Roman özetleri

Batılılaşma Yolunda Kitap Özeti

İlber Ortaylı Osmanlı İmparatorluğu’nda Tanzimatla başlayan batılılaşma hareketinin devletin kurumsal yapıları ve resmi ideolojisi ile cemaat ilişkilerini nasıl etkilediğini, dini ve resmi ideolojilerdeki bu değişimlerin toplum hayatına yansımalarını konu edindiği yazılarını yeni bir derlemede bir araya getiriyor. Usta tarihçi İlber Ortaylı’nın Batılılaşma Yolunda adlı yapıtı Osmanlı devleti ve toplumunun yaşadığı bu büyük değişim ve dönüşüm sürecini farklı pencerelerden izleyerek, dönemin dinamik ve renkli bir panaromasını sunuyor.

Kitaptan:

Tanzimat insanı yüzyıllar boyu küçümsenerek bakılan Beyoğlu’na adım atmıştı. Lamartine’in taşra kasabalarına benzettiği sözde şık semt Beyoğlu, taş binalarıyla İstanbul’un ahşap mahallerine tepeden bakardı. Avrupa’ya özenen aydınların buluştuğu yabancı kitapçıları, Avrupa mamulâtı satan mağazalarıyla Beyoğlu; İstanbullu Türk’ün yaşamında Avrupa’ya aralanan bir kapıydı. Cafe’leri, restoranları ve otelleriyle nihayet apartman hayatıyla, İstanbullu Beyoğlu’na çok sonraları taşınmaya başladı. Taşınma artıp, Beyoğlu’na ayrılan saatler ve günler çoğaldıkça Beyoğlu da tiyatrosuyla, tüketim zevkiyle, sefahatiyle Avrupa taşrası olmaktan çıkıp Osmanlılaştı.

Önsöz
Dostum Murat Bardakçı, Merkez Kitaplar adına bazı makalelerimi derlemeyi teklif ettiği zaman, buna hayır diyemedim.
Makaleleri genelde benîm kadar dağınık ve birbiriyle ilgisiz yayın organlarında çıkan başka bir meslektaş yoktur. Bu yüzden bunları bir araya getirmeyi teklif edenlere, ancak şükran duyarım.
ISIS Yayınları’ndan Sinan Kuneralp, daha önce ingilizce, Almanca ve Fransızca makalelerimi ‘Studies On Ottoman Transformation’ başlığı altında yayımlamıştı. Gene Ankara’da bulunan Turhan Kitabevi de, Osmanlı ekonomisi üzerine yazdığım makalelerimi kalın bir cilt halinde neşretti.
Elinizdeki bu ciltte, Osmanlı millet sistemi, diplomatik ilişkiler ve ekonomi tarihi üzerine makalelerim yer alıyor. Bu makaleleri toplayıp redije eden dostum Dr. Erhan Afyoncu’ya ve Merkez Kitaplar Genel Yayın Müdürü İlknur Özdemir’e teşekkürü bir borç bilirim.

