Sıkıcı bir cenaze, kayıp bir kolye, sürtük bir ruh!
Yirmilerinde bir kız ve Yirmiler’den kalma başka bir kızın güzel ve komik, kusursuz ve eğlenceli macerası! Yeni bir kahkaha makinesi!
Lara hep uçuk bir kızdı. Yani, hayattaki tercihleri ve devasa tepkileri, bir de kötü kaderi bize bunu söylüyor.
Hem, yirmili yaşlardaki sıradan kızların muhabbeti bol hayaletleri pek olmaz, di mi! Oysa Lara’nın büyük teyzesi Sadie, mütemadiyen çarliston dansı yapan bir kız formunda ve bitmek tükenmek bilmez istekleri eşliğinde Lara’ya musallat oluyor. Sadie’nin ruhunun huzura kavuşmasının tek yolu, biricik ve kayıp kolyesinin bulunması.
Lara’nınsa kendi derdi zaten başından aşkın. Yeni kurduğu şirketi iki yakasını bir araya zor getiriyor, en yakın arkadaştan iş ortağına terfi eden sevgili Natalie alıp başını Goa’ya kaçmış ve hayatının aşkı Lara’ya tekmeyi basmış.
Neyse ki Lara, Sadie ile vakit geçirdikçe hayat daha ihtişamlı bir hal almaya başlıyor ve içine düştükleri define avı entrika dolu ve romantik bir maceraya dönüşüyor.
Acaba Sadie’nin hayaleti, Lara’nın dertlerine deva olabilir mi ve farklı çağlardan iki kız süper bir ikili eder mi?
Lara Lington, hayalperest bir kızdı. Bu doğru. Ancak şu da bir o kadar doğru ki, o hayalgücü birdenbire vites değiştirmiş ve gazı iyice köklemişti. ışinde gücünde, sıradan birinin başına hayaletler musallat olmazdı herhalde! …Olur muydu yoksa?
Lara’nın büyük teyzesi Sadie’nin ruhu -ki kendileri moda, aşk ve dansta değişmez takıntılara sahip, eğlenceyi seven, matrak ve tuttuğunu koparan bir kızdı- gizemli bir şekilde ortaya çıktığında tek bir dileği vardı. Yetmiş yıldan fazladır kendisine ait olan kayıp kolyesinin bulunması. Bu Lara’nın becermesi gereken bir vazifeydi, aksi takdirde, Sadie’nin ruhu rahat etmeyecekti. Öte yandan Lara’nın hayatı berbat haldeydi. Resmen şavkı kaymış, rotası şaşmıştı. En yakın arkadaşı ve iş ortağı olan zatı muhterem Goa’ya çekip gitmiş, yeni kurduğu şirketi iflasın eşiğine dayanmış ve Lara o ‘kusursuz’ erkek tarafından kapı dışarı edilmişti.
1
Anne babamıza yalan söylememizin ardında yatan gerçek, bunu onları korumak için yapmak zorunda olmamız. Onların iyiliği için. Mesela benimkileri ele alalım. Eğer maddi durumum / aşk hayatım / mutfak borularım / vergilerim hakkındaki çarpıtılmamış gerçekleri bilseler anında kalp krizi geçirirler. Ve doktorlar “Herhangi bir şok yaşadıklarını?” diye sorar. Sonuçta hepsi benim hatam olur.
Bu yüzden de evime girmelerinin üzerinden daha on dakika bile geçmeden onlara aşağıdaki yalanlan söyledim:
1. L&N Kariyer Danışmanlık. Yönetici Seçme ve Yerleştirme Şirketi yakında kara geçecek, buna eminim.
2. Natalie muhteşem bir iş ortağı. Onunla birlikte bir beyin avcılığı şirketi kurmak için işimi bırakmam harika bir fikirdi.
