‘…İnsanlar gerçekten de akıl karıştırcı bir ırk ve dünyanın kaderi gün geçtikçe onların her yere ulaşan ellerine geçiyor. Bu nazik bir denge oluşturabilir ama kesinlikle renksiz olmayacaktır. İnsanlar, karakter çeşitliliğine tüm diğer varlıklardan daha fazla sahipler; onlarınki, kendi ırklarına karşı -endişe verici sıklıkta- savaş açabilen tek ‘iyi’ ırk…’
Anayurt ve Sürgün ile devam eden yolculuk Göç ile sonlanıyor. Drizzt Do’Urden’in özgürlük yolculuğu Buzyeli Vadisi’nde sürecek.
***
Başlangıç
Kara elf, dağın çıplak yamacına oturdu ve endişe içinde kırmızı çizginin doğu ufkunda yükselmesini izlemeye koyuldu. Bu belki de onun yüzüncü şafağı olacaktı ve bu yarıcı ışığın onun lavanta rengi gözlerine nasıl acı vereceğini biliyordu…Karanlıkaltı’nda yaşadığı kırk yıl boyunca sadece karanlığı tanımış gözlerine.
Ama drow gene de, parlayan güneşin tepesi ufukta yükselmeye başladığında, yüzünü başka yöne çevirmedi. Işığı kendi arafı gibi benimsedi, eğer kendi seçtiği yolu izlemek, bir yeryüzü varlığı olmak istiyorsa çekilmesi gereken bir acı.
Drowun kara tenli yüzünün önünde gri bir duman belirdi. Aşağı bakmasına gerek yoktu, ne olduğunu biliyordu. Piwafwisi, onu defalarca Karanlıkaltı’nda, düşmanlarının bakışlarından koruyan sihirli drow yapımı pelerini en sonunda, gün ışığına yenik düşmüştü. Pelerinin üzerindeki büyü daha haftalar öncesinden zayıflamaya başamışı ve kumaşn kendisi de eriyordu. Dikişleri eridikçe, pelerinde büyük delikler meydana geliyor, drow ise elinde kalanı mümkün olduğnca korumak için kollarını sıkıca kendine sarıyordu.
Bunun bir farklılık yaratmayacağnı biliyordu; pelerin yaratıldığı yerden bu kadar farklı olan bu dünyada yok olmaya mahkumdu. Fakat gene de drow, ona sanki kendi kaderinin bir göstergesi imiş gibi sıkıca sarılıyordu.
Güneş iyice yükselmeye başladığnda drowun ufalan lavanta rengi gözlerinden yaşlar dökülmeye başladı. Artık dumanı göremiyordu, o korkutucu ateş topunun kör edici parıltısından başa hiçbir şey göremiyordu. Ama gene de oturdu ve izlemeye devam etti, şafak boyunca.
Hayatta kalmak için, uyum sağamalıydı.
Düşüncelerini gözlerinden ve içine düştüğü rahatsızlıktan uzaklaşırmak için, ayak parmaklarını acı içinde bir kayanın sivri ucuna doğu ittirdi. Sıkı işlenmiş çizmelerinin ne kadar inceldiğni düşndü, biliyordu ki yakında onlarda yok olacaklardı.
Peki, ya palaları, kendini karşlayan türlü zorluklarda ona yardımcı olan palalarıda mı yok olacaklardı? Peki Guenhwyvar’ı, onun büyülü panter yoldaşını nasıl bir kader bekliyordu? Farkında olmadan bir elini cebine atarak, panterini çağrmak için kullandığı, her detayı özenle yapılmış muhteşem figüre dokundu. O an için içindeki endişeden sıyrılmıştı ama, eğer o da kara elfler tarafından, kendi yurdunun kendine özgü büyüleri ile yaratıldıysa, Guenhwyvar da yakında yok mu olacaktı?
“Ne kadar acınası bir yaratık olacağm,” diye yakındı, kendi ana dilinde. Bir kez daha, ne ilk ne de son kez, Karanlıkaltı’ nı terketme nedenini, kötülük dolu dünyasını ve yaşayanlarını terketmesinin ardındaki nedenlerini sorguladı.
