Roman özetleri

Ejderin Aşkı Kitap Özeti

İnsana dönüşebilen ejderhaların tutkulu aşk oyunlarıyla alev alacaksınız.

*

Kalbi bir ejderhaya, şehvetiyse kibirli bir şövalyeye aitti.

Bir gün bunların bir araya gelebileceğini kim hayal edebilirdi ki?

Despot ağabeyini öldürmenin peşindeki Kanlı Annwyl, kaderin onu sürüklediği olayların ortasında aşkı ve tutkuyu keşfediyor.

Yurtdışında satış rekorları kıran Ejderha Serisi’nin ilk kitabı

***

Bölüm 1

Savaşın seslerini epeydir duyuyordu. Ama her zamanki gibi bunu görmezden geldi. İnsanların savaşları ona hiçbir şey ifade etmiyordu. Asla etmemişti. Ama seslerin tam mağarasının önünden gelmesi? Bu onu hareket etmeye itmişti işte.

Kuyruğunu, etrafına doladığı vücudundan saldı ve yavaşça inin girişine doğru yürüdü. Neyle karşılaşacağını bilmiyordu, bunun umurunda olduğundan bile emin değildi ama her şey ona şu sıralar sıkıcı geliyordu ve bu ilginç olabilirdi. Veya en azından akşam yemeğini sağlayabilirdi.

Kılıç, Annwyl’in yan tarafına saplanıp zırhı ve eti parçaladı, organları yırttı. Kanı akmaktaydı. Öleceğini biliyordu. Asker, onun acı içindeki çığlığına gülümsedi. Bu sadece kadının efsanevi öfkesini açığa çıkarmasına yol açtı.

Annwyl kılıcını kan donduran bir öfke çığlığıyla kaldırıp salladı. Adamı biçerken ve başını gövdesinden ayırırken kılıç havada çınladı. Adamın kanı Annwyl’in yüzüne ve koluna fışkırıyoıdu. Diğer askerler durdu. Onun küçük savaşçı grubunu, bu ıssız vadiye çektikten sonra kolayca yok etmişlerdi. Ama Annwyl şimdiye dek onlara öldürücü vuruşu yapmaları için izin vermemişti.

Kanı aktıkça zamanının azaldığını anladı Annwyl. Görüşü bulanıklaştı, gitgide zayıf hissetti kendini. Nefes almak için çabaladı. Ama nefes almaya devam ettiği sürece savaşırdı. Annwyl kılıcını kaldırdı, kanlı elleriyle kabzasını kavradı ve sonraki saldırıyı bekledi.

Adamlardan biri öne çıktı. Yüzündeki ifadeden, kellesini almak isteyen adamın o olduğunu söyleyebilirdi. Kelleyi kadının erkek kardeşine sunar, o da bunu hükümdarlığını sorgulamaya cüret edenlere bir uyan olması için sergilerdi.

Adamın emin bir yavaşlıkla ilerlemesini izledi. Şüphesiz, adam da onun ölmek üzere olduğunun, daha fazla savaşamayacağının farkındaydı.

Gücü onu terk ederken bacakları titredi ve vücudu birkaç dakika olsun uzanıp uyumak için sızlandı. Sadece küçük bir şekerleme…

Annwyl’in gözleri birdenbire açıldı ve askerin çok yakınında olduğunu gördü. Kılıcını savurdu ama adam kolayca hamleyi savuşturduktan sonra gülümsedi. Annwyl o küstah gülümsemeyi adamın suratından silmek için gereken son bir güç için ruhunu bile verirdi.

Asker, onu öldürmeden önce hepsinin seyrettiğinden emin olmak için arkadaşlarına baktı. Fakat bu hareketi onu savunmasız bırakmıştı. Annwyl’e babası asla bir fırsatı kaçırmaması gerektiğini öğütlerdi hep. Kılıcıyla askeri deşti; adam başını korkuyla çevirip ona bakarken çeliği adamın midesine sapladı. Derken, kılıcını midesinde döndürdü ve adam çığlık atmak için ağzını açıp, bir iniltiden fazlasını çıkaramazken memnuniyetle seyretti.

Kılıcını çekip çıkarınca asker yere devrildi. Bunun son katli olduğunu biliyordu, ama hiç olmazsa kılıcı havadayken ölürdü. Arkada kalan adamlara baktı ama onlar şaşırtıcı bir şekilde onunla ilgilenmediler. Ondan öteye, önünde durduğu mağaraya bakıyorlardı.

