Roman özetleri

Bir Öpücükle Başladı Her şey Kitap Özeti

GİZEMLİ BİR CENTİLMEN VE CESUR BİR KADIN

Yakışıklı Sullivan sadece iki şey istiyordur: Annesinin mirası ve intikam. Bunun için gündüzleri İngiltere’nin en çok tanınan at yetiştiricisiyken, geceleri en varlıklı ailelerin evlerine gizli bir şekilde giren maskeli bir hırsız.

Ve bir gece… Hırsızlık için girdiği bir malikanede yakalanmamak için Isabel Chalsey’i öper. Bu tehlikeli bir öpücüktür çünkü bu öpücük sırrının açığa çıkmasını önlemek için tatlı bir rüşvetten çok fazlasıdır. Sullivan’ın hayatını değiştiren tehlikeli bir oyun…

AŞK CESARET İSTER
AMA AŞKINI KABUL ETMEK İÇİN!
AŞKINI ELE VERMEK İÇİN DEĞİL!

Yazdığı büyüleyici romanlarla adeta aşkın kitabını yeniden yazan Suzanne Enoch’tan tutkunu olacağınız ve Enoch’un bir sonraki kitapları için sabırsızlanacağınız olağanüstü bir roman…

Başlangıç

Birinci  Kraliyet zırhlı süvarileri Vagulia Ispanya 11 Haziran 1812

Yüzbaşı Sullivan James Waring, bir yivli top mermisi başının yanından vınlayarak geçtiği sırada atının boynuna doğru eğildi. Fransızlar geri çekilmeye devam ettiler ama İngilizlerin ilerlemesini kolaylaştırmiyorlardı. Dizleri ile doru beygiri Salty’i yönlendiren Sullivan. o ve birleşik Birinci Kraliyet Zırhlı Süvarileri ile Üçüncü Zırhlı Süvari Muhafızları’nın yedi yüze yakın üyesi inişli çıkışlı İspanya ovasını ezerken revolverini yeniden doldurdu.
“Sullivan! Tanrı’nın belası Slade ne yapıyor?” diye haykırdı hemen sağındaki süvari.
“Herhangi bir desteği geçecek şekilde yedi mil ilerliyor,” diye vahşice cevapladı Sullivan, Yüzbaşı Phineas Bromley’nin silah sesleri ve toynak vuruşları arasında onu duyması bile imkansızdı. Başını çevirerek, emrindeki adamlara ve atlara omzunun üzerinden bir göz attı. Hat düzensizdi ve atlar yorgundu. Ve General Slade önlerinde dörtnala koşturmaya devam ediyordu.
Onun önündeki altı yüz Fransız binek hayvanı da yoruluyordu ama bu bedel neredeyse hiçbir şeydi. Yedi mil arkalannda onları izlemek üzere az miktarda zırhlı süvari ile birlikte yüz ya da daha fazla Fransız esir bırakmışlardı. Herhangi birinin değerlendirmesine göre bir zafer ve lanet olası iyi bir ödül. Takviye kuvvet gelmeden bu kovalamacaya devam etmek çılgınlıktı. Önlerinde, görüş alanlarına giriveren Maguilla kasabası ve bir nehir yatağının çatlak zemini ile birlikte intiharla eşanlamlı olmaya başlıyordu.
“Safları sıklaştırın!” diye kükredi.
Başka bir süvari ona doğru yöneldi. “Bu tempoda,” Binbaşı Lord Bramvvell Lowry Johns soluksuzca katıldı, “Üç günde kıyıya ulaşacağız ve sonra Dover’a yüzerek eve gidebile
Sullivan, gözlerinden geçen siyah bir ışıkla “Asla o kadar uzun yaşamayacağız,” diye karşılık verdi. “Maguilla yukarıda. Sen, Phin ve benden daha üst rütbelisin Bram. General Slade’e yetişebil irsen ona Fransız süvari sınıfının büyük bölümünün burada bir yerlerde olduğunu hatırlatmalısın.”
Binbaşı cevaplamaya başladı, sonra siyah hareli başlığı kafasından uçup giderken vücudunu geri çekti. “Lanet olası şapkamı uçurdular, piçler!” Bram nişan aldı, revolverim ateşledi ve karşılarındaki Fransız süvarilerinden birini düşürdü. “Bunu alın, sizi haydutlar!”
Fransızlar haydut olabilirdi ama Kraliyet Zırhlı Süvarileri’nin kendi dertleri vardı. Yüz adım ilerideki General Slade, geçen on dakika boyunca yaptığı gibi nara atarak, kılıcını havada dalgalandırdı. “Çabuk, çabuk! Dörtnala, Tann’nın belaları!” Şapkasındaki siyah at tüyleri kanlı bir resmi geçit flaması gibi arkasından sürüklendi.
“Bu adam şimdiye kadar gördüğüm en kötü subay.” Sullivan, birinin kendine komuta eden subaya ateş etmesine karşı neden caydırıcı cezalar konduğunu anlamaya başlayarak homurdandı.
Alçak bir tepeyi topa tuttular, bin iki yüz Fransız ve İngiliz süvari çeyrek mil kadar bir alana sıkıştı. İleride yıkık dökük Maguilla kasabası, yıkılmış ağaçlarıyla ötedeki nehir
