Roman özetleri

Panik Ataktan Nasıl Kurtuldum Kitap Özeti

386 kere kalp krizi geçirdim! Evet! Ama hiçbirinde de ölmedim! Çünkü onlar kalp krizi değil, panik ataktı! O atakları boşu boşuna yaşamışım, meğer tedavisi varmış! Diyeceğim o ki, bu berbat şeyden hepiniz kurtulabilirsiniz!
Ben Oya Özdilek. 10 yıl boyunca Posta Gazetesi’nin sağlık sayfası editörlüğünü yaptım. Bu sayfayı yapmam boşuna değildi. Çare bulamadığım panik atak dönemimde, bana neler olup bittiğini anlamak için gece gündüz tıbbi yazılar okurdum. 1989-1993 yılları arasını tam bir panik atak halinde yaşamış bir panikzedeyim ben, daha doğrusu eski bir panik atak hastası. 4 yılını boşa harcamış bir panik atak kurbanı!
Panik atağın, bir ‘İmdat, ben baş edemiyorum artık, bana yardım edin!’ haykırışı olduğunu unutmayın! Zaten bütün panik ataklılar, ‘yaşadıkları olumsuzluklar bittikten sonra, tam düzlüğe çıktıklarında panik atakların başladığını’ söylüyorlar. Bende de öyle olmuştu. Psikolojik, ruhsal bir tükenişin işareti bu…

Birkaç gün olarak planladığı “panik atak yazı dizisi” gördüğü yoğun ilgi üzerine 27 gün süren yazar Oya Özdilek başından geçenleri ve panik atak hakkındaki gerçekleri sizinle paylaşıyor.

İÇİNDEKİLER
Önsöz
386 kere kalp krizi geçirdim .
Çek en yakın hastaneye!’ .
Bana ne Saddam’dan! .
Pardon, ben yine elektro.’.
Ne tevekkülü kardeşim!  .
Halter’siz çıkmam abi! .
Sanki Vietnam’da savaşmıştım!   .
Mitral prolapsus mrolapsus .
Kalbim değil, kafam bozuk  .
Mazeretim var, panikliyim ben!   .
Az kaldı. Doktorum nerde? .
Bu kafa tamir edilecek abicim   .
Bu ne biçim bir hastalıktır! .
Midene sıkı bir yumruk yemiş gibi! .
İnsanı resmen nakavt ediyor! .
Panik ataklar cehenneme!   .
Ayy Erdoğan ne olacak şimdi?   .
Tanrı Pan’ın haykırışı
Ne yürüyüştü ama!   .
Hiç üstüne varmayın!   .
İmdat! Nefes alamıyorum!.
Güle güle PANİK ATAK!.

