Roman özetleri

Esir Evliler Kitap Özeti

“…Mektubuma cevap beklemiyorum, sizi bekliyorum. Altı aylık evli arkadaşım Nefise intihar etmesin, diye onu beklemekten canım çıkıyor. Size yazmadığım başka şeyler de var. Buralar yanıyor, buralar çürüyor, ne olur hemen gelin. Dağlar bile halimize ağlıyor, siz ilgisiz kalmayın.” Asude

…Mektubuma cevap beklemiyorum, sizi bekliyorum. Altı, aylık evli arkadaşım Nefise intihar etmesin, diye om, beklemekten canım çıkıyor. Size yazmadığım başka şeyler de var. Buralar yanıyor, buralar çürüyor, ne olur hemen gelin. Dağlar hile halimize ağlıyor siz ilgisiz kalmayın.” Asude

I
İkilem Arasında kardelen Arayışı
Gözlerimi açlığımda bakimi akşam olmuş, kar hâlâ yağıyor.
Kar yağışını hayran hayran seyrederken uyuyup kalmışım. Öyle güzel yağıyor ki. insanın seyrederken mest olmaması mümkün değil. Kendimi oyalamanı gerekliği dakikalar da ne güzel oldu aklımın kar danelerine konması. Her biri âdeta içimi ısıtıyor.
Ruh halim rüyama da yansımış.
Çocukluk arkadaşlarımızla köyümüzdeymişiz. O zaman köydü Sinanoğlu. Sakarya kıyısına kadar yürüyerek geldik. Rüyamda çocukmuşuz… Kar boyumuzu aşmış, küreklerle güle oynaya kendimize yol açıp, Sakarya köprüsüne çıkmışız. Köprüden aşağıya bakıp, şenşakrak oynayarak hayattan anlık da olsa çıkıyor, birbirimize kartopu attıktan sonra aşağıya allıyoruz… Sakarya’nın, rengini belli eden girdap girdap akan suyu, bize kardan sandal oluyor, bazen de bembeyaz ipekten uçarı halı, onun üstünde gidiyoruz.
Yine kar yağıyor kelebekler gibi uça uça..
Sonra arkadaşlarını birden kayboluyor. Havada kararmak üzere, ağlamaya başlıyor ve gördüklerimin rüya olduğunu, rüyamda anlıyorum ve de çok üzülüyorum. Birden, büyüdüğümü . hatta yaşlandığımı hatırlıyorum. “Ne olur uyanmayayım, rüyam bilmesin de biraz daha çocuk kalayım, dünya üzerindeki çığlıkları biraz daha duymayayım. Çocukluğun salıncağında uçayım gökyüzüne doğru. Düşünmeyeyim yılların geçerken bana sormadığını…
Rüyamın tadı kaçmaya başlıyor. Uzandım, dalgalatın üzerine ve düşündüm, ben daha dün bu Sakarya köprüsünün üstünde oynuyordum, oyun ne zaman bitti? Ben ne zaman büyüdüm ve ne çabuk yaşlandım. Üstelik bunlar olurken ben hiç duymadım bile.
İstediğim bir şey vardı; rüyam azıcık daha uzasın, azıcık daha çocuk kalayım azıcık…
Olmadı masum isteğim ve bu dünyaya döndüm. Rüyam bitiverdi ve işte burası gerçek.
Bir gün, bir rüya gibi o da geçecek.
Ve sonu gelmeyen hakikat aleminde yolculuk başlayacak.
“Tutuversem hayatın kanatlarından…” diyorum, üstadı tekrar edercesine. Gerçek bana haykırıyor. Tutamazsın ki… Biliyorum tutamam, çünkü, beni uçuran kanatlan hem göremiyorum, hem de benim irademde değil kanatlarımı açıp kapatmak. Bir hoş oldum bu gece. Tarif edemeyeceğini bir ruh hali yaşıyorum. Duyguluyum… Heyecanlıyım… Çünkü bu gece çok önemli bir romana başlıyorum.
Bir söz vardı ya, hani; “Başkasını beklemeyin siz başlayın. ” diyordu. O halde hemen başlıyorum, Corti İsimli romanıma. Üstelik bu gece. Kalemime hiç müdahale etmeden, onu ruhumun kollarına bıraksam ne olur? İçimden geldiği gibi yazsın, aksınn gitsin, sağda solda kanalları olan ırmaklar gibi. Sadece nurla çizilen sınırları önemsesin… Başka hiçbir şeye aldırmasın. Oyalanmasın, dost olduğuna dair bir delil sunmayan seslere.
