“İçeriği günümüzün felsefi sorunsallarıyla yüklü, akıcı bir dille yazılmış, soluk soluğa bir gerilim kitabı okumak isteyenlere..”
Levend Yılmaz
“Turna donuna girmek’, ‘güvercin donuna girmek’ denilir. Şamanların bazı deneyimlerine. Turna gözüyle görmek denilebilir bunun yanına. Bir Ses Böler Geceyi’de Ahmet Ümit, ‘hikayeci donuna giriyor’. Alevi kültürü, Alevi ‘ruh halleri’ ancak bu kadar anlatılabilirdi. Bu topraklarda kimsenin kimseye yabancı olmadığı da…”
Reha Çamuroğlu
Birinci bölüm
Süha kasabaya hâlâ ulaşamamıştı. Oysa köyden ayrıldıktan iki saat sonra anayola çıkmış olmalıydı. Ön cama çarpan yağmur damlalarını telaşla kovan sileceklerin arasından, ıslak yolu kaygıyla izliyordu. Kötü havanın etkisiyle olacak, akşam erken çökmüştü. Cipin uzun farlarını yakarken sıkıntıyla söylendi:
“Yoksa yanlış yola mı girdim’.’”
Hayır canım, iki gün önce, buradan geçerken gördükleri taştan kulübenin yıkıntıları oradaydı işte. Gelirken, kulübenin önünde, kurumuş sazlar arasından sızan küçük derenin kenarında mola vermiş, sararmış yapraklan son yaz güneşinin ışıklarıyla oynaşan söğüt ağaçlarının altında bir süre dinlenmişlerdi.
Dışarıda yağmur dozunu giderek artırıyordu. Damlalar öyle hızlı düşüyordu ki Süha artık yolu göremez olmuştu. Süratini azalttı, cipi yolun kenarına çekip yağmurun dinmesini beklemeye başladı. Tavana çarpan damlaların çılgın tıpırtılarını dinlerken, “Tam da yola çıkacak zamanı bulmuşum” diye söylendi. “Melis ile Hakan nasıl da kaytanlılar’.’Melis Hanım’ın başına güneş geçmiş Dam başında bütün gün köylü kadınlarla konuşmak kolaymıymış. Hakan Beyimizin ise midesi bozulmuş. Yediği keşkek dokunmuş beyefendiye. İkisinde de sorumluluk diye bir şey yok. Gerçi birlikte gidelim diye ben de fazla üstelemedim ama, üstelemek mi gerekiyor? Durum oltada, birilerinin gidip bocayı alması gerek.”
Aslına bakarsanız ta başından beri Melis ve Hakan’dan hiç hoşlanmamıştı. Aralarındaki anlaşmazlık, beş yıl aradan sonra öğrencilik günlerinden aşina olduğu üniversitenin demir kapısından içeriye adım attığı İlk günden başlamıştı. Eski hocalarından Profesör Memduh Beyin, hapisteyken bir tek kartla olsun hatırını sormamış olmasının ezikliğiyle gölgelenen babacan tavrının aksine, güzel yüzlü şımarık kız ile davranışlarında son derece
pervasız olan gene irisi delikanlı, Süha’yı oldukça soğuk bir tavırla karsıları uslardı. Önceleri buna bir anlam verememiş ama sonraki günlerde aynı dışlayıcı tavırlarını sürdüren çalışma arkadaşlarının kendisini bir rakibiı olarak gördüklerini anlamıştı.
Sağanak uzun .sürmedi. Cipi yeniden çalıştırdı. Yaşlı Land Rover homurdanarak ileri atıldı. Asfaltın yüzeyim kaplayan sulan sıçratarak, önlerindeki rampayı tırmanmaya koyuldular. Rampanın ortalarına doğru motordan alışık olmadığı sesler duymaya başladı.
“Eyvah! Tekliyor mu ne? Bende bu şans varken yolda kalırsak hiç şaşmam… Bir de gerçekten bozuluyor mu meret. İşle bu harika olurdu… Böyle bir havada dağ başında gecelemek. Sayın profesör de beklesin sabaha kadar otobüs terminalinde. Ben de, ‘Bak Hocam, o sevgili asistan I arın d an hiçbiri seni karşılamaya gelmediği söylemek zevkinden yoksun kalayım. Sanki böyle bir şeyi söyleyebilirin iş i m gibi. Onlar olsa söylerler. Simdi ‘Hocaya yaranmak için bizi çağırmadı’ diyerek dedikoduma başlamışlardır bile. Neyimi çekemiyorlar anlamıyorum. Okul yönetimi de, Memduh Bey de onlardan yana…”
Neyse ki rampanın bitimine yakın sesler kesildi de Süha rahat bir soluk aldı. Rampayı aşınca ıslak karanlıkta belli belirsiz parlayan bir küme ışık çarptı gözüne. Bu, gelirken anayoldan ayrıldıklarında karşılaş ti ki an ilk köy olmalıydı. Öyleyse kasabaya bir saatlik yolu kalmış demekti… Ya yaralıyorsa, ya burası düşündüğü köy değilse!
