Size bir de denildi ki hayat karanlıktır diye ve sizler bezginliğinizde tekrar edegeldiniz, bir bezgin tarafından ne söylenmişse. Ve ben derim ki hayat, sahiden karanlıktır, insiyak olduğu zaman başka. Ve her insiyak kördür, bilgi olduğu zaman başka. Ve her bilgi beyhudedir, çalışma olduğu zaman başka. Ve her çalışma nafiledir, aşk olduğu zaman başka. Ve her ne zaman aşkla çalışırsanız kendinizi kendinize raptedersiniz ve ötekine ve Allah’a.
Sisten Bir Adam
‘Kelime’nin gücünü ve büyüsünü bütünüyle kavramış biri hakkında konuşmak oldukça zorlu. Ve zorluğunca zorunlu da.
Zorlu; zira bir damla olmaktan Öte engin bir umman. Bir kil değil ki şekil verebilelim, bir sis yalnızca avucumuzdan dağılan. Üzerine uyacak elbise aradığımız bir bedenden ziyade bedenleri dik tutan bir ruh. Fırçamızın ucundaki bir boya değil, altından geçmeye çabaladığımız bir eleğimsağma. Hulasa: Nev i şahsına münhasır biri değil; ağyarını cami bir ‘birlik’.
Zorunlu; zira kulaklarımızda hâlâ yankılanan bir seda, gözlerimizdeki fer. Dağda münzevi bir taş olmayı reddedip bir duvarı örmeyi yeğleyen bir kerpiç. Bir halka, yer aldığı zincirdeki hikmetten haberdar. Hâsılı: Kendine benzer biri değil; efradım mâni bir ‘çokluk’.
Cibran: Hangisi?
Cibran, tanımlanabilir ya da anlatdabilir olmaktan daha çok işaret edilebilir biri. Şair, edib, ressam… Bu ifadeler onu anlatmak yerine daraltır, hatta karartır. Zira bunlar onda görebildiğimiz veçheler sadece. Ama asıl Cibran, yani görmek zorunda olduğumuz Cibran bunların ötesinde ve üstünde. ‘Görenler beni gövdemi görürler/ ben başka yerdeyim/ Gömenler beni gövdemi gömerler/ ben başka yerdeyim.’der Asaf Halet. Peki nedir asıl Cibran? Bunu kendisi söylesin: ‘Ben ne bir sanatçı, ne de bir şairim. Ben bir sisim; her şeyi örten, ancak hiçbir zaman bir araya getirmeyen bir sis…. İçimin derinliklerinde, kelimelerle, çizgilerle veya satırlarla alâkası olmayan dinamik bir zeka var. Yapmak üzere doğduğum işin ne fırçayla ne de kalemle bir ilgisi var.’ Evet, hâlâ onun ne olmadığım anlatmakta olduğumun farkındayım. İşte çetrefil taraf da bu. Bir kalıba dökülmesi mümkün müdür sisin? Sadece ipuçları sunabilirim size, o kadar.
Ezeli ırmakta yıkanmak
İşte size bir ipucu: Ezeliyet ve ebediyet. Yani başsızlık ve sonsuzluk. Sonsuz bir ummanda sonsuz bir katre olduğunu bilir Cibran. Bütün satır aralarında duyarsınız bunu. Münferit ve yapayalnızdır; hikmeti kendinden menkûl biri olmadığının bilincindedir. Evet, tektir o herkes gibi; ama bu tekliği değildir onu seçkin kılan. Bu tekliğini için de erittiği ‘bütün lüle potasıdır ona rengini veren. Farklı coğrafya ve kültür ve inançlarda tezahürlerine rastladığımız bir Ezeli Hikmet’tir bahse konu ettiğimiz. Ezeli Hikmet… Yani Arapçasıyla hikmet i hâildef Farsçasıyla câviddn hired, Latincesiyle philosophia perennis. Hatta gelin, cibrancasıyla söyleyelim: çağların külü ve ebedi ateş.
Bu ipucuna bir ilmek atalım: Varlıkta birlikte Yani vahdet i vücûd, yani panenteizm (dikkat edin panteizm değil!). Cibranca, kimileyin umman, kinüleyin ruh. Ve esir kimileyin.
Bunun içindir ki birdir onun gözünde kilise ile havra, Yahya ile Buda, incil ile Kur’an. Zira hepsi de aynı kaynaktan çağlayan ırmağın kollan. Meramı, susuzluğunu dindirmek isteyen için ha bu olmuş, ha öteki. Su aynı su. Onun kadehini kah Kur’andan bir ayet doldurur, kâh Buda nın bir meseli. Kendisi söyler: ‘Göğsümün bir tarafında İsa, diğer tarafında Muhammed oturur.’
Kopuş burada başlar. Cibran’ın bastığı zemini göremeyenler ona bir yafta yapıştın verirler: reenkarnasyon (tenasüh=ruh göçü) Oysa ki hakikat bunun aksi. Ormanı göremeyenlerin tek bir ağaçla yetinmeleri misali. Tecellide tekrar yokluğun idrakindeki insanların ancak kuşatabileceği bir enginlik ve derinliktir bu. Bu anlaşılamadığından ötürü yanlış yorumlara kurban gitmiştir Sokrat, Buda, Hallaç ve de Cibran. Yine de müphem bir nokta var: Kimi ifadelerinden çıkarsanan bu reenkarnasyon lekesini ona sürenler onun hakkında acaba niçin çoktanrıcı olduğunu da söylemiyorlar? Öyle ya, Cibran’ın kendisi değil mi bizzat ‘tanrılar’ ifadesini kullanan? Tabii ki inana konusunda kavi olduğu bilinen Cibran’a karşı kim buna cesaret edebilir? Ama kadim hakikati bilmeyenler ne bilir Cibran’ın kim olduğunu. Eti kemiği görür onlar, onu bürüyeni değil
Dil hoyrat, kelime muhkem
işinin sanat ve şür olmadığını söyleyen Cibran için kullandığı dil de bir vasıta elbet. Onun bütün derdi manadır, lafiz değil. Onun içindir kî dili daha doğrusu grameri hoyratça kullanır. Bile isteyedir bu yaptığı. Ama mazruf kadar zarfin da öneminin farkındadır. Hassasiyetinin bir nişanesi olarak, derûnundaki manayı dillendirecek en uygun kelimeyi bulabilmek için yıllarca erteleyecektir kitabını basmayı.
