“İşte bana neşe veren bir türkü! Bu çocuk söylüyor, ağlar gibi! Büyük Cengiz Han gülünce bütün dünya ağlamalı!” Asya steplerinde bir kabile reisinin oğlu olarak dünyaya gelen Temuçin, tarihteki en büyük imparatorluğun kurucusu, milyonlarca insanın celladı, yarı deha-yarı deli bir tarihsel figürdür. Hayata gözlerini açtığı steplerden başlayarak tüm dünyayı fethetmeye girişen bu cesur ve savaşçı Moğol, bir süre sonra Cengiz Han adıyla anılır olmuştur. Ordusuyla yıkıp yok ettiği kentlerin ve uygarlıkların sayısı bile tanı olarak bilinmemektedir. Henüz Asya kıtasının yerini bile bilmeyen birçok Avrupalı, onun askerlerinin elinde can vermiş, Ortadoğu’nun mağrur ve kudretli hükümdarları, Cengiz’in yarattığı kum fırtınalarının içinde kaybolup gitmişlerdir. Tek başına dünya tarihim değiştiren bu inanılmaz adam, binlerce efsanenin ve hikayenin de baş kişisi olmuştur. Vasili YAN, işte bu efsanevi kişiliği romanında tarihsel gerçekliklere uygun biçimiyle resmeden, dünyaca tanınmış bir tarihçidir. Moğol tarihi üzerine en kapsamlı araştırmaları yapmış olan araştırmacı, edindiği bilgileri tarihsel bir romanda bizlere sunmakta. Yazar, gerek anlatım, gerekse edebi yönüyle okuyucunun takdirini kazanan bir edebiyatçı da olduğunu bu eserle ortaya koyuyor. Tarihsel olayların ve kişilerin doğruya en yakın haliyle anlatıldığı bu eserle, hem tarihe hem de roman türünün edebi güzelliklerine ulaşacaksınız…
SELAMI… EY OKUYUCU…
Kanalsız şahin göklerde nasıl aciz kalırsa, atsız insan da yeryüzünde öylesine zayıf ve kudretsiz olur.
Hiçbir şey sebepsiz olmaz; ipin bir ucu diğerini peşinde sürükler. İyi seçilen yol, insanı bu dünya keşmekeşinde arzu elliği noktaya götürür, yanlışlık ve düşüncesizlik ise sadece karanlık ve korkunç ölüm uçurumuna iter.
Eğer kader bir insanı; sakin beldeleri boğan başkaldırmalar, zalime karşı isyanlar, tanınmayan ve zaptedilmeyen düşmanın memleketi istilası gibi olağanüstü hadiselerin şahidi kılmış ise o; gördüklerini, yaşadıklarını ve hissettiklerini kağıda dökmelidir Eğer kamış kalemi ipek kağıt üzerinde maharetle sürdürmek sanatından yoksun ise, harfleri yan yana dizmesini bilen birine hatıralarını yazdırmak ve bu engin tecrübelerden kendisinden sonraki nesillerin faydalanmasını sağlamalı…
Hayatın büyük maceralarını yaşayıp bunlar hakkında hiçbir şey kaydetmeyenler, ölümün soğuk eli başlarının üzerinde gezinirken, uçsuz bucaksız çöllere altın külçelerini gömmeye koşan ihtiyar cimrilerden farksızdır.
Kamış kalemimi yonttum. Ucunu mürekkeple ıslattım, ama hâlâ onu kağıda dokundurmakta tereddüt ediyorum… Acaba Cengiz Han hakkında bildiklerimi samimiyetle anlatacak kadar kudret ve irfanım var mı? Çok uzak yerlerin sınırsız çöllerinden kopup gelen bu vahşi kütlenin istilaları için, dehşetli demek bile lam olarak manayı veremez. Ordunun başında kızıl sakallı kumandan giderdi; hırs ve ihtiras ile gözleri dönmüş savaşçıları, yorulmak bilmez atlarını delicesine sürerek, huzur ve sükun dolu Harzem ve Maveraünnehir topraklarını kana bulayıp, arkalarında binlerce ceset bırakarak toz bulutları içinde kaybolup giderlerdi. Her an yeni cinayetler oluyordu. Herkes birbirine endişe ile “Mesut evlerin bacalarından çıkan sakin dumanlan tekrar görebilecek miyiz, yoksa dünyanın sonu mu geldi?” diye soruyordu.