“Çevrede başka ışık olmadığına göre mutlaka o köydür. Hani şu anketi reddeden Alevî köyü… Sahi niye katılmadılar ankete? Melis ilanım ‘Kente göç olgusunun köy kültürü üzerindeki etkileri…’ diye konuşmaya başlarsa, tabiî ki katılmazlar. Ne istediğimizi bile anlamadı zavallılar. Ama itiraf etmeliyim ki Melis’in güzelliği burada da işe yaradı. Tutkusunu saki ayanı aldığı alev alev yanan gözlerle Melis’i süzen köse muhtar, söylediklerimizden hiçbir şey anlamasa da, sabırla dinledi bizi. Sonra da ‘Bizim köylü cahildir, ankel neyin anlamaz’ diyerek geçiştirdi işleğimizi. Hakkını yemeyelim adamın, yine de çok konuksever davrandı bize. Belki başarılı bir anket çalışması yapamadık ama oldukça iyi ağırlandık bu köyde.”
Işıklar yine kayboldu. Köyle arasına küçük bir tepe girmiş olmalıydı. Bozkırı uzun iki mızrak gibi biçen farların aydınlığında ıslak yol hızla akıyor, sık sık çakan şimşeklerin vahşi pırıltıları pek de verimli olmayan yorgun toprağı aydınlatıyordu.
Süha kolundaki saate baktı, içerideki ışık yetersiz olduğundan seçemedi.
“Profesör henüz kasabaya gelmemiş lir İstanbul’dan öğleden sonra binecekti uçağa. Ankara’da uçaktan in, Tokat’a otobüs bul. Kasabaya gel. ilaha epeyce vaktim var. Bir engel çıkmazsa tanı vaktinde yetişirim Sanki onu zamanında karşılamak bana bir şey kazandıracakmış gibi. Okun. ben girerim yapayım da bir türlü kurtulamadın şu görev duygusundan. Metisler ne kadar farklı. Ne kadar rahatlar, hiçbir şey umurlarında değil. Sanki dünyada onlardan başka kimse yok. Bizden tamamen ayrı, yalnızca kendileri için yaşayan bir kuşak bu. oysa aramızda fazla yaş farkı da yoktu.
Önüne çıkan çukuru son anda fark etti. Direksiyonu aceleyle
kırdı Rotun kırılması işten bile değildi. Daha dikkatli olması gerekiyordu. Kim bilir ne zamandır bakımı yapılmayan bu yol gizli tehlikelerle doluydu.
belki de Melis ve Hakan’la olan sırlarını profesörle açıkça konuşmalıydı.
“Konuşsam ne olacak? Üniversiteyi başarıyla bitirmiş, büyük bir kararlılıkla akademik konjektürü tamamlamaya çalışan pırıl pırıl şu iki genç dururken, ‘geçersizliği tarih tarafından kanıtlanmış abuk sabuk bir İdeal’ uğruna, ömrünün en verimli üç yılını, bilim ortamından uzakta, kendi gibi önyargılı yoldaşlarıyla birlikte bir tutukevinde geçiren bana mı inanacak?”
Oysa, üniversiteden alılmadan önce ne kadar güzel bir dostlukları vardı Memduh hoca’yla. Sık sık politikadan söz ederlerdi Hoca o zamanlar da güncel olaylar yerine, politik akımların felsefî temelleri özerine konuşmayı severdi. Bu sohbetlerde sözlerini bol hol Antik Yunan filozoflarından alıntılarla süsleyen profesör, Süha’nın inançlarını tartışılır bulmakla birlikte, ütopyaların insanlığın ilerleyişinde önemli bir yeri olduğunu vurgulardı, 0 günlerde hocanın kendisine gi/.lı bîr beğeni duyduğunu sezinler, bu sezgi onurunu okşar, güvenini pekiştirirdi. Artık bu konuları tartışamıyorlar.
“O esnek ve anlayışlı bilim adamı yok artık. Değişen dünyayla birlikte demek siz de değiştiniz Hocanı!”
Tepeyi aşınca aşağıdaki köyün ışıklan yeniden belirdi. Rampadan İnerken vitesi küçültmesi gerekiyordu, bunu yapmadı, “Evet, Memduh Hoca’yla açıkça konuşmalı. Aıılaşamazsak üniversiteden ayrılırım. Üniversiteden ayrılmak mı?.. Otuz yaşından sonra yeni bir işe haşlamak biraz zor olmaz mı?..”
Süha bu düşüncelere (akılıp kalmışken, cipin hızı da giderek artıyordu.
“Ne olacak, gerekirse babanım taksisinde şoförlük yaparım. Babam da bayılır ya buna. Her aksam başımın etini yiyor zaten Üniversite yine kötünün iyisi. Öff… Ne kadar zormuş böyle yaşamak.”
Birden cipin sola çektiğini fark etti
“Kayıyor muyuz ne!” diye bağırırken, yapmaması gerektiğini bile bile frene bastı. Araba kasılarak iyice yana doğru kaymaya başladı. Lastiklerin asfaltta çıkardığı sesleri duyuyor, bu, paniğini daha da artırıyordu. Bütün gücüyle direksiyona asıldı.
‘Umarım takla atmayız” diye mırıldanıp, her an takla alacakmış korkusuyla direksiyonu gelişigüzel çevirmeye başladı. Ama metalik çember onu dinlemiyordu. Bütün çabasına karşın cipin yoldan çıkmasına engel olamadı. Önce büyük bir gürültü duydu, sonra koltuğundan öne doğru savrulurken, farların ışığında uçuşan ağaçlar ve mezar taşları gördü.
…