kıyısı gibi, terk edilmiş görünüyordu.
Phin, Sullivan’ın kendi keşfini yansıtarak “Bu iyi değil,” diye bağırdı.
Bram, aniden ciddileşerek, adamına sol tarafa geçmesini işaret ederken I’hin’e emretti. “Sağ kanadı al.”
Eskisi gibi yayıldılar. Kanat manevraları, en iyi ihtimalle onları arkadan gelecek sürprizlere karşı koruyacaktı. Kolunu sallayan Sullivan, kendi adamlarını ortada tutarak generalin arkasını kapattı. “Gerizekalı,” diye mırıldandı. Slade, hiç değilse, şu anda geçen ay yaptığı gibi üzengilerini ayarlama mesuliyetini bırakmamıştı ama mevcut deliliği fazlaca bir gelişme göstermiyordu.
Fransız zırhlı süvarileri kasabanın dış mahallelerine ulaşınca yavaşladı. Sullivan, Slade durduğunda hızlanarak revolverini kaldırdı, budala muhtemelen kovalamaca sona erdiği için şaşırmıştı. Dikkatini en yakınında bulunan yeşil ceketli subaylara odaklayarak “Arreltz!”‘ diye bağırdı.
Aynı anda Fhin’in belirleyici kükremisini duydu. “Geri çekilin! Geri çekilin. Tanrı aşkına’”
Bir revolverin yaylım ateşi ve tüfek ateşi başının yakınından geçip gittiği sırada sağına baktı. Doluluk oranı artan nehir kenarında, hepsi de dağınık İngiliz süvarilerine doğru ateş eden, tam bir yeşil ceketli zırhlı süvari alayı oluştuğu görülüyordu. İsa Mesih. on Yedinci Fransız onları bekliyordu.
“Muhafaza ateşi!” Phin’in geri çekilen zırhlı süvarilerinin ötesine nişan aldı ve revolverini ateşledi. Kurbağalardan’ biri yere yapıştı ama o, bunu fark edecek 2amanı zar zor bulabildi. Birinci Kraliyet Zırhlı Süvarinin iki yüz adamından oluşan sağ kanat parçalanıyordu.
Sol kanadın büyük kısmının geldikleri yönde dönüş yolu açtığını görmek için Salty’i kendi etrafında döndürdü. Bram, doru atını akıntıya karşı zorlukla ilerleterek yanına döndü. Levonzy Diikü’nün ikinci oğlu, revolverini kemerine sokuşturup kılıcını çekerek, “Biliyorum, bu sabah yatakta kalmalıydım,” dedi nefes nefese.
Sullivan, “Belki dönüş yolunda başlığını buluruz,” diye homurdandı. Yaya kalmış bir yeşil ceketli Salty’nin dizginini tutmaya çalıştı. Sullivan suratını tekmeledi ve Kurbağa bulunduğu yerden geriye doğru yere yapıştı. “Phin nerede?”
Tekrar kendi etrafında dönerken Quence Vikontunun küçük kardeşini fark etti. Yüzbaşı yerdeydi; atı, kısmen üzerinde, debelenip duruyordu ve Fransız zırhlı süvarileri kaçan İngilizlerin arasmdan ona doğru bir alan açıyordu. Sullivan, düşünmeden Salty’i mahmuzladı. Doru at, ileri, Fransız hattının içine doğru hamle yaptı. Sullivan, çeliğin etle karşılaşması gibi burkulmuş ve duygusuz hissederek karşısına çıkanı kılıçtan geçirdi.
“Phin!”
Phineas Bromley, Sullivan ona ulaşıncaya kadar yalpalayarak ayağa kalkmıştı. Ayak basacak sağlam bir yer sağlamak için bir ayağını üzengisinden çıkardı, eline uzanarak Phin’in bileğini yakaladı ve onu geriye doğru çekti. Yüzbaşı arkasına savruldu. Salty, ilave ağırlığa alışana kadar iki yana sendeledi ve sonra geldikleri yöne doğru döndüler. General Slade hâlâ haykırır halde yanlarından geçerken, Bram Fransızca küfürler savurarak yan taraflarını koruyordu.
“Benimle kalıp savaşacak herkese elli pound! Elli pound!”
Bram, “Lanet olası aptal enayiler,” gibi bir şeyler mırıldandı ama Sullivan ne söylediğinden emin alamadı.
“Teşekkürler, Sully” dîye Phin kulağına bağırdı.
“Gerek yok. Annem portreni çizmek istiyordu, hatırladın mı? ölümsüzleştirilmeden önce öldürülemezsin.”
Sıcak ve ıslak bir şey sol omzunu yaktı. Sullivan neredeyse Phin’i Saltnin üzerinden düşürecek kadar hızla arkaya çarptı.
“Sully? Sullivan!”
Görüşü bulanıklaştı. Hatırladığı son şey Phin’in dizginlere ulaşmaya çalışması ve Bram’ın sol omzunu kavrayıp onu dik tutmak İçin harekete geçmesi oldu. Sonra her şey karardı

