir, sabaha kadar kitabı konuşabilirim sizlerle. Artemis Yayınlarının Ateş'ten sonra en sevdiğim serisi Kimyasal Bahçe oldu. Devamını sabırsızlıkla bekliyorum ve kendimi şanslı sayıyorum. Çünkü devam kitapları peş peşe gelecek. Yani aylarca çıldırmayacağım ne olacak devamında diye.
Rhine'a şans verin isterim. Onu okuyun, tanıyın. Benim kadar sevin.
YA NE ZAMAN ÖLECEĞİNİ BİLSEYDİN?
Modern bilim, dünyayı değiştirdi. Erkekler yalnızca yirmi beş, kadınlar da yirmi yaşına dek yaşıyor. Bu yeni ve kasvetli dünyada insanlığın devamı için genç kızlar kaçırılıp çok eşli evliliklere zorlanıyor.
On altı yaşındaki Rhine Ellery, Toplayıcılar tarafından kaçırıldığında, ayrıcalıklı bir dünyaya adım atacak. Kocası Linden’ın aşkına ve kardeş eşler arasındaki şüpheli dayanışmaya rağmen, Rhine’ın tek bir amacı var: Kaçmak. Evine dönmek ve ikiz kardeşini bulmak.
Ama Rhine’ın tek mücadelesi, kaybettiği özgürlüğü değil. Linden’ın kaçık babası, oğlunu elinden alacak virüsün panzehrini bulmakta kararlı. Öyle ki bu uğurda kadavra toplamayı bile göze alıyor.
Rhine zamana karşı yarışarak kaçma planları yapıyor.
Ya başaracak ya da kısıtlı ömrünü bir tutsak olarak geçirecek.
“Lauren DeStefano inandırıcı bir gelecek portresi çizmiş.
Bu dünyaya bayıldım. Yarattığı aşk ve üslubu da hayranlık uyandırıcı.
Ne zamandır böyle bir roman okumak istiyordum.”
-Carrıe Ryan, New York Times çoksatarı, The Forest of Hands and Teeth’in yazarı
“Ürkütücü ve zarif. Şaşırtıcı, romantik, korkutucu, umut verici ve sürprizlerle dolu. İkinci kitabı sabırsızlıkla bekleyeceksiniz.”
-Lisa McMann, New York Times çoksatarı
“Wake” üçlemesinin ve Cryer’s Cross’un yazarı