ABD’nin Irak işgalinin nedeninin, Irak’ın kitle imha silahlarına sahip olması ya da Saddam’ın El Kaide ile işbirliği yapması olmadığı, hatta Saddam’ın diktatör olması ve bu bağlamda Irak’ın demokratikleştirilmesi ya da bildik ifadeyle özgürleştirilmesi olmadığı anlaşılmıştır. Irak’ın tam bir kaos ve belirsizliğe sürüklenmesi Amerika’nın asıl amacının açıkladığından çok farklı olduğunu ortaya koymuştur. ABD’nin Irak’ta ölen insanlarla ya da Irak’a demokrasinin gelip gelmemesi ile ilgilenmediği, asıl ilgilendiği konunun küresel liderliğini gerçekleştirmede Irak’ın oynayacağı rol olduğu görülmüştür.
ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell, Kürtlerin kendi tarihî kimliklerini, coğrafyayla birlikte tanımlamak istediklerinin açık olduğunu söyledi. Ancak bu talebin Irak çerçevesinde olması gerektiğini ifade eden Powell, Iraklıların birbirleriyle ilişkilerinin nasıl ve ne şekilde olacağı konusunda kendilerinin karar vereceğini belirtti. Powell demecinin devamında, “Türkiye, İran ve Suriye, mevcut Kürt yönetiminin resmî bir statü kazanmasından korkuyorlar, Kürtlerin kendi otoritelerine genişleyerek birleşik bir Büyük Kürdistan’ı kuracaklarını düşünüyorlar ve bu durumdan büyük bir endişe duyuyorlar. Ancak korkunun ecele faydası olmadığı da bir gerçektir.” diyor.
“Irak Savaşı’ndan sonra üzerinde en çok spekülasyon yapılan konulardan birisi İsrail ile Iraklı Kürtler arasındaki ilişki olmuştur. İsrailli yetkililerin bu konu hakkında konuşmaktan ısrarla kaçınmaları elli yıllık geçmişi olan bu ilişkiler hakkında şüpheleri artırmakta ve birçok komplo teorisinin yayılmasına neden olmaktadır.
ÖNSÖZ
Öncelikle, en derin sevgi ve saygılarımı değerli vatansever, milliyetçi ulusalcı ve “Ne mutlu Türk’üm” diyebilen, o yüksek bilince sahip vatandaşlarımıza; en derin lanet ve kahırları bu vatanın ekmeğini yerken ona tüküren, ninelerini, analarını Yunan’ın altından kurtarmasına rağmen Atatürk’e söven, iftira atan, hakaret eden, her ne çıkan olursa olsun, bu vatanı bölmeye çalışan güçlere bilerek ya da bilmeyerek hizmetkârlık ve köpeklik yapan soysuzlara gönderiyorum.
Bu kitap dizisinin ilkinde de yer verdiğim bir konuyu burada tekrar naklederek başlamak istiyorum: “Farklı düşünmek” ve “hıyanet”… Bu kavramları anlamak ve özümsemek çok ama çok önemlidir. Bunun kavranması ve çevremizde olup bitenlere o gözlükle bakabilmek, birçok şeyin daha net görünmesini sağlayacaktır. Çünkü çağımız yanlış bilgilendirme, yani “disenformasyon” çağıdır. Olmuşu olmamış, olmamışı olmuş gibi göstermek vasıtasıyla insanlar kandırılmakta ve istenilen şablon içerisinde yaşamak, kararlar almak ve uygulamak zorunda bırakılmaktadır. Bu kampanyalarla dünün “hainleri”, bugün “esasında kahramandı” şeklinde gösterilmekte, Atatürk gibi bir velinimet, tüm zamanların kahramanları ise, “aslında şunu bunu yapmamıştı, ya da şöyle demek istemişti” safsataları ile karalanmak ve hatta yok edilmek istenmektedir. “Dün olanlar neden bugün farklı gösterilmeye çalışılıyor?” sorusunun cevabı ise aşağıdadır: Yıllar yılı uygulardın bir tuzak, kavramların sınırlarını belirsizleştirerek yanlışı doğru göstermektir Farklı düşünmek hakkından söz edebilmek için, önce şu konuya açıklık getirmek gerek: Nedir şu “farklı düşünmek” denen?..
