Roman özetleri

Beastly Kitap Özeti

Çirkin bir yaratığa dönüşmüştüm.
Aynaya bakakalmıştım. Bir hayvandım artık, tam olarak bir kurt, ayı, goril ya da köpek değil, ama ayakta durabilen, neredeyse insan sayılabilecek ama insan olmayan korkunç bir türün örneğiydim. Ağzımdan köpek dişleri çıkıyordu, parmaklarım pençeleşmişti ve her yerimden tüyler fışkırıyordu. Sivilceli ya da ağzı kokan insanları küçümseyen ben, bir canavara dönüşmüştüm.
Peri masallarından mı bahsettiğimi düşünüyorsunuz? Kesinlikle hayır. Yer, New York şehri. Zaman, günümüz. Bu herhangi bir şekil bozukluğu ya da hastalık değil. Sonsuza kadar bu şekilde bir yaratık olarak- kalacağım, tabii büyüyü bozmanın bir yolunu bulmazsam.
Evet, İngilizce sınıfımdaki kızın bana yaptığı büyüden bahsediyorum. Neden beni gündüzleri saklanan ve geceleri etrafta gizli gizli dolaşan bir canavara dönüştürdü? Size anlatacağım. Size eskiden nasıl yerinde olmak istediğiniz zengin, kusursuz bir görünüşü ve hayatı olan adam Kyle Kingsbury olduğumu anlatacağım. Ve sonra nasıl kusursuz bir… canavar olduğumu.

“Leziz bir aşk hikâyesi. Tüm dünyadaki romantikler bu kitaba bayılacak.” -Annette Curtis Klause

“Fantastik ve gerçekçi kurgunun hayranları için çekici ve sürükleyici bir hikâye.” -Voice of Youth Advocates (VOYA)

“Gençler canavarın gerçek aşkın öpücüğüyle laneti kırıp sonsuza kadar mutlu yaşayıp yaşamadığını görmek için âdeta birbirleriyle yarışacaklar.”
-Kirkus Reviews

“Peri masalı tutkunlarının mutlaka okuması gereken bir eser.” -School Library Journal

“Beklentileri fazlasıyla karşılıyor.” -Publisher’s Weekly

“Hem genç kızlar hem de erkekler için oldukça çekici bir kitap.” -ALA Booklist

“Gençler Alex Flinn’in hikâye anlatım tarzını ve kusurlu ama en nihayetinde sempatik olan ana karakterine hayran kalacaklardır.” -KLIATT

“Okuyucular bu eski hikâyenin modern dünyada geçen yeniden anlatımından zevk alacaklardır. Alex Flinn’in masalı canlı, gerçekçi ve büyüleyici.”
-Children’s Literature

Herkesin bana baktığını hissediyordum ama bu alışık olduğum bir durumdu. Babamın bana erkenden öğrettiği ve sık sık tekrarladığı şeylerden biri, hiçbir şey beni etkileyemezmiş gibi davranmam gerektiğiydi. Bizler gibi Özel olduğunuzda, insanların sizi fark etmesi kaçınılmazdı.
Dokuzuncu sınıfın son ayıydı. Vekil öğretmen, normalde saçma sapan bir şey olduğunu düşüneceğim bahar dansı oylaması için oy pusulaları dağıtıyordu,
“Hey, Kyle. Burada senin adın da var.” Arkadaşım Trey kolumu çekiştiriyordu.
“Hadi ya!” Trey’e doğru döndüğümde, yanında oturan kız adı Anna, yada Hannah olabilir-bakışlarını önüne indirdi. Hah. Deminden beri beni kesmekle meşguldü.
Pusulaya bir göz attım. Adım yalnızca, Kyle Kingsbuıy, dokuzuncu sınıf prens adayları arasında yer almakla katmıyordu. Mutlak galip bendim. Hiç kimse benim fiziğim ve babamın parasıyla boy ölçüşemezdi.

