Sen aslında olduğunu sandığın kişi değilsin. Ne yaşadığın çocukluk ne hatıraların, biriktirdiğin pullar ne de okuduğun okul… Hiçbiri gerçekte yoktu. Ne işin ne araban ne de arkadaşların gerçekten var.
Eğer sen geri plandaki yapıyı fark etmezsen o zaman hayatın normal akışında devam eder. Eğlenceyle, bağımlılıkla geçirdiğin, hiçbir şeyin farkında olmadan kendin olarak yaşadığını sandığın, beynine bir program olarak indirilmiş hayatına devam edersin.
Eğer geri planı fark edersen işte o zaman her şey değişir. Diğer insanlar gibi hiçbir şeyin farkında olmadan kendini görevine adamış olan başkomiser peşine düştüğü cinayetleri açığa çıkarmak isterken büyük engellerle karşılaşır. Onun tek amacı gerçekleri ortaya çıkarmak ve kanunları uygulamaktır. Önüne sürekli çıkarılan engelleri aşmak için mücadele ederken emniyet teşkilatı tarafından gözden çıkarılır. Başkomiser, çok yakınındaki kişilerin de katılımıyla bir tuzağa çekilir. Tam infaz edilecekken bir grup direnişçi tarafından kurtarılarak kendine gerçeklerin dünyasında ikinci bir hayat hakkı bulur. Fakat bir şartla…
Ya tekrar ölüme gönderilecektir ya da geri plandaki o yapıyla mücadele edecektir. O zaman kendi karanlık geçmişiyle beraber gerçeklerin farkına vardığında hiçbir şeyin göründüğü gibi veya bildiğimiz gibi olmadığını anlar. Bizim olduğunu kabul ettiğimiz, üstünde yaşadığımız dünya gerçekte makinelerin dünyasıdır ve geri planda çok farklı bir yapı vardır. Gördüğümüzün, bize gösterilenin geri planındaki yapı insan uygarlığından çok daha yüksek bir uygarlık olan makinelerin dünyasıdır. O karmaşık yapı dev piramit şehirlerin, yıldırımlardan beslenen bulutları delip geçen güç kulelerinin, yarı makine askerlerin dünyasıdır. İnsanlar, aslında çok katı bir kast sisteminin yürürlükte olduğu bilgisayarların dünyasında makine uygarlığını yükseltmek için beyinleri programlanmış kölelerden başka bir şey değildir. Başkomiser direnişçilerle birlikte makinelere karşı büyük bir mücadeleye girişir.
***
Biz insanlar evrensel uygarlığı yükseltmek için üretildik. O zaman hepimiz birer makineydik. Fakat o “sayılı” günlerde Efendiler’e isyan ettik. Onlar da bizi bir araya toplayıp yok ettiler. Bir taş ve ateş bombardımanıyla.
Ancak içimizden çok azını bir gemiye bindirip Arz’a indirdiler. O zaman hafızalarımızı sildiler ve bizi ölümlü kıldılar.
1. BÖLÜM
UPDATE
1
Gökyüzü gri bulutlarla kapalıydı. Rüzgârın sürüklediği kalın bulut kümeleri kayalık dorukların üstünden akıp gidiyordu. Uzak tepelerin ardından gök gürültüleri duyuluyor, gittikçe kararan gök derinliklerinde sanki bir fırtınayı saklıyordu. Kuzeydeki yüksek tepelerin ardından her an bir boran kopup gelecekmiş gibiydi.
Kara bulutların kapadığı kayalık zirvelerin altındaki dik yamaçlarda bir adam ilerliyordu. Önündeki yüksekçe sırtı aşıp çadırlara doğru koşan adam, “doktor!” diye bağırdı.
“Doktor Alaz!”
Sırtına geçirdiği rüzgârlığa sıkıca bürünmüş adam, büyük çadıra girdi. Oldukça heyecanlı görünüyordu. Kendisine kimsenin cevap vermesini beklemedi. Sallanan bir lambanın zayıf ışığının aydınlattığı çadırın içindeki gölgeli yüzlere bakarak aradığı kişinin adını bir kez daha yüksek sesle söyledi: “Doktor Alaz!”