İlber Ortaylı 24/05/2007

Tanzimat Adamı ve Tanzimat Toplumu’
Keçecizade Fuat Paşa’ya atfedilen bir nükte vardır: Muhaliflerinden müraî bir kişi, Babıâli’nin parke döşenerek genişletilen caddesini över ve pek münasip bir iş yapıldığını söyler. Paşa da, “Bize atılan taşlarla döşettik,” cevabını verir. Gerçekten de Tanzimat yöneticilerine çok taşlar atılmış, onlar da bu taşlan bir devri bina ermek için kullanmışlardır. Ilımlı ve uzlaştırıcı bir yol izleyerek karşı görüşlüleri bile planlarını gerçekleştirmek için hizmete aldılar. Onlara göre bugünün muhalifi yarının çalışma arkadaşıydı. Tanzimat’ın öncü kadrosu, ne geldikleri meslek ve dünya görüşü, ne de toplumsal kökenleri bakımından birbirine benzemeyen kişilerden oluşur; aralarında bir uyum vardı, ama birlik olduğu söylenemez. Babıâli diktatörlerinin birbirleriyle çekişmeleri bazı zaman parlamenter Avrupa rejimlerindeki iktidar ve muhalefet partilerinin sürtüşmesini aratacak derecedeydi. A. Cevdet Paşa gibi Süleymaniye medreselerindeki dik başlı softaları mat etmiş medrese bilgini ile sefarethanelerde yetişmiş Reşit Paşa, ağırbaşlı Ali Paşa ile nüktedan ve lafını sakınmaz Fuat Paşa hep birlikte bir devri yaratmışlardır. Tanzimatçılar, 19. yüzyılın ortalarında reformlarını geleneksel bir devletin kadrolarıyla çeşitli dil ve dinden grupların çatıştığı bir ortamda yürütmek zorundaydılar. Muhalifleri çoktu; ama hiç kimsenin burnunu kanatmadan, Özgürlüğünü kısıtlamadan eski bir imparatorluğu çağdaşlaşma yoluna çıkardılar.
Tanzimat hareketini bazı çağdaş yabancı gözlemciler ‘kg İsla ti on yasama’ faaliyeti olarak yorumlamışlardır.1 Gerçekten de Tanzimat hareketi, kanun egemenliğini kurma ve yönetimi yeniden düzenleme olarak görülüyor ve anlaşılıyordu. Üstelik Tanzimat hareketini böyle niteleyenler sadece Avrupalı gözlemciler değildi, Tanzimat Önderlerinin kendileri de girişimlerinin amacını ve yönetimini aynı biçimde değerlendiriyorlardı. Tanzimat hareketi bir devrimin atmosferini ve dünya görüşünü taşımıyordu. Tanzimat yöneticileri kişiliklerinde tutuculuk ve pragmatik reformculuğu birleştirmiş, dünya görüşleri, davranış biçimleri ve politikalarıyla 19. yüzyıl Osmanlı toplumundaki yeni insanın tipik temsilcileri veya öncüleri olmuşlardır. Ancak bu yeni Osmanlı tipinin büyük ölçüde eski toplumdaki Osmanlı efendisinin yaşam tarzını, dünya görüşünü bilinçli biçimde devam ettirdiği de açıktır.