Birçokları, benim Cengiz Han ve Moğol istilaları hakkında bildiklerimi hatıra halinde yazmamı istedi. Uzun zaman tereddüt ettim… Fakat bugün, susuşumun kimseye fayda getirmediğini görerek, insanlık ve bilhassa huzurun gölgesinde uyuyan Harzem Ovalarına çöken kan ve ölüm dolu felaket dalgasının hikayesini kaleme almaya karar verdim.
Sözlerimi burada kesiyorum, fikirleri daha fazla dağılmamalıyım. Yaşlılar, yazdıklarımın her kelimesinin doğru olduğunu söyleyeceklerdir.
Sabır ve sebat eden İnsan en sonunda mücadelesinin güzel meyvesine kavuşur. Hakikati arayanlar onu elbet bulacaklardır.
Vasili YAN
Not Bu çeşit “Okuyucuya hitap” Moğollar öncesi devrin Doğulu yazarlarına has, özel bir tarzdır.
BİRİNCİ KISIM
1 ALTIN ŞAHİN
Üstünde yaşadığımız toprak, yere serilmiş
soluk renkli eski bir kaftana benzer.
Sanki uçsuz bucaksız bir ummanın
ortasındaki küçücük bir ada görünür.
“Eski bir Arap el yazması kitabından”
İLKBAHARIN vaktinden önce gelmiş olmasına rağmen,
müthiş bir kar tipisi Karakum Çölü’nü altüst ediyordu. Fırtına, kumlar arasında belirmiş olan nadir bitkileri eğiyor ve her tarafı karlarla dolduruyordu. Kerpiç duvarlı ufak bir kulübenin Önünde, on, on iki deve birbirlerine sokulmuş duruyorlardı. Kervan başı neredeydi? Niçin develerin yüklerini indirmemiş, ve onları çöktürmemişti?
Develer. Karlarla örtülü başlarını kaldırıyor, böğürtüleri rüzgarın ıslıklarına karışıyordu. Bu sırada, uzaktan bir çıngırak sesi duyuldu. Develer, boyunlarını sesin geldiği tarafa uzattılar. Siyah bir eşek ve onun arkasından sakallı bir adam ortaya çıktı. Sırtında geniş bir derviş cübbesi, kafasında beyaz sarıklı uzun bir külah vardı.
Yürü… Yürü… On, on beş adım sonra, hemen tayınını alacaksın. Bak neye rastgeldik! Şu develerin elbette sahipleri de oradadır, hizmetçileri ne ateş yakmaya koyulmuşlardı elbet. Bize de bir avuç pirinç ikram ederler… Hey… Orada kim
Bu sese hiç kimse cevap vermedi, yalnız develerin boynundaki çıngırakların sesi duyuldu.
Eşeğin sahibi, alçak bir kerpiç duvarla çevrilmiş olan binanın etrafını dolaştı.
Üzeri güzel kabartmalarla süslü olan kapı, kocaman bir direkle kapalıydı.
Kulübenin arkasındaki alanda, düzgün bir sıra halinde birbirini takip eden küçük ve beyaz mezar taşları göze çarpıyordu.
Eşeğini yerde çakılı kazıklardan bîrine bağlayan yolcu:
Ey bu sessiz mezarlığın sakinleri, Derviş Hacı Rahim Ragdadi, hepinizi rahmetle anar. diye mırıldandı. Bu mezarlığın bekçisi yok mu? Belki kulübenin içindedir.
Boynunda asılı duran geniş bir torbadan çıkardığı bir ekmek parçasını eşeninin önüne attı:
Al bu da senin hakkın. Zaten bundan başka bir lokma yiyecek bir şeyimiz de yok. Senin yemeye çuk ihtiyacın var. beni yarın buradan çok uzaklara götüreceksin.
Derviş kapının önündeki direği kaldırarak kulübeden içeri girdi. İçeride ddrl adam sırtlarını duvara dayamış, sessizce oturuyordu.
Selamün aleyküm…
Bu selamı kimse almadı. Derviş Rahim, içeriye doğru bir iki adım daha attı. Adamlar hiç kımıldamadılar. Derviş onların sarı ve hareketsiz yüzlerine dikkatle baktı, sonra heyecanla kapıdan dışarı fırladı:
Şikayete hîç hakkın yok Hacı Rahim… Bunların dördü de yalnız kefenIenmelerini bekleyen dört ölü. Sen ne kadar fakir olsan da, canlısın… Buradan yürüyüp başka yellere gidebilirsin. Şurada yakında sahipsiz bir kervan var. Eğer islersen kıymetli eşyalar yüklü olan bu develerin hepsi senin olabilir. Fakat bir derviş ancak hakikatin peşindedir. Onun dünya malına ihtiyacı yoktur. O fakir kalmalı ve İlahiler okuyarak yoluna devam etmelidir. Fakat hiç değilse hayvanlara bir iyilik etmelisin.