BÖLÜM 1
Londra  Bir yıl sonra
Sullivan Warüıg, bir yılın hayatında nasıl bir değişiklik yarattığından etkilendiği anlardan birindeydi. Onu bu noktaya getiren şartlar her ne ise, şimdi, omzundan vurulmuş olmak yaşananların en iyisi gibi görünüyordu.
Sullivan siyah yarım maskeyi gözlerinin üzerine bağladı ve beyaz duvar içe dikenli ağaççığın alçak kaidesi arasına çömelerek evin zeminindeki gölgelere daldı. Londra aristokrasisinin saatlerinin ve takvimlerinin nasıl ilerlediğini biliyordu ve bu yüzden, gelmek için gece yarısının adamakıllı geçmesini beklemişti. Bu gece intikama dairdi. Ve tehlikeli olmanın ilave faydasına sahipti.
Üst kattaki son ışık söndü ama o, on dakika daha hareketsizliğini sürdürdü. Zamanı vardı ve mışıl mışıl uyuyan bir ev halkı, onun için daha iyiydi. Sonunda, Mayfair’ın döküntü kilise çanı kulak tırmalayan ahengiyle üç kez vurunca, harekete geçti.
Bıkkınlıktan daha iyi bir sebebi olmaksızın kendi cinsini satan bir adamın dürtülerini sorgulaması gerekmesine rağmen, ona verilen Lord Bramıveli Johns bilgisi kaçınılmaz surette güvenilirdi. Bununla birlikte, o ve Bram yaşamlarını birçok defa birbirlerine borçluydular ve o, Levonzy’nin oğluna güvenmişti. Bram, ona asla ihanet etmemişti. Aynı şeyi sözde kendi babası olan Dunston Markisi için söyleyemezdi.
Şüphesiz, son zamanlarda, markinin büyük olasılıkla kendi şikâyetleri vardı. Zalim gülüşüyle Sullivan. Dunston, yarın, gizlice utanç duyacağı daha fazla şeye sahip olmuş bulunacaktı ve gecenin püf noktası buydu, Sullivan sağ elindeki ayakkabı çekicini kaldırdı ve yanındaki pencere çerçevesi ile pervazının arasındaki dar uca sıkıştırdı. Sert bir büküsle ikisini ayırdı. Çekici yere bıraktı ve içeri kaymasına yetecek kadar açmak İçin pencereyi itti.
Bir süreliğine Peninsula’ya gitmeden önce de, dönüşünden sonra geçen altı ay boyunca da, Darshear Markisi’nin Londra Mayfair’daki evinin önünden haftada en az bir kez geçmişti. Oturma odasının zevkli mobilyaları arasında sessizce yolunu bulurken yeniden gülümsedi. Şu anda Lord Darshear’ın evindeydi ama bir daha ön kapıdan girebileceğinden kuşkuluydu. Bir daha bunu umursayacağından da. Markinin arkadaşlar konusundaki beğenilerini onaylamıyordu. Özellikle bir arkadaş için.
Piç olmak bir şey, diye düşündü ve kendi babası tarafından öyleymiş gibi muamele görmek de bütünüyle başka bir şeydi, iyi, sahip olduğu hemen her şeyi azar azar dağıtabilirdi. Daha bile iyi. Gece ziyaretinin en iyi kısmı İse başka hiç kimse neler olup bittiğini bilmezken, Dunston Markisi’nin bilmesiydi. O, Dunston’in cici, meşru çocuğunun bildiğinden de katiyen emindi, hatta şu sıralarda, markinin itiraf ettirmek için en büyük oğluna saldırmış olmasını umuyordu. Ve Dunston’ın ya da kıymetli Tilden Vikontu’nun bu konuda yapabileceği lanet olası tek bir şey yoktu Doğru, yerel gazeteleri okuyabilir ve masum asilzadelerinin üzerine saldıkları şey hakkında paniğe kapılabilirlerdi, ama bundan daha fazlası mümkün değildi.
Sullİvan, çirkin bir porselen kumru heykelciğini büyük torbalarından birinin içine tıktı ve oturma odasından ana giriş salonuna açılan kapıya yöneldi. Burada, tekrar duraklayıp bir süre dinledi.
Hiçbir şey kıpırdamıyordu, diğer yandan Bram onu Chalsey ailesinin akşamı Garring suarede geçirdigiyle ilgili bilgilendirmişti. Şu anda hizmetçiler bile derin uykuda olmalıydı.