Mustafa Reşit Paşa, A. Cevdet Paşa, Ali ve Fuat paşalardan oluşan Tanzimat dörtlüsü, iktidarı tutucu ve görünüşte reformcu bir kadrodan devraldılar. Bu devirteslim, eskilerin gözden düşmesi ve bir köşeye itilmesiyle gerçekleşti. Temkinli, hatta ürkek Mehmed Emin Rauf Paşa yeni döneme uyum sağlayamamıştı. Paşa gençliğinde ilk sadrazamlığı sırasında, reform girişimleri yüzünden Halet Efendi’nin kışkırtmasıyla Sultan Mahmud’un hışmına uğramış ve son anda padişah, paşanın yakışıklılığını kastedip, “Kallâvi kendisine pek yakışıyor”1 diyerek canını bağışlamıştı. İhtiyar M. Emin Rauf Paşa radikal girişimlere karşı isteksizliğini, “Artık bu kallâvi bizi kurtaramaz,” sözüyle ifade ederdi. Tanzimat döneminin elediği diğer devlet büyükleri, elli beş yıldır nezaret rütbesini taşıyan ve ‘şeyh ul vüzera’ denilen Hüsrev Paşa, birbirlerinin kuyusunu kazan Akif Paşa ve Pertev Paşa gibi vezirlerdi. Hüsrev Paşa gizli bir tutucuydu, Mehmed Ali olayındaki gelişmelerde hırsının ve hatalarının payı görüldüğünden Tekirdağ’a sürgüne gönderildi. Akif Paşa ise rakibi Pertev Paşa’nın katline neden oldu. Bu son kanlı entrika idi ve Pertev Paşa’dan sonra Akif Paşa’nın da yıldızı söndü ve sürgüne gönderildi.2 Artık meydan Pertev Paşa’nın yetiştirmesi olan ve yeni devrin politikacısı Mustafa Reşit Paşa’ya kalmıştı.
Reşit Paşa, Sultan Mahmud dönemi Babıâli bürokrasisinin genç üyelerindendi. Kaleme aldığı belgelerdeki yazı ve anlatım padişahın hoşuna gitmiş, koruyucusu Pertev Paşa tarafından padişaha övülmüştü. Buraya kadar klasik Osmanlı kalemiyye sınıfının yetenekli bir üyesiyle karşı karşıyayız. Reformcu hükümdar bu yetenekli gencin Fransızca öğrenmesini ister; işte Reşit Bey ise padişahın bu emrini yerine getirdiğinde, artık yeni devir bürokrasisinin öncüsü olacak bir kişilikti. Öğrendiği dille dış dünyayı tanımıştı. Babıâli’de süratle yükselen Reşit Bey, 1834′te Paris elçisi, sonra Londra elçisi, ardından hariciye müsteşarı ve az sonra da vezirlik rütbesiyle hariciye nazırı oldu. II. Mahmud’un ölümünde hariciye nazırlığı üstünde kalarak Londra elçisiydi ve döner dönmez Tanzimat Fermanı’nı ilan ettirdi.3 1857′de 61 yaşında ölene kadar beş kere Osmanlı Devleti’nin sadrazamı olmuş, hariciye nazırlığı, valilik, Meclisi Vali, Meclisi Tanzimat reislikleri gibi Babıâli’nin yüksek görevlerinde bulunmuştu. Tanzimat döneminin diğer ünlüleri de onun geçtiği yolu izlediler. 19. yüzyılın yüksek bürokratları, bugün sadrazam, yarın nazır, Öbür gün vali, sonra gene sadrazam olabilirlerdi. Ama her görevde devlet yönetimini çok yakından etkiledikleri bîr gerçektir. Ali ve Fuat paşaların, daha sonra Midhat Paşa’nın, A. Vefik Paşa’nın yaşam çizgilerindeki bu paralellik 19. yüzyılın devlet adamlığında kurumsallaşmış bir gelenek gibiydi.