Önsöz
19891993 yıllarını tam bir panik atak halinde yaşamış bir panikzedeyim ben, daha doğrusu bir expanik atak hastası. Ve ne yazık ki, o dönemlerde henüz bu illetin adı bile konmamış olduğundan, bir türlü kesin bir teşhis ve dolayısıyla da tam bir tedavi safhasına geçilemediği için, iyileşmem bu kadar uzun sürdü. Ama dört yılın sonunda, artık canıma tak deyince ve de o arada, panik atak hastalığı tanımlanınca, baştan hiç istemediğim ilaç tedavisi ve aynı zamanda psikoterapiyle, bu azaptan kurtuldum kısa sürede…
O dört yıl boyunca ise, mesleğim, yani gazetecilik dışında hemen hemen hiçbir şey yapamayacak durumdaydım. Atacağım her adımdan, buna somut olarak gerçekten adım atmak da dahil, kalp krizi geçireceğim korkusuyla vazgeçiyordum. Sevişmekten, sevdiğim yemekten tıka basa yemeye kadar hemen her şeyden uzak durmaya çalışıyordum. Dört yılını boşa harcamış bir panik atak kurbanıyım anlayacağınız.
Benim panik atağım geçtikten yıllar sonra, bu illet çok gündeme gelmeye başladı. Dernekleri, kulüpleri kuruldu. Gazeteler sayfa sayfa dizi yaptılar panik atak konusunda. Uzmanlar, ciltler dolusu kitaplar yazdılar. Bu trendin nedeni çok basitti aslında: Panik ataklı insan sayısı hızla artıyordu Türkiye’de. Ülkemizin, hepinizin de bildiği bir sürü olumsuz koşulu, insanların ruhlarının, psikolojilerinin bu şekilde patlak vermesine yol açmıştı sonunda.
Ve biz bunun üzerine, kendi yaşadıklarımı anlatacağım bir dizi yapmaya karar verdik. Posta Gazetesi’nde. İlk önce birkaç günlük düşünmüştük diziyi. Ben başımdan geçenleri özet halinde anlatacaktım. Oysa ilk günden itibaren o kadar ilgi çekti ki dizi, sürekli uzatmak durumunda kaldık. Ben de artık özet değil, tabii asla yaşanan her şeyi dakikası dakikasına anlatamazdım ama. Özetten daha geniş anlatmaya başladım yaşadıklarımı.
Gerçekten de telefonlar dur durak bilmiyor, mailler, fakslar yağıyordu. Hele telefon edenler o kadar uzun sohbet etmek istiyorlardı ki, her gün, dizinin bir sonraki bölümünü yetiştiremeyeceğim korkusu yaşıyordum. Sonunda baktık olacak gibi değil, telefonların akşam sekizden sonra edilmesini rica ettik okurlardan ve ben gündüz, baskı saatine kadar diziyi yetiştirdim.
Panik ataklılar gerçekten de karşılarında, hele de kendi dillerini konuşan, yani kendi yaşadıklarını yaşamış birisi varsa, hissettiklerini, düşündüklerini, çektiklerini en ince detayına kadar anlatmak istiyorlar. Haklı olarak elbette. Çünkü çevrelerindeki insanlar genellikle anlattıklarını abarttıklarını sanıyorlar, ya da bir süre sonra aynı yakınmaları dinlemekten sıkılıyorlar. Onlar da kendilerine göre haklı tabii. Siz orada Ölüm korkusundan söz ederken, hayat da bir yandan devam ediyor elbette. Herkesin bir sürü sorunu, derdi var, ya da yaşaması gerekenleri var ve vakitleri de çok fazla değil.
Panik ataklıların çevrelerindeki insanların en yaygın inanışı da, yaşandığı iddia edilenlerin, örneğin nabzın çok hızlı atmasıyla veya göğüste kalp krizini anımsatan bir yanma olmasıyla ilgili olarak, aslında Öyle şeylerin olmadığı, psikolojisi bozuk olan panik ataklı kişiye öyle geldiği inancıdır. Gerçek öyle değil ama. Panik ataklı kişinin gerçekten nabzı stresten bir anda 160′lara kadar çıkıyor ve stres hormonu adrenalin salgılanınca, göğsü yanıyor…
Demek istediğim, biraz daha sabır, biraz daha anlayış, biraz daha şefkat gerekiyor, panik ataklılara. Hem çevrelerindeki insanlardan, ailelerinden, dostlarından, hem de hekimlerden. Hiç ama hiç kolay şey değil bu. ‘Bir Allah bilir çektiklerimi, bir de ben’ denilen şeylere bir örnektir bence panik atak…