Vekil Öğretmen, sırf okulumuz Tuttle’da Mandarin Çincesi dersleri verildiği ve kafeteryasında bir salata barı olduğu için -yani New York’un ciddi paralı ailelerinin çocuklarını gönderdikleri bir okul olduğundan- bizlerin devlet okulu serserileri gibi onun üzerine çullanmayacağımıza inanan bir acemiydi. Büyük hata. Vekilin anlattıkları hiçbir sınavda çıkmayacaktı: bu yüzden pusulayı okumanın ve seçimlerimizi işaretlemenin elli dakikalık dersi kaplaması İçin ne gerekiyorsa yapmak derdindeydik. En azından büyük bölümümüz bu durumdaydı. Di. ğerleri birbirleriyle mesajlaşmakla meşguldüler. Oy pusulalarını yan gözle beni süzerek dolduranları seyrettim. Gülümsedim. Yerimde başka biri olsa, isminin orada olmasından utanıyormuş gibi utangaç ve alçak gönüllü görünmeye çalışarak başını önüne eğerdi. Ama apaçık ortada olan bir şeyi inkâr etmek mantıksızdı.
“Hey, benim adım da var.” Trey koluma bir şaplak indirdi.
“Hey, biraz dikkatli ol,’ Kolumu ovuşturdum.
“Sen dikkatli ol. Yüzünde sanki çoktan kazanmışsın da paparazzilere resmini çekme fırsatı veriyormuşsun gibi şapşal bir sırıtış var.”
“İyi de bunun nesi yanlış?- Onu iyice sinir etmek için daha da sırıttım ve geçit törenlerinde halkı selamlayan insanlar gibi elimi salladım. Tam o anda, ünlem işareti gibi, birinin kameralı telefonunun deklanşör sesi duyuldu.
“Senin yaşamana izin verilmemeli,” dedi Trey.
“Hey sağ ol ya,” Sırf kibarlık olsun diye, oyumu Trey’e vermeyi düşündüm. Trey bir komiklik abidesi olarak iyiydi ama dış görünüm açısından pek de özel olduğu söylenemezdi. Ailesinde de özel birileri yoktu; babası doktor ya da onun gibi bir şeydi. Oy toplamlarının okul gazetesine basılması olasılığı vardı ve sonuncu, hatta hiç oy almamış olması Trey için utanç verici olabilirdi.