Reşit Paşa’nın yandaşı Ahmed Cevdet Paşa daha ilginç bir hayat çizgisine sahipti. Yüz yıl önce yaşasa, ilmiyye sınıfının en önde gelen üyelerinden biri olarak kalacak Cevdet Paşa; ilmiyye sınıfındaki yüksek rütbesinden, yani kazaskerlikten mülkiye sınıfına geçiş yapmış, vezir olmuştu. Osmanlı tarihinde ilmiyye sınıfından mülkiye sınıfına geçiş yapanlar az da olsa vardı, fakat böyle yüksek bir rütbeden geçiş tek olaydır4 ve Tanzimat reformlarının ilmiyye sınıfının gücü ve dünya görüşü aleyhine geliştiğinin ve laik bürokrasi ve dünya görüşünün berikilerin önüne geçtiğinin canlı bir örneğidir. Cevdet Paşa, Tanzimat döneminin yenilikçi heyecanını veya dış dünyaya dönüklüğünü değil; tutuculuğunu, ılımlılığını temsil eder. Bütün yazdıklarında ve düşüncelerinde Ortodoks bir Sünni Hanefi olduğu açıktır. İslâmiyet onca hiçbir reformu gerektirmeyecek kadar üstün bir düzen getirmiştir. İlk müderrisliğinde Süleymaniye medreselerinin saldırgan ve ağzı kalabalık softalarım susturup saygılarını kazanacak kadar bilgisi güçlüydü. Laik bürokrasiye geçiş yapmadan önce Fransızcayı öğrendi, Avrupa hukukunu güya öğrendi, Hammer tarihîni okudu. Yazdığı tarih eski vakanüvislerin yöntem olarak ilerisinde, ama çağdaş tarihçiliğin çok gerisindedir. 18. ve 19. yüzyıl başlarında Balkanlardaki ulusalcı hareketleri, Arabistan Vallahilerinin isyanını nasıl değerlendirdiğini biliyoruz, ama bunlara bakarak Cevdet Paşa’yi saf veya çağının çok gerisinde bir adam olarak nitelemek de mümkün değildir. Paşanın yönetici olarak yazdığı teftiş raporları, hazırladığı nizamnameler zaman zaman tarihçiliğinin çok ötesinde bir gözlem ve değerlendirme yeteneğine sahip olduğunu gösterir. Cevdet Paşa 19. yüzyılın her bildiğini ve düşündüğünü yapmayan, sırrını mezara götüren devlet adamlarına tipik bir örnektir. Bizzat kaleme aldığı Tarih i Cevdet’teki bilgi ve yorumlar eserin diğer baskısında çıkarılmış veya değiştirilmiştir. Nedeni resmi sansür değil, paşanın kendi sansürüdür. Cevdet Paşa, yöneticilik söz konusu olduğunda tutuculuğuna rağmen görüşlerinden taviz vermekten çekinmemiştir. Bu tutumu eyyamcılığından değil, Tanzimat adamının ‘hikmet i hükümet’ anlayışından ileri gelir. Akıllı, bilgili Cevdet Paşa, karşıtı olan Ali ve Fuat paşaları eleştirirken zaman zaman ölçüyü kaçırıp galiz bir üslub kullanır. Reşit Paşa’nın tercüme odasında gayrimüslim memur tutmadığını, Ali Paşa’nın ise oraya Ermenileri doldurduğu gibi sözlerle eleştirilerini sürdürür. Fuat Paşa’nın ise ‘familyasının ırz ı namusu konusunda laubali’ olduğu dedikodusunu da yapar. Bu laubaliliğin nedeni ona göre Fuat Paşa’nın kayınpederinin Nuseyrî taifesinden olmasıdır.5 Gerçekte yaşamları ve familyalarının yaşam tarzları da birbirinden pek farklı olmadığı halde, bir Cevdet Paşa medreseliliğine rağmen tek kadınla evlilik taraftarıdır ve eşine yazdığı mektuplar duygu doludur;6 Cevdet Paşa, grup çekişmesinde işi ölçüsüzlüğe vardırmış görünüyor. Ne var ki adamlar bir vilayetteki