Başı ağrımaya; teri gözlerine damlayarak acısını arttırmaya başlamıştı. Güneş yükselmeye devam ediyor ve artık drow dayanamıyordu. Ayağa kalkarak, evi olarak benimsediği mağarasına yöneldi ve bir kez daha farkında olmadan panter figürüne dokundu.
Üzerinde parçalar halinde duran piwafwisi onu, dağın acı verici soğuğundan korumaya pek yeterli olmuyordu. Karanlıkaltı’nda mağma havuzlarından meydana gelen hafif hava akımları dışında rüzgar olmazdı, soğuk olan tek şey ise bir hortlağın dokunuşu idi. Birkaç aydır tanımaya başladığı bu yeryüzü dünyasında, gördüğü kadarıyla pek çok değişiklik, farklılık vardı.
Drizzt Do’Urden, teslim olmayacaktı. Karanlıkaltı, onun ırkının, ailesinin dünyasıydı, ve O, o karanlık dünyada huzur bulamayacaktı. Kendi ilkeleri doğrultusunda, Lloth’a, insanlarının, hayatın kendisinden bile önemli gördüğü kötü Tanrı Örümcek Kraliçe’ye karşı gelmişi. Kara elfler, Drizzt’in ailesi, onun bu küfürünü affetmeyeceklerdi ve Karanlıkaltı’nda, onların erişemeyeceği bir yer yoktu.
Güneş, piwafwisine ya da çizmelerine yaptığ gibi, onu da yakıp, dağ rüzgarında havaya dağılacak gri bir duman bile olsa, ilkelerinden ve kendine duyduğu saygıdan, hayatını değerli kılan bu kavramlardan vazgeçmeyecekti.
Drizzt, pelerininden geride kalanları toplayıp, derin bir uçurumdan aşağı fırlattı. Soğk dağ rüzgarı, terlemiş alnına batmaya başlamışı, ama drow, sırtı dik ve gururlu bir şkilde yürümeye başladı, yüzünde kendinden emin bir ifade vardı, lavanta gözleri ise tamamen açıktı.
Bu kaderi onun tercihiydi.
* * * * *
Dağın başka bir yamacında, yakınlarda bir yerde, başka bir yaratık güneşn yükselişini izliyordu. Ulgulu da kendi doğduğu yeri, Gehenna’nın dumanlı yarıklarını geride bırakmıştı ama bu yaratığın kendi isteği değildi. Bu Ulgulu’nun yeterli güce kavuşup tekrar evine döneceği ana kadarki kaderi, çekmesi gereken ceza idi.
Ulgulu’nun payına düşen cinayetti; etrafındaki ölümlülerin hayat gücüyle beslenmek. Olgunluğna erişmesine az bir zaman kalmışı; artık büyük, güçlü ve de korkutucuydu.
Her ölüm, onu güçlendiriyordu.
Bölüm 1
Gündoğumu
Gözlerimi yakıyor ve vücudumun her bölgesine acı veriyordu. Piwafwimi ve çizmelerimi parçalamış, zırhımdaki büyüyü yok etmiş; ve de hep güvendiğim palalarımı zayıflatmışı. Gene de her gün, hiç şaşmaksızın, gündoğmunu beklemek için, aynı yükseltiye, benim yargılanma yerime oturuyordum.
Bana her gün, zıtlıklarla dolu bir şkilde görünüyordu. Acı yadsınamazdı ama görüntünün güzelliği de öyle. Güneşn ortaya çıkışndan önceki renkler, Karanlıkaltı’ndaki hiçbir ısısal rengin yapamayacağ bir şkilde ruhumu sarmalıyordu. Önce bu etkilenmemin, görüntünün alışılmamışlığından meydana geldiğni düşnüyordum, oysa bu gün bile, aradan onca sene geçmesine karşın, kalbim, şafağı müjdeleyen parıltılarla birlikte delice atmaya başıyor.
Şimdi biliyorum ki, gün ışığında geçirdiğm kefaret saatlerim aslında, yeryüzüne uyum sağlama çabamdan çok öteydi. Güneş Karanlıkaltı’yla, yeni evim arasındaki farklılığı sembolize ediyordu. Geride bıraktığım, gizli işer ve entrikalar çeviren topluluk, gün ışığında varolamazdı.