Diğer yandan, en yakın takipçimden iki ya da üç kat fazla oy alsam müthiş olurdu. Ayrıca, Trey bana tapardı. Gerçek bîr dost açık farkla kazanmamı isterdi Bu da babamın hep söylediği baska bir şeydi: “Enayilik edip dostluk ya da aşk için bir şeyler yapma, Kyle. Çünkü sonunda seni gerçekten seven tek insanın kendin olduğunu görürsün.”
Bunu İlk söylediğinde, yedi yada sekiz yaşındaydım ve, *Ya sen, baba?” diye sormuştum.
“Ne?”
-Sen…” Beni. “Bizi seversin. Aileni.”
“O farklı, Kyle,” demeden önce bana uzun bir bakış atmıştı.
Ona beni sevip sevmediğini bir daha hiç sormadım, ilk defasında doğruyu söylediğini biliyordum.
Trey’in oyumu kendime verdiğimi görmesine engel olmak için pusulamı iyice katladım. Onunda kendisine oy verdiğini biliyordum, elbette ama bu farklıydı.
İste tam o sırada sınıfın arka tarafından bir ses yükseldi.
“Bu iğrenç bir şey!”
Hepimiz döndük.
“Belki biri sırasının altına sümük bırakmıştır,” diye fısıldadı
Trey.
“Sen mi?” diye sordum.
“Ben artık öyle şeyler yapmıyorum.”
Ses bir kez daha, “İğrenç.” dedi. Trey’le konuşmayı bırakıp sesin geldiği yere”, Gotik pilicin oturduğu arka tarafa baktım. Genelde cadıların ya da teröristlerin üzerinde gördüğünüz türden siyah. dökümlü bir elbise giymiş -Dolce &Gabbana’dan bir şeyler alamamak ebeveynleri sinir edeceği için, Tuttle’da üniformamız yoktu- şişman bir piliçti ve saçları yeşildi. Bunun bir imdat çığlığı olduğu apaçıktı, işin tuhafı, onu dahi önce hiç fark etmemiştim. Buradaki insanların çoğunu oldum olası tanırdım,
Vekil Öğretmen kızı duymazdan gelmeyecek kadar salaktı “İğrenç olan nedir. Bayan. ..Bayan…”
“Hilferty,- dedi kız. “Kendra Hilferty.”
“Kendra, sıranda bir sorun mu var?”
“Bu dünyada bir sorun var.” Kız konuşma yapmaya hazırlanır gibi ayağa kalkmışa. “Yirmi birinci yüzyılda olmamıza rağmen, bu tarz elitist bir sapkınlığın hali hüküm sorabilmesinde bir sorun var.” Oy pusulasını havaya kaldırdı. Kıkırdayanlar oldu.
“Bu dokuzuncu sınıfların balo pusulası,” dedi Trey. “Prens ve prensesi seçmek için.”
“Aynen öyle,” dedi kız. “Kim bu insanlar? Onlara neden kraliyet ailesindenmiş gibi davranılması gerekiyor? Neye dayanarak? Bu pusuladaki insanların hepsi yalnızca tek bir temele dayanılarak seçilmişler, Fiziksel güzellik.”
“Bana iyi bir temel gibi geldi,” dedim Trey’e, pek de kısık olmayan bir sesle. Ayağa kalktım. “Bu saçmalık- Herkes oy kullandı, bunlar seçilmiş isimler. Bu demokratik bir süreç.”
Çevremde havaya kalkan başparmaklar oldu ve Anna ya da Hannah başta olmak üzere, kimilerinden “Evet, doğru,” onayları yükseldi. Ancak çoğunun -özellikle çirkinlerin- sessiz kaldık larını fark ettim.
Kız bana doğru birkaç adım attı. ‘Onlar sürüyü takip eden koyunlar. Kolay olduğu için sözüm ona popüler insanları seçiyorlar. Yüzeysel güzellik, sarı saçlar, mavi gözler.” Bana bakıyordu. “Ayırt etmesi her zaman kolaydır Ama eğer biri daha cesur, güçlü ve zekiyse, görmek hep daha zordur.”
Beni kızdırmıştı, bu yüzden saldırıya geçtim. “İnsan zekiyse daha iyi görünmenin yollarını bulabilir. Kilo verebilir, estetik ameliyat olabilir, hatta yüzünü soydurup dişlerini beyazlatabilirsin.” Genele değil de, özellikle kendisine hitap ettiğimi anlasın diye, cümlenin sonundaki “-sin” hecesini üstüne basa basa telaffuz etmiştim. “Babam bir kanalın haberlerini sunuyor. İnsanların çirkinlere bakmak zorunda kalmaması gerektiğini söylüyor.”
“Böyle mi düşünüyorsun?” Koyu renkli kaşlarını kaldırmıştı. “Sizin İstediğiniz gibi olmak için, hepimizin dönüşüm geçirmemiz gerektiğine mi inanıyorsun, Kyle Kingsbury?”
Adımı duyunca irkilmiştim. Bu kızı daha önce hiç görmediğimden emindim. Ama onun beni tanıması doğaldı. Beni herkes tanırdı. Büyük olasılıkla bana acınası bir aşkla bağlıydı.
“Evet” dedim. “Evet, böyle düşünüyorum. Böyle olduğunu biliyorum.”
Bana doğru yürüdü. Gözleri açık yeşil, burnu uzun ve ucu kıvrıktı. “Öyleyse, hiçbir zaman çirkin olmamayı umsan iyi olur, Kyle. Şu anda asıl önemli olan yerin, yani için çirkin. Yakışıklılığını kaybedecek olursan, onu geri alacak zekiyi sergileyemeyeceğine bahse girebilirim. Kyle Kingsbury, sen bir canavarsın.”
Canavar. Bu sözcükler başka bir zaman ve mekâna ait gibiydi. Aklıma peri rnasallarını getirmişti. Kollarımdaki tüyler kızın bakışlarıyla alev almış gibi tuhaf bir karıncalanma hissettim. Hemen o histen kurtuldum.