ayaklanmanın bastırılması veya falan kurumun yeniden düzenlenmesi gibi sorunlarda bu tür çekişmeleri bir yana bırakır ve birbirleriyle aynı masanın etrafında otururlardı. Cevdet Paşa’nın Avrupa tarihi ve hukuku alanındaki bilgisi; doğu tarihi, İslam felsefesi ve fıkıh alanlarındaki geniş bilgisini ancak süsleyecek derecedeydi. Bu bilgileri muhafazakâr tezlerini savunurken kullanırdı. A. Cevdet Paşa özellikle M. Reşit Paşa’ya sadık olduğundan ve devrin gereğini anladığından Tanzimat hareketine hizmet etmiştir. Ancak bazen takındığı taassup ve saldırganlığı da aşan üslubu nedeniyle, Tanzimat hareketinin ve her türlü yeniliğin karşısındaki çevrelerin benimsediği tek Tanzimatçı devle! adamı oldu. Cevdet Paşa’nın kızı Fatma Aliye Hanım kaleme aldığı Ciltlet Paşa ve Zamanı adlı kitapta7 M. Reşit Paşa ve Cevdet Paşa ikilisiyle Ali ve Fuat paşalar arasındaki çekişmeyi, ikincilerin Fransız, politikasına taraflar olmalarına bağlar. Fatma Aliye Hanım’ın bu velimi kendisini okuyanları ve okuyanların yazdığım okuyanları bugüne kadar yanıltmıştır. İngiliz ve Fransız politikasını kullanmak gibi hüner, daha doğrusu hüner gösterisini Tanzimatçılar sık sık tekrarlamışlardır; ama işleri bir elçiliğe kapılanarak yürütmedikleri açıktır. Cevdet Paşa’nın kızı Fatma Aliye Hanım Tanzimat döneminin aydın kadın tipine bir örnektir. O devrin aydın gruplarıyla görüşür, özellikle diplomat eşlerini veya İstanbul’u ziyaret eden seçkin yabancı hanımları evine davet eder, davetten ve konuşulanlardan hükümeti haberdar ederdi. Gülnar Hanım diye bilinen Rus kontes Lebedoy(a) da Yıldız’a jurnal edilen bu tür ziyaretçilerdendi.8
Tanzimat insanı yüzyıllar boyu küçümsenerek bakılan Beyoğlu’na adım atmıştı. Lamartine’in taşra kasabalarına benzettiği sözde şık semt Beyoğlu, taş binalarıyla İstanbul’un ahşap mahallelerine tepeden bakardı. Avrupa’ya özenen aydınların buluştuğu yabancı kitapçıları, Avrupa mamulâtı satılan mağaralarıyla Beyoğlu; İstanbullu Türk’ün yaşamında Avrupa’ya aralanan bir kapıydı. Cafeleri, restoranları ve otelleriyle nihayet apartman hayatıyla, İstanbullu Beyoğlu’na çok sonraları taşınmaya başladı. Taşınma artıp, Beyoğlu’na ayrılan saatler ve günler çoğaldıkça Beyoğlu da tiyatrosuyla, tüketim zevkiyle, sefahatiyle Avrupa taşrası olmaktan çıkıp Osmanlılaştı.
Tanzimatçı grubun alafranga sadrazamı olarak bilinen Mehmed Emin Ali Paşa, Mısır Çarşısı esnafından bir attarın oğludur. Artar akşamları çarşının kapısını da kapattığından muhalifleri, kendisine bevvabın (kapıcının) oğlu derlerdi. Diktatör sadrazamı tarihteki bir diğer diktatör sadrazamla karşılaştırarak yeren şairin taşlaması ünlüdür.
Kapızade ile Köprülünün farkı budur, Birisi aldı Giridi, birisi verdi bugün…

