“Hayat dolu, seksi ve büyüleyici.”
Romantic Times
“Kesinlikle muhteşem.”
Mary Janice Davidson
“İlgi uyandıran, esprili bir kitap.
Elimden bırakamadım.”
Condace Havens
“Cadı, seksi, fantastik, doğaüstü, gizemli ve romantik bir kitap.”
Terese Rain
“Galenorn’un baştan çıkarıcı perisi, olağandışı bir dünyada aksiyonu arttırıyor. Bayıldım!”
Patricia Price
“Cadı, şaşırtıcı ve büyüleyici bir roman… Okuması gerçekten çok keyifli…”
Linda Winstead Jones
***
Chase başını salladı. “Camille, buna inanmayacaksın. Jocko öldürüldü.” Mağazaya hızla göz gezdirdi. “Yalnız mıyız? Tam olarak neyle karşı karşıya olduğumuzu öğrenene kadar, konunun buradan dışarı çıkmasını istemiyorum.” Chase, özel bir şey konuşmak istediği zamanlarda, genelde eteğimin altına girmeye çalışırdı ve ben, onun cazibesine kolaylıkla karşı koyardım. Chase, benim tarzım bir adam değildi. Her şeyden önce, cehennem kadar pisti. Ve, bir insandı. Asla bir insanla beraber olmadım ve sonrası için de böyle bir planım yok.
ÖDHA, bizi Dünya’da çalışmak için görevlendirdiğinde, kovulmak üzere olduğumuzu düşünmüştük. Dünya’ya gelişimizin üstünden aylar geçip de, hiçbir önemli görev alamayınca, bunun bir tür ücretli izin olduğuna karar verip, rahatladık. Ama şimdi, ajan arkadaşımızın ölümünün ardındaki gerçeği ortaya çıkarmak bizim sorumluluğumuzdaydı. Ve eğer öldürüldüyse, ÖDHA bizden bazı cevaplar isteyecekti…
….
Her kaosta bir sistem, her düzensizlikte gizli bir düzen vardır.
-CARLG. JUNG
Yepyeni türde, bir roman yazmaya nasıl başlarsınız? Kendinizi, birden, yazarken bulursunuz.
Ne yaptığınızı bilmiyorsunuzdur ve sonra, aniden roman bitmiştir.
-RAY BRADBURY
BÖLÜM 1
Seattle, senenin neredeyse her günü kasvetliydi fakat Ekim ayı, en fırtınalı ve en sert geçen dönemiydi. Gri gökyüzünü kamçılayan yağmur, pencerelere çarparak, camdan damlalar halinde akan küçük derecikler oluşturuyordu. Su, yabani otların boy vermeğe çalıştığı çukurlarda biriken çamura karışıyordu. Şansımıza, Çivit Hilal’in girişinin önündeki hafif rampa, mağaraya giren müşterileri, çamura batmaktan kurtarıyordu. Benim gibi girişte kayıp, çamurun ortasına basmayı başaranları değil tabi…
Mağazama girer girmez, üzerimdeki yağmur damlalarını silkeledim ve güvenlik şifresini girdim. Kız kardeşim Delilah’nın kurduğu alarm, sadece hırsızları değil, casusları da mağazadan uzak tutmamıza yarıyordu. Nereden geldiğimizi ve kim olduğumuzu düşününce, bunun verdiği huzura gerçekten ihtiyacımız vardı.
Kendimi en sevdiğim koltuğumun üstüne bıraktım ve on santim topuklu ayakkabılarımı çıkarıp, elime aldım. Ünlü bir tasarımcının eseri olan ayakkabımı silerken, yarı peri olmanın hoş getirileri olduğunu düşündüm. Bu ayakkabılar için, bir servet harcamama gerek kalmamıştı çünkü onlar bana, mağazamın müdavimi olan, Peri Gözetmenleri Kulübü üyelerinin hediyesiydi.
Kataloğu incelerken, bu ayakkabılara bayıldığımı fark ettiler ve birkaç gün sonra ellerinde bir Nordstrom poşetiyle çıkageldiler. Hediyeyi kabul edip etmemek arasında 30 saniye kadar düşündükten sonra, tutkum galip geldi ve nazikçe teşekkür ederek, ayağıma mükemmel bir şekilde oturan ayakkabılarımı giydim.