Derviş develeri çökertti, yüklerini indirdi. Çuvallar arasında bulduğu arpadan hepsinin önüne bir miktar koydu.
Bütün geceyi orada, sırtını kulübenin duvarına dayayarak, eşeğinin yanında geçirdi.
Gece esen rüzgar, gökyüzünü temizlemiş olduğu için güneş sabahleyin erkenden güler yüzle doğu ufuklarından gözükmüştü.
Derviş yerinden kalktı, eşeğini önüne kattı:
Haydi yavrum, dedi. Yürüyelim.
Develerden arta kalan arpayı eşeğin sırtına vurduktan sonra, kulübenin içine şöyle bir göz attı. Dürt cesetten yalnız bir tanesi orada duruyor ve sabit gözlerle kendisine bakıyordu. Hacı Rahim:
Fesuphanallah, dedi. Öbürkülere ne oldu? Yoksa kendi kendilerine mezarlarına mı girdiler. Hayır Hacı Rahim, sen artık buralarda durma, doğru Harzem yolunu tut. Orada kalabalık ve zengin şehirler vardır.
Bu sırada kalın bir ses:
Allah rızası için bana yardım et. diye yalvardı. Duvarda yaslı duran adamın kıvırcık sakalı oynamaya başlamıştı.
Sen kimsin?
Mahmut…
Harzemli inisin?
Benim bir altın şahinini var. Derviş Hacı [{ahim şaşırdı:
Herif ölüyor da, hâlâ akü altın şahinde… Al şu sudan biraz iç.
Ölmek üzere olan adam, dervişin uzattığı su kabağından güçlükle birkaç yudum su içebildi. Sonra gözlerini dervişe dikti:
Çok ağır yaralıyım… Kara Konçar çeteleri… Arkadaşlarımdan üçü çok feci şekilde öldü. Kapı kapalıydı. Buradan dışarı çıkamadık. Beni dinle… Bir din kardeşini bu halde bırakamazsın. Bu katletmekten de fena bir şey olur… Kuranı Kerim ne emrediyor?
Adamın dişleri, tutulduğu ateşin şiddeti içinde birbirine vuruyordu. Titreyen ellerini dervişe doğru uzattı. Sonra birdenbire kendinden geçti.
Merak etme. derviş baba sana yardım eder!
Hacı Rahim, yaralının gömleğini açtı. Göğsünde hâlâ kanamakta olan geniş yarayı gördü.
Önce bu kanı durdurmalı, ama nasıl?
Uçları işlemeli bir beyaz mendil yerde duruyordu. Hacı Rahim, mendili yerden abp açtı. içinden bir attın plaka yere düştü. Derviş onu yerden alıp tetkik etti. Üzerinde kanatlarını açmış bir şahin kabartması bulunan plaka, garip harflerle yazılmış yazılarla dolu idi. Hac: Rahim, gittikçe artan bir dikkatle yaralı adama bakarak düşünmeye başladı:
Bu adam, ilerde geçecek pek büyük hadiselerde önemli rol oynayacak bir adam olmalı. Yoksa bu adamın yaşamasını sağlayan tesadüflere başka ne mana verilebilir? Bu plaka da büyük Tatar Kağan’ının bir alameti… Bunu saklamak ve yaralı iyi olup kendine geldiği zaman kendisine geri vermeli.
Böyle söyleyerek altın şahini kuşağının arasına soktu.
Sonra uzun uzun yaralı ile uğraştı. Yarasını bulduğu mendil ile sardı. Onu kulübeden dışarı çıkardı. Kapının önündeki develerden birine yükledi, sıkı sıkı bağladı.
Güneş oldukça yükselmişti. Derviş, şimdi erimeye yüz tutmuş olan karların altında güçlükle görülebilen bir patikayı izliyordu. Arkasından eşeği, daha arkadan da yaralıyı taşıyan deve geliyordu.
Haydi yavrum, sıkı yürü biraz. Kurgan’a varalım çabuk. Orada sana bir kucak yonca vereceğini. Buralar tehlikeli yerler. Neredeyse Kara Konçar çetesi ortaya çıkabilir. Efendini esir eder, senin de kara kıllı postunu yüzerler. Haydi yavrum, sıkı yürü…