Bana fiziksel olarak yaşattığı acıya karşlık bu güneş benim o karanlık dünyayı reddetmem için bir araç olmuşu. Ortaya çıkan ışınlar, drow yapımı büyülü silahlarımı zayıflatırken, prensiplerimi güçlendiriyordu.
Gün ışığında, piwafwim; beni gözleyenleri alteden, hırsızların ve kiralık katillerin kıyafeti, koruyucu pelerinim, iş yaramaz bir kumaşyığnı olmuştu.
Drizzt Do’Urden
*
1
Acı Dersler
Drizzt, kalkan oluşturan çalıların yanından ve de artık evi olarak kullandığı mağaraya giriş sağlayan düz ve çıplak kayayı sürünerek geçti. Yakın bir zamanda bu yoldan başka bir şeyin geçtiğni biliyordu. Görülen bir iz yoktu fakat koku kuvvetliydi.
Guenhwyvar, yamaçtaki mağaranın üstündeki kayaların etrafında bir daire çizdi. Panterin varlığı drowa güven veriyordu. Drizzt, Guenhwyvar’a içgüdüsel olarak güveniyordu, kendisine tuzak kuran düşanları ortaya çıkarabileceğinden emindi. Drizzt karanlık girişte kayboldu ve panterin arkasından gelip onu gözetlemeye başladığını farkettiğinde gülümsedi.
Drizzt, hemen girişteki bir taşın ardında, gözlerini karanlığa alışırmak için durakladı. Hızla batıya doğru ilerleyen güneş hâlâ parlaktı ama mağara, Drizzt’in görüşünü kızıl ötesi tayfa geçirecek kadar karanlıktı. Gözleri alıştığında, Drizzt, davetsiz misafirini tespit etti. Tek bölmeli mağaranın içinde, ilerdeki bir kayanın arkasına gizlenmiş bir canlının ısı izleri. Drizzt belirgin bir şkilde rahatladı. Guenhwyvar artık sadece birkaç adım ötedeydi ve taşın boyutuna bakıldığnda, bu büyük bir yaratık olamazdı.
Fakat gene de, Drizzt, boyutuna bakılmaksızın, her canlının saygı görüp tehlikeli olarak nitelendirildiği Karanlıkaltı’nda yetişmişti. Guenhwyvar’a, çıkışn yanındaki mevkiini korumasını işaret ederek, davetsiz misafiri daha iyi kontrol edebileceği bir yere doğru sürünerek ilerledi.
Drizzt, bundan önce hiç böyle bir hayvan görmemişi. Görüntüsü neredeyse bir kediyi andırıyordu, ama kafası daha ufak ve sivriceydi. Birkaç kilodan fazla olamazdı. Bununla birlikte, çalı gibi görünen kuyruğ ve de kalın kürkü, onun bir avcıdan çok bir otobur olduğna işret ediyordu. Muhtemelen, drowun varlığından habersiz, yiyecekleri karıştırıyordu.
Palalarını kınlarına yerleşirirken, “Sakin ol Guenhwyvar,” dedi Drizzt sessizce. Başa bir yol arkadaşı bulmuş olabileceği düşüncesi ile yaratığı korkutmamak için arada mesafe bırakmaya özen göstererek, daha iyi görebilmek için davetsiz misafire doğu bir adım attı. Eğer hayvanın güvenini kazanabilirse…
Drizzt’in bu hareketiyle, hayvan hızla döndü, kısa ön ayaklarını duvara yaslamışı.
“Sakin ol,” dedi Drizzt kısık bir sesle, davetsiz misafirine. “Sana zarar vermeyeceğm.” Drizzt bir adım daha attığnda yaratık hırladı ve etrafında döndü, ufak arka ayaklarını yere vuruyordu.
Drizzt, yaratığın kendini mağaranın arka duvarından dışrı itmeye çalışığnı sanarak, neredeyse yüksekçe bir sesle güldü. O sırada Guenhwyvar öne sıçradı ve panterin bu anlık rahatsızlığı drowun yüzündeki rahatlamış ifadeyi silip attı.