Gramere önem vermez değildir aslında; onu bozup yeniden kurar kendince. Bir dil işçisidir. Bir kelime avcısı. Peki bunca didinme niye? Bunun cevabı da ezelî hikmettc yatan Ezelî hikmet zincirinin bütün halkalarında parıldayan ‘dile erişmektir bütün arzusu. Bu yoldaki rehberleri Neşideler neşidesi Upanişadlar İncil ve Kurandır ve nicesi Onda cümle incileri saçılmış bir gerdanlık gibi durun Ne kadar saçılmalar da birer incidir her kelime, oluşmasını yıllarca beklediği. Ama yeni bir kutsal kitap yazmak değildir elbette niyeti; onlardan mülhem bir haşiye, onlara dair bir şerh düşebilmektir zamana ve tarihe Bunu yaparken tasannûdan kaçınır hep. Zira ‘Hakikat, ancak yalın ifade edildiğinde anlaşılandır/ Cibran’a göre.
Bir bakarsınız ‘Sizin Lübnan’ınız size, benim Lübnan’ım bana.’ der, Kur’an’ı hatırlatmak kaygısıyla; bir de ‘insanoğlu Isa’ der, İncilin niye varolduğunu vurgularcasına. Eserleri birer mozaiktir, birer gökkuşağı. Budadan bir mesel, Tevrat’tan bir ilahi, İncil’den bir vaaz, Kur’an’dan bir kıssa. Çünkü hepsi aynı yöne işaret eden hakikat.
Ermiş: Hayal değil, gerçek de
Bedeni öldüğünde on dördü basılmış, ikisi de basılmak üzere on alo kitap biralar geride Cibran. İlahî tecelli bu ya; sekizi Arapça, sekizi İngilizce. Elbet her yazar gibi onun için de her eser mühim. Ama biri var ki yeri apayrı: The Prophet. Yani Ermiş. Tam karşılığıyla ‘nebi’. Cibran in şaheseri. Bütününün merkezi. Her kitabında anlattığı, bu kitaptır. Bunda anlattığı ise her ‘şey’. Evet, her şey: Aşk ile ölüm, elbiseler ile dostluk, çalışmak ile çocuklar, evler ile ıstırap, ibadet ile suç ve ceza aynı çatı altında buluşurlar: din.
Bu yüzden kitabın bütününde kullandığı üç özel ismi özenle seçer: Orfales, Mitra ve de ermişin kendisi. Adı Mustafa.
Orfales, tarihte mekansız, ama ruhuyla ve insanlarıyla her coğrafya ve iklimde mevcut bir şehir. Kadîm ya da modern. Düşünceleri bir mekânla sınırlanır endişesiyledîr muhayyel bir şehri tercih edişi. Bu şehre isim koyarken muhtemelen kadim geleneğin önemli simalarından Orayı tercih etmiştir Cibran. Doğudan edindiği bilgeliği Batı’da öğreten Orfe’yi seçmesi oldukça manidardır.
Ya Mitra? Bu isim dört büyük İnanca atıfta bulunur: Roma paganizmi, Hinduizm, Zerdüşüzm, Maniheizm.
er bir tabirle ana beşerî dinlerdeki cesaret ve azim timsali. Boğa kültü ile güneş kültü arasındaki ortak payda. Bu yönüyle tarihte yegâne. Mitra bir kadın olarak tezahür eder kitapta, tarihteki arketiplerinin aksine. Zira Cibran için ne erkek olmaktır önemli olan ne de kadın. ‘Er’ olabilmektir aslolan.
Ve Mustafa: islam’ın peygamberine ait unvanların güzidesi. Anlamı, seçilmiş. Yani bir el tarafından gösterilerek ‘Ayağa kalk ve uyar!’ denilmiş. Son peygamberin şahsında, Yahudilik, Hıristiyanlık ve islam’ın tüm nebilerini temsil eden bir isim. Mitra ile beşeri dinleri sembolize eden Cibran, ilahî dinleri Mustafa’da somutlaştırmış. Başka bir husus daha var zikre değer: Mitra, mabedin kutsal odasından çıkar ve Mustafa’dan kendisine bahşedilen hakikati anlatmasını ister. Yani beşeri olan ilahi olandan öğrenmek ister. Ve Mustafa konuşur, bütün kitap boyunca. Ama konuşan Mustafa değildir. Zira kendi diliyle konuşan kendi değildir. Kendisine fısıldananı dillendirir yalnızca. İbrahim’dir, İdris’dir, Muşadır, İsa’dır, Muhammed’dir. Adları farklı da olsa ruhları tek olan hakikat muştucuları.
Ve hepsi tek kubbe altında karışırlar sonsuzluğa. Buda’da nirvana, Sokrat’ta baldıran, Musa’da çalıdaki ateş, İsa’da vaftiz, Muhammed’de miraç olarak. Ve Ermiş’te gemi.
….