Roman özetleri

Beni Hatırladın mı? Kitap Özeti

Lexi, berbat bir trafik kazasının ardından hastanede gözlerini açıyor. Ona göre sene 2004. Kendisi yirmi beş yaşında ve çarpık dişli biri. Felaket bir aşk hayatına sahip. Ancak, her ne kadar inanamasa da, öğreniyor ki, sene aslında 2007 -Lexi artık yirmi sekiz yaşında, dişleri inci gibi ve çalıştığı departmanın da patronu olmuş; üstelik de evli! Hem de yakışıklı mı yakışıklı bir milyonerle! Rüyalarındaki hayata aniden nasıl iniş yapıverdi böyle acaba?

Lexi şansına inanamıyor -özellikle de nefes kesen yeni evini gördüğü zaman! Kocasını yeniden tanımaya başlayınca muhteşem bir evlilik hayatı olduğunu da öğrenecek, çok iyi biliyor. Üstelik sevgili kocası bir de ‘Evlilik Kitapçığı’ hazırlamış onun için.

Fakat Lexi yeni kimliği hakkında daha çok bilgi edindikçe, kusursuz hayatının yüzeyinde çatlaklar oluşmaya başlıyor. Eski dostlarının hepsi ondan nefret ediyor. İşine göz dikmiş, dişli bir rakibi var.

Bir de üstüne üstlük dağınık saçlı, seksi bir erkek çıkıp

yeni bir bomba patlatıyor!

Yani, ne olmuş olabilir ki?

Lexi bir gün her şeyi hatırlayacak mı?

Ve hatırlarsa ne olacak?

Yine kendine has Kinsella. Tam da yaz için biçilmiş kaftan.

– Publishers Weekly

Lezzetli bir roman, sayfalar parmaklarınızın arasından akarken hem karnınız ağrıyana kadar gülecek, hem de ara sıra kalbinizi ağrıtacak kederler yaşayacaksınız Kinsella, hafıza kaybının ne ironik sonuçlar doğurabileceğini

sular seller gibi ifade ediyor.

– USA Today

Sophie Kinsella’nın alameti farikaları: Komedi, dürüstlük, tazelik.

