Roman özetleri

Bir Türk Ailesinin Öyküsü Kitap Özeti

“Hayatım boyunca okuduğum en bize ait öykülerden birini içtenlikle, doğallıkla ve sıcacık bir kalemle sunan bu kitap beni yıllarca bırakmadı. Ben de kitabı bırakamadım.

Kitabın yeni Türkçe baskısını orijinalinin yanına koyabilmek ve arkadaşlarıma armağan edebilmek için sabırsızlıkla satışa sunulacağı günü bekliyorum.”
– Ayşe Kulin

“İrfan Orga’nın vatanına, kültürüne, diline ve edebiyatına ta uzaklardan yaptığı bu hizmeti gecikmiş alkışlarla anmalıyız.”
– Talât S. Halman

“Kaybedilmiş sevgilerin acısını dile getiren, kederli ve olağanüstü güzellikte bir öykü; 20. yüzyılın en muhteşem anılarından birisi…”
– Caroline Moorhead, The Independent

Osmanlı İmparatorluğu’nun çalkantılı son dönemlerinden, Birinci Dünya Savaşı’nın yıkıcılığına uzanan bir öykü. Varlıklı bir ailenin adım adım yoksulluğa ilerleyişinin, bir arada kalma mücadelesinin, mantığın ve deliliğin çarpıcı anlatımı.

Bir Türk Ailesinin Öyküsü, İrfan Orga’nın samimiyetle, romansı bir üslupla kaleme aldığı anıları…

İÇİNDEKİLER
Aile Anılarının Öngülüğü (Talât S. Halman)
Bir Türk Ailesinin Öyküsü (Ayşe Kulin)
Ailem
Hamamdaki Despot
Tamamen Erkeksi Bir Konu
Sarıyer
Yeni Ev ve Buna Benzer Şeyler
Değişen Düzen
Hafta Sonu İzni ve Yeni Gelin
Muazzez’in Gelişi
Uzun Bir Elveda
Hayatı Yeniden Kurmaya Çalışırken
Sarıyer’in Sonu
Bir Despotun Hayal Kırıklığı
Doksan Dokuz Kuruşluk Kahraman
Fakirlik İnsanı Pazarlığa Alıştırır
Kadıköy’deki Vakıf Okulu
Berber Çıraklığının Sonu
Kuleli: I
Kuleli: II
Zor Geçen Gençlik
Yeni Cumhuriyet
Bir Bayram Sabahı ve Bilinmeyene Yolculuk
İstanbul’a Dönüş
Çiçeği Burnunda Bir Subay
Kurtarıcı Emir Erim ve Muazzez’in İlk Aşkı
Kadınsı Olaylar
Eskişehir’in Ermiş Kadını
Kütahya ve İzmir
Sonun Başlangıcı
Dağılan Aile
Elveda Şevkiye
Sonsöz
Yeni Baskıya Sonsöz
İlgili Kitap ve Makaleler
Ek Notlar
Çevirmenin Notları
Albüm