Hayvanın kuyruğu havaya kalkmıştı; Drizzt, içerideki soluk ışkta yaratığn sırtındaki belirgin çizgileri gördü. Guenhwyvar inleyerek kaçmaya çalışı ama artık çok geçti…
Bir saat kadar sonra Drizzt ve Guenhwyvar, yeni bir barınak arayışyla dağın aşağılarındaki patikalarda ilerliyorlardı. Her ne kadar pek fazla olmasa da kurtarabildiklerini yanlarına almışardı. Guenhwyvar, Drizzt’in uzağında ilerliyordu. Yakınlık sadece kokuyu daha dayanılmaz bir hale getirmeye yarıyordu.
Drizzt, istifini bozmamaya çalışyor ama kokusu, aldığı dersin umduğundan daha acı olmasına yol açıyordu. Tabi ki yaratığn adını bilmiyordu ama görüntüsünü zihnine iyice yerleşirmişi. Bir daha bir kokarca ile karşlaştığnda ne yapması gerektiğni biliyordu.
“Peki ya bu garip dünyadaki diğr karşılaşacaklarım,” diye fısıldadı Drizzt, kendi kendine. Bu drowun bu tür endişlerini ilk kez dile getirişi değildi. Yeryüzü hakkında çok az şey biliyordu, burada yaşayan yaratıklar hakkında bilgisi daha da azdı. Aylarını, arada bir civardaki daha kalabalık yerlere yaptığı ziyaretler dışında hep mağarada ve onun çevresinde geçirmişi. Bu ziyaretleri sırasında, oralarda, genellikle uzaktan pek çok hayvan görmüş hatta bazı insanları inceleme şansı da olmuşu.
Buna rağen reddedileceği ve kaçacak hiçbir yeri kalmadığı gerçeğini düşünerek, komşularını selamlamak için saklandığı yerden çıkma cesaretini kendinde bulamıyordu.
Hızla akan suyun sesi, etrafa kokular saçan drow ve panteri hızlı hareket etmeye yönlendirdi. Hemen saklanacak bir gölge arayan Drizzt, Guenhwyvar balık avlamak için suya atlarken, giysilerini ve zırhını çıkarmaya başadı. Panterin su içinde çıkardığ sesler, drowun sert hatlı yüzünde bir gülümseme yarattı. Bu akşam ziyafet vardı.
Tedbirli bir şkilde Drizzt, kemerinin tokasını çözdü ve silahlarını zincirden örülmüş zırhının yanına yerleşirdi. Aslında silahı ve zırhı olmadan kendini çaresiz hissediyordu -Karanlıkaltı’nda onları asla erişmi zor olan bir yere koymazdı- ama aylardır, gerçek anlamda onlara ihtiyaç duymamışı. Palalarına baktı ve onları en son kullandığı zamana ait acı tatlı hatıralarla doldu.
Dövüştüğü kiş Zaknafein’di, babası, eğtimcisi ve en yakın dostu. Bu karşlaşmadan bir tek Drizzt kurtulmuşu. Artık o efsanevi silah ustası yoktu, ama dövüşün sonundaki zafer Drizzt’e olduğu kadar Zak’a da aitti, çünkü aslında, o asit dolu mağaradaki köprülerde peşinden gelen Zaknafein’in kendisi değldi. Gerçekte Drizzt’in kötülük dolu annesi, Saygıdeğer Malice tarafından yönetilen hayaletiydi. Lloth’u ve de karmaşk drow toplumunu reddettiğ için oğlundan intikam almak istiyordu. Drizzt, Menzoberranzan’da otuz yıldan fazla zaman geçirmiş fakat bu drow şhrinde kural haline gelen kötü niyeti ve zalimliği kabullenememişi. Silah kullanmadaki becerisine karşın, Do’Urden Evi için bir utanç kaynağıydı. Karanlıkaltı’nın vahşi ortamında bir sürgün hayatı yaşamak için şehirden ayrılan Drizzt, aynı zamanda yüksek rahibe olan annesini Lloth’un himayesinden uzaklaşırmışı.
Bu yüzden, Saygıdeğr Malice Do’Urden, Lloth için kurban ettiğ silah ustası Zaknafein’in ruhunu çağrarak, O’nu oğlunun peşinden yollamışı. Oysa planında bir hata vardı, Zak’ın vücudunda Drizzt’e saldırmayı kabullenmeyecek kadar ruh kalmışı. Zak, Malice ile olan mücadelesinden galip çıkar çıkmaz, zafer çığlığı atarak kendini asit gölüne savurmuşu.