Giriş salonunu boydan boya geçerek, kahvaltı odasına, muhtemelen bir çalışma odası ya da ikinci bir oturma odasına ve daha ötede mutfağa açılması gereken ana koridora yöneldi. O kadar uzağa gitmesine gerek yoktu. Kahvaltı odasının aralık kapısının hemen karşısında, uğruna orada olduğu şeyi
“İşte buradasın,” diye mırıldandı, altın varaklı çerçeve üzerinde parmağını dolaştırırken kalbi daha hızlı atıyordu. Wİlliam Perris ile evlenip genç kızlık ismi Waring’i ardında bırakmasından hemen sonra yapılmış, orijinal bir Francesca W. Perris tablosu. Londra’nın hemen dışındaki küçük bir evde onu büyütürken arkasindaydı, öyle bile olsa babasının onu asla yasal olarak kabul edemeyeceğinin sözünü verirken arkasındaydı, hâlâ bir mirasa sahipti onunkine.
Francesca Waring Perris’in ölümüyle aşağı yukarı aynı zamanda İspanya’da yaralanmasının dışında, bu haberi yine de haftalar geçmeden öğrenemedi. Ve sonra, bir subay olarak İngiltere için savaşacak kadar iyi olduğu halde, yasaların gözünde hiçbir saygınlığı olmadığını görmek için birkaç ay önce eve dönmüştü. Dunston Markisi George Sullivan, Francesca  Perris’in tüm mal varlığının ona ait olduğunu iddia ettiği zaman değil. Sonuç olarak, Francesca geçen otuz yıl boyunca onun kiracısı olmuştu.
Sullivan yumruğunu sıktı, sonra tekrar gevşetmek için ellerini salladı. Anılar, intikam fantezileri, hepsi bekleyebilirdi. Şu anda muhtemelen annesiyle hiç karşılaşmamış olan birinin evindeydi, ama onun tablolarından birini Dunston’un elinden satın alan ya da kabul eden biri. Satın alınmış ya da hediye edilmiş olmasını umursamıyordu. Tek umursadıgı, günün ilk ışığıyla yine onun olacağıydı. Onun mal varlığı, onun mirası. Onun. Dunston son soygununu duyacak ve başka hiç kimsenin bağlantıyı kurmamış olması için dua edecekti.
Başka bit tanınmayan sanatçıdan, orantılı durması için duvara asılmış, ikinci bir küçük resme el attı, sonra yemek masasından işlemeli masa örtüsünü kaldırdı ve resimleri içine sardı. Aynı zamanda küçük bir kristal kâse ve gümüş bir tepsi de torbasına girdi. Sonra resimleri kolunun altına sıkıştırdı ve evin önüne doğru döndü. Ve donakaldı.
Oturma odasıyla arasında bir kadın dikiliyordu. İlk önce evin dışında uyuyakaldığını ve rüya gördüğünü düşündü  ay ışığında mavileşmiş uzun san saçları omuzlarının üzerine su gibi dökülmüştü. İnce beli, hareketsiz vücut hatları ön pencereden gelen loş ışıkta siluetini oluşturmuştu. Beyaz geceliği titrekçe ışıldıyordu ve neredeyse şeffaftı. Hatta çıplak bile olabilirdi.
Eğer rüya görüyorsa, zaten soyunmuş olacaktı. Ay ışığının içinde kaybolmasını yarı yarıya uman Sullivan, devinimsizliğini sürdürdü. Merdivenlerin altındaki koyu gölgelerde adeta görünmez olabilirdi. Onu görmediyse, sonra.        .
“Benim evimde ne yapıyorsun?” diye sordu. Sesi titredi; eninde sonunda o da bir ölümlüydü…

Bir önceki yazımız olan Sil Baştan Kitap Özeti başlıklı makalemizde Ken Grimwood kitapları, Ken Grimwood romanları ve Ken Grimwood Sil Baştan kısa özeti hakkında bilgiler verilmektedir.

Read more http://www.kitapozeti.org/bir-opucukle-basladi-her-sey-kitap-ozeti-3.html

Related Articles

Çölde Bir İstanbul Kızı

BUGÜNÜN SARAYLISI

GAZİ VE FİKRİYE