ROMAN: Karabibik
YAZARI: Nabızade Nazım
KONUSU:Bir çift öküz edinmeye çalışan, tek çocuklu, dul bir çiftçinin başından geçen olaylar
ROMANIN ÖZETİ: Karabibik, babadan kalma on iki dönümlük tarlasının dört dönümünü satarak askerlik görevi yerine verilen parayı ödeyen, kalan sekiz dönümlük tarlasıyla yaşamını sürdürmek zorunda olan bir köylüdür. Sekiz dönümlük tarlasından başka bir varlığı olmayan ve çok fakir olan Karabibik bu tarlayı ekerek geçimini sağlamaktadır. Tarlasını sürmesi için Koca İmam’ın öküzlerini kiralar. Kızı Huri’yi Koca İmam’ın kayınçosu Sarı İsmail’le evlendirebilse öküzleri kiralamaktan kurtulacaktır, ancak Sarı İsmail başka bir kadın ile evlenince bu umudu da suya düşer. Çaresiz kalan Karabibik en sonunda Rum bir tefeci olan bakkal Yani’den yüksek faizli borç para almak durumda kalır ve bununla bir çift öküz alır. Artık tarlası da vardır, öküzleri de. Bu durumda muhakkak kızını alacak birisi bulunacaktır. Ve sonunda kavgalı olduğu toprak ağası Yosturoğlu’nun yeğeni Hüseyin kızı Huri’yi sever. Bir süre sonra Yostuoğlu’nun yeğeni Hüseyin Huri ile evlenir. Karabibik artık mutludur. Bir süre sonra hastalanır, ancak kızının mürüvvetini gördüğü için huzurludur.
ROMAN KİŞİLERİ VE ÖZELLİKLERİ: Karabibik, Huri, Yosturoğlu, Anderya, Yani, Linardi, Eftalya
KİŞİLERİN ÖZELLİKLERİ: Karabibik: Karabibik, giyim kuşamıyla bir meczup biri; göğüs, bağır ve yüz görünümüyle ise korku uyandıran ve heybetli biri görünümündedir. Kızı Huri ile Beymelik köyünde oturmaktadır. Babadan kalma on iki dönümlük tarlasının dört dönümünü önceden bedel-i nakdiyi vermek üzere satmış, kalan sekiz dönüme sahip olmaya, özellikle de Yosturoğlu’na kaptırmamaya çalışmaktadır. Tarlasının elinden gitmesi halinde aç kalarak ölmekten korkmaktadır. Huri:Karabibik’in ilk ve son evlâdıdır. Annesi öldüğünde cılız ve hastalıklı olan Huri yaşı otuzu geçmiş olduğu halde hiç evlenmemiş gayet esmer, gözleri patlak ve çipil, sağ bacağı topal, dudakları küçük, vücudu etine dolgun, ayakları hem iri hem nasırlı, elleri küçük ve nazik, saçları kara ve dizlerine kadar uzun bir kızdır. Kendisi tembel olmasına rağmen gayet merhametlidir. Huri, babasına karşı oldukça lâkayttır. O geldiği zaman yattığı yerden toparlanmaz bile, babasına bön bön, alık alık bakar. İki kattan ibaret elbisesini toplamadığı gibi, yemek de yapmaz, ki aslında yemek yapmayı da bilmez, hamuru acemice açar, pişirirken yakar. Yosturoğlu:Karabibik’in tarlasında gözünün bulunması ve Huriye ilgi duyan Hüseyin’in onun yeğeni olmasıyla öyküde bir yer ediniyor. Tarla konusunda kendisinden beklenen muhtemel düşmanca tutumu sergilemiyor ve Huri’nin evliliği konusunda aktif bir katkıda bulunmuyorsa da bu Karabibik’in potansiyel düşmanı oluşuna bir engel teşkil etmiyor. Anderya ve Yani: Anderya ve Yani, Hıristiyan köyü olan ve ekserisi ticaretle iştigal eden Temre köyünün birbirleriyle rekabet halindeki iki önemli taciridir. Menfaate dayalı ilişkileri ve çevre köylerini faiz yoluyla haraca kesmeleriyle ünlüdürler. Linardi ve Eftalya: Linardi, Temredeki hekim. Karabibik’in tümüyle geçmemiş olsa da uzun süren hastalığını o tedavi etmiştir. Şakacı ve Karabibik’e karşı naziktir. Linardi’nin karısı Eftalya, terbiyesizce, safderun, gördüğü erkeğe hemen meylediverecek derecede şehvetli bir kadındır. Eftalya, dul bir adamın bastırmaya çalıştığı yoğun cinsel dürtülerin somut karşılığıdır. Öyküdeki yeri de zaten bundan ibarettir: Diğerleri: Çetecioğlu Mustafa, Boduroğlu Ahmet, Hatib, Kara Ömer, Koca İmam, Deli Ali, Karakâhyaoğlu Ali çavuş, Sarı Simayil, Köşkârlı Yusuf Ağa, Kızıl Hüseyin, Uzun Mehmet, Zeyneb, Boduroğlu Ahmet, Deli Yusuf, Sarı Ali kızı Ayşe, Durali ve Papazoğlu öyküde bir ir çeşni olarak yer alan isimler. Sıradan, sığ, belli belirsiz şahıslar.
