Nasreddin Hoca
Nasreddin Hoca’nın Katılmış Olduğu Ziyafetler, Yemekler Hakkında Bilgi
Her devirde bu böyledir zahir.. İnsanların bilgisine, kemâline değil, dış yapısına, görünüşüne önem verilir, saygı gösterilir. İnsanlığın bu ezelî zaafıdır ki, bir çok gerçek değerlerin unutulmasına, ihmal edilmesine sebep olmuş, dış görünüşüyle göz dolduranlar baş köşeleri almışlardır. Bu eski dert, Nasreddin Hocamızın, elbette gözünden kaçmayacak, toplumun bu kusurunu yüze çıkaracak, hicvedecektir. Nitekim, böyle bir fırsatı yakalamış, davet edildiği bir ziyafete, eski püskü cübbesi ve perişan kılığı ile gitmiş, bu hâldeyken ona kimse önem vermemiştir. Bir fırsatım bularak evine koşan Hoca, bu kez samur kürkünü ve en yeni elbiselerim giymiş, sakalını taramış, yeniden gelmiştir. Şimdi herkes Nasreddin Hoca’ya, İltifat yağdırmakta:
— Aman Hocam, şuraya, baş köşeye buyur. Diyerek, eteklemektedir. En seçkin köşede, sofranın başına geçen Hoca, kürkünün eteklerim sofraya uzatarak:
— Buyur kürküm.. Demektedir.
— Hocam ne yapıyorsunuz? Diyenlere cevap, anlamlı ve güzeldir:
— Mademki, ikram kürkedir, elbette yemeğe ben değil, o buyuracak.
Hocamızın hayat hikâyesinde, bu davet olayları ayrı bir bölüm tutar. Anadolu’nun köklü geleneklerinden biri de o yerin zengin ve ileri gelenlerinin zaman zaman bilgin, edip ve şairleri toplayarak ziyafetler vermesidir. Daha çok içine gömülmüş, çekingen Hocamız, bu gibi davetlerde, çoğu zaman unutulmakta veya kasten çağrılmamaktadır. Hoca, elbette bunun altında kalmayacak, onların kusur ve çiğliklerini, bütün çıplaklığıyla yüzlerine vuracak, utandıracaktır.
Akşehir zenginlerinden birinin büyük bir ziyafet verdiğini, kapı karşı komşusu olduğu hâlde, kendisinin çağrılmadığını öğrenen Hoca, bunun acısını çıkartmağa karar verir. Ziyafet saati, karısından boş bir kâğıt ister ve yine boş bir zarfa bu kâğıdı yerleştirerek komşusunun evine damlar. Kapıyı çalar. Ev sahibinin oğlu kapıyı açar.
Hoca:
— Babana selâm söyle. Çok acele bir mektup getirdim.. Der. Zengin komşu koşarak aşağı iner:
— Aman Hocam, bu ne zahmet.. Doğrusu mahcup ettin bizi. Buyur yukarıya,
— Hoca eteklenerek yukarıya çıkarılır, sofraya oturtulur. Hoca için mesele burada bitmiştir. Ev sahibi zarfı eline alır, bakar ki, üzerinde hiç bir yazı yok. Hoca’ya:
Hocam, bu zarfın üzeri yazılmamış. Hoca gülerek şu cevabı verir.
— Merak etme, onun içi de boş.. Aceleye geldi yazamadım. Kusura bakmazsın herhalde..
Zengin komşu kusurunu anlamıştır, kızarır, bozuntuya vermemek için de güler Hoca’ya..
— Bir keresinde de, mahallesinde düğün olmuş, nedense Hoca’ya davetçi gelmemişti. Olur muydu bu?.. Ağrına gitmişti. Hele çok sevdiği pilâvı, zerdeyi, baklavayı da çok özlemişti. Karışma:
— Hatun, düş önüme.. Ben seni kovalayacağım, sen de düğün evine doğru kaçacaksın.. Şu görgüsüzlere bir ders verelim de anlasınlar, Hoca nasıl davet edilmezmiş görsünler..
Hoca, eteklerini toplamış, değneği eline almış, can havliyle koşan karısını hem kovalıyor, hem de:
— Ah bir yakalayabilsem. Kemiklerini kıracağım karı senin. Nedir bu ettiğin.
Diye bağırıyordu.
Kadının çığrışma düğün evindekiler yetişirler. Hoca’yı tutarlar:
—Yapma, etme Hocam.. Bunca yıllık karın.. Hele şöyle gel, otur yanımıza.
Mesele düğün evine girinceye kadar.. Hoca, baş köşeye oturur. Pilâv zerde derken, baklava tepsisi sofraya iner.. Hoca’nın iştihası yerinde.. Tepsinin önüne gelen yerini yiyip bitirir. Başkasının önüne uzanmak olmaz. Keskin zekâsı, bunun da çaresini bulur.
— Ah şu karıyı bir yakalasaydım, şöyle kulağından tutar, evire çevire döverdim..
Diyerek, baklava tepsisini çeviriverir.
Kaynak: Mehmet Önder, Nasreddin Hoca Hayatı ve Fıkraları 1986
Nasreddin Hoca ve Ziyafetler