3. Tabii kî sadece pizza, böğürtlenli yoğurt ve votkayla beslenmiyorum.
4. Tabii ki otopark fişini ödememenin cezasından haberim var.
5. Evet, bana Noel hediyesi olarak verdikleri o Charles Dickens DVD’sini izledim. Harikaydı. Özellikle de su boneli kadın… Evel, Peggoty. Hah, ondan bahsediyorum.
6. Ben de bu hafta sonu yangın alarmı almayı düşünüyordum, tam üstüne bastılar.
7. Evet, tüm aileyi tekrar görmek harika olacak.
Yedi yalan. Annemin kıyafetiyle ilgili olanlar dahil değil. Ayrıca henüz ‘o konu’ya değinmedik bile.
Siyah bir elbise ve aceleyle sürülmüş rimelimle yatak odasından çıkarken annemin şömine rafında duran acayip kabarık telefon faturama göz attığını görüyorum.
“Merak etme,” diyorum çabucak. “Halledeceğim.”
“Sadece, eğer halletmezsen,” diyor annem, “telefon hattını keserler ve tekrar bağlatman aylar sürer. Burada cep telefonu sinyali de zayıf Ya acil bir durum oluna5 Ne yaparsın?” Alnı endistyie kırışıyor Sanki hemen şu anda halledilmesi gerekirken bir durum varmış gibi bakıyor Sanki yatak odasında bir kadın doğum sancıları içinde kıvranıyor ya da evi sular seller basmış ve acilen helikoptere ulaşmanın hu yolunu bulmamız gerekiyor. Nasıl ulaşacağı?’ Nasıl1
“Eee . Bunu düşünmemize gerek yok Anne. faturamı ödeyeceğim cidden ”
Annem oldum olası gamlı baykuştur Gözlerinde mesafeli, korku dolu bir ifadeyle gergin hır şekilde gülümsemeye başlar ve o anda beyninde bir felaket senaryosu döndüğünü bilirsiniz. Mezuniyet törenimde de böyleydi. Sonradan, bizi izlerken tepemizdeki zincirle asılı duran avizeyi farkettiğini, ya avize üzerimize düşer de kafamızda parçalanırsa diye kurduğunu itiraf etti.
Şu anda siyah etek ceketini çekiştiriyor Ceket vatkalı, tuhaf metal düğmeli ve anneme biraz dar. Bu ceketin on yıl önce, habire iş görüşmelerine gittiği ve ona fare kullanmak gibi temel bilgisayar becerilerini öğretmek zorunda kaldığım dönemde alındığını hayal meyal hatırlıyorum Sonuçta çotuklar için bir yardım kuruluşunda çalışmaya başladı ve çok şükür ki derneğin herhangi bir kıyafet zorunluluğu yok.
Ailemde kimseye siyah yakışmıyor Babamın üstünde de siyah kumaş, pantolon var ve gaye! sıkıcı görünüyor. Babam aslında oldukça yakışıklıdır. Boylu poslu ve gösterişlidir. Saçları kahverengi ve ince telli Annemle benimkiyse açık renk ve ince telli, ikisi de kendilerini rahat hissettikleri yerlerde, mesela hep birlikte Comwall’da babamın eski teknesinde, üstümüzde yün kazaklarımızla oturup açmalarımızı yerken gerçekten harika görünürler. Ya da mahallenin amatör orkestrasında çalarken. Zaten orada tanışmışlar. Ancak bugün hiç kimse rahat değil.
“Hazır mısın?” Annem çoraplı ayaklarıma bakıyor. “Ayakkabıların nerede hayatım?”
Koltuğun altına eğiliyorum. “Benim de gelmem şart mı?”
“Larar diyor annem ayıplayarak. “O senin babanın teyzesiydi, yani büyük teyzendi. 105 yaşındaydı biliyorsun.”
Annem büyük teyzemin 105 yaşında olduğunu bana en uz 105 defa söylemiştir. Eminim onun hakkında bildiği lek şey bu.
“Eee, ne olmuş