MEKAN VE ZAMAN ÖZELLİKLERİ: Bir çift öküz edinmeye çalışan, tek çocuklu, dul bir çiftçinin hikayesi… Olay, Antalya’nın Kaş İlçesine bağlı Beymelik Köyü’nde geçer. “Beymelik köyünde hiçbir damdan çıt bile işitilmiyordu. Herkes derin bir uykuya varmıştı. Sade civardaki çoban köpekleri tek tük havlamaktaydı…” Matarlı, Temre (Demre), İthal, Köşker, Kadıkum, Kum, Körse, Karabucak (Manavgat), Akdam (Alanya), Çayağzı, Benlikuyu, Dalyan isimleri geçici bir süre için uğranılan ya da şöyle bir zikredilip geçilen civar köyler, beldeler. Çevre, mekan, nesne tanım ve tasvirleri: Nabizâde Nâzım, dilsel oyunlara, diğer bir ifadeyle edebiyat yapmaya kalkışmadan, Karabibik’in evi başta olmak üzere, öykünün sade diline yakışır çevre, mekan ve nesne belirlemeleri yapmıştır: —Solda Temre köyünün sakfları satranç haneleri gibi birbirine merbut harımlardan teşekkül eden tarlaların gerisinde lâtîf bir tablonun hudutunu teşkil eylemekteydi. Ön tarafta Kum köyünün yığınları arkasından doğru açık mavi renkli bir sath-ı mâî görünmekte ve bu sathın ortasında gayet enli bir parlak yol enzâr-ı temâşâyı almaktaydı. Sağda râkid, beyaz sathı harımlar ve ağaçlar arasından parça parça görünmekte, arkada Mira silsilesinin yüksek tepeleri üzerine kara kara bulutlar yığılmaktaydı. —Odanın zemini adi kuru toprak olup şurasına burasına Karabibik’in kim bilir kaçıncı karın akrabasından beri tevarüs edegelen fersûde, renksiz bir iki kilim parçası atılmış, bir köşeye bir iki kırık, murdar toprak çukal, bir iki tahta kaşık, bir iki kırık tabak, diğer bir köşeye içi yayla unu ile dolu bir teneke, darı unuyle dolu bir yayık, bir yufka sacı, bir sacayak, yağ, bulgur gibi bazı erzak kapları falan yığılmıştı. —Bir ağaç kütüğünden bir kulplu ve emzikli olmak üzere âlî toprak testiler şeklinde yapılıp dip tarafından içi oyularak muahharan bu dibi bir ağaç tıkaçla iyice kapanmış olan şu testiyi omuzlayıp…. —Kalın, vahşi bir köpek sesi kâh uzaklaşıp kâh yaklaşmaktaydı. Dışarıda epiyce kuvvetli bir mehtap bütün ovayı nura boğup denizde sakin bir şecer-i nûrânî peyda eylemekteydi. Beymelek köyünün birbirine onar dakika kadar mesafede bulunan üç kısmının hiçbirisinde dahi güya hayattan eser hissolunmamaktaydı. Fakat Andırâki limanına doğru uzaklarda, sarp tepelerin yamaçlarında tek tük Yörük ateşleri parıldamaktaydı; havâ-yi mesîmînin sair taraflarında el parçası kadar bile buluttan eser olmadığı halde Mira dağlarının yüksek sivri tepelerinde kara kara kar bulutları yığılmakta ve alçaklarda derin bir sükûnet hüküm sürdüğü halde o yükseklerde fırtına, kar, tipi hüküm sürmekteydi. Temre köyünün haneleri semanın açıkça siyah renkli parçası üzerine mürtesem düşerek güzel bir mehtap levhası teşkil eylemekteydi. Ara sıra bazı cihetlerden beş on çakal bir ağızdan bağırmakta ve bu hileli gürültüye civardaki köpekler tarafından uzun uzun mukabele olunmaktaydı. —Tam bu sırada denizde bir mil kadar açıkta Pirgos kulesi hizasından doğru bir müteharrik nokta-i muzîya peyda oldu. Aheste revişle sahile muvazi yürümekte olan bu nokta İzmir’le Mersin arasındaki iskelelere işlemekte bulunan bir vapurun feneriydi. Gecenin ve denizin sükûtüyle mehtabın revnakı içinde saatta beş buçuk altı mil katetmek üzere yürüyen bu vapur “Hilda” namındaki küçük kabak gibi havuzda bile sallanır, kamaraları pis ve dar bir İngiliz vapuru idi ki saat ikide Fenike iskelesine varacaktı. —Bu sokak uzayıp gitmekte ve iki