“Ben”, diye bağırdı Keops, “sonsuzluğum ben.” Victor Hugo dünyanın hâlâ ayakta duran tek harikasını, Gize Piramitlerinin en büyüğünü işte böyle konuşturur. 4500 yılı aşkın bir süre önce Firavun Keops, Kefren ve Mikerinos tarafından dikilen yüzyıllara meydan okuyan bu devasa mezarlar hem çok büyük bir hayranlık hem de en çılgınca spekülasyonları uyandırmaya hep devam etti. Tutkulu bir tarihyazıcı kimliğiyle Jean-Pierre Corteggiani çeşitli çağların tanıklıklarıyla bilimsel gerçekleri karşı karşıya getiriyor, efsaneden gerçeğe, Büyük Piramitlerin yeniden keşinin henüz bitmemiş öyküsünü anlatıyor.
Piramitler ve tapmaklar antikçağdan beri bilinen harikalardandır; onlardan çok söz edilmiş, yapılış amaçları ve kuruluşlarının eskiliği çok incelenmiştir. [.] Kapıları yoktur, üstelik nasıl inşa edildikleri bilinmez.”
İbn Battuta, İbn Battuta Seyahatnamesi (Rihle), 13551356
BÖLÜM 1
HERODOTOSTAN BONAPARTE’A
Ünlü Arap coğrafyacısı ve gezgini
İbn Batuta yaklaşık çeyrek yüzyıl
sûren uzun yolculuğunun hikâyesini
kaleme alırken şunu ekliyordu:
“Anlatılanlara göre bir Mısır kralı
[Surıdl tufandan önce kendisini
dehşete düşüren bir rüya görmüş. Bu rüya yüzünden, bilgilerin
deposu ve kralların mezarı olarak kullanılmak üzere Nil’in batı
kıyısında bu piramitleri inşa etmek zorunda kalmış.” Gize’deki üç piramidin öteden beri insan zihni üslünde yarattığı tuhaf büyülenmeyi açıklayan bütün nedenleri Ibn Battuta birkaç sözcükle aktarıyordu. İnsanoğlu sadece orada olanı görmeye razı olamıyordu bir türlü: Mezarlar, dev mezarlar elbette, ama mezar işte.
Piramitler gerçekten de IV. Sülale döneminde (10 yaklaşık 2650 ile 2450 arasında) hüküm süren Keops, Kefren ve Mikerinos adlı firavunların mezarlarıdır. “Piramit” sözcüğü akla hemen onları getirse de (çünkü bütün öbür piramitleri gölgede bırakıyor ve özetliyorlar) şunu hatırlatalım ki Mısır’da, Gize, Sakkara, Meydum, Dahşur, Ebu Ruaş (Ravaş) vb’de yüzü aşkın boy boy piramit inşa edilmiştir.
Firavunların Mısır’ı ölçüsüzlüğün tekelini elinde tutmaz. îlk Çin imparatorunun ve pişmiş topraktan binlerce askerinin mezarı piramitlerden aşağı kalmaz ama Kin .Şi Huangdi’nin mozolesi insanların imgelerinde Piramitlerin tuttuğu yeri tutmaktan çok uzaktır. Ne de,beş bin kilometre uzunluğunda olmasına rağmen Büyük Çin Şeddi. Aslında, başka hiçbir uygarlığın hiçbir anttı bu inanılmaz taş kütleler kadar şaşkınlık, hayranlık ye spekülasyona yol açmamıştır. Yunanlılar bu yapılara tpyrum adını verdiğinde piramitler iki bin yakındaydı. Etimolojisi hâlâ belirsiz olan bu sözcüğün kazandığı başarı onları şaşırtmış olsa gerektir.
Zamana meydan okuyan tek “harika”
Zamanın Piramitlerden korktuğunu söyleyen Arap
atasözünü doğrular biçimde, bu anıtların Dünyanın Yedi Harikası’ndan günümüze kadar ulaşan yegâne yapılar olduğu vurgulanmıştır. Apaçık ortadadır bu ama yine de ufak ayrıntıları belirtmek yararlı olacaktır, çünkü Piramitlerden söz eden yazarlara göre ya da Antikçag’m mimari başyapıtlarının dökümünü yapan değişik listelere
o0re on dört tanesi biliniyor insan dehasının istisnai bir
uygulaması olarak kabul edilen, Gize’deki üç piramitten
oluşan topluluk değildir her zaman.
Gerçekten de, 1I I. yüzyıl başında, Yunanlı şair Sidonlu
Antipatros’un bir epigramında “yüksek pıramitlerdeki
devasa çalışma”dan söz edilir; Dünyanın Yedi Harikası’nın
ilk listesi budur; harikaların İS IV. ya da V. yüzyıla
doğru Bizanslı Philon (10 111. yüzyılda aynı adı taşıyan
İskenderiyeli bilginle karıştırılmaması gereken, tanınmamış
bir hatip) tarafından oluşturulan kanonik listesi “Memfis
Piramitlerinden de söz eder. Buna karşılık, 10 I. yüzyıldan
itibaren, Sicilyalı Diodoros sadece “üç piramitten en
büyüğünün” “en ünlü yedi yapıt arasında” sayıldığını
belirtir. Oysa Strabon, aşağı yukarı aynı sözlerle, “üçünden
ikisinin Dünyanın Yedi Harikası’ndan sayıldığını” ileri sürer.