Gerçekte Girit’i vermemiş, o günün koşullan içinde, kurtarmış sayılırdı. Diplomasi mesleğine Reşit Paşa gibi yeni geçiş yapmıştı. Fransızcayı kendisi öğrenmişti, kısa sürelerle Viyana ve Londra elçiliklerinde çalışmıştı. Reşit Paşa’nın elinden tutmasıyla Londra elçiliğine, sonra hariciye müsteşarlığına tayin edilmiş ve o sadrazam olunca da hariciye nazın olmuştu. Beş kere sadrazamlık, sekiz defa hariciye nazırlığı yaptı. İzmir, Bursa valiliklerinde bulundu. Babıâli’nin Reşit Paşa’dan sonra ikinci diktatörü o oldu, ama Babıâli’yi de sarayın ve bütün ülkenin diktatörü haline getirdi. Sadaret makamına Sultan Abdülaziz bile saygı göstermek zorundaydı, protokolde ve resmi ilişkilerde Babıâli’yi temsil eden kendisine karşı, en hafif saygısızlığa kesinlikle müsaade etmezdi. Ali Paşa’nın sadrazamlığı sırasında yönetim ve hukuk alanında Tanzimat döneminin en kalıcı düzenlemeleri gerçekleştirildi. Bu reformlar gerçekleştirilirken Avrupalıların oyununa gelinmediği, tersine ülkenin askerî ve malî zaafına rağmen Avrupa müdahalesini en aza indirecek bir yöntem izlendiği görülür. Bu ağırbaşlı, düşünerek eyleme geçen, en ağır kararları ve cezaları bile soğuk bir tebessümle belli eden adamın yakın çalışma arkadaşı, nüktedan, delidolu Fuat Paşa’ydı. Ünlü ulema ailesi Keçecizadelerden geliyordu ve tıp öğrenimi görmüştü. Fransız dilini kelime oyunları ve nükteler yapacak kadar iyi bilirdi. Ani karar ve uygulamalarına rağmen 1861 Suriye olaylarından mülteciler sorununa varıncaya dek, bütün güçlüklerin ustaca çözümünde payı büyüktür. Ali Paşa’yla akrandı ama onunkinden çok farklı bir toplumsal çevrede yetişmişti. Birbirine zıt karakterdeki bu iki adam birbirleriyle aynı politikayı izlediler. Daha doğrusu Ali Paşa, A. Cevdet Paşa elli büyüleyici bir adamın bulunduğu bir ortamda Fuat Paşa’dan vazgeçemezdi. Ali ve Fuat paşalar yönetimde birbirlerinin sürekli halefselefi olan ayrılmaz bir ikiliydiler.
Tanzimat bürokrasisinde ilişkiler henüz anonimleşmekteydi. Klasik Osmanlı bürokrasisinde aday memurlar kaleme çırak olarak girdiklerinde kendilerine mesleği öğreten amire bir usta, bir baba gibi bağlanır, birlikte çalışıp yükseldikleri akranlarıyla kurdukları kardeşlik ilişkisi hayat boyu sürerdi. Bu yüz yüze ilişkilerin modern bir kurumsallaşma içinde zamanla kaybolacağı açıktı, ancak Tanzimat bürokratlarının ilişkilerinde ve gruplaşmalarında eski gelenek ve etiket devam etmiştir, hatta resmî yazışmalarda bile bunu gözlemek mümkündür. Bir sadrazam, mabeyn başkâtibine yazdığı arz tezkiresinde eğer böyle bir yakınlıkları varsa ‘devletli ataletli oğlum efendim hazretleri’ veya ‘karındaşı a’azz u ekremin en sevgili kıymetli kardeşim’ gibi bir hitapta bulunurdu. Resmi belgelerdeki literatüre yansıyan bu eğilimin politika ve yönetimdeki gruplaşmalarda başlıca etken olacağına kuşku yoktu.
Tanzimat bürokrasisinin yabancı dil bilen, dış dünyayı izleyebilen yetenekli üyeleri yanında yeni devrin kültürel atmosferine, çalışma yöntemlerine uyum sağlayamayanların da çokça bulunduğu açıktır. Böylelerinin içinde yabancı dili yanlış yazıp konuşanlar, kolluğunun altında lâf ola Fransızca gazetelerle dolaşanlar, kayrıldığı görevlerde gülünç işler yapanlar boldu. Ahmet Midhat Efendi’nin Felâtun Bey ve Rakım Efendi adlı romanı, 19. yüzyıl modernleşen bürokrasisinde gerçekten becerikli, okuyan ve yabancı dil öğrenen Rakım Efendi’yle, tembel, gösterişli ve yeni hayatı yüzeyden taklit eden Felâtun Bey’in kişiliklerinde bu iki tip memuru konu almaktadır. Felâtun Bey tipi memurların canlı örneği o devrin hariciye teşrifatçılarından Kâmil Bey’di. Fransızca sının gülünçlüğü ile tanınmış olanlardandı. 