İşte böyle böyle derken, dizi 27 gün sürdü ve biz artık ‘panik ataklılar olmasa bile, panik atağı olmayanlar sıkılmıştır’ diyerek diziyi bitirdik. İnanır mısınız, iki üç hafta sonra bile, hala telefonlar çalıyor, hala derman peşinde olan insanlar arıyordu. Bazı günleri kaçıranlar ise, ya diziyi bir kez daha yayınlamamızı, ya da onlara eski gazeteleri yollamamızı rica ediyorlardı. İşte bunun üzerine biz de bu diziden bir kitap yapmaya karar verdik…
Benim zamanımda panik atak terimi bile daha literatüre girmediğinden, ben çok çekmiştim. Ama yine de, şükrediyorum ki, birçok hastane ve doktorun bulunduğu İstanbul’da yaşıyormuşum, istediğim testi, tahlili yaptıracak param varmış, ailem ve çevrem anlayış göstermiş ve gazetecilik gereği, birçok da hekim tanıyormuşum ve Allah hepsinden razı olsun, onların desteklerini almışım.
Oysa okurlardan gelen telefonların bazdan beni hüngür hüngür ağlattı. O günlerin üzerinden 13 17 yıl geçmiş, artık panik atak hem hekimler hem halk tarafından bilinir olmuş, teşhisi kolaylaşmış, tedavisi saptanmış, fakat hala hiçbir yardım alamayan okurlar var. Bunlar beni çok üzdü gerçekten. Oturduğu şehirde, devlet hastanelerinde psikiyatrisi olmayan ve bırakın tedaviyi, teşhis bile konulamamış hastalar var hala. Özel psikiyatristlere gidecek, gitse bile ilaçlarını alabilecek parası olmayan, sağlık sigortalan olmayan insanlar var hala bu ülkede. Durumunun ne olduğunu anlayıp da, sadece parasmı alabilmek için, panik atak tedavisi yapmayıp çeşit çeşit tahlile, röntgene, manyetik rezonansa, ultrasona gönderen hekimlere denk gelen hastalar var. Veya, kalp krizi korkusuyla gelen panik ataklının derdini anlayınca onunla alay eden, aşağılayan, hatta kovalayan hekimler var bu ülkede… 2006 yılının sonlarında, hala var.
Çevresindekilerin İllallah’ dediği, yeter artık, kes şu zırvalığı, iyileş’ diye bağırdığı çağırdığı panik ataklılar var. Ya da ‘Sen delisin oğlum’ diye dalga geçilen hastalar var. Var oğlu var işte!
Tam 29 yıldır bu hastalığı yenemeyen, onlarca yılı yaşanmamış geçen, ‘Artık dayanamıyorum, intihar edeceğim’ diye haykıran hastalar var. Evet, fiziksel sağlığı yerinde, akıl sağlığı da yerinde, sadece ruh sağlığı bozuk olduğundan ve buna bile çare bulamadığından dolayı, ‘İntihar edeceğim artık’ diye çığlık çığlığa bağıran hastalar var bu ülkede. Çok üzüldüm ya! ‘Lanet olsun’ dedim kendi kendime, ‘lanet olsun, böylesi bir çaresizliğe, olanaksızlığa! Lanet olsun böyle bir duyarsızlığa!’
Sizden ricam, hepiniz, elinizden geldiğince, bu insanlara destek olun. Onları anlayın, yanlarında olduğunuzu belirtin, işlerini zorlaştırmayın, tedavilerini çetrefilleştirmeyin, ve sakın onları suçlamayın, ‘Nasıl düzelemiyorsun! Nasıl kendi kendine telkin yapamıyorsun. Nasıl şu hastalığı yenemiyorsun, hayret!’ demeyin! Zaten artık söz konusu insanın ruhundaki çatışmalar, korkular, endişeler, çelişkiler, kuşkular tavana vurmuş ki, panik ataklar başlamış! Bunu unutmayın!
Panik atağın, bir İmdat, ben baş edemiyorum artık, bana yardım edin!’ haykırışı olduğunu unutmayın! Zaten bütün panik ataklılar, yaşadıkları olumsuzluklar bittikten sonra, tam düzlüğe çıktıklarında panik atakların başladığını’ söylüyorlar. Bende de öyle olmuştu. Psikolojik, ruhsal bir tükenişin işareti bu.
Tedavi, pekala mümkün. Ama kısa sürede değil. Hele, psikiyatrist kontrolünde ilaçsız, çok çok zor. Ve desteksiz, neredeyse İmkansız…