– Barnes and Noble

GİRiŞ

Hayatım boyunca yaşadığım en, en, en berbat gece..
Birle on arası puan vermem gerekirse… bir bile diyemiyorum, eksi alcı. Hani çok yüksek standartlarım olduğundan da değil.
Şişmiş, su toplamış ayaklarımla dikilirken yağmur ensemden içeri akıyor. Kot ceketimi uyduruk bir şemsiye niyetine kafamın üstünde tutuyorum ama su geçirmez olduğu söylenemez tabii. Tek istediğim bir taksi bulmak, eve gitmek, şu aptal botları fırlatıp atmak ve sıcak bir banyo yapmak. Gelin görün ki, on dakikadır dikiliyoruz ve taksiden eser yok.
Ayak parmaklarım sızlıyor. Bir daha asla ucuz ayakkabı almayacağım. Bunları geçen hafta indirimden aldım (tabanı dümdüz, siyah rugan, sadece düz giyebiliyorum da). Ayağıma yarım numara küçük geldiler ama satıcı kız giyince açılır deyip beni ikna etmek için bacaklarımı uzun gösterdiğini söyledi. Ben de inandım. Cidden ya, dünyanın en büyük enayisiyim.
Hep birlikte Güney Londra’da, hayatımda ilk kez geldiğim bir sokağın köşesinde bekliyoruz, ayağımızın altındaki kulüpten bangır bangır müzik sesi yükseliyor. Carolyn’in ablası promosyoncu ve bize indirimli bilet buldu, o yüzden o kadar yolu tepip buraya geldik. Şimdiyse tek zorluğumuz eve dönmek ve nedense taksi arayan tek insan benim.
Fi en yakındaki kapı girişine el koymuş ve dilini, barda iki çift laf ettiği herifin tekinin gırtlağına kadar sokmuş vaziyette Tuhaf ve küçük bıyığına rağmen şirin biri. Ayrıca Fi’den daha kısa aman, gerçi çoğu erkek öyle Fi neredeyse 1.80 de. Fi’nin upuzun koyu renk saçları, kocaman bir ağzı ve ona yakışan kocaman bir gülüşü var. Bir şey onu gerçekten güldürdüğü zaman bütün ofis nefesini tutup ona bakar.
Birkaç adım ileride de Carolyn ve Debs bir gazetenin altında korunmaya çalışıyor ve kol kola girmiş, hâlâ karaoke sahnesindeymiş gibi bağırış kıyamet It’s Raining Man şarkısını söylüyorlar.
“Lexi!” diye sesleniyor Debs, katılmam için bana kolunu uzatıyor. “Yağmur yağıyor dostum!” Uzun, sarı saçları yağmurda sıçan kuyruğuna dönmüş ama yüzü hâlâ pırıl pırıl. Debs’in iki favori hobisi var, karaoke ve takı yapmak, hatta şu  anda  kulağımda bana doğum günümde yaptığı küpeler takılı: Ucundan kum inciler sallanan, minik L harfleri.
“Bana ne ya şarkıdan!” diye bağırıyorum ben de asık suratla. “Yağıyor işte!”
Aslında ben de karaoke yapmayı çok severim. Ama bu gece şarkı söyleme havamda değilim. Canım o kadar sıkkın ki, kıvrılıp herkesten uzaklaşmak istiyorum. Keşke Kaybeden Dave söz verdiği saatte gelseydi. Onca seni seviyrm Lexi mesajı ve ‘yemin ederim onda geleceği m’terden sonra mesela. Bütün gece gözüm kapıda bekledim; kızlar bana boş ver dediği zaman bile ümidimi kesmedim. Şimdiyse kendimi aşın duygusal bir moron gibi hissediyorum.
Kaybeden Dave, televizyonda araba satan bir şirkette çalışıyor ve geçen yaz Carolyn’in arkadaşının mangal partisinde tanıştığımız günden beri erkek arkadaşım. Ona, gıcıklık olsun diye Kaybeden Dave demiyorum, lakabı öyle işte. Kimse niye öyle dendiğini hatırlamıyor, Dave de anlatmıyor ve insanlar ona başka bir şey desin istiyor. Bir süre önce kendine Butch demeye başladı çünkü Ucuz Roman filmindeki Bruce Wills’e benziyormuş.
Neyse, zaten tutmadı. Çalışma arkadaşlarının nezdinde o’ sadece Kaybeden Dave, nasıl ki ben Kırıkdiş’sem. On bir yaşımdan bu yana herkes bana öyle diyor. Hatta bazen de Kırıksaç diyorlar. Doğrusunu söylemek gerekirse saçım biraz kabarık. Ve dişlerim de çarpık. Ama ben bunların hep yüzüme karakteristik bir şey kattığını   iddia etmişimdir.
(İşin aslı, bu da bir yalan. Sadece Fi yüzüme karakteristik bir şey  kattığını söyler. Şahsen ben dişlerimi yaptırma yi planlıyorum, param olur olmaz ve dişime tel takacak cesareti ruhumda bulur bulmaz, yani hiçbir zaman.)
Bir taksi yaklaşıyor ve anında kolumu uzatıyorum; ancak birkaç adım ilerideki insanlar benden önce davranıyor Harika. Sıkıntıyla ellerimi cebime sokuyorum ve bir san ışık daha görmek için gözlerimi yola dikiyorum.