AİLE ANILARININ ÖNGÜLÜĞÜ
1951 ‘de Robert Koleji’nden mezun olmamıza az kala, kütüphaneye merakla beklediğimiz bir kitap geldi: Portraitofa Turkish Family {Bir Türk Ailesinin Öyküsü). İrfan Orga, bu kitabı bir yıl önce ingiltere’de yayımlamıştı. Başarılı olmuştu İngiliz edebiyatseverleri arasında. Daha önce adı hiç duyulmamış bu yazar ile sürükleyici kitabı hakkında, Türk basınında sevindirici haberler çıkıyordu. Türk Hava Kuvvetleri’nde subayken bir İngiliz vatandaşıyla evlenerek Londra’ya yerleşen İrfan Orga’nın anılarını ve ailesinin Türkiye’deki yaşamının öyküsünü merakla, zevkle, hayranlıkla okuduktu. Bu sürükleyici eseri, ileri bir yaşta Öğrendiği İngılizceyi doğru, canlı, renkli, dokunaklı kullanarak yazmış ve ingilizce konuşulan ülkelerin basınında ve edebiyat çevrelerinde övgü kazanmış olmasının değeri yüksekti gözümüzde.
Yirminci yüzyılın ortasına kadar böyle bir basan kazanmış olan tek Türk yazar, Halide Edip (Adıvar) olmuştu. (Sonraki birkaç onyılda da aynı beceriyi gösteren yazarımız o kadar az oldu ki.)
İrfan Orga, kendisinin ve ailesinin “tatlı”dan “trajik”e uzanan yaşamını öyle can alıcı, ironik, gönül okşayıcı bir üslupla anlatıyordu ki. Ailesinin ve kendisinin öyküsü, İngilizce okuyanları büyülüyordu, çünkü nice anı kitabının aksine, bu eserde tahrif, savunma, abartı, başkalarını kötüleme gibi kusurlar olmadığı gibi, acındırma çabası da yoktu, egzotik değerleri dürüstçe aktarırken melodramdan medet ummak gibi pürüzler de. Biz Robert Kolejliler, Orga’nın aile portresini, yüreğimizi ısıtan ve sızlatan öykülerini hayranlıkla okuduktu o zaman. Yirmi birinci yüzyılda eseri aynı zevk ve hayranlıkla okuyabiliyoruz.
Portrait of a Turkish Family, yirminci yüzyılda, son Osmanlı dönemiyle Cumhuriyet Türkiyesi’nin ilk yirmi beş yıllık kesiminin canlı bir panoraması… Büyüsü, tam İçtenlikle beşeri, dolayısıyla evrensel değerlerindedir. Orga, öyküsünü dürüstçe yansıttığı için, çağının ülkesine “en sahih ayna”yı tutmuştur.
Ailesindeki kişiler öylesine gerçek, anlatıları o kadar aşina ki hem anı edebiyatının, hem realizmin güçlü eserlerinden biridir bu.
1950′li yıllarda, Britanya’da ve İngilizce konuşulan ülkelerde, Türklerin yaşamı için derin bir ilgi ve sevgi yaratan Orga’yı anayurdu göz ardı ettiydi. Yurtdışında yüzümüzü ağartan zevkli bir kitabın dilimizden uzak tutulması, yazan subaylıktan ayrılarak İngiltere’ye yerleşmiş olduğundan mıydı? Oysa Orga ömrünce sağlam bir vatansever olarak Türk uyruğunda kalmıştı.
1908′dekı doğumundan yüz yıl, eserin yayın tarihinden nerdeyse altmış yıl sonra, Türkçe çevirinin çıkması, sevindirici bîr olaydır  hele uzun yıllar İngiltere’de yaşamış olan Dr. Ann Bayraktaroğlu’n un sımsıcak ve akıcı çevirisiyle dilimize kazandırılması.
Bir Türk Ailesinin Öyküsü, İrfan Orga’nın (eski deyimle “hayrulhalef”, hayırlı halef, babasına yaraşır evlat) olarak tanımlayabileceğimiz vefakâr oğlu, besteci ve müzik eğitmeni Ateş Orga’nın tamamlayıcı epilogu ve çevirmenin aydınlatıcı notları ile zenginleşmiştir.
Portrait of a Turkish Family nin önemi zevkle, ibretle, gülümseyiş ve hayıflanmalarla içimize sindirerek okuyacağımız bir yapıt olmasının ötesinde, alkışlanacak iki öncülüğüyle göğsümüzü kabartmasındadır:
Bu öncülüklerden birincisi, Türk yaşamını Türk’ün ağzından ingilizce olarak dünyaya sunan ilk edebî eserlerden biri olması.
İkincisi, yirminci yüzyılın ikinci yansında başlı başına bir tür olan, önce Asya ile Latin Amerika’nın, sonra Afrika’nın nice yazarlarının İngilizce yazdığı “aile anılan” ve “otobiyografik romanlar” tarzının ilk güçlü örneklerinden birini oluşturmasıdır.
İrfan Orga’nın vatanına, kültürüne, diline ve edebiyatına ta uzaklardan yaptığı bu hizmeti gecikmiş alkışlarla anmalıyız.
Talât S. Halman