Canavar.
Beden eğitimi dersi için giyinirken, Treye, “İngilizce dersindeki o Gotik kılıklı piliç çok acayipti,” dedim.
“Evet seni acayip ürküttü,” dedi.
“On yıl boyunca senin o çirkin suratına baktıktan sonra hiçbir sey beni ürkütemez.”
“Ah pekala, o zaman İngilizce’den çıktığımızdan beri aramanın nedeni bu değil.”
“Ben tırsmadım.” Ama dediği doğruydu. Kız hiç çirkinleşmememin en iyisi olacağını söylediğinde, bana o son bakışı attığında, sanki hakkımda, annem evi terk ettiğinde onu bir daha hiç görmeyeceğimi sanarak -ki gerçek pek farklı olmamıştı- ağlayışım gibi bir şeyler biliyormuş gibiydi. Ama bu çok aptalcaydı. Kızın bildiği bir şey yoktu.
“Nasıl diyorsan,” dedi Trey.
“Tamam, ürkütücüydü,” diye kabul ettim. “Böyle insanların var olmaları bile ürkütücü.”
“Bu sözde seçkin okula gelerek biz diğerlerinin hayatlarını mahvetmeleri de öyle.”
“Evet. Birileri bu kız konusunda bir şeyler yapmalı.”
Buna gerçekten İnanıyordum. Prens seçilmek falan çok önemli bir konu değilmiş gibi davranmaya çalışıyordum, ama aslında bir anlamda Öyleydi. Benim için iyi bir gün olmalıydı ama o cadı kendini her şeyi mahvetmek zorunda hissetmişti.
Onu böyle düşünüyordum: Bir cadı olarak. Normal koşullarda cadıyla kafiyeli başka bir sözcük kullanırdım. Ama o kıza dair bir şey, bana O ürkütücü ve daha önce hiç görmediğim tondaki yeşil gözleriyle bakısı cadıları çağrıştırımıştı. Cadı sözcüğü onu tam olarak tarif ediyordu.
Daha sonra, spor salonunda cadıyı yine gördüm. Biz kapalı, koşu pistinde koşuyorduk ama o koşmuyordu. Kıyafetlerini değiştirmemişti ve üzerinde hala az önceki dökümlü siyah elbisesi vardı Çatı penceresinin altında, bir bankta oturuyordu. Tepesinde gökyüzü karanlıktı. Yağmur yağacaktı.
“Biri ona bir ders vermeli.” Bana söylediklerini düşündüm $u anda asıl önemli olan yerin, yani için çirkin… canavar. Ne saçmalık. “Diğerlerinden hiçbir farkı yok. Bizim grubumuzla takıtabilseydi, takılırdı. Kim olsa takılırdı.”
Ve daha o anda, ne yapacağıma karar vermiştim.
Hızımı artırdım. Pistin çevresinde beş tur atmamız gerekiyordu; ben de genelde aylak bir tempoyla koşardım, çünkü turları tamamladığınızda Koç hemen yeni bir şeye başlamanızı isterdi, İki okul takımında birden oynuyor olmama rağmen benim de beden eğitimi dersine girmek zorunda olmam çok sacmaydı Koç’un da benim gibi düşündüğünü biliyordum: bu sayede sıkça kaytarabiliyordum. Koç’a doğru saygılı bir bakış -ona, babanızın derse katılmayışınızı telafi etmek üzere atletizm derneği bağıs kampanyaları için yazdığı çekleri hatırlatacak olan- atmanız halinde, kolayca sıvışabilirdiniz.
Yavaş giderken bile koşuyu en yakın takipçimden bir tur Önde tamamladım ve pisti asıp cadının kucağındaki bir şeye bakarak oturduğu banka doğru yürüdüm.