386 kere kalp krizi geçirdim
Evet! Ama hiçbirinde de ölmedim! Çünkü onlar kalp krizi değil, panik ataktı! Sadece ben onları kalp krizi ve ardından direkt Ölüm olarak algılıyordum! Kulunuz, 19891993 yıllarını tam bir panik halinde yaşamış bir panikzede. Bir expanik hastası! 4 yılını boşa harcamış bir panik atak kurbanı! Ama o atakları boşu boşuna yaşamışım, meğer tedavisi varmış! Diyeceğim o ki, bu berbat şeyden hepiniz kurtulabilirsiniz!
Ben Oya Özdilek. 10 yıl boyunca Posta Gazetesi’nin sağlık sayfası editörlüğünü yaptım. Bu sayfayı yapmam boşuna değildi. Çare bulamadığım panik atak dönemimde, bana neler olup bittiğini anlamak için, gece gündüz tıbbi yazılar okurdum. Sağlık konusunda epey bir bilgim vardı yani. Şaka bir yana, ben bu illeti 4 yıl yaşadım ve sonra ne olduğuna karar verilir verilmez yendim. O dönemde panik atak terimi bile olmadığı için bu sü reç bu kadar uzun sürmüştü aslında. Şimdi panik ataklılar sayıca müthiş çoğaldı. Allahtan olayın ne olduğu biliniyor artık. Sitesi, kulübü bile var. Hiç dert etmeyin yani, siz de kesin iyileşeceksiniz… En yakın arkadaşlarımdan Nil Soysal (Nil de gazeteci  şu anda VİP dergisinde çalışıyor) hayatında beni ilk gördüğü anı asla unutamıyor… Beni hayatında ilk kez, 1989′da, bizim Kadınca Dergisi’nde (Gelişim Yayınlan) işe başladığı gün, hatta işe başladığı dakika görmüş. Kadınca’da ilk günü olduğu için heyecanla derginin bulunduğu bölüme adım almış ki, ben derginin ortasında, yerde boylu boyunca uzanıyormuş. Ne bağırıyormuşum, ne ağlıyormuşum… Sadece, hani derler ya, iki seksen yere uzanmış, tavana bakıyormuşum. Muşum diyorum, çünkü ben onun dergiye ilk geldiği anı hatırlamıyorum hiç. Çünkü tesadüf bu ya, ben o sırada kalp krizi geçiriyordum…

