SIR ROMANLARININ EFSANE YAZARI GREGG LOOMIS’TEN BÜYÜK BİR HEYECAN FIRTINASINA DAVET VAR!
Randevularınızı iptal etmenizi ve soluksuz kalacağınız bir maceraya hazırlıklı olmanızı şiddetle tavsiye ediyoruz…
YÜZYILIN BULUŞU İÇİN DÜZENLENEN BİR BALODA SIRLARLA DOLU PARŞÖMENLER BİR KEZ DAHA ORTADAN KAYBOLUR VE İŞİN İÇİNDE BU PARŞÖMENLERE YAKLAŞACAK HERKESİ SEVE SEVE ÖLDÜREBİLECEK ESKİ VE GİZEMLİ BİR TARİKAT VARDIR. ÖLÜMCÜL MACERA- LARIN ÜZERİNE HAYATINI BİR KENARA KOYARAK GİDEN LANG REILLY DE BU BALODADIR. HAYATI NE KADAR TEHLİKE ALTINDAYSA, SIRRI ÇÖZMEK İÇİN O KADAR İNATÇI OLAN REILLY İÇİN HAREKETE GEÇME ZAMANIDIR.
“Gregg Loomis heyecanlı kurgusuyla şaşırtmaya devam ediyor.”
-I Love a Mystery
“Nefesinizi tutun, Gregg Loomis’in yeteneği sizi büyüleyecek. BRAVO!”
-Harriet Klausner
Pegasus Sırrı’nın yazarı Gregg Loomis nefes kesen yeni romanıyla kitapseverlere nefis bir okuma ziyafeti sunuyor.
GİRİŞ
I.
Vatikan Ağustos 1510
Peder Siman anahtarı bulmuştu.
Aslında buldu denemezdi tabii, Peder onu sahibinin haberi olmadan, kopyasını yaptırmak amacı/la kısa bir süre için ödünç almıştı. Ama bu, oldukça zahmetli bir süreçti.
Buonarrotti denen bu adamdan kuşkulanmak için başka bir nedendi bu da.
Sadece bir sanatçı olarak tanınan bir adam neden odasına ait bu kadar güzel, ince işlenmiş bir oda anahtarına sahip olsundu ki? Kutsal Peder Simon, Vatikan’daki yeni St Peter Kilisesi onarım işinde çalışan diğer işçilere de odalar vermişti ama hiçbirinde böyle güzel, üzeri işlenmiş bir anahtar yoktu ve hatta bazı odaların hiç anahtarı olmamıştı.
Duvarcıların, marangozların ve diğer işçilerin odalarım kilitlemelerine ne gerek vardı zaten? Bu işçilerin odalarında,.olsa olsa ancak birkaç gömlek, soğuktan korunmak için giydikten koyun postları olabilirdi ki onlar da çalınmaya değer şeyler değildi.
Fakat Buonarrotti diğerlerinden farklı bir adamdı.
Bu adam beş yıl kadar önce Roma’nın kenar mahallelerinden birinde bulunan stüdyosunu terk etmiş ve Floransa’ya gitmişti. Papa II. Julius, işini bitirmesi için ona geri dönmesini emretmiş ve adam ancak sert bir mektup alınca işinin başına dönmüştü.
Bir heykeltıraş olan Buonarrotti, Roma’ya dönünce Papa ona bazı ayrıcalıklar tanıdı. Ama bu sanat adamının bazı kusurları vardı; örneğin yıllar önce, daha çıraklık dönemindeyken ustası olan ünlü Ghirlandaio’ya kafa tutmuş, onunla tartışmıştı. Şimdi bile, yenileme çalışmalarının mimarı olan ünlü Raphael aleyhinde konuşur dururdu. Hatta onun Papa’ya bile bağırdığını duyanlar vardı ve bu bir skandaldı.
Fakat Julius’un sert ve öfkeli bir adam olduğunu da herkes bilirdi. Vatikan çalışanlarının yaklaşık yansı onun asasını yemiş ve yaralananlar bile olmuştu. O halde inşaat iskelesinin üzerinden ona tahta parçalan fırlatan bir sanatçıyı nasıl oluyordu da cezalandırmıyordu ?
Buonarrotti dindar bir adam da değildi ve yeteneğinin Tanrı’dan değil de yaklaşık otuz sekiz yıl kadar önce, doğduğu gün aynı hizaya gelen gezegenlerden geldiğini söylerdi. Yani Hıristiyan değil, daha çok bir dinsiz sayılırdı. Ayrıca onun, söylediklerinden daha fazlasını bildiğinden kuşkulanırdı herkes; adam Kutsal Kitap’a inanmaz, gizli başka kaynaklardan bilgi aldığını söyler ve kilise doktriniyle adeta alay ederdi. Papa onu korumasa, herkes adamın engizisyon mahkemesine düşeceğini biliyordu.
İşte, Peder Simon tüm bu nedenlerle bu adamdan kuşkulanmış ve odasını aramak için anahtarının kopyasını yaptırmak istemişti.
Peder Simon, Vatikan’ın ev sahibi konumunda olan Fabbrica di San Pietro kumlusu üyesi olduğu için, onu isçi odalarının da bulunduğu kilisenin doğu kanadının üst kal koridorlarında görenler hiç kuşkulanmıyordu. Onun çalışanların odalarına girip etrafı konimi etmesi bile çok doğal bir olaydı.