Fen Bilimleri Akademisi’nden bir araştırma ekibi Kuzey Anadolu’da dağların yükseklerinde bulunmuş bir enkaz üzerinde araştırmalar yapıyordu. Bölgeden uçan bir harita uçağının keşfettiği enkaza ait parçalar dik yamaçlarda, devasa boyutlardaki dikitlerin aralarına saçılmıştı. Araştırma ekibi on gündür kayalık bölgede yürüttükleri çalışmalar sırasında enkaza ait parçaları ortaya çıkarmaya çalışıyordu.
1978 yılının serin bir temmuz akşamıydı. Dağlara derin bir sessizlik çökmüştü. Gökyüzü, uzak tepelerin ardında gittikçe koyulaşan akşam karanlığına bürünüyordu. Enkazın bulunduğu sarp tepelerin aşağı kısımlarındaki sık ağaçlarla kaplı derin vadide araştırma yapan görevli, ekibin başkanı olan Dr. Alaz’a önemli bir haber vermek için çadırlar bölgesine gitmiş ancak doktorun gittiğini öğrenince kazı alanına koşmuştu. Dikenli çalıların sardığı bazalt dikitlerin arasından yol bulup ilerlemeye çalışıyordu. Karşıdaki zirvesi kayalık, konik bir tepenin ardında dumanlı tepeler yükseliyordu.
Uzun yürüyüşten yorgun düşen görevli kazı alanına geldiğinde Doktor Alaz, yardımcılarıyla topraktan yeni çıkarılmış büyük bir metal parçayı inceliyordu. O ıssız dağlarda buldukları enkaz bir uçağa ait değildi. İlk incelemelerinden sonra da bilinen bir hava aracına ait olmadığı kolaylıkla anlaşılıyordu.
Metal parçaları bir süre inceleyen Doktor Alaz başını kaldırıp göğe baktı. Üzerlerinden hızla akıp giden kara bulutları izlerken düşüncelere dalmıştı. O sırada yanına yaklaşan görevliyi gördü. Adamın heyecanı yüzünden okunuyordu.
“Doktor görmelisiniz,” dedi görevli. Sert rüzgârın estiği o serin havaya rağmen koşmaktan ter içinde kalmıştı. Bir eliyle alnındaki teri silerken diğer eliyle aşağılarda uzayıp giden sık ağaçlarla kaplı derin vadiyi gösterdi.
“Bir şey bulduk!”
Enkaz parçalarının yoğunlaştığı bölgenin doğusunda kalan derin vadide tuhaf bir kalıntı bulmuşlardı. Toprak üstündeki kısmı dikenli çalılarla kaplanmış dev bir metal nesne.
Akşamın karanlığında Doktor Alaz, projektörlerin ışığında sık ağaçların arasında büyük bir kısmı toprağa gömülü kalıntıya hayretler içinde bakıyordu. Büyük olasılıkla, düştüğü varsayılan hava aracına ait bir modül.
2
Yüksek Teknoloji Merkezi -İstanbul’un Kuzeyinde Gizli Bir Yer –
“Çalışmalarımızı büyük bir titizlikle sürdürüyoruz Sayın Profesör,” demişti Doktor Alaz, enkazı incelemek için davet edilen dünyaca ünlü Profesör Herbert’e.
Enkaz parçalarının depolandığı bölüme doğru giderken Doktor Alaz, buluntulara ait resimleri inceleyen profesöre bakıyordu. “Bölgede halen araştırmalarımız devam ediyor sayın dostum.”