İçimdeki bir ses itiraz ediyor.
“Olmaz!” diyor.
Neden olmasın? Ben “içim” dediğim beynime, kalbime ve ruhuma yıllardır bu romanın alt yapısını yerleştirdim. Son kelimesine kadar her şeyi zihnimde dizayn etlim. Üstelik çok yaşanmış hâlâ yaşanmakla olan bir hayat bu. Cani isimli romanımdaki hayat İlginç bir konu.
Romanın konusu hangi ülkede geçmiş ya da başlamış veya bitmişse oraya giderdim. Ama Coni’nin ülkesine gidemedim. Keşke gidip ondan sonra başlasam, dedim, ama gitmeye imkan bulamadım.
Neyse.
Bu gece benim için çok farklı bir gece. İçimde romana başlama isteği öyle coştu öyle coştu ki… Kimileri bu isteğe İlham, diyor. Gerçekten ilhanı bu, yerimde duramıyorum. Ayrıca hüzünlüyüm de… Hüzünlü olduğum zaman bence daha iyi yazıyorum.
Bu gecenin bir başka özelliği daha var. Pencereye serpişen kar tanelerini çok farklı görüyorum. Ne güzel bir tablo bu. İçimi bir hoş ediyor. Öteki mevsimler de etkiler beni, ama kışın kar yağdığı dönem ile. Nisanda yağmur yağdığı dönemler sanki benîm için vardır.
Yayın evinden bir poşet mektup geldi. Romana başlamadan önce onlar) okuyayım dedim w okudum. Keşke bu gece okumasaydım.  Okudum  konularına göre ayırdım.
aklım da. bu poşet, sanki dünyanın derdini içine almış gibi duruyor. İlk sıra, ceza evinden gelen mektupların, hem sayısı fazla hem de, nice ana kuzuları zalim kurbanı olarak hapiste oluşlarını belgeliyor. İnsan, her mahkum mektubuna farklı bakıyor, dışımla insanlığı çürütenler kol gezerken… Ağlatırken nice masum yürekleri… Kanlarına girerken çocuk kokulu genç kızların… İnsanın dayanma gücü uyuşuyor. İkinci sıra, kocasını ya da hanımını şikayet edip çözüm arayanların… Üçüncü sıradakiler dinî konularda ikileme düşürülenler… Daha sonrakiler ise: Nasıl düğün yapalım diyenlerden, âşık olduğu gence telefon açmamı isteyenlere kadar birçok konuda mektup var. Helede çocukların mektubu. Sadece televizyonda gördüklerini modellemeye bırakılan çocuklarımız, onlardan gelen mektuplar, beni daha farklı sevindiriyor. Neyse ki. Onlar için epey kitaplar yazdık.
Poşetten çıkan bir mektup, sayfalan âdeta kor olup yaktı beni. Keşke romana başlasaydını da bu mektupları bu gece okumasaydım. Coni’den kopardı dikkatimi, bu mektuba yöneldim. Şimdi, çoklu duygu yoğunluğunu, ayrı gecenin karesinde yaşıyorum.
Amaaan! Şimdi bunları düşünmenin sırası mı?.
Roman yazarken İslemem kederlerin sıraya girmesini, ne ki hayatın gidişini kendimiz yönlendiremiyoruz. Bazen diyorum ki, ne olur sanki, olaylar beni bıraksa da, romanda geçen yerlerdeki renkleri gösterip tabiatın kokusunu okuyucuma hissettirsem, yağan kar tanelerini, psikolojik atmosferde, kitabı okuyanın penceresinden içeri serpiştirmem, biraz da ruhumu göndersem sayfalar arasından…
Şu an gözümün önünde o kadar güzel ve dinlendirici bir manzara var ki. seyrederken dayanamıyorum.
Pencerenin önündeki kanepeye olurdum, tasvirini aslına uygun olarak yapamayacağım güzelliği seyrederken kat hasretimi de gideriyorum. Zira, üç yıldır, her kar yağışında, ben karsı/, bir ülkede oluyor ve kar donelerini özlüyordum. Şimdi hasret giderircesine, lapa lapa yağan kar daneleri, ahaste aheste yere konuyorlar. İnişleri, adeta hava tabakasını okşamasına süsülüyorlarmış gömmüşü veriyor.