Annwyl bunun ne tür bir numara olduğunu anlamaya çalıştı. Ama toprak altında sarsılırken, adamlar apaçık bir korkuyla geri çekilirken ve muazzam bir gölge vücudunun üstüne düşüp güneşi tamamen kapatırken bile, sönen gözlerini onların üstünden ayırmadı.

Ancak adamlar çığlık atıp kaçmaya başlayınca tepesinde yükselen siyah pulları gördü Annwyl. Pullar hareket ettiğinde ve uzun bir nefes devasa ciğerlere çekildiğinde, kaçan askerlere baktı nihayet.

Ateş şeridi vadiyi geçip ağaçları, çiçekleri ve son olarak da adamlan yok etti. Kadın destek almak için kılıcını kullandı ve ateşin yuttuğu düşman askerlerini seyretti. Kendilerini çevreleyen alevleri söndürmek için çabalarken vücutlarının titremesini izledi.

Sıradakinin kendisi olduğunu bilse bile, küçük bir tatmin duygusu dalgalandı içinde. Çığlıklar sönerken, Annwyl, kafasını yukarı kaldırdı ve ejderhanın kendisine baktığını gördü. Ejderha onu açık bir merakla süzüyor, yok etmek için bir harekette bulunmuyordu. En azından şimdilik.

“Zaten ölüyor olmasaydım,” dedi, kalan gücü onu terk edip tek dizinin üstüne düşerken ve eli hâlâ kanlı kılıcı tutarken, “senden korkardım. Efendi Ejderha.” Acı acı gülümsedi. “Seni bu zevkten mahrum bıraktığım için üzgünüm.” öksürdü. Kanı, çenesinden doğru cilalı zırhına aktı. Annwyl’in bedeni yere düştü. Ve hemen sonrasında kendini hareket ederken buldu. Ruhunun atalarının diyarına veya bir canavarın ağzına girip girmediğini bilmiyordu ama her durumda, bu hayatı son bulmuştu.

Bölüm 2

Annwyl iniltiler duydu. Aralıksız, yüksek iniltiler. Bu sinir bozucu sesi çıkaranın kendisi olduğunu anlaması birkaç uzun saniye sürdü.

Gözlerini açmaya zorladı ve odaklanmaya çalıştı. Düzgün bir yatakta yattığını, çıplak bedeninin hayvan postlarıyla örtülü olduğunu biliyordu. Yere açılmış bir çukurdaki ateşin çıtırtısını duyabiliyor ve sıcaklığını hissedebiliyordu. Bunun dışında, nerede olduğu veya ne şekilde oraya vardığı hakkında en ufak fikri yoktu. En son hatırladığı şey, öldüğüydü. Ama ölmüş biri için biraz fazla acıyordu canı.

Gözleri odaklanınca taş duvarlı bir odada olduğunu anladı. Bir kez daha gözlerini kırpıp içinde artan paniği durdurmaya çalıştı. Bunlar sıradan taş duvarlar değildi. Mağara duvarlarıydı.

“Tanrılar adına,” diye fısıldadı, elini uzatıp soğuk, gri taşa dokunurken.

“Güzel. Uyanmışsın.”

Annwyl yutkundu ve tanrıların ona sadece kötü bir şaka yaptığını umut etti. O derin, karanlık ses yeniden konuşurken dirsekleri üzerinde yükseldi. “Dikkat et! O dikişleri yırtmak istemezsin.”

Mutlak ve kan donduran bir dehşetle, Annwyl omzunun üstünden baktı ve gözlerini alamadı. Oradaydı. Kanatları sıkıca vücuduna bastırılmış muazzam bir siyah ejderha. Çukurdaki ateşten yansıyan ışık, parlak siyah pullarının panldamasına yol açıyordu. Boynuzlu kocaman kafasını, pençelerinden birine yaslamıştı. Çok rahat görünüyordu. Onun kendisine sırıttığına yemin edebilirdi. Kara gözleri, aralarındaki mesafeyi aşıp kendisini dağlıyordu. Görkemli bir yaratık. Ama sonuçta bir yaratık. Bir canavar.

“Ejderhalar konuşabiliyor mu yani?” Çok zekice, Annwyl. Ama başka ne söyleyeceğini bilmiyordu.

“Evet.” Pullar taşa sürtündü ve Annwyl olduğu yere sinmemek için dilini ısırdı. “Adım Fearghus.”

Annwyl kaşlarını çattı. “Fearghus?” Bir saniyeliğine düşündü. Sonra kemikleri dehşetle titredi, umutsuzluğa sürüklendi. “Yok edici Fearghus mu?”

