Roman özetleri

Bilinç Bile İlginç Kitap Özeti

İnsanlar barış içinde yarışabilirler. Çünkü yarışa girmek eşitliği reddetmektir. İnsanlar aralarında kurulabilecek herhangi bir eşitliğe rıza göstermedikleri için birbirleriyle yarışırlar. Barış ve yarış birbirine her bakımdan uygundur. Yarışanlar kendileri öne geçmeye, başkalarını geride bırakmaya çabaladıkları yetmezmiş gibi, bir de kendilerinin olduğu kadar bütün yarışanların üstünde bir güç bulunduğunu ve bu gücün sonucun tasdikine karar vereceğini kabullenirler. Yarışta eşitsizlik iki katlıdır. Ne yarışanlar birbirleriyle, ne de onları yarıştıran onlarla bir eşitliği paylaşır. Eşitlik isteyenler barışı, barış isteyenler eşitliği dışlamak zorunda kalırlar.

BİLİNÇ BİLE İLGİNÇ KİTABINA ÖNSÖZ
Benden öncekilerden ikisinin bazı hususlar dolayısıyla hayat karşısında takındıktan tavırdan haberdar olmasaydım tahammül sınırımı şimdiye kadar genişletem ezdi m. Duruşundan etkilendiğim insanlardan ilki Johann Sebastian Bach. Zira derler ki Bach yalnızca müzik yapmakla kalmadı, uğraşısı aracılığıyla ibadet etti ve iki evliliğinden olma yirmi çocuğuna baktı. Doğrusu meşguliyetiyle gönlünden geçenleri uzlaştırma bakımından Bach’in düzeyini tutturup tutturmadığımı kestiremiyorum. Yine de ne yaparsam yapayım uğraştığım işle vecibelerimi yerine getirmek arasında kurduğum denge sağlamdır. Eğer kafayla kalbin bir ahenginden söz edilebilirse büyük Bach’tan aşağıda kalacağıma hiç ihtimal vermiyorum. Duruşu beni etkilemekle kalmayıp üzerimdeki etkisi benim hizaya gelmemde en büyük paya sahip diğer kişi İmamı Âzam Ebü Hanife’dir. Zira o kendisine beytü’1mâl’den gelir tahsis edilmesi teklifini reddederken gösterdiği sebepler orasında kendisinin bîr mücahit olmadığı gerçeğine yer vermiştir. Mücahit tabirinin kapsamını yazı yazan veya kendini benzeri işlere adamış kişileri içine alacak kadar geniş tutulmasındaki bilgisizlik ve sahteciliği ben böylece fark ettim. Yazmakla cihat ettiğim fikrinde hiç değilim. Yazdıklarımı ibadetimden ayrı tutmaya ise gönlüm hiç razı değil
Yazarak İbadet etmek bu yapılanı yekpare bir davranış haline sokmak anlamına gelmiyor. Bilakis şiirlerimi düzyazılarımdan her ikisi arasındaki mahiyet farkı yüzünden ayrı tutuyorum. Şiir dile gider, oysa düzyazı dilden geçer. Şiir dile doğrudur, düzyazı dilden doğrudur. Şiirlerimin her biri benim gözümde birer sanat eseri olmakla önem taşır. Buna mukabil düzyazılarımın hiçbirine edebiyat metni niteliği kazandırmak istemem. Böyle yaparsam düzyazılarımdan düzlük kaybolur diye inanırım. Ne var ki şiir olsun, düzyazı olsun yazmayı ibadetimden ayırmayı anlamsız bulduğum apaçık. Anlamsız bulduğum bir şey de benim yazdıklarım hakkında insanların insanlara “şiirlerini (mutlaka?) okumalısın, düzyazılarım (sakın!) okuma” şeklinde tavsiyede bulunuşlarıdır. İhtimal ki bu tavsiyeyi dostlarına reva görenler benim sanatımın ilgiye değer olduğunu ve fakat ibadetimin kendilerini ilgilendirmediğini, ilgilendirmemesi gerektiğini düşünüyorlar. Halbuki ben o şiirleri yazmamış olsaydım benim için o düzyazıları yazmak büsbütün muhal olacaktı. Şiirlerimle başlayan ibadetimin sona ermediğini düzyazılarım belli etti.
Yazdıklarımın etki alanı ve derecesi ne olursa olsun şunları veya bunları yazdım diye kendimi cihat etmiş saymıyorum. Oysa belli ki yazdıklarımın bazılarını kendilerine ve yakınlarına yasaklayanlar benim düşündüğümün tersini düşünüyor. Onlar hatta belki de yazdıklarım dolayısıyla kendilerine kılıç sallandığı zehabına kapılıyor. Bu yanlış anlamadan keyif duymadığımı söylersem yalan olur. Zevkleri kullana geldikleri elden düşme eşyayı yadırgamayacak kadar bozulmuş ve zihinleri derme çatma haberlerle meşgul olmaktan ilerisini kaldıramayanlar benden de, yazdıklarımdan da büsbütün uzak dursalardı ne iyi olacaktı. Doğrusu bu ya yazdıklarımı mümkün olduğu kadar çok insanın okumasını uygun bulmuyorum. Öte yandan onların asıl muhatabına kavuşması için mümkün olduğu kadar yaygınlık kazanması gerektiğini kabul etmekten de başka çarem yok.
Çengelköy, 20.11.2000