1980′li yılların başlarıydı sanırım, Nişantaşı’nda koşuştururken Aliye Simavi’ye rastladım. AyaKüstü lafladık. Elinde İngilizce bir kitap vardı. Adı dikkatimi çekti, Portrait of a Turkish Family. Yazan İrfan Orga. Türk edebiyatını yakından takip ettiğim için şaşırdım. Hiç duymadığım bir yazar, üstelik kitabı İngilizceye çevrilmiş!
“Kitap İngilızceye çevrilmiş değil, İngilizce yazılmış,” dedi Aliye, “yazan İngiltere’de yaşadığı için Türkçe bilmiyor galiba. Al oku ve sonra bana iade et. Muhteşem bir kitap!”
Kitaplar vardır, okuduğunuz sürece birlikte olursunuz, son sayfasında biter. Kitaplar vardır yıllarca yüreğinizin bir köşesinde sizinle birlikte sürüklenip durur yaşamın içinde. Kitabın karakterlerinden ayrılamazsınız. Onlar sizin çok yakınlarınız olmuşlardır.
Hayatım boyunca okuduğum en bize ait öykülerden bîrini içtenlikle, doğallıkla ve sıcacık bir kalemle sunan bu kitap beni yıllarca bırakmadı. Ben de kitabı bırakamadım. Arkadaşıma söz verdiğim halde, onu iade etmedim. Çünkü gün geliyordu, kitabı raftan indirip bazı yerlerini yeniden okuyordum; ibret almak için, hasret gidermek için, unuttuğum yaşantı biçimlerine, uzakta kalmış renklere, kokulara yeniden dönmek için.
Kitabın yeni Türkçe baskısını orijinalinin yanına koyabilmek ve arkadaşlarıma armağan edebilmek için sabırsızlıkla satışa sunulacağı günü bekliyorum.
Ayşe Kulin

İstanbul’da, 31 Ekim 1908 tarihinde doğmuşum. Doğduğumda annem on beş, babamsa yirmi yaşındaymış. En büyük çocukları bendim. Sultanahmet Camisi’nin arkasında, denizi gören bir evde otururduk. Bİr çıkmaz sokağın köşesinde bulunan evimizin denize bakan yanı alçak bir duvarla çevrilmişti. Hemen yanımızda küçük bir cami vardı. Sessiz, yeşillik bir bölgeydi burası. Eski günleri düşündüğümde ilk aklıma gelen sesler, Marmara’nın hiç durmak bilmeyen okşayıcı şıpırtısıyla bahçedeki kuş cıvıltılarıdır. Önünde ve arkasında kafesli balkonları olan yeşil panjurlu evimiz, beyaza boyalı büyük bir ahşap yapıydı ve birlikte oturduğumuz büyükbabamla babaanneme aitti.
Çocukluk anılarımda sesle görüntü birbirini tamamlar. Denizin sesini, bahçeye açılan terasta kahvaltı eden büyüklerimin konuşmalarını hiç unutamam. Her sabah, güneş ışıkları alçak tavanlı odamın duvarlarında oynaşırken uyanırdım. İçime bir mutluluk dolardı. Ne gariptir, şimdi o günleri düşünmek bile bana hâlâ aynı mutluluğu verebiliyor. Mutfaktan gelen tabak çanak sesleri, aşçımız Hacer’in gür kahkahaları kulaklarımda hâlâ çınlıyor. Uyandığım zaman, üstümdeki gecelik entarimi çıkarmadan pencereye yaklaşır, başımı parmaklıklara dayayarak aşağıdaki büyüklerime seslenirdim. Babam sesimi duyar duymaz peçetesini bir kenara fırlatır ve yukanrı gelmekte olduğunu söylerdi bana. Hemen gene yatağa koşar ve gülerek beklerdim. Her gün tekrarlanan bu oyun, bana artıkk ev içinde önemli bir yerim olduğunu öğretmişti. Gerçekten de benim İçin her yeni gün, babamın peçetesini bir kenara atması, merdivenlerden koşarak çıkması ve yarı heyecan, yan korku dolu çığlıklarıma aldırmadan beni havaya fırlatması ile başlardı. Korkardım, ama bu oyunu oynamadan da edemezdim. Gürültümüze İnci yetişir, dudaklarında beliren gülümsemeyi gizlemeye çalışarak, fıldır fildir dönen kara gözlerini üstüme dikerdi. İnci benim dadımdı. Henüz on üç yaşında, kapkara bir kızdı o.
Annesi Feride bizim üst katlara bakardı. İnci, babasının sarayda uşaklık ettiği dönemde İstanbul’da doğmuştu. Babası ölünce babaannem hem onu hem de anasını bize almış, benim doğumumdan sonra da bana dadılık işini İnci’ye vermişti. İncı’yı ölesiye sever, onsuz bir yaşam düşünemezdim. Son derece iyi huyluydu. Gözlerini döndürüp, yüzünü çeşitli maskara şekillere sokarak beni güldürürdü. Dik kafalılığımın

Related Articles

Bir Günde Ekonomist Nasıl Olunur? Kitap Özeti

Hep O Şarkı Yakup Kadri Karaosmanoğlu detaylı kitap özeti

Benim Gençliğim Kitap Özeti