Bu güzel manzarayı
seyrederken, birden
içimde bir başka dün
ya oluştu. Bembeyaz
bir dünya. İçimdeki
karartıları da beyazlattı bir an.

Bu pencereden her mevsimdi.’ gördüklerim, birbirinden çok farklı güzellikler… Ne ki, insan güzeli de. gönül dünyasının keyfi yerindeyse görüyor. Ruhumun gülümsediğim dönemlerde, her baktığını yerde mutlaka güzel şeyler görürüm… Mevsim mevsim değişen güzellikler de… Martıların göçünden… Saçaklardan akarken donan damlalara, baharda görünmeye başlayan kelebeklere kadar…
Mektuplardan bahsetmiştim. Özellikle Âsûde’nin mektubu adeta, aklımın bile ağladığını hissettirdi bana.
“Akıl ağlar mı?”
Yaratılan her şey ağlar göremesek de… O, nntimadde bir ağlayış da olabilir tabiî.
Gelen mektuplar içinden Âsûde’nin mektubu beni derinden etkiledi. Onun gibi, alev topundan mektup yazanlar varken, ya da mektuplardaki hayatları yaşayanlar varken, zihnimde daha çok koyu renkler oluşuyor. Ama bu gece sakin sakin yağan karın bana verdiği anlatılmaz duyguyu hiçbir şeyi yok etmesin istiyorum. Elimde olsa buna izin vermem. Ama hana izin soran yok, işte bu nokta çok Önemli. Bir giriş yapsam Cani isimli romanıma, eminim devamı çağlayanlar gibi akıp gelecek. Ne ki Âsûde’nin mektubu programım] altüst etti.
Mektuplardan sıyrılıp pencereye dayandım.
Karın yağışını kendime kalkan yaptım. İçimi açtı. Kendimi Gök kuşağına benzetiyorum. Görünüşte yedi renktir gökkuşağı, ama yedi kuşak arasında adı konmamış o kadar çok renkler var ki… O güzel renklerden sıyrılıp Âsûde’nin mektubuna düşüveriyorum.
Âsûde’nin kim olduğunu ve ne yazdığını eminim okurum merak edecek. Bence hiç zararı yok, merak edebildiği kadar merak edebilir. Zaten romanı okutan üç Önemli konunun birisi merak değil midir?
Üzüntümü dağıtmak için balkona çıktım. Balkona epey kar birikmiş. Kartopu yaptım elimden elime atarak oynuyorum. Bir de baktım caddeden arkadaşını Gülhan geçiyor. Başına gelmeyecek şekilde ayarlayıp kanopunu ona altım. Sırf, “Bu yaştaki kadın nasıl olur da kartopu oynar’.’” desin de. neyin günah olduğunu, neyin günah olmadığını araştırsın, diye yaptım. Çünkü o öyle vaazlar dinlemiş ki. nerdeyse çiçek koklamak bile ona göre haram. Zavallı, yanlış tanımış Allah’ı, kendisine hellaleri bile haram kılıyor. Nitekim şaşırdı da… Bana baktı… “O da neymiş gı? Bu yaşta çıldırdın mı?” diye söylendiğini duyar gibi oldum.
Kar yağışı dindi. Buz havası başladı, Ay ışığı da var. Her şey karma, ama aynı Ölçüde de çok güzel bu gece. Güzellikler, ruh hâline göre güzeldir. Merak ediyorum, acaba şu ant hayal defterine canıyla kaydeden kaç insan vardır?! Ya da tam şu anda ağlayan, ölen veya çok umutlu olan!
Yooo! Kötü ve acı verici şeyler düşünmemeliyim, Şimdiden beni çok heyecanlandıran romana karışık zihinle girmek istemiyorum.