1867 yılında yeni kurulan Beyoğlu Altıncı Belediye Dairesi reisliğine tayin edilmişti. Fuat Paşa’nın bacanağı olduğundan yeteneksizliğine rağmen bu gibi görevlerle kayulırmış. Kâmil Bey, devrinde Frenk mukallidi diye bilinilmiş.” Fransızcayı az bildiği halde devamlı Fransızca deyimler kullanmaya çalışırmış, işler çatallaştı demek için monseİgtteur’ gibi gülünç çevirileriyle ünlüymüş. Tanzimat’ın başından beri bürokrasi üyeleri ve paşazadeler arasında Kâmil Bey gibileri; yeniliğe karşı tepki duyanlar tarafından devamlı hicvedilmiştir ve halen hicvedilmektedir. Bu nedenle siyasal edebiyatımıza yerleşmiş bir deyim olan Tanzimat tipi, Tanzimatçıların sadece bir grubunu, daha doğrusu ikinci sınıfını meydana getirenler için kullanılabilir. Gerçekte Tanzimat tipi, bizim toplumumuzda kendi kendini yetiştiren, eleştiren ve yeni ufuklar aramaya başlayan insanların ilk örneğidir. Tanzimat insanının oluşumunda geleneğin payı vardır ama geleneği değiştirme geleneği, Tanzimatçılarla bulunmuştur denilebilir.
Budapeşte’de Tuna kıyısında şirin bir meydan, Jozef Beni adını taşır. Meydanda General Jozef Bern’in bir heykeli vardır. Macar halkı, 1848′de Kossuth’un önderliğinde Avusturya’ya karşı başlattıkları cumhuriyetçi devrime gönüllü olarak katılan Polonya lejyonu komutanının anısına bu heykeli dikmiş ve şükran borcunu bildirmiştir. General Jozef Bern, Osmanlı ordusunun ünlü Murat Paşa’sıdır. Osmanlı ülkesine sığınan Polonyalı, Macar ve İtalyan devrimci birliklerinin bir kısmı geriye yurtlarına veya, başka ülkelere gitmiş, bir kısmı da din değiştirip Osmanlı hizmetine girmişlerdi. Bu yeni Osmanlılar, 17. yüzyıldan beri Alman prensliklerinde, Rusya’da görüldüğü gibi ordunun ve sivil idareye hizmet sunan başka ülkelerin macera peresi küçük asilzadelerinden çok farklıydılar, yeni ülkelerine derin bir bağlılıkla hizmet ermişler, Tanzimat reformlarının yürütülmesine yetenekleriyle katkıda bulunmuşlardır. Bir bakıma 1930′larda nazizmden kaçarak Türkiye’ye sığman Alman bilim adamlarının üniversiteye yaptıkları hizmete benzer bir durum söz konusudur. Ancak 1849 PolonyaMacar mültecileri sadece Osmanlı ordusuna değil, sivil bürokrasiye ve kültür hayatına da yararlı hizmetler sundular.
Ordusunun kuruluşu tamamlanamamış ye reformun getirdiği sancı ve sıkıntılar içindeki Osmanlı Devleti Avusturya ve Rusya’nın baskılarına rağmen mütecileri geri vermedi. Sultan Abdülmecit; Tuna kıyısındaki kalelere sığman ve başta Kossutlı olmak üzere bütün Macar hükümet üyelerinin, PolonyaMacar komutanlarının bulunduğu binlerce kişiye, kendilerinin ve ailelerinin hayat ve şereflerinin tamına t altında olduğunu, istedikleri ülkeye gidebileceklerini, Osmanlı hizmetine girenlerin de rütbe ve mesleklerine uygun görevlere atanacaklarını bildirdi. General Kmery, General Bern (Murat Paşa), Bordy, Przyenski, Czaikowsky (Sadık Paşa), Vimety (İsmail), Zanitski (Osman), Stein (Fernat), Nemegyis, Borzecki (Mustafa Celâleddin Paşa) gib: yüksek rütbeli Polonyalı ve Macar subaylar din değiştirerek Osmanlı hizmetine girdiler.11′ Dinini değiştirmeden Tuna kıyılarında kalan veya Haleb ve Kütahya’ya yerleştirilen küçük rütbeli subay ve erlerden Osmanlı sanayiinin ve tarımının gelişmesine yardımcı olacak birçok uzman çıktı. Topçuluktan haritacılığa, matematik eğitiminden veterinerliğe veya ressamlığa kadar 19. yüzyıl Osmanlı hayatına birtakım yeniliklerin girmesinde mültecilerin payı olduğu açıktır. Bizzat Midhat Paşa Tuna vilayetindeki sanayi mekteplerini Polonya İlM acar mülteci öğretmenler sayesinde açabilmişti. II. Mahmud döneminden beri Osmanlı ordusu özellikle Prusya’dan uzman getirti….

Bir önceki yazımız olan Sil Baştan Kitap Özeti başlıklı makalemizde Ken Grimwood kitapları, Ken Grimwood romanları ve Ken Grimwood Sil Baştan kısa özeti hakkında bilgiler verilmektedir.

Read more http://www.kitapozeti.org/batililasma-yolunda-kitap-ozeti.html

Related Articles

Hayyam Kitap Özeti

Hayatınızın Amacı kitap özeti – Semra Ayanbaşı

Gizli Yönleriyle Atatürk Kitap Özeti