“Böyle diyorlar bana.”

“Ama senelerdir görülmedin. Senin bir efsane olduğunu sanıyordum.” O anda, onun gerçekten de bir efsane olması için sessizce dua etti.

“Bir efsane gibi mi görünüyorum?”

Annwyl muazzam yaratığa baktı; uzunluğu ve genişliğine şaşakaldı. Vücudunun tamamını siyah pullar kaplıyordu, kocaman başının üstünde iki siyah boynuz vardı, İpeksi siyah saçlardan bir yele alnına ulaşıp sırtından aşağı dökülüyor, neredeyse toprağa değiyordu. Boğazını temizledi. “Hayır. Gözüme yeterince gerçek geliyorsun.”

“Güzel.”

“Hakkında hikâyeler işittim. Köyleri yıktın.”

“Bazen.”

Annwyl o sabit bakışa sırtını döndü ve tanrıların nasıl bu kadar zalim olabileceğini merak etti. Gerçek bir savaşçı gibi savaşta öleceğine, bir yaratığa akşam yemeği olmasına izin veriyorlardı.

“Ve sen de Garbhán Adası’ndan Annwyl’sin. Kara Ovalar’dan Annwyl. Son duyduğuma göre, Kanlı Annwyl.” Annwyl gerçekten sindi. Bu lakaptan nefret ediyordu. “Erkeklerin kellesini alıp kanlarıyla yıkanıyorsun.”

“Yıkanmıyorum!” Ejderhaya yeniden baktı. “Bir erkeğin kellesini alırsan kan akar. Fışkırır. Ama ben sudan başka bir şeyle yıkanmam.”

“Öyle diyorsan.”

Ejderhanın sakinliği Annwyl’i iyice savunmaya çekmişti. “Ve erkeklerin kellelerini öylesine almıyorum. Sadece Kara Ovalar’ın düşmanlarını, ağabeyimin adamlarını katlediyorum.”

“Ah, evet. Lorcan, Garbhán Adası’nın Kasabı. Bana öyle geliyor ki, onun kellesini alsan savaşın biter.”

Annwyl dişlerini sıktı ama bu yaraları acıdığı için değildi. “Sence ben bunu düşünmedim mi? Sence ben o küçük haydudun yanına yaklaşabilsem onu öldürmez miyim?” Ejderha cevap vermeyince kadının öfkesi alevlendi.

“Eee! Öldürmez miyim?”

Ejderha bu patlama karşısında gözlerini kırpıştırdı. “Kardeşinin adı her geçtiğinde bu kadar sinirlenir misin?”

“Hayır!” diye kükredi. Sonra, “Evet!” dedi. “Bazen”

Ejderha kıkırdadı ve Annwyl çığlık atmaya başlama ve buna devam etme dürtüsüyle savaştı. Ejderhanın gülüşü çirkin bir ses değildi, ama bir ejderhayla sohbet ediyor olmak… Belki gerçekten deliriyordu. Ejderha onun arkasından doğru hareket etti ve odaya koca gövdesinin birazını daha soktu. Sağ tarafındaydı ama Annwyl başını çevirmeden sadece onun yarısını görebiliyordu. Geri kalan kısmı dışarıda kalıyordu. Annwyl onun bütün olarak nasıl göründüğünü merak etti.

“Ben neden…”

“Ölmedin?”

Başını aşağı yukarı salladı.

“Seni bulmasam ölürdün.”

“Beni neden kurtardın?”

“Bilmiyorum. Beni büyülüyorsun.”

Annwyl kaşlarını çattı. “Ne?” O, bir ejderhayla karşılaştırıldığında hiçbir şeydi. Sadece bir insan.

“Cesaretin beni büyülüyor. Beni gördüğünde o adamlar gibi kaçmaya çalışmadın. Olduğun yerde kaldın.”

“Ölüyordum zaten, ne gerek vardı?”

“Fark etmez. Ejderha korkusu genç-yaşlı, ölü-diri ayırmaz. Canını kurtarmak için kaçmalı veya diz çöküp merhamet dilemeliydin.”

“Ben kimsenin önünde diz çökmem,” dedi düşünmeden. Ejderha açıkça güldü. Kısık, hoş bir ses. Konuşurken ki sesi gibi… Bir canavara ait olması ne yazık!

“Bunu aklımda tutacağım.” Dikkatle büyük vücudunu çevirirken kıkırdadı. Başı korkutucu derecede Annwyl’e yaklaştı, derken odadan çıktı. Kuyruğunun odadan çıkmasını izledi, sivri ucunun taş duvarlara sürttüğünü gördü. Sadece kuyruğunun, adamlarından en uzun ikisinin boyunun toplamını geçtiğini fark edince paniklememeye çalıştı. “Sana yardım etmesi ve seni beslemesi için birini göndereceğim.”