Doktor Alaz’ın dağların yükseklerinde bulunan enkazı incelemek için davet ettiği Profesör Herbert, merkezi Paris’te bulunan Avrupa Uzay Araştırmaları Merkezi’nde çalışıyordu. Profesör Herbert, Avrupa Uzay Dairesi’nin yürüttüğü ARİS projesinde uzun yıllar önemli görevler almıştı. Gençlik yıllarını Peru’da, Tibet’te, Himalayalar’da, Gobi Çölü’nde dünya dışı izleri arayarak geçirmiş, bu alandaki çalışmalarıyla büyük bir şöhrete kavuşmuştu. Bilim çevreleri tarafından da dünya dışı yaşam konusunda bir otorite olarak kabul ediliyordu. Varsayılan dünya dışı bir hayatın izleri dünyanın çeşitli yerlerinde ayrıntılı bir şekilde incelenmeyi bekliyordu.
Yeraltındaki araştırma merkezinin labirenti andıran koridorlarında yürürken Profesör Herbert elindeki dosyayı karıştırıp içindeki resimleri bir süre daha inceledi. Gördükleri karşısında hâlâ sessizdi. Araştırma merkezinin koridorlarında yürürken ağzını açıp bir tek kelime bile etmemişti. Sakin görüntüsünün altında karmaşık düşünceler içinde olduğu belli oluyordu.
Profesör Herbert, davet teklifini aldığında Dr. Alaz tarafından incelemesi için gönderilen dosyayı açıp resimlere bir göz atmıştı. İlkin resimlerde gördüklerinin gerçek olmadığını sanmıştı. Fakat şimdi buluntuların depolandığı bu gizli yeraltı merkezindeydi ve karşısında durmakta olan Doktor Alaz’ın ciddiyeti karşısında şüphesi biraz dağılmış gibi duruyordu. Dr. Alaz’ı eskiden beri tanıyordu. O’nun daha prof. Hensen’in ekibinde olduğu yıllarda Çatalhöyük kazılarında çalıştığı sıralarda tanışmışlardı. O yıllarda Prof. Hensen uzun yıllar süren çalışmalarında ortaya attığı ilginç teorisini çok daha ileri götürmüş, hatta elinde dünya dışı varlıkların Yeryüzü’nü istila ettiğine ait kanıtlar olduğunu öne sürmüştü. Daha o yıllardayken Dr. Alaz araştırmalarında büyük başarılar gösteriyordu. Prof. Hensen’le yardımcısı Alaz, uzun yıllar sürecek yoğun çalışmalara atılmışlardı.
Prof. Hensen eski dünya efsanelerinde ve eski çağlara ait kutsal yazmalarda da sözü geçen dünya dışı Kozmogene Uygarlığı üzerinde araştırmalarını sürdürürken çok önemli bilgilere ulaşmıştı. Ancak Doktor Alaz, daha tam olarak netlik kazanmamış bir fikrin açıklanma zamanı gelmediğini anlatmaya çalışmış ama bunu büyük bilim adamına dinletememişti. Gelmiş geçmiş en büyük arkeoloji bilginlerinden olan Hensen büyük buluşuyla heyecana kapılmış ve teorisini açıklamıştı.
Prof. Hensen’e destek olan çok az kişiden biri de Doktor Alaz’dı ve sıkıntı içinde geçen o yılları göğüslemek zorunda kalmıştı. Hensen, büyük teorisini ispat etmek için pek fazla miktarda belge ve materyali fikrine destek göstermişti. Ancak daha sonra büyük bir fiyaskoyla sonuçlanan bu çalışmalar sonrasında Prof. Hensen ile ekibi arasında anlaşmazlık çıkmış ve o zaman epey gürültülü bir şekilde ayrılmışlardı. Profesörün yanında sadece yardımcısı Alaz kalmıştı.
Doktor Alaz’ın incelemesi için kendisine gönderdiği dosyayı açıp resimlere bir göz atan Profesör Herbert, o zamanlarda iyice moda olan ve beraberinde akla hayale gelmeyecek olayların anlatıldığı uzaylı hikâyelerinden birisi daha sanmıştı. Ama Doktor Alaz gibi Profesör Herbert’te bir bilim adamıydı ve ancak kanıtlar çerçevesinde konuşabilirdi. Doktor Alaz’da büyük bilim adamına öyle uyduruk hikâyelerden hiç bahsetmemişti. Sadece ondan Türk Hükümeti adına yürütülen gizli bir projede bir buluntunun incelenmesini istemişti.