Peder her şeye rağmen. Roma yaz güneşinin parıltısından pek konmam ayan koridorda, odanın Ününde bir an durdu ve etrafa bakındı Koridorda kimse olmadığından emin olunca, anahtarı kilide soktu ve kapıyı açıp Buonarrotti’nin odasına girdi.
Loş odada önce anormal bir şey göremedi Peder Simon. Küçük şöminenin karşısında bir yatak, onun ayakucunda meşe ağacından ve üzeri bakır bantlı bir Sandık vardı ve adam Papa’dan ısrarla isteyip aldığı on dukalık çok yüksek aylık maaşını orada saklıyor olmalıydı. Kenarda bir tahta sandalyeyle eski bir tahta masa ve masanın üzerinde de boya kurulan, fırçalar ve toz boya esmek için kullanılan bir havan görülüyordu.
Peder Simon, neye bakmakta olduğundan emin olamayarak durdu. Figürler, formlar…
Ensesinde bir karıncalanma hissetti; gördüğünü düşündüğü şeyi görmüş olamazdı.
Olamazdı bu!
Gördüğü gerçekse bu adam en iyi ihtimalle bir dinsiz, en kötü ihtimalle de bir şeytandı.
Kendini sadece ilk adıyla, Michelangelo olarak tanıtan adamdı bu!
Cabal el Tarif
Nag Hammaddi Yakınları
Yukarı Mısır
Aralık 1945
Muhammet Alf el Salman ve erkek kardeşi Hasan Mustafa intikam istiyorlardı. Sadece aile onurunun gereği değildi bu, babalarının öldürülmesinin acısı onların içini yakan bir ateş olarak hiç sönmüyordu.
Ama önce tohumlan kuru, kıraç çöl toprağında çimlendirmek, büyütmek için kullandıkları yumuşak toprağı, sabah halletmeleri gerekiyordu, iki deveye binerek buraya, dağ eteğine gelmişler ve kayanın etrafını kazmaya başlamışlardı.
Toprak çıkartmak için bir süre kazdıktan sonra, Hasan’ın kazması sert bir yere vurdu; topraktan sertti bu cisim ama yine de kaya kadar sert sayılmazdı,iki kardeş çukurun kenarına çömeldiler, kazmanın vurduğu noktanın etrafındaki topraklan elleriyle kazarak açmaya başladılar ve bir süre sonra küpe benzer bir şeyin ağzını gördüler.
Hasan doğrulup sakalındaki tozlan temizledi ve gülerek ağabeyinin yüzüne baktı. “Şuraya baksana, ağabey, Allah sonunda yüzümüze güldü. Bu küpte bir hazine olmalı, yoksa neden bu dağın eteklerine gömsünler bunu?”
Muhammed topukları üzerine çömeldi. Büyük kardeş olarak bu gibi kararlan o verirdi. “Ama dikkatli olmalıyız,” dedi. “Bunun içinde hazine olabileceği gibi bir cin de olabilir, kardeş Çocukluklarında ikisi de kahramanlar tarafından yakalanıp böyle küplere hapsedilen kötü ruhlarla, cinlerle dolu masallar dinlemiş, onlarla büyümüşlerdi. Bu kötü cinleri bulup serbest bırakanların başlarına hep kötü şeyler gelmişti.
Hasan toprakla kirlenmiş parmağını küpün boynuna doğru uzattı ve, “Ama baksana, boynun biraz altında bir çatlak var ağabey, “dedi, “Bunun içinde cin vardıysa bile şimdiye kadar o çatlaktan kaçmıştır zaten.”
Muhammed bir an düşündü ve kardeşine hak verdi. Bu küpte hazine olması ihtimali daha güçlüydü. Ayağa kalktı ve kazmasını kaldırıp küpe indirdi.
Fakat küpte ne cin vardı, ne de hazine; onların yerine küpün dibinden on üç tane deri paket çıkardılar. Hazine bulamadıkları için umutlan kaybolmuştu ama yine de heyecanla deri paketleri açınca, içinde papirüs yaprakları iyice kuruyup kıvrılmış küçük kitaplar olduğunu gördüler.
Hasan kitaplardan birini açıp sayfaları karıştırdı; soluk, anlaşılmaz yazılara, işaretlere baktı ve başını iki yana salladı. “Ben bunları okuyamam.”
Muhammed de şaşkın bir ifadeyle ona baka ve, “Elbette okuyamazsın,” diye homurdandı.
“Ama bu yazılar bildiğimiz, tanıdığımız yazılara hiç benzemiyor, başka bir dilde yazılmış olmalı.”
Muhammed başını salladı, dönüp arkalarında yükselen tepelere baktı ve, “Evet, bunlar çok eski yazılara benziyor,” diye mırıldandı.
“Ama eski oldukları için değerli olabilirler, değil mi?”
Muhammed yüzünü buruşturdu. “Böyle eski şeyleri saklamak insana hayır getirmez, kardeşim.”
ikisi de böyle eski eserler bulan bedevilerin hikâyelerini duymuştu. Adamlar antika değeri olduğundan şüphelendikleri bulgularım Kahire’deki antikacılara satmak istemi;, ama her seferinde polis gelip bunlara el koymuştu.
Hasan boş ceplerim ağabeyine gösterdi ve, “Bu işi polise duyurmadan halledersek hiçbir şey olmaz, ağabey,” diyerek sın».
İki kardeş karar verdiler ve küçük kitapları entarilerinin altına gizlediler.
BÖLÜM BİR I.
British Museum
Blaamsbury
Great Russell Sokağı
Saat 18.42 Şimdiki Zaman
…