“Babam,” diye fısıldadı Drizzt, bu basit kelimeden güç alarak. Zaknafein’in yapamadığnı o başarmışı; Zak’ın yüzyıllardır, Saygıdeğer Malice’in güç oyunları içinde bir piyon olarak tutsak olduğu drowların kötülük dolu hayatlarını o geride bırakmışı. Zaknafein’in başrısızlığı ve ölümünde, Zak’ın asit dolu mağradaki zaferinde, genç Drizzt metaneti bulmuşu. Drizzt, Menzoberranzan’daki Akademi hocalarının ördükleri yalanları reddederek, yeni bir hayata başlamak için yeryüzüne çıkmışı.
Buz gibi akıntıya girdiğnde Drizzt titredi. Karanlıkaltı’nda yalnızca sabit bir ısı ve değişmez bir karanlık vardı. Oysa burada, bu dünya O’nu her an şaşırtıyordu. Daha şimdiden gece ve gündüz sürelerinin sabit olmadığnı keşfetmişti; güneş her geçen gün daha erken batıyor ve ısı -ki zaten her saat farklılıklar gösteriyordu- son birkaç haftada da iyice düşmüştü. Bu aydınlık ve karanlık süreleri dahi kendi içlerinde belirsizliklere gebeydi. Bazen geceler, gümüş renginde parlayan bir küre tarafından ziyaret ediliyor, günler ise bazen griliğn yerine parlayan mavi bir kubbe ile örtülüyordu.
Tüm bunlara karşın, Drizzt çoğunlukla, bu bilinmez dünyaya geldiği için kendini rahat hissediyordu. Kendisinden metrelerce ötede uzanan silahlarına ve zırhına bakarken, Drizzt, tüm garipliklerine rağmen, yeryüzünün, Karanlıkaltı’ndaki herhangi bir yerden çok daha fazla huzur vaadettiğini kabullenmek zorunda kalıyordu.
Tüm sükunetine rağmen Drizzt vahş bir ortamdaydı. Yeryüzünde geçirdiğ dört aya rağmen, büyülü kedimsi dostunu çağrabildiği anlar dışnda yalnızdı. Artık yırtılmaya yüz tutmuş pantalonu haricinde tamamen çıplak, kendi kokusu yüzünden tüm koku alma yetisini kaybetmiş ve iştme organı gürültü ile akan suyun sesi tarafından köreltilmiş olan drow, tüm tehlikelere açıktı.
“Felaket görünüyor olmalıyım,” dedi Drizzt düşünceyle, ince parmaklarını kalın ve beyaz saçlarının arasından geçirirek. Geriye dönüp, eşalarının olduğ yere bakındığında, tüm düşünceleri birdenbire silindi. Beş iri siluet eşalarını karışırıyor ve şüphesiz ki elfin hırpani görüntüsü ile ilgilenmiyorlardı.
Drizzt, bu iki metre boyundaki köpek yüzlü yaratıkların gri derilerini ve burunlarını incelemeye başadı, ama özellikle kendine doğultulmuş olan mızrakları ve kılıçları inceliyordu. Bu yaratıklar hakkında biraz bilgisi vardı, daha önceden bunlara benzer yaratıkların Menzoberranzan’da köle olarak çalıştıklarını görmüşü. Ama şu anda, gnoller, Drizzt’in hatırladığından daha farklı ve daha uğursuz görünüyorlardı.
Kısa bir an, palalarına doğru koşmayı düşndü ama bu fikri, o daha yaklaşmadan mızraklardan biri tarafından delik deşik edileceğini bildiği için kafasından attı. Bu gnoll grubunun kızıl renkli saçlara sahip, iki buçuk metre boyunda olan en irisi, Drizzt’e, onun aletlerine ve sonra tekrar kendisine uzunca bir süre baktı.
“Ne düşnüyorsun?” diye mırıldandı Drizzt, sessizce. Aslında gnoller hakkında pek az şey biliyordu. Menzoberranzan Akademisinde kendisine, gnollerin goblinoid ırkına ait, kötü, tutarsız ve de tehlikeli bir tür olduğu öğetilmişti. Yeryüzü elfleri ve insanlar hakkında -hatta şimdi farkına varıyordu ki- neredeyse drow olmayan her ırk hakkında eğtilmişi. İçinde bulunduğu duruma aldırmadan neredeyse yüksekçe bir sesle güldü. İronik bir şekilde, tutarsız bir şekilde kötü olma sıfatını asıl drowlar hakediyordu.