“Bir insan mı?”

“Ne?” Ejderha koca başını tavana şiddetle çarptı.

Annwyl yatağa sokuldu yeniden. Bu sadece bir rüyaydı. “Yok bir şey. Yoruldum.”

“En iyisi uyu o zaman.”

“Bekle!” Durdu ve omzunun üstünden Annwyl’e baktı.

Annwyl derin bir nefes aldı. “Beni kurtardığın için teşekkür ederim.”

“Rica ederim, güzelim.” Yeniden yürümeye başladı. “Ama o kadar rahat olma,” dedi rahatça omzunun üstünden. “Bu nezaketimi bana geri ödemen için sana ne yaptıracağım kim bilir.”

Annwyl yumuşak yatağa yaslandı ve içinin titrediğini hissetti. Korkudan veya en azından tiksintiden titremeyi dilerdi. Onu endişelendiren, bu duygunun ikisi de olmamasıydı.

Fearghus başındaki taze şişliği ovaladı. Kanlı Annwyl’in öfkesini duymuştu, ama bunun ne kadar muhteşem olduğu hakkında bir fikri yoktu. Kızın öfkeli haykırışı neredeyse bir ejderhanın kükremesi kadar güçlüydü.

Ağabeyini henüz yenememesi sürpriz değildi. Ağabeyi onu korkutuyordu. Sadece ismi geçtiğinde bile bu kadar öfkelenmesinden bunu anlayabiliyordu ejderha.

Eğer şimdi Lorcan’la yüzleşse, vücudu tamamen iyileşse bile, Annwyl’in onu yenebileceğinden şüpheliydi ejderha. Öfkesi veya korkusu onu mağlup ederdi.

Ve bu düşünce nedense onu inanılmaz endişelendiriyordu. Ne zamandan beri insanlara dikkat eder olmuştu? Bazı akrabalarının aksine, insanlardan nefret etmiyordu. Ama aralarında yaşamazdı da. Bu yüzden, insan kız için asıl planı onu iyileştirdikten sonra bir insan köyüne terk etmekti. Fearghus karışıklığı sevmezdi. Etrafında kimseyi istemezdi. Huzuru severdi. Sessizliği severdi. Başka pek bir şeyden hoşlanmazdı. Ama Annwyl’i öylece terk etme düşüncesi onu tiksindiriyordu.

Bu durumun karışık olacağını şimdiden söyleyebilirdi. Ve karışık durumlardan nefret ederdi.

“Güzel. Uyanmışsın.” Annwyl bir kadının yüzüne baktı. Bir cadı, yüzünün bir kısmını lekeleyen belirgin ama vahşi yara izine bakılacak olursa. Kardeşinin emriyle, bütün cadılar böyle işaretlenirdi. Yara izinin ardındaki yüz, bir zamanlar güzelmiş gibi duruyordu. “O gittikten sonra uyuyakalmış olmalısın.” Annwyl’in vücudundan postları kaldırdı. “Hadi, kaldıralım seni.”

Annwyl yavaşça bacaklarını yataktan aşırdı ve tek kolunu kullanarak kendini yukarı itti.

“Dikkatli ol. O yarayı yeniden açmak istemezsin.”

Annwyl sessizce otururken başını salladı. Birdenbire çöken mide bulantısının geçmesini bekledi.

“Çok şanslısın, biliyorsun.”

“Öyle miyim?”

“Çoğu ejderha için sen misafir değil, bir öğün olurdun.”

Annwyl yavaşça başını salladı. “Biliyorum.” Tekrar cadıya baktı. “Seni daha önce görmüştüm.”

“Evet. Yapabildiğimde köye yardım ederim.”

“Şifacı. Şimdi hatırlıyorum. Ejderhaları arkadaş edindiğini bilmiyordum.”

“Onlara sadığım.”

Annwyl kadının yara izlerine baktı. İnsanların yerine ejderhaların yanında hayatını tehlikeye atmasında şaşılacak bir şey yoktu. “Bunu sana ağabeyim mi yaptı?”

“Öyle emretti. Kardeşliğin dostu değil kendisi.” Kadın, Annwyl’in çıplak omuzlarına bir cübbe örttü.

Related Articles

Sefiller – Victor Hugo

admin

Ada Tavşanın Özelikleri Nelerdir

admin

Piraye

admin