VİCDANEN MÜSTERİH
Onu arıyoruz: Vicdanen müsterih kişiyi. Haklı olduğunu ispat etmiş olanı değil. Kendini haklı çıkarmış olanı, haklılığını bize kabul ettirmiş olanı hiç değil. Başımıza ne iş açtıysa İç hesaplaşmasını toplumda genel geçer değer yargılan karşısında beraat edecek şekilde sonlandırmış kimseler açtı. Bunlar bize her ne yutturdularsa onu haklılıklarının delili kıldılar. Hiçbiri vicdanen müsterih değil; ama her birinin kamu önünde kınanmaktan kurtulmasına yarayacak bir, belki de birçok mazereti var. En büyük mazeretleri herkesin kusurlu olmasıydı. Mazeretlerinin kabulü sayesinde vicdan azabı çekmekten kurtuldular. Vicdan azabı çekmiyorlar, burası doğru; lâkin bu sonuca vicdanen müsterih oldukları için ulaşabilmiş değiller. Vicdan azabı çekmiyorlar, çünkü vicdanlarım devreden çıkardılar. Onların iç hesaplaşma dedikleri şey dış dünyanın şartlarında geçerli sayılan mantık düzenine cevap yetiştirmekten başka bir şey değildi. Dışlan içlerini kapsadı ve meseleyi tatlıya bağladılar.
Vicdanen müsterih olana şahit olarak Allah yeterdi. İnsanın vicdanı müsterihse galip gelenin Allah olduğunu bilmekten ötürü müsterih olurdu. Müsterih vicdana kavuşmuş kişi dış ve izafî âlemdeki değerlendirmeler dolayısıyla acı çekmeyecek değil. Onun istirahatı iç ve mutlak âlemdeki hüküm yerini bulduğu içindir. Oysa vicdanen müsterih olmadıkları halde vicdan azabı çekmeyen kimseler gün be gün dünya şartlarının tadını çıkarmak suretiyle galebe çalmış görünen her ne olursa onun şahadetine güvenmişlerdir. Eğer onlara da şahit olarak Allah yetseydi dünya şartlarından yararlanmayı bu derecede yüceltmez ve dünya şartlarının elverişsizliğine de bu derecede üzülmezlerdi. Hazlar kazanç, acılan kayıp sayanlar kazandıkça haz, kaybettikçe acı duyan yaratıklara dönüşüyor. Böylece kendi bedenleri onların şahitleri haline geliyor. Şahit olarak Allah yeter sözü onlara hitap etmiyor. Muhatap olduğumuza inandığımız söz “şahit olarak Allah yeter” ise vicdanen müsterih olanı ararken gerçekte kendimizi aradığımız fark edilir. Aradığımız vicdanen müsterih kişiyse ve bu kişiyi dünya şartlarının tadını çıkar ardar arasında bulamayacağımızı biliyorsak acaba tuttuğumuz yol bizi kasvetli bir hayatı mı tercihe zorluyor? Hiç de değil. Bir insanın hayatını kasvetli kılan dış ve izafî âlemde uğradığı başarısızlıklar yani mağlubiyetlerdir. Galip olanın Allah olduğunu bilmekten ötürü vicdanen müsterih olanın hayatı niçin kasvetli olsun ki?

Related Articles

Kazım Karabekir Kimdir

admin

Tahlil – Temel Fıkraları

admin

İKİ GÜZEL GÜNAHKAR