Gnoller ne hareket etti ne de emir verdi. Drizzt, bir kara elf karşsındaki endişlerini anlıyor ve eğer bir şansa sahip olmak istiyorsa bu doğal korkuyu kullanması gerektiğini biliyordu.
Kendisine miras kalan büyülü, doğuştan gelen yeteneklerini kullanarak, Drizzt kara ellerini salladı ve beş gnolün etrafında zararsızca parlayan mor ışklar meydana getirdi.
Yarattıklardan biri, Drizzt’in de ümit ettiğ gibi kendini yere attı ama diğrleri kendilerinden daha tecrübeli olan liderlerinin ileriye dönük eline bakarak bir işret beklediler. Sinirli bir şekilde etraflarına bakınıyor, bu karşılaşmaya devam etmenin mantığnı sorguluyorlardı. Oysa gnoll şefi, artık ölü olan bir korucuyla yaptığı savaşta, zararsız peri ışığını görmüş ne olduğunu biliyordu.
Drizzt olacakları hissederek bir sonraki hareketini belirlemeye çalıştı.
Gnoll şefi, etrafındakilere bakarak, danseden ateş tarafından ne kadar yoğunlukla sarıldıklarını inceliyordu. Büyünün mükemmelliği, onun basit bir drow olmadığnı gösteriyordu, ya da en azından Drizzt, şefin böyle düşnmekte olduğunu ümit ediyordu.
Liderleri mızrağnı yere saplayıp diğrlerine de aynı şeyi yapması için işret ettiğinde Drizzt biraz olsun rahatladı. Daha sonra gnoll, drowa anlaşılmaz sesler gibi gelen kelimeler yuvarlamaya başladı. Drizzt’in belirgin şaşkınlığını gören gnoll, goblinlerin genizden konuşulan dilleriyle birşeyler anlatmaya başladı.
Drizzt, goblin dilini anlayabiliyordu ama gnollün şivesi öyle farklıydı ki, sadece birkaç kelimeyi anlayabiliyordu, “dost” ve “lider” bu kelimeler arasındaydı.
Drizzt, yığına doğru dikkatlice bir adım attı. Gnoller, eşyalarına giden yolu açtılar. Drizzt dikkatlice bir adım daha attığnda, ufak bir mesafede çalıların arasına gizlenmiş kedi şeklindeki silueti görünce rahatladı. Bir emriyle, Guenhwyvar, gnoll grubunun üstüne çullanabilirdi.
“Sen ve ben birlikte yürüyelim mi?” diye sordu Drizzt, gnoll liderine; yaratığın şivesini kullanarak, goblin dilinde.
Gnoll, ani bir bağrtıyla cevap verdi, Drizzt’in anladığnı sandığı kadarıyla, sorunun son kelimesi “müttefik?” idi.
Drizzt, yaratığn tam olarak ne ifade ettiğni anladığını umarak yavaşça başıyla onayladı.
“Müttefik!” diye bağırdı gnoll, sesi çatlayarak ve beraberindekiler gülümseyip, rahatlamış bir şekilde birbirlerinin sırtlarına vurdular. Bu sırada Drizzt eşyalarına erişip, palalarını kemerine yerleşirdi. Gnollerin dikkat etmediklerini görerek, Guenhwyvar’a bakıp, patikanın ilerisindeki sık çalıları işret etti. Drizzt, yeni yol arkadaşlarının niyetini tam olarak öğenmeden, tüm sırlarını açığa çıkarmamanın uygun olacağını düşünüyordu.
Drizzt, gnollerle birlikte, dağın aşğısındaki sürekli yön değiştiren geçitlerde ilerledi. Gnoller, ya Drizzt’e duydukları saygıdan ya da ırkı hakkındaki düşüncelerinden dolayı yanında, uzak bir mesafeden ilerliyor, Drizzt daha büyük bir ihtimalle bunun nedeninin, yaptığı banyonun üzerinden atmaya yetmediği koku olduğunu düşünüyordu.