Ayakkabıyı kontrol ettim ve herhangi bir kalıcı hasar olmadığına karar verdim. Ayaklarımı kurulayıp, en sevdiğim ayakkabılarımla tekrar buluşturduktan sonra, defterimi çıkarıp yapmam gereken işlerin listesine göz attım. Rafa kaldırmam gereken kitaplar ve hazırlamam gereken siparişler vardı. Ayrıca bugün, Peri Gözetmenleri Kitap Kulübü’nün aylık buluşmasına ev sahipliği yapacağıma söz vermiştim. Öğlen, burada olacaklardı. Delilah, bir iş için akşama kadar dışarıdaydı ve diğer kardeşim Menolly, her zaman olduğu gibi uyuyordu.
İşe gelmek güzeldi. Müzik setini açtım ve Alice in Chains’in “Man in the Box” adlı şarkısı, dükkanda yankılanmaya başladı. İlerleyen saatlerde, klasik müziğe geçecektim ama sabahın bu erken saatlerinde yalnızdım ve kendi zevkime öncelik verebilirdim. İlginç bir şeyler olmasını bekleyerek, yeni kitaplarla dolu bir kutuyu elime aldım ve kitapları raflara dizmeye başladım. O sırada, kapının üzerindeki zilin sesini duydum ve Chase Johnson içeri girdi. Bu kesinlikle, olmasını umduğum ilginç olay değildi.
Şemsiyesini katladı ve kapının yanında duran fil şeklindeki şemsiyeliğe koydu. Uzun trençkotunu çıkartıp portmantoya asarken, gözlerimi rafa kaldırmakta olduğum kitaptan ayırmamaya çalıştım. Harika! Bu, günümü güzelleştirmek için tam da ihtiyacım olan şeydi. Yılın kazanovası, yine peşimdeydi. Beğenilmek güzeldi ama dokunulmak için aynı şeyi düşünmüyordum. Chase, en sevdiğim insanlar listesinde kesinlikle ilk ona giremezdi. Onu kendimden uzaklaştırmak için elimden geleni yapıyordum. İyi biri miyim? Belki değilim. Eğleniyor muyum? Kesinlikle eğleniyorum.
“Camille, konuşmamız lazım. Şimdi.” Chase, parmağını şaklattı ve tezgâhı işaret etti.
Kirpiklerimi kırpıştırarak, ona baktım. “Ne? Önce, bana karşı biraz daha nazik olmaya çalışsan? Gerçekten kırıldım, en azından lütfen diyebilirdin.”
“Yine mi aynı tavır…” Chase gözlerini devirdi. “Ve şu gürültüyü susturabilir misin? Öteki Dünya’dan geldin ve şu dinlediğin zırvalığa bak.”
“Uf! Kes sesini,” dedim. “Hoşuma gidiyor. Bu türde, büyürken dinlediğim birçok müzik türünden daha çok hayat var.” En azından, bana dokunmaya çalışmıyordu. Gerçi, bu benim için, ortada bir terslik olduğunun ilk alameti olmalıydı. Chase’den kaynaklanan tedirginliğimden çok, içgüdülerime yoğunlaşmış olsaydım, eşyalarımı toplayıp, istifamı verip akşam olmadan diğer dünyaya dönmüş olurdum. İsteksizce, tezgâhın arkasına geçerek müziğin sesini kıstım, fakat kapatmadım. Çivit Hilal, insanların akınına uğramaya başladığı zamanlardan beri, benim kitabevimdi. Ama aslında, ÖDHA’nın Öteki Dünya Haber Alma Ajansı- paravanıydı ve ben de onların Dünya üzerindeki casuslarından biriydim. Aslında, uşaklarıydım demek daha gerçekçi olurdu.
Etrafa göz attım. Saat hâlâ erkendi ve müşteri yoktu. Ne şanslıydım! Konuşmak için hâlâ zamanımız vardı.
“Tamam, neler oluyor?” Havayı koklarken. Chase’den gelen yakıcı kokuyu fark ettim. İlk önce, spordan gelmiş olabileceğini düşündüm. Geçmişte, ondan birçok farklı koku aldığım olmuştu: şehvet, testesteron, antrenmandan kaynaklanan ter, bağımlısı olduğu bol baharatlı, biftekli takolar… “Tanrı aşkına Chase! Sen hiç duş almaz mısın?”
Göz kırptı. “Günde iki kez alıyorum. Hoşuna giden bir koku mu aldın?”
Bir kaşımı kaldırdım. Kokunun ne olduğunu çıkarmaya çalışırken. “Pek değil,” dedim. Ve sonra, bunun korkunun kokusu olduğunu fark ettim. Bu, kesinlikle iyiye işaret değildi. Ondan, daha önce, hiç korku ve endişeye dair bir koku almamıştım. Bana söyleyeceği her neyse, iyi bir şey olmadığı kesindi.
“Kötü haberlerim var, Camille. Jocko öldü.”