“Kingaburyl” diye bağırdı Koç. “Koşunu tamamladıysan, basket toplarını çıkarabilirsin.”
Tamam, Koç,” dedim ve dediğini yapacakmışım gibi dönüp yürümeye başladım ama sonra yüzümü buruşturdum. “Ah çözmem gereken bir krampım var. Esneme yapabilir miyim? Sakatlanmak istemem.”
Saygılı bakışı burada devreye sok.
“Aman, istediğini yap.” Koç güldü. “Zaten diğerlerinden millerce öndesin”
işe yaramıştı. “Harikasın, Koç!”
Güldü.
O arkasını dönene kadar topalladım, sonra da kızın oturduğu banka doğru yürüdüm. Esneme egzersizlerine başladım.
“Yetişkinleri oynatmak konusunda gerçekten iyisin, değil mı?” dedi.
“Müthişim.” Gülümsedim. “Hey.” Kucağındaki nesneyi görmüştüm. Bu bir aynaydı. Hani şu Pamuk Prenses’teki gibi. eski moda saplı aynalardan. Baktığımı görünce, aynayı hemen sırt çantasına attı.
“Ayna ne için?” Çirkin bir pilicin yanında büyük bir ayna taşımasının tuhaf olduğunu düşünüyordum. Aslında, herkes için tuhaf bir durumdu.
Soruyu duymazdan geldi. “Bacağın nasıl?”
“Ne?” Esnemenin ortasında durdum. “Ah, iyi. Aslında. Gayet iyi. İşin doğrusu, seninle konuşmak için bu tarafa geldim.” Tek kaşını kaldırdı. “Bu şerefi neye borçluyum acaba?” “Ben olsam şeref demezdim. Ben yalınızca.., Düşünüyordum da…”
“Senin için sıkı bir tecrübe olmalı.” “Sınıfta söylediğin şeyleri düşünüyordum. Ve haklı olduğuna karar verdim.”
“Gerçekten mi?” Karanlık deliğinden çıkan bir sıçan gibi. gözlerini birkaç defa kırpıştırdı.
“Evet gerçekten. Burada insanları dış görünüşlerine göre yargılıyoruz. Benim gibi biri… Kabul et, ortalamanın üstünde bir yakışıklılığım var ve işim çok daha kolay…” “Bana göre, değil mi?”
Omuz silktim. “İsim vermeyecektim. Babam haberleri sunuyor, bu yüzden durumu çok iyi biliyorum. Onun işinde, yakışıklılığını kaybedersen, işini de kaybedersin.” “Bu sana doğru geliyor mu peki?”
“Biliyor musun, daha önce hiç bunu düşünmem gerekmemişti. Yani insan nasıl doğacağına kendisi karar veremez ki…” “İlginç,” dedi.
Ona, hoşlandığım kızlara gülümsediğim şekilde gülümsedim ve bunu yaparken az daha kusacak olmama rağmen. ona iyice sokuldum. “Sen de bir hayli ilginçsin.” “İlginç derken kastettiğin tuhaf olabilir mi?” “İnsan iyi anlamda da tuhaf olabilir,” “Haksız sayılmazsın.” Olması gereken bir yer varmış ve hepimiz beden eğitimi dersine hapsedilmiş sıçanlar değilmişiz gibi…

Bir önceki yazımız olan Sil Baştan Kitap Özeti başlıklı makalemizde Ken Grimwood kitapları, Ken Grimwood romanları ve Ken Grimwood Sil Baştan kısa özeti hakkında bilgiler verilmektedir.

Read more http://www.kitapozeti.org/beastly-kitap-ozeti.html

Related Articles

Bavul Kitap Özeti

Aziz Nesin-Borçlu Olduklarımız

admin

Nazım Hikmet İnek Oyunu Özeti

admin