“İçinde seksen yazardan seksen öykünün yer aldığı iki ciltlik Genç Olmak, öykü türünün ele avuca sığmaz kıvraklığından, devingenliğinden zevk alan tüm okurlar için hazırlandı. Ama öncelikle çocukluk ve ilkgençlik çağlarını sürmekte olan okurlar için. Bu öncelik öykülerin seçiminde de önemli ölçüde belirleyici oldu.”
İÇİNDEKİLER
OSMAN ŞAHİN / Nüfus Sayımı
OYA BAYDAR / Ölü Bir Sincaba Ağıt
RASİM ÖZDENÖREN / Sabahın Seher Vaktinde Aman
TOMRİS UYAR / Düş Salmak
GÜVEN TURAN / Buluşma
DENİZ KAVUKÇUOĞLU / Levon Amca
İNCİ ARAL / Karanlığa Kumru Nakısıdır
NECATİ TOSUNER / Ayten’in Keremli Öyküsü
PINAR KÜR / Taksim Maçka
NAZLI ERAV / Sonsuzun Çocuğu
NEMİKA TUĞCU / Kondüktör
ERENDİZ ATASÜ / Esma
FEVZA HEPÇİLİNGİRLER / Piçali Yazanağı
SADIK ASLANKARA / Sesler Gölgeler
HULKİ AKTUNÇ / Arka Kapı Şarkıları
NECATİ GÜNGÖR / Babam Sana Emanet
SELİM İLERİ / Annemin Sardunyaları
FERİDE ÇİÇEKOĞLU / Silin Hiç Babanız Öldü mü?
CEMİL KAVUKÇU / Ablam . 188
MEHMET GÜNSÜR / Muazzez Öldükten Sonra?
MURATHAN MUNGAN / Zamanımızın Bir Külkedisi
MEHMET ZAMAN SAÇLIOĞLU / Topaç
SEZER ATEŞ AYVAZ / Bizim Denizimiz Değil
AYŞE SARISAYIN / Atlan da Vururlar
HASAN ALİ TOPTAŞ / Zaman Kimi Zaman
ÖZCAN KARABULUT / Self Terapi Zamanları
JALE SANCAK / Sevda ile Alişan
GÜRSEL KORAT / Gözlük
HAKAN ŞENOCAK / Mavi
NALAN BARBAROSOĞLU / Akşam Sefası
AYFER TUNÇ / Saklı
ÖZEN YULA / Erken İnen Akşamlar
MÜGE İPLİKÇİ / O Yaz Hepimiz Bitlendik
ASLI ERDOĞAN / Hüzünlü Kahveler
MURAT GÜLSOY / Hüthüt Kuşu
YEKTA KOPAN / Kızılmaske ile Diana’nın Öpüşmesini Gören
yaşlı Çocuk
BEHÇET ÇELİK / Soğuk Bir Ateş
YÜCEL BALKU / Çekirge Sancısı
MURAT YALÇIN / Tabut
AHMET BÜKE / Züleyha Geç Kalma Ha!
Nüfus Sayımı
Güneşin alevler saçan sarı renkleri dönüyordu gökyüzü yollarında Ve her dönüşünde kızgın küller sıçratıyordu yeryüzüne sanki. Her yanı çakmak taşı gibi dokunan, keskin, kavurucu sıcağın altında bir ölü sarılığında titriyordu. Her yan sessizdi, suskundu. Suskunluk, tutuşan gökyüzüyle bozkır kadar sonsuzdu orada.
Beyaz fötr şapkasının altında durmadan terliyordu atlı Gözleri acıtacak kadar yakıcı, keskin sıcağın altında durmadan iki yanına bakıyordu. Bakıyordu ya, uçuşan çekirgelerle tozdan başka bir şey görünmüyordu. Gidilen yönü bilen köylü önden yürüyordu. Ufak tefek, kara kuruydu. Kendi halinde sessiz sakin biriydi. Saatlerdir yolda olmalarına karşın ikisi de konuşmuyordu. Birbirlerinden habersiz iki yolcudan farksızdılar.
Ufak tefek köylü, bir süre sonra, “Köye geldik beğim,” diyerek durdu birden.
Memur, atının üstünde doğrularak bakındı çevresine. Ancak köye benzeyen tek bir yapı, ev göremedi çevresinde. Ot, saman, gübre yığını, oynaşan çocuklar, eşinen tavuklar, kazlarda göremedi. Uçsuz bucaksız düzlüğün üstünde köstebek yığınlarını anımsatan ufacık, kümbetimsi kabartılar vardı yalnızca. Şaşırdı.
“Geldik mi? Hani köy nerede?”
Elini saygılıca toprak kümbetlere doğru salladı köylü.
“Aha işte burası!”
Atlı Memur, bir daha bakındı, insana, yaşama dair en ufak belirtinin olmadığı kümbetlere. Kimse yoktu. Köylüler aşırı sıcaktan kaçmak için evlerine mi çekilmişlerdi acaba? O zaman evleri neredeydi? Tek bir dikili taş bile yoktu eve, yapıya dair. Yarınki “nüfus sayımında, ev, hane yerine, toprağın yüzüne birer yoksulluk siğili gibi çıkmış o kabartıları mı savacaktı yoksa?
Sayım evrakının bulunduğu torbasını eline alarak atından indi Memur. Hamlıktan ağrıyan, uyuşmuş bacaklarını bir süre gerip açtı O ara köylü, atı vede alarak kümbetlerden birine doğru yürüdü. Elini ağzına doğru götürerek, yerin dibine bağırdı.
“Muhtaaar! Sayım Memuru geldi!”
Az sonra yerin dibinden bir insan başı çıktı toprağın cüzüne Sonra da kasketi, boynu, ceketi, omuzları…