“Şaka yapıyor olmalısın. Joeko ölmüş olamaz.” Joeko ÖDHA ajanı, bir devdi. Heınen hemen hiç ağırlık çalışmazdı ama buna rağmen, kasları fazlasıyla güçlüydü. “Jocko, bir öküz kadar güçlüdür. Ne oldu? Otobüs falan mı çarptı?”
“Aslına bakarsan, öldürüldü.” Chase, kesinlikle ciddi görünüyordu.
Midem kasıldı. “Aman Tanrım! Ne oldu? Yoksa, kıskanç bir adam, karısını Jocko’yla gezerken gördüğü için onu vurdu mu?” Öyle olmuş olmalıydı. Normal bir insan, elinde büyük bir silah olmadan, bir devi asla yere seremezdi. Jocko ile aynı boyutlarda olan biri bile…
Chase başını salladı. “Buna inanmayacaksın. Camille.” Mağazaya hızla göz gezdirdi. “Yalnız mıyız? Tam olarak neyle uğraştığımızı öğrenene kadar, konunun buradan dışarı çıkmasını istemiyorum.”
Chase, özel bir şey konuşmak istediği zamanlarda, genelde eteğimin altına girmeye çalışırdı ve ben onun cazibesine kolaylıkla karşı koyardım. Chase, benim tarzım bir adam değildi. Herşeyden önce, cehennem kadar pisti. Ve bir insandı. Asla bir insanla beraber olmadım ve sonrası için de böyle bir planım yok.
Siyah Armani takımı, dalgalı kahverengi saçları ve kusursuz Romen burnuyla ayakta dikiliyordu. Bu haliyle, bir centilmenin yakışıklılığına sahipti. Onunla tanıştığımız zaman, kız kardeşlerim ve ben, onun da damarlarında peri kanı aktığını düşünmüştük ama geçmişini araştırdığımızda, bu tezimiz yerle bir oldu. O, kanının her damlasıyla bir insandı. İyi bir dedektifti. Ne zaman iyi bir evlat olup, onu ziyaret edeceğini sormak için her dakika arayan annesi dahil, kadınlarla ilişkileri pek iyi değildi.
“Delilah nerede?” derken gözleri parladı.
Sırıttım. Delilah’dan korktuğunu biliyordum ve Menolly’nin varlığı bile adamcağızın ödünü koparıyordu.
“Bir iş için dışarıda. Neden bilmek istiyorsun? Bir yerlerden çıkıp, sana bööö yapacağından mı korkuyorsun?” Delilah, insanları korkutmayı severdi. Hedefine o kadar yumuşak adımlarla yaklaşırdı ki, kör bir adam bile onun geldiğini hissedemezdi.
Gözlerini devirdi. “Bu konuyu, üçünüzle konuşmam gerekiyor.”
“Peki, haklısın.” Ona biraz merhamet göstererek, gülümsedim. “Biliyorsun, karanlık basana kadar beklememiz gerekiyor. Menolly’nin, karanlık basmadan, bize katılması mümkün değil. ÖDHA ile Jocko’nun durumunu görüştün mü?”
Onlardan, çok fazla sorumluluk almayı beklemiyordum. Baştakiler, bizi Dünya’da çalışmak üzere görevlendirdiğinde, kovulmak üzere olduğumuzu düşünmüştük. Dünya’ya gelişimizin üstünden aylar geçip de, hiçbir önemli görev alamayınca, bunun bir tür ücretli izin olduğuna karar verip, rahatladık. En azından, Dünya’daki moda çok keyifliydi.
Ve şimdi, ajan arkadaşımızın ölümünün ardındaki gerçeği ortaya çıkarmak, bizim sorumluluğumuzdaydı. Eğer öldürüldüyse, ÖDHA bizden bazı cevaplar isteyecekti ve bunlar, bizim bulmak isteyeceğimiz türden cevaplar olmayacaktı.
“Baştakiler, beni işin dışında bırakıyorlar.” dedi Chase, dudaklarını hiddetle bükerek. “Bu sabah, baştakilerle iletişime geçtim ve tek söyledikleri, olayı size devretmem oldu. Ben, siz ihtiyaç duyduğunuzda, yardımcı olmakla yükümlüymüşüm.”
“Bu kadar mı?” Dikkatle baktım. “Hiçbir talimat yok mu? Ya da araştırmamız sırasında gözetmek durumunda olduğumuz, uzun ve bürokratik düzenlemeler?”
Omzunu silkti. “Anlaşılan, Jocko’nun ölümüne pek öncelik vermiyorlar. Hatta, konuştuğum kişi bana o kadar ters davrandı ki, yanlış bir şey söylediğimi sandım.”