Sorun sadece beni burada ayakta bekleten Kaybeden Dave değil, aynı zamanda ikramiyeler meselesi var. Bunun işyerinde mali yılın son günüydü. Herkese kâğıtlar dağıtıldı, ne kadar ikramiye alacaklarını görenler sevinçten havalara uçtu çünkü anlaşılan şirketin 2003  2004 satışları beklenenden yüksekti, on ay erken gelen Noel gibiydi. Herkes bütün öğleden sonra boyunca parayı nasıl harcayacağını anlattı durdu. Carolyn, erkek arkadaşı Matt’le Nev York’ta tatil ayarlamaya başladı. Debs, Nicky Clarke’ta saçına gölge attırma peşinde; hep oraya gitmek istemiştir de. Fi de Harvey Nichols’ı arayıp Taddington’ mıdır nedir, öyle bir çanta için bekleme listesine adını yazdırdı.
Ve ben. Elim boş kaldım. Çok çalışmadığımdan değil, hedeflenme ulaşmadığımdan da değil, ikramiye alabilmek için o şirkette bir yıl çalışmış olmak gerekiyor, bense bu niteliği bir haftayla kaçırıyorum. Bir hafta ya. Haksızlık. Pintiliğin daniskası. Söylüyorum size, bana fikrimi sorsalardı eğer…
Neyse. Sanki Simon Johnson da bir Yardımcı Satış Elemanı’na (Döşemeler departmanı) fikrini soracak da. Bir de şu var: Gelmiş geçmiş en kötü iş unvanına sahibim. Utanç verici. Kartvizitime bile sığmıyor.  Unvan ne kadar uzun olursa, iş de o kadar berbat oluyor, buna kanaat getirdim. Böyle sözcüklerle gözünüzü kör edeceklerini ve siz de ofisin köşesine tıkılmış, kimsenin uğraşmak islemediği hesaplarla debelendiğinizi fark etmeyeceksiniz sanıyorlar.
Bir araba kaldırımın kenarından geçiyor ve yerimden sıçrıyorum ama tüm su birikintisi suratımda patlamadan kaçmayı başaramıyorum. Giriş kapısının önünde Fi’nin mercimeği fırına verme kıvamına geldiğini fark ediyorum, şirin çocuğa mini mini bir şeyler söylüyor. Birkaç tanıdık kelime kulağıma çalınıyor ve şu anki ruh halime rağmen, gülmemek için dudaklarımı bastırmak zorunda kalıyorum. Aylar önce kız kıza evde bir gece yaptık ve birbirimize ateşli konuşmalarda ne söylediğimizi itiraf ettik. Fi her seferinde aynı satırı kullandığını ve çok işe yaradığını anlatmıştı: “Galiba iç çamaşırım eriyor.”
Hadi ya. Hangi erkek buna kanar ki?
Eh. Sanırım. Fi’nin kayıtlarına göre, kanıyorlar.
Debs de seks yaparken sesi titremeden söyleyebildiği tek kelimenin ‘ateşli’ olduğunu itiraf etti. Yani tüm diyebildiği: Ateşliyim.” “Çok ateşlisin,” “Gerçekten çok ateşli.” Beni mazur görün ama zaten Debs kadar nefes kesiciyseniz böyle sözcüklere hiç ama hiç gereksinim duymazsınız.
Carolyn bir milyon yıldır Matt’le çıkıyor ve yatakta tek diyebildiği: “Oh” ya da “Daha yukarı,” ya da bir keresinde Man tam gelmek üzereyken, “Kahretsin ya, saç düzleştiricimin fişini çekmedim.” Ciddi miydi, yoksa Malt gibi garip bir espri anlayışına mı sahipti, bilemem. İkisi de zekâ küpü neredeyse inek denecek kadarama hallerinden memnun lar. Birlikte dışarı çıkınca ikisi birbirini sürekli aşağılar ve ciddi olup olmadıkları anlaşılmaz. Onların bile bildiğinden emin değilim doğrusu.
“Sonra da sıra bana geldi, gerçeği anlattım, ki gerçek, karşımdaki erkeğe iltifat ettiğimdi. Örneğin Kaybeden Dave’leyken hep aynısı: “Çok güzel omuzların var,” ve “Çok güzel gözlerin var.”
Tabii bunları gizliden gizliye karşımdaki erkeğin de bana güzel olduğumu söylemesini umduğum için söylediğimi açık etmedim.
Daha hiç olmadığını da tabii.
Her neyse canım. Neyse ne.
“Hey, Lexi.” Görüyorum ki Fi kendini o şirin çocuktan ayırmış. Kot ceketimi kafasının üstüne tutarak bir ruj çıkarıyor.
“Hey,” diyorum yağmur damlalarının arasından gözlerimi kırpıştırarak. “Aşk çocuğun nereye gitti?”
“Birlikte geldiği kıza buradan gittiğini söylemeye.”
“Fi!”
“Ne?” Fi hiç aldırmıyor. “Çıkarmıyorlarmış ki. Olasılığı bile yokmuş.” Dikkatlice dudağını itfaiye kırmızısına boyuyor. “Kendime bir sürü yeni makyaj malzemesi alıyorum,” diyor, bitmiş rujun dibine bakarak. “Baştan aşağı Christian Dior. Artık param yetiyor!”
“Almalısın!” diye başımla onaylıyorum, coşkulu konuşmaya çalışarak. Bir saniye sonra Fi fark ederek kafasını kaldırıp bakıyor.
“Ah, salak kafam. Affedersin, Lexi.” Kolunu omzuma atıp sıkıyor. “Sana da ikramiye vermeleri gerekiyordu. Haksızlık.”

Related Articles

Küçük Ağa Kitap Özeti

Karagöz Kimdir Özellikleri Nelerdir

admin

Bülbülün Kırk Şarkısı

admin