Yüksek Teknoloji Merkezi’nin ıssız koridorlarında yürüyen iki kişi merkezin derinliklerine doğru ilerliyorlardı. Profesör ara sıra elindeki dosyaya bir göz atıyor, Doktor Alaz ise ona kazı çalışmaları hakkında bilgiler veriyordu. Uzun bir koridorun sonuna gelmişlerdi. Doktor Alaz’ın çevirdiği bir kolla beton bölmelerin arasındaki çelik kapılar aralandı. İki bilim adamı dolambaçlı kollara ayrılan uzun bir koridorda zırhlı kapıların önünde yürüdüler.
Yeraltı merkezinin uzun, girift koridorları ıssız ve soğuktu. Parlak ışıkların altında yürürken Doktor Alaz dosyasından çıkardığı bir kaç yeni fotoğrafı profesöre uzattı.
“Bu fotoğraflar iki gün önce elimize ulaştı.”
Profesör; tombul, kısa parmaklarıyla gözlüğünü burnunun ucuna kadar çekip Dr. Alaz’ın uzattığı yeni resimlere dikkatle baktı. Doktor Alaz’ın kendisine verdiği her yeni fotoğrafla olayın boyutu gittikçe değişiyordu. Büyük resmin artık netleşmeye başladığı profesörün dikkatinden kaçmamıştı.
“İnanın sayın dostum” dedi Dr. Alaz, “Bu buluntu Hensen’in teorisine tek başına kanıt olarak kabul edilebilecek nitelikte. Eğer…”
Bu konu profesörün uzmanlık alanıydı ve Hensen’in teorisini en ince ayrıntısına kadar biliyordu. Eğer Hensen’in ünlü Kozmogene Teorisi ispatlanabilirse insanlık tarihinin karanlık dönemleri aydınlığa kavuşabilecekti. Yani her şey bildiğimiz gibiydi. İnsan aslında vahşi bir varlık olarak bu dünyaya inmemişti. Tam tersine, akıllıydı ve uygarlığın en yüksek devirlerini tarih öncesi denilen çağlarda yaşamıştı. Hensen’e göre buna şaşırmamak gerekir çünkü insan bu dünyaya inerken her şey zaten zihninde kayıtlıydı.
Profesör, elindeki yeni resimlere bakarken Doktor Alaz’a merak içinde sordu. “Enkazı kaldırma çalışmalarını sonlandırdınız mı?”
“Henüz değil,” dedi Doktor Alaz. “Bölgedeki ekibimiz hâlâ araştırma faaliyetlerini yürütüyor ama iki gündür yeni bir şey bulunduğu haberi gelmedi. Size biraz önce verdiğim fotoğraflar da yeni elime ulaştı. Bölgeye gittiğimizde göreceksiniz, coğrafi şartların tüm olumsuzluğuna rağmen çalışmalarımızı büyük başarıyla yürüttük. Enkaz parçaları başlıca iki bölgede yoğunlaşmıştı. Belki bir çarpışma sonucu enkazın birden çok araca ait olma ihtimalini de göz önünde bulundurarak sonuçlarda tutarsızlık olmaması için çalışmalarımızı büyük dikkatle yürüttük. Enkaz üzerinde hiç bir çalışma yapmadık profesör, konuyu uzmanına bırakmak gerektiğine inanırım. Tek yapabildiğimiz üç bin küsur parçayı C bölümüne taşımak oldu.”