Yazar isterse baştan sona kadar, okuyucuyu güldüren bir roman yazabilir. Ama bir şey fark eltim, çok gülmek insanı hem yoruyor, hem mutsuz yapıyor, tıpkı hiç gülmemek gibi. Hep gülen bir hayatın tadı da kalmaz. Allah Allah, bu konuya nereden geldim? Niye geldim? Niye geldimse geldim, silmeyeceğim.
Âsûde’nin mektubuna gidiyor aklım. Âsûde’nin mektubundaki hayatları ayrı ayrı roman yapsalar, yüreği olan hiçbir yazar ağlamadan roman yapamaz.
Herhalde filitrelerim “süzeyim” derken hepten duruyor.
Nerdeydim?
Balkonda. Balkonda biraz daha durup, biraz daha üşüyüp, biraz daha düşünüp içeri girdim.
Ah Asude ahh! Benim gibi. hem görsel, hem işitsel hem de dokunsal olan birine böyle bir mektup yazılır mı? Haa, mektup deyince aklıma geldi, gelen mektupların içinde beni çok sevdiğini söyleyenler olduğu gibi, hiç sevmeyenler, hakaret edenler de var. “Yazar olmak istiyorum, ne tavsiye edersiniz?” diyenlerin sayısı her geçen gün artıyor. Ne güzel! Bu istekli yolcuların kimi yolda bırakılsa da, kimi söndürülüp külletilse de, kimi güneş kimi yıldız olur.
Âsûde’nin mektubu beni çok etkiledi derken, abarttığımı düşünmüş olabilirsiniz, keşke abartı olsa. ‘Abartılar da beşerî hâllerdir.” der geçerdim.
Âsûde’nin paragraflarından bazıları:
“… Ben size Akdeniz Bölgesinin, köyünden yazıyorum. Şehir ve köyümün ismi sizde saklı kalsın.
Nefise’yi ‘intihar etmesin.’ diye beklemekten yoruldum. İnanın bana aynen söylediğim gibi, buralar yanıyor, buralar çürüyor. Ne olur hemen gelin. Gerçi size böyle yalvarıyorum bu, geleceğinize dair hiç umudum yok, ama ben birazcık hayalperest bir kızımdır da, umut dünyasının bir bireyi olarak umudumu kullanıyorum.”
Babam bir başka âlem. Nasıl anlatayım, alışmış herkesi emrinin altına almaya, ağabeyimi tam kendisine benzetti, resmen siparişle karısını döven, iradesiz biri yaptı. Zavallı yengem, o askere gide l i dayağın çoğundan kurtuldu.
Arkadaşım Nefise altı ay önce komşumuzun oğluyla evlendi. Defalarca intihara teşebbüs etti. “İmkanı yok yasayamıyorum ve yaşamıyacağım.” diyor.
Onu kurtarmak için çırpmıyorum. Büyüklere söylüyorum ama kimseye anlatamıyorum ki. Bunlar nasıl büyükler böyle ya! İnan bana Hocam “Nefıse’yi kurtarayım.” derken ben elden gideceğim.
Bazen “Tamam intihar etmiyeceğim” diyor ama yalan söylüyor, bunu hem sözlerinden hem de gözlerinden anlıyorum. Derdini bana söylemiyor. “Sen kızsın, böyle şeyleri sana anlatamam, anlatsam da sen anlayamazsın.” diyor. Lîse’yi birincilikle bitirmiş bir genç kızım “Sen anlamazsın.” diyor. Beni öyle sinir ediyor ki… Hangi çağdayız. Televizyon neyi öğretmiyor ki?” Özellikle, lisedeki bazı gençlerin, ağızlarından cinsel konular hiç düşmüyor. Nefise’yi anlamak için sanıyorum onlardan öğrendiklerim yeter.
Şifreli kasa gibi duruyor Nefis’e. Ben şifreyi bilmiyorum ki kasayı açsam.”

Related Articles

Afganistan Atasözleri

admin

DOKUZUNCU HARİCİYE KOĞUŞU

Bahar Tanrıçası Kitap Özeti