Herodotos’un izinde
Herodotos’tan dört yüzyıl sonra, Gize’deki dev anıtların mezar niteliğinden kuşku duymayan, neredeyse birbirinin çağdaşı birçok klasik yazar sırayla tanıklıklarını sergiler.
Ünce Sicilyalı Diodoros, Tarih Derlcmesı’nm ilk cildinde (kitap I, LXIII-LXIV), “başlangıçtaki düzeneklerini ve bütün araç gereçlerini olduğu gibi” korumuş olan taşların “o çağda henüz makine icat edilmediği için toprak yükseltiler” kullanılarak yerlerine konulduğunu ileri sürer. Rampa kullanıldığını böylece doğrulayan Diodoros, işin en hayranlık duyulası” tarafının geride “hiçbir iz kalmaması” olduğunu, inşaatın “onu çevreleyen kumun içine bir tanrı taralından yekpare konulmuş” gibi göründüğünü belirtir. Bira: daha ileride yararın, “Piramitleri kendilerine mezar olsun diye inşa eden krallardan hiçbiri burada gömülü değildir,” dediğini de ekleyecek olursak, en çılgınca hipotezleri besleyecek malzemenin var olduğu görülür.
Daha sonra, Geographifca’sında (Coğrafya) (kitap XVII, 33) piramitlerden kısaca söz eden ama Büyük Piramitin arkeolojik tarihi açısından önemli bir bilgi veren Strabon’dur. Ona inanacak olursak, Büyük Piramit’in girişi o dönemde biliniyordu: Giriş “hareketli bir taşla kapatılmıştır, taş kaldırıldığında, mezara doğru inen eğimli bir galeriye geçil verir.” Öte yandan, Strabon da öbür yazarlar gibi Mikerinos Piramidi’ni Rhodopis adında bir kibar fahişeye atfeder, Külkedisi masalının Mısırlı prototipini onunla baglantılandırır; sincap kürkünden pabucun yerini bu öyküde muhtemelen papirüsten yapılma bir sandalet tutmaktadır.
Son olarak Büyük Plinius (Naturalıs Historia, Doğa Tarihi,XVI, 16-18) birinci yüzyılda piramitlerin “kralların zenginliğinin gereksiz yere ve budalaca sergilenmesinden başka bir şey olmadığını söyler; kendisinden önce Piramitlerden söz edenlerin, Piramitleri “inşa edenlerin adı konusunda aynı fikirde olmadığını” belirtir; “böylesi bir beyhudeliğin yaratıcılarını unutturan, yazgıların en adilidir” diye düşünür; “yapım çalışmalarından geriye hiçbir iz kalmadığını” -yine şu rampalar!- ve asıl meselenin böyle taş blokların o kadar yükseğe nasıl çıkarılabildigini öğrenmek olduğunu belirtir.
Yüzyıllarca süren suskunluk
Birkaç nadir ve kısa ima dışında, binyılm geri kalanı boyunca piramitlerin üstüne hemen hemen tam bir sessizlik çöker. II. ve III. yüzyıllardaki Roma imparatorlarının yaşamöykûlerimn derlemesi olan Augusta Historia’nın bir pasajından, Septimius Şeverus’un 200′de yaptığı yolculuk sırasında “Memfis’i, Memnonün heykelini, Piramitleri ve Labirenti büyük bir dikkatle gezdiğini”(“Severus”, XVII, 4) öğreniriz. Son büyük Roma yazarı, paganizmin bitişinin tanığı Ammianus Marcellinus, 388-391 arasında piramitleri “msan elinin gerçekleştirebileceği her şeyin üstünde yükselen kuleler” diye betimler ve “Yedi Harika içinde sayıldıklarını” hatırlatır (Historia, kitap XXII. 28-2ÖV
Ama piramitlerin ziyaretçisi hiç eksik olmaz, 32b tarihli gezisiyle bir bakıma bir modanın yaratıcısı olan İmparatonçe Helena’nın ardından Kutsal Yerlere hac yolculuğu yapan Hırısüyanlardır bunlar. Kendi inançlarına yabancı olana kayıtsız kalan Hıristiyanlar- I. Theodosius’un fermanları 392′den itibaren onların zaferini kesinleştirir— antik anıtlara aldırmazlar, İsa’nın ayak bastığı yerlere gitmeye çalışırlar, Mısır’da ise Kutsal Aile’nin geçişinin ya da Mısır’dan Çıkışın izlerini bulmaya uğraşırlar, 381-384 arasında Mısır’dan geçen Galiçyah soylu hanım Egerie’nin Yolculuk Gtmlugu’nde görüldüğü gibi, “Tanrı’nm dağı” Sina’yı görmek “Firavunların dağlan” olan Piramitleri görmekten daha önemlidir. Başvuru kaynağı Kutsal Kitap olduğu için, Aquileialı Rufinus’un metnindeki gibi, Piramitler artık “Yusuf’un ambarlarından başka bir şey değildir.