Yerde iki seksen yatıyorum

Nil bir an donup kalmış, ne yapacağını şaşırmış, eli ayağı titremeye başlamış. Sonradan şöyle diyor: “Ben dergiye bir girdim ki, insanlar masalarında çalışıyorlar, bazıları ortalıkta geziniyor. Bir de yerde bir kadın yatıyor. Ama işin İlginç tarafı, kadınla kimsenin ilgilendiği yok. Ne kimse nabız sayıyor, ne de ‘Bayıldı mı acaba?’ diye telaş ediyor, herkes normal hayatını sürdürüyor. Fakat daha da ilginci, bazı insanlar, ellerinde gazeteler, dergiler, salonda yürüyüş yapıyorlar, sonradan Oya olduğunu öğrendiğim kadının oraya gelince, gayef sakin, üstünden atlayıp geçiyorlar, yürüyüşlerine, sohbetlerine devam ediyorlar. Kadına dönüp bir bakmıyorlar bile! Hatta bir tanesi çok dikkat çekiciydi. Sonradan Nokta’dan Haşmet Baba oğlu olduğunu öğrendiğim yakışıklı bir erkek, elinde dergi, uzaktan birilerine bir şey söyleye söyleye. Oyanın yanından geçmek verine, direkt üstünden atladı, sonra yoluna devam etti! ‘Yahu bu kadın deli mi, yoksa buradaki herkes mi deli?’ diye epey düşündüm ve doğrusu ilk günüm olduğu için, ‘Ben nereye düştüm ya?’ diye geçirdim içimden… Yeni gelen Nil’in bana aval ava! baktığını görenler, yanına yaklaşmışlar, “Yok” demişler, “merak etmeyin, bir şeyi yok. Sadece kalp krizi geçiriyor. Yani, kendisi geçirdiğini sanıyor. Oluyor böyle arada. Son birkaç gündür, arada bir böyle kalp krizi geçiriyor işte. Neyse, siz sinirinizi bozmayın. Hoş geldiniz, hayırlı olsun!”… Oysa ben o anda kalp krizi filan geçirdiğimi sanmıyordum, resmen BİLİYORDUM! Emindim yani! Kalp krizi geçiriyordum ve birazdan da son nefesimi teslim edecektim. Yerde öyle boylu boyunca yatmamın nedeni, kalp krizi geçiren bir kişinin yerinden kıpırdatılmaması gerektiğini bilmemdi. Evet, ben kendimce her türlü Önlemi alıyor ve kıpırdamadan yatıyordum. Ama filmlerde gördüğüm, kitaplarda okuduğum, insanlar kriz geçirenin başına toplanırlar, kalbine masaj yaparlar, (biliyorlarsa tabii masaj yapmayı, yoksa çok daha kötü olur) bu arada da derhal ambulans çağırmış olurlar, onu beklerlerdi… Fakat heyhat! Bende öyle bir durum yoklu. Ne kimse ambulans ya da doktor çağırmıştı, ne de bana kalp masajı yapıyordu. Yahu, daha önce iki kere kalp krizi geçirdik diye miydi bütün bu ilgisizlik yani! Daha önce geçirmişsek ve ölmemişsek, ya da canım işte, geçirdiğimizi sanmışsak ve Ölmemişsek, bu, şimdi geçirmediğimiz anlamına gelmiyordu ki! Ne vurdumduymaz, ne lakayt insanlardı bunlar!
Şu anda kalp krizi geçiriyor olduğumu, daha önce gerçekten kalp krizi geçirmiş ve deneyimli olduğumdan biliyor değildim. Sadece… Sadece bu kez o kadar aşikârdı ki! Nefes alamıyordum. Göğsümde bir sıkışıklık, bir baskı vardı. Hani derler ya, üzerime bir fil oturmuş gibi! Arada bir de, kalbim d uru veri yordu. Tık tık atıyor, sonra bir an duruyor, sonra aniden ve yeniden başlıyordu. Anlayacağınız, kalbim tekliyordu resmen! Ayrıca nabzım o kadar yüksekti ki, belki saysanız, dakikada 150 atıyordu. Sanki maratona çıkmışım gibi! Oysa aniden bu hal başladığında, masamda sakin sakin oturmuş, yazı yazıyordum. Ne maratonu, ne koşusu! Her neyse! Yalnız bu arada bir de müthiş bir ölüm korkusu gelip çökmüştü üzerime. Öleceğim kesindi ve ölmek istemiyordum. Ben daha yaşamak istiyordum. Ama heyhat, kaderimde kalp krizinden ölmek varsa, ne yapabilirdim ki! Ayrıca zaten enfarktüsü hak etmiştim ben! Bir kere, yıllardır günde bilmem kaç paket sigara içiyordum. Damarlarım kim bilir nasıl tıkanmıştı? Ayrıca oldum olası telaşlı, endişeli bir insandım. Yani stres katsayım yüksekti. E, daha ne olsundu! İşte o zalim olay da sonunda başıma gelmişti!

Related Articles

İstila – Robin Cook

Beyaz Gemi Özet (Ayrıntılı)

admin

Simyacı Kitap