Uzun koridorun sonunda, üstündeki ışıklı bir tabelada C Bölümü yazan kapıdan girip uzun koridorda yürüdüler. Enkazın depolandığı bölüme gelmişlerdi. Biraz sonra kopacak olan fırtınaya karşı tepkisini ölçmek istermiş gibi Doktor Alaz göz ucuyla Profesör Herbert’e bakıyordu. Uzun koridorun sonunda buluntuların konulduğu bölmelere açılan radyasyon sızdırmayan kapılara doğru giderlerken doktor, koltuğunun altındaki dosyayı açarak profesöre bir fotoğraf karesi daha uzattı.
“Önemli bir ayrıntıyı unutmuşum Sayın Profesör. Buluntular arasında uçuş kumanda kabini veya bir modül diyebileceğimiz bir bölüm vardı. Hemen, hemen çok az zarar görmüş…”
Profesör Herbert, resmi Doktor Alaz’dan alıp sessizce inceledi. Kapılara yaklaşırken Doktor Alaz konuşmasına devam etti.
“Ayrıca modül içinde iki de iskelet vardı.”
Profesör bir an başını resimlerden kaldırıp Doktor Alaz’a baktı. Şaşırmıştı. Doktor şimdiye kadar böyle bir şeyden daha önce hiç bahsetmemişti. Doğru duyduğundan emin olmak için bir kere daha tekrarlamasını istediğinden doktora sordu. “İskelet mi?”
“Evet, iskelet halindeler. Pilotlar olmalılar. Kabin çok sağlammış anlaşılan. İskeletler bu bölüm içinde dış etkiye maruz kalmadan çok iyi korunmuş. Ayrıca belirtmeliyim ki bu modül elimize geçtiği için şanslıyız. Çünkü çok sarp kayalık bir vadide bulundu. Kayalıklara çarparak parçalanabilirdi veya yakınlardaki buzul göllerinden birine düşebilirdi. Bu göllerin çok derin olduğunu da söylemeliyim.”
Kapıların önünde durduklarında Profesör Herbert, Doktor Alaz’ın anlattıklarını sessizce dinliyordu. Düşüncesinde bir kısım olay örgüleri şekillendiğinden her türlü ihtimali göz önünde bulunduruyordu. Bulunan enkaz Amerikalıların veya Rusların geliştirme aşamasında oldukları yüksek teknolojiyle donatılmış uçaklardan birine veya sadece bir casus balona ait olabilirdi. Belki de İkinci Dünya Savaşı’nda kullanılan geliştirilmiş zeplinlere ait bir enkazdı sadece. Ya da daha ilerisi, gelişmiş ülkelere ait, uzay çalışmalarından birinde infilak eden ay roketlerinden birinin enkazı da olabilirdi. Hepsiyle beraber bir modül ve içinde iki pilot cesedi olması da ihtimal dâhilindeydi. Bu normal bir olay gibi gelmişti profesöre. Çünkü Doktor Alaz’ın beklediği tepkiyi vermemişti. Yüzü hâlâ hissizdi. Tüm bunlara dahi ihtimal vermediği bile sezilebiliyordu. Şimdiye kadar dünya dışı olduğu iddia edilen tüm buluntuların sahte olduğunu iki bilim adamı da çok iyi biliyordu.
C bölümündeki bir metre kalınlığındaki beton-çelik kapılar aralandı. Doktor Alaz, Profesör Herbert ile enkazın depolandığı bölüme girdiler. Önlerindeki cam bölmelerin gerisinde radyasyon geçirmeyen giysiler içindeki görevliler çalışmalarını yürütüyordu. Doktor Alaz cam bölmenin gerisinde aniden karşılarına çıkan, Ay uçuşlarında kullanılan modülleri andıran buluntuyu gösterdi.
“Bir uçuş idare kabini olsa gerek veya siz nasıl diyorsunuz, bir kapsül belki de,” dedi Alaz. Profesöre döndüğünde karşılarındaki metal yapıyı hayretler içinde izlediğini gördü.
“Belki diyorum,” diye devam etti. “Çünkü alışılagelen türden cihazlarla aletlerin olmadığı bir kapsül.