İşte bir örnek: Kurt kuzuyu yemek istiyor, kuzu ise kurda yem olmamak. Demek ki kurtla kuzu farklı düşünüyor. Bir başka örnek. Kurttan kaçan iki kuzunun ikisi de “kurda yem olmamak” istiyor; ama biri sağa kaçalım diyor, oburu sola. Demek ki bu iki kuzu farklı düşünüyor. Açıktır ki, “farklı düşünmek” dediğimiz bu iki durumu aynı torbaya doldurmak büyük bir yanlış olur. Çünkü birincisi ile ikincisi özünde çok ayrı. Birincisinde, kurt ile kuzu değişik sonuçlan istiyor, ikincisinde ise kuzuların istediği sonuç aynı ama o sonuca ulaşmak için değişik yollan öneriyorlar. “Farklı düşünmek” deyimiyle, bu çok değişik iki durum aynı torbaya doldurulmuş oluyor. Oysa bu iki durum için iki ayrı “terim” gerek. İşin doğrusu şu: Eğer görüş ayrılığı aynı amaca yönelik değilse, ona ‘görüş ayrılığı’ denmez, ‘amaç ayrılığı’ denir.
Sınır nereden geçer?
Şimdi, şu soruyu sormak gerek: “Farklı düşünmek” ile “hainlik” arasındaki o keskin çizgi nereden geçer. Açıktır ki bu çizgi, her somut durumda, durumun kendine özgü koşullan düşünülerek belirlenecektir. Ama bu işin geçerli bir genel ölçütü var: Bu, “Gönlün kimden yana?” sorusuna verilen yanıttır, çünkü amacınızın ne olduğunu belirlemenin en sağlam yolu budur.
Karşıt amaç taşıyanlar, birbirine karşı safta yer alırlar. Kurtla kuzu gibi… Koyun postuna da bürünse, kurt kuzunun düşmanıdır; çünkü amaçlan çatışmaktadır.
Kekliği avcıya çeken erketenin yaptığı, nesnel açıdan, hainliktir. Ama erketenin avcının amacını paylaştığını söyleyemeyiz, dolayısıyla öznel anlamda “hain” sayılmaz “Hain”, üyesi olduğu toplumun zararına bir amaca bilerek hizmet eden kişidir. Bilmeden hizmet edenler ise “aymazlık” gafletya da “sapkınlık” dalalet içindedirler. Ama yaptıkları iş “hainlik” tir.
“Düşünce Özgürlüğü”, Hain Sayılmaya Engel mi?
Bireylerin varlığı, onların var kalmasına olanak veren bir toplumu gerektirir. Toplum varlığının ön koşulu ise bir arada anlaşma ve kaynaşma içinde yaşayan bireylerin varlığıdır. Kısacası, toplum olmadan birey, birey olmadan da toplum olmaz. İkisi birbirinden ayrıdır ama birbirinden ayrılamaz. Tıpkı, para ile tura gibi.
Hukuk da toplumdaki bireyler arasındaki hak ve yükümlülükleri düzenleyerek bu bir arada yaşamayı sağlayan kurallar bütünüdür. Hukuksuz toplum olmaz ama her toplumun temel haklar ve özgürlükler tanımı ve anlayışı kendisine göredir. Yine de insanlığın ulaştığı ortak bir temel hak ve özgürlükler anlayışı vardır.
Her hukuk düzeninde temel hak ve özgürlükler tanımlanırken hem bireyin, hem de toplumun yaran göz önünde tutulur. Bu İki yararın işlerlikli bir dengesi kurulmaya çalışılır. Kimi kez bireyin yaran hak ve özgürlüğün temel gerekçesidir, toplumun yararı ise sınırlamaların gerekçesi.. Kimi kez, tersine, toplum yararı temel gerekçedir. Örneğin, “Yaşam hakkı”, “kişi dokunulmazlığı” gibi hakların gerekçesinde bireysel yarar düşüncesi öncelik taşır. Bunlar ancak daha üstün bir toplum yaran gerekçesiyle sınırlandırılabilirler.
Din ve vicdan özgürlüğü konusunda da bireysel yarar öncelikli sayılır. Temel gerekçe söyle: “Bu kulla Tanrı’sı arasındaki bir konudur, toplum buna karışmaktan kaçınmalıdır” laiklik Dolayısıyla da, kamusal alana taşmadıkça, bu özgürlükler pek sınırlamayla karşılaşmaz ama kamusal alana taşınınca, değişik inançlar arasındaki çatışmanın önlenmesi, aralarındaki üstünlük kurma yarışmasının düzenlenmesi gündeme gelir ki, bu konunun gerekçelerinde toplumsal yarar öne geçer. { Kimileri, “inancım böyle emrediyor!” deyince akan sular dursun istiyor. Konuyu soyut olarak ele alanlar da, kolayca, “canım, adamın inancına ne karışıyoruz” yanılgısına düşüyor. Ama iş o denli basit değil. İsterseniz, yalnızca şu örneği tartışın: “İnananlar”ın, inançları gereği, Güneş Tanrısı’na insan kurban etmesini “inancına göre yaşamak” mı, yoksa “adam öldürmek” mi saymak gerekir?)
Kamu alanına taşınma ölçüsü, din dışı konulardaki diğer düşünce ve inançlara da uygulanır. Dileyen, dilediğince düşünür. İnanan, istediğine inanır. Ama bu düşüncelerini başkalarıyla paylaşması, topluma yaymaya çalışması bir noktadan sonra işi kamu alanına taşımak sonucu doğurur. Konu, artık dilediğince düşünme hakkı boyutunu aşmıştır. “Ben böyle düşünüyorum” noktasından, “sen de böyle düşün” noktasına doğru Derlendikçe, düşüncenin bireysel niteliği azalır, kamusal özelliği öne çıkar. Bu konudaki özgürlüğe, “Düşünce Özgürlüğü” etiketi takmak yanılmaya yol açar. Söz konusu olan, “Düşüncesini Açıklama ve Yayma Özgürlüğü”dür.
“Düşünceyi Açıklama ve Yayına Özgürlüğü”nün gerekçesi ise bireysel yarar temeline dayanmaz. Tam tersine, bu özgürlüğün gerekçesinin temeli, toplumsal yarara dayanır. Daha açık deyişle, görüşlerin, düşüncelerin başka başka olmasının değişik çözüm seçenekleri sağlayarak toplumsal amaçlara ulaşmayı kolaylaştıracağı inanana dayanır. Bu görüş “düşüncelerin açık pazarı” The market place of idea benzetmesiyle anlatılır. Bu durumda, toplumsal yarara yönelik olmayan, dahası, topluma zarar verecek düşüncelerin açıklanmasını isteyenlerin, bu özgürlüğe dayanamayacağı açıktır: tıpkı “uyuşturucu” satıcılarının, alışveriş özgürlüğüne sığınamayacağı gibi. (Neyin toplumun yararına, neyin zararına olduğu apayrı bir tartışma… Tıpkı, “esrar” uyuşturucu sayılsın mı, sayılmasın mı tartışması gibi; ama “esrar” uyuşturucu sayılmasın tartışması yapmak başkadır, bu tartışmadan kaçmak için, “ticaret serbestisi” savını öne sürme başka.)
Bir düşüncenin açıklama ve yayma biçimi, zemini, zamanı, dahası hizmet ettiği amaç gibi etmenleri de göz önünde tutmak gerekir. Tıbbi amaçla “morfin” kullanımına yönelik işlemlerin “uyuşturucu” satışı sayılmaması, “hizmet ettiği amaç” kuralına iyi bir örnektir.
Bir konunun, ortak amaçta birleşmiş kişilerin, “ne yapmalı?” sorununu tartışırken, en uzak olasılığı düşünmesi, en aykırı çözümü göz önüne alıp irdelemesinde sayısız yararlar vardır Ama bu, her aklı evvelin uluorta her aklına eseni söyleyebilmesinden çok başka bir durumdur. Bir komutanımız “MGK toplantılarında 312. madde yok” derken bu gerçeğe vurgu yapmaktaydı. Kuşkusuz, bir TBMM gizli oturumda, en “haince” önerilerin dile getirilebilmesine olanak vermek, toplum açısından, tüm seçenekleri görüşmemekten çok daha yararlı olabilir; ama bu, TBMM kürsüsünü “hainlik gösterisi” için kullanmaktan çok başka bir durumdur. Tıpkı, başkası yokken, eşinize “pasaklı” olduğunu söylemekle cümle âlem önünde “benim eşim pasaklıdır!” diye söylenip durmanın aynı olmayışı gibi.
Kısacası, düşünceyi yayma özgürlüğünün temeli, değişik çözüm önerilerinin bulunmasının toplumun amaçlarına ulaşmada kolaylık sağlayacağı kanışıdır. Kullanılmasının sınırlarını çizen kurallar da buna göre belirlenir….