tarafında kerpiçten, hep bir tarzda inşa edilmiş birer katlı evler hâlâ uyuşukluğu içinde arz-ı endâm etmekteydi. Haneler hep kerpiçten veya toprak harcıyla moloz taşından olup cümlesinin de dahilî ve haricî tertibatı hemen birbirinin aynıdır. Altları mağaza, üstleri ikişer oda. Bazen bu odaların ön tarafı bir dehlizden ibarettir. Pencereler hep çerçevesiz ve camsız olacak. Çünkü bu mevkiin havası yazın nihayetsiz derecede sıcak ve kışın gayet mutedildir. Sakfları adi oluklu kiremitlerle örtülüdür. Fakat yeniden yeniye bazı zenginler Marsilya kiremiti kullanmaya başlamışlardır. Her evin de ayrıca bir küçük bahçesi olmak kaidedendi. Bu bahçelere herkes soğan sarımsak gibi bazı sebze ekerler. Sair sebzevat hep kilise bahçesinde yetiştirilir. Bu kilise Karabibik’in girdiği caddenin nihayetinde bulunmaktadır. —Köylüler bu kilisenin taa Hazret-i İsa zamanından kalma olmasını iddia ederler. Fakat kulağı delik olan Sarısimyanoğlu bunun daha eski bir bina olduğunu iddia etmekteydi. Bu civarı gezmiş olan bir İngiliz lordunun pederine verdiği malumattan naklen Sarısimyanoğlu bu kilisenin kadim Likya hükümeti zamanından kalma bir Apollon mabedi olduğunu rivayet eylemekteydi. Güya şimdiki Temre köyü ol zaman Mira namiyle meşhur ve cesim bir şehir olup bu mabet de işbu şehrin tam ortasındaydı. Fakat sonradan kim bilir bundan kaç sene evvel “Kaş” tarafına doğru Temre çayı azim bir sel getirerek Mira şehrini kum ile örtmüş de bu suretle Apollon mabedini de gözden nihan eylemiş. —Akdam’ı geçtiler… Papazoğlu’nun tarlasına bir kayık yanaşmış, beklemekteydi. Soğuk kükürt suyunun keskin kokusu güneşin harareti altında etrafa yayılmaktaydı… Suyun kenardaki sazlara temas ettiği mahaller donuk gümüş renginde bir ince yosun peyda eylemiş bulunmaktaydı. Suyun yüzünde küme küme “Meke”ler yüzmekteydi… Üç dört tane de yabani Macar ördeği oradan oraya konmakta ve şöyle biraz ileride de bir “Yeşilbaş” sazlığın içinde çırpınmaktaydı…
ROMANIN ÖZELLİKLERİ: * Nâbızâde Nâzım tarafından 1890 yılında yayınlanmıştır. * Edebiyatımızın ilk köy gerçeğini anlatan romanıdır. * Antalya’nın bir köyünde yaşayan Karabibik adlı köylünün yaşam mücadelesi konu edilir. * Olay Antalya ili Demre ilçesinin Beymelek köyünde geçer. * Edebiyatımızda realizmin başarılı bir örneğidir. Eserde yer yer realist ve natüralist etkilenmeler görülür. Natüralizmin deneye dayalı roman anlayışı doğrultusunda gerçekçi bir yaklaşımla yazılmıştır. Bu anlayış Tanzimatçılara Batı’dan gelmiş bir anlayıştır. * Bu romanla kırsal kesim gerçeğine ilk kez değinilmiştir. * Eser romandan çok uzun hikaye özelliklerine sahiptir. * Nabizade Nazım’ın, Karabibik’i yazmadan önce Antalya’nın köylerine gidip çevre, kişiler ve kişilerin konuşmaları hakkında bilgi sahibi olmak için araştırmalar yapmıştır. Anadolu’yu ve Anadolu’da yaşayan kişileri yakından bilen yazar, doğallığı bozmamak için köylülerin konuşmasını bu romanda da olduğu gibi vermiştir. “Andalya’dan çağırmışla, muavna olacâmış.” cümlesi bunun örneklerinden biridir. Yazar bunu yapmakla yerli ve mahallî öğelerden yararlanmıştır. * Toprak sorunu, geçim derdi, insanın doğayla pençeleşmesi, yöresel gözlemle Anadolu gerçeklerimizi yansıtan başarılı bir eserdir. * Nabızade Nazım bu eserinde toplumcu tutumuyla günümüz hikayeciliğine yaklaşır. * Eserde herkesçe okunabilir, anlaşılabilir, edebiyat yapma kaygısından uzak bir tahkiye dilinin önemli bir örneği verilmiştir.