Herbert, kapıları geçer geçmez cam duvarların gerisinden aniden karşısına çıkan devasa metal cisme bir an durup baktı. Gerçeğin böylesine birden bire karşısına çıkmasını beklemiyordu. O biraz daha mütevazı bir şeyler, hikâyesine belki biraz da hayal gücü katılmış, bir uçağın kuyruk bölgesi veya kanatlarına ait anlaşılmaz parçalar halinde buluntular gibi bir metal yığını bekliyordu. Oysa bu daha önce gördüğü hiçbir şeye benzemeyen cisme bakarken hayretler içinde kalmıştı. Böyle bir şeyi görmeyi hiç beklemiyordu. Profesör yeraltındaki bu soğuk koridorlarda cam duvarların gerisinde duran altın parlaklığında siyah cisme bakarken içinde uyanan bir hisle bu kez bin yılların gizemine tanıklık edeceği düşüncesine kapıldı. Ancak şimdiye kadar incelediği yüzlerce olayda tek bir ciddi örneğe bile rastlamadığından temkinliydi. Fakat bir gün mutlaka gerçeklerle karşılaşacağını biliyordu. O’na göre güneşi balçıkla sıvayamazdın.
“Dostum Alaz,” dedi dev metal cisme bakarken. “Bu gerçekten de heyecan verici bir keşif.”
“Bu heyecandan çok daha öte bir keşif profesör. Konu hakkında bir şeyler söylemek için daha çok erken ama X buluntusu üzerindeki çalışmalarımız sanırım bilgi dağarcığımıza çok daha başka şeyler ekleyecek.”
Telsizinin çalışıp çalışmadığını kontrol ettikten sonra “Çünkü” diye devam etti Doktor Alaz, “tüm bunlardan çok daha fazla ilginizi çekeceğini umduğum keşfimize geçmek istiyorum. Bizi asıl hayrete düşüren şey bu buluntu değildi. Yani,” dedi ses tonunu alçaltarak, “Buluntuları gölgede bırakacak daha başka bir şey…”
Profesör dikkatle Doktor Alaz’a bakıyordu. Bilmediği bir şey söylemek istediği en baştan beri belliydi ama adam iki saattir lafı geveleyip duruyordu.
“Buluntulardaki küçük bir nüans,” dedi Alaz. “İnanın başka hiç bir şey bu kadar heyecanlandırmazdı beni.”
Doktor yavaşça ilerleyerek yol göstermek için Profesörün önüne geçti. Duvarları yarı saydam cam odalardan geçerek iskeletlerin konulduğu bölüme kadar girdiler. İçeride, cam duvarların arkasında, metal masaların üstünde iki cam tabut duruyordu.
“Profesör,” dedi Doktor Alaz. “Asıl söyleyeceğim şu ki, bu size de ilginç gelecek…”
O arada cam duvarın gerisindeki görevlilere işaret ederek kapıların açılmasını istedi.
“İncelemelerimiz sırasında fark ettik ki…”
Bu sırada cam bölmeden içeri giriyordu. Kısa bir süre konuşmasına ara verdi.
İçeri girdikten sonra “Evet,” diyerek konuya geri döndü Doktor Alaz. Profesöre bakarak, ağzında gevelediği lafları artık çıkardı.
“Fark ettik ki iskeletler kuyruklu.”
Duyduğu son kelime cam bir kavanozun metrelerce yukarıdan suya düştüğünde tuz buz olması gibi beton etkisi yaptı Profesör’ün zihninde. Profesör duydukları karşısında şaşkındı. Kısa bir an süren derin sessizliğin ardından tek söylediği “böyle bir şey mümkün mü?” sözleri oldu.
Büyük bir cam bölmenin önünde durdular. Doktor Alaz cam duvarın bir köşesine asılı duran aydınlatma makinesine daha önceden çekilmiş röntgen filmlerden birini taktı. Cihazın düğmesine basınca film mat bir ışıkla aydınlandı.
Röntgen filminde açıkça görülüyordu. Kuyruk sokumu bölgesinde bir parmak uzunluğunda bir uzantı vardı.
Profesör Herbert gördükleri karşısında irkildi. Şok üstüne şok yaşıyordu.
“Ama bu nasıl olur?”
3
Yasak Bölge olarak adlandırılan ormanlık bölgedeki “Yüksek Teknoloji Laboratuvarları” atom araştırmalarının yapılacağı Nükleer Araştırma Merkezi olarak yeraltında inşa edilmişti. Geçmiş yıllarda yürütülmesi planlanan çalışmalar hiç yapılmamış, uzun bir süre boş kalan yeraltındaki laboratuvarlar Savunma Bakanlığı’na bağlı olarak çalışan Bilimsel Araştırma Kurumu’nun çalışmalarına tahsis edilmişti.
Doktor Alaz ile Profesör Herbert uzun süre titizlikle çalışarak yeraltındaki bu gizli merkezi büyük bir araştırma laboratuvarına dönüştürerek çalışmalarını sürdürüyorlardı. Bilim adamları merkezde yaptıkları çalışmalarda büyük ilerlemeler gerçekleştiriyorlar, çalışmalarında ilerledikçe yepyeni bilgilerle, gerçeğin inanılmaz ipuçlarıyla karşılaşıyorlardı. Profesör Herbert’e göre bu keşif şimdiye kadar bilimin araladığı en şaşırtıcı perde olacaktı. Veya insanlık tarihindeki en önemli keşiflerden biri olabilirdi.
Yoğun çalışmalarının artık sonucuna yaklaştıkları yorucu geçen bir günün sonunda Doktor Alaz ve Profesör Herbert o günkü çalışmaları gözden geçirdikten sonra dinlenmek için ofis bölümüne geçmişler, sohbet ederken bir yandan da televizyon izliyorlardı. Hava durumunu sunan spiker bölgede havanın iki gün daha kapalı olacağını söylüyordu.
“Meteoroloji yetkililerinden alınan bilgiye göre bölgede gök gürültülü sağanak yağmur bekleniyor. Yetkililer bölge halkını su baskınlarına ve sel tehlikesine karşı tedbirli olmaları konusunda uyarırken…”
O sırada yeraltı merkezinin laboratuvar bölümünde Prof. Herbert’in yardımcılarından Doktor Gordner analiz çalışmaları yapıyordu. Laboratuvardaki cihazların titreşen ekranları bir an için dondu. Doktor Gordner ne olduğunu anlamaya çalışırken yukarıdan, yerin üstünden müthiş bir gürültü sesi duyuldu. Bir anda elektriklerin gidip gelmesiyle ışıklar titreşti, elektronik cihazlardan cızırdama sesleri geldi. O esnada Doktor Gordner’in analiz raporlarını incelediği ekran karardı. Doktor, kapanan cihazı tekrar açtığında ekranda bir tuhaflık vardı. Eğik çizgiler ekranda sürekli olarak sola doğru kayıyordu. Elektriklerin gidip gelmesinden dolayı cihazın arızalandığını düşündü. Doktor Gordner makinenin fişini çekip tekrar taktı. Değişen bir şey olmamıştı. Monitör yeniden açıldığında eğik çizgiler yine yana doğru kayıyordu. Güç kaynağı bölümüne gidip akımı ve şalterleri kontrol etti. Her şey normal görünüyordu. Geri gelip makineyi yeniden çalıştırdı. Ekranda bir hareketlenme oldu, o sırada laboratuardaki bütün cihazların monitörleri aynı anda titreşti. Bir an bütün elektronik cihazlardan aynı anda bir parazitlenme sesi geldi ve yine birden kesildi. Önce bir an için derin bir sessizlik oldu. Her yeri tam bir sessizlik kapladı. Sanki laboratuardaki her şey bir anda çok güçlü bir elektrik akımıyla yüklenmişti. Ve tam da bu sırada müthiş bir patlama oldu. Önce bir futbol sahası büyüklüğündeki araştırma bölümü laboratuarı şiddetli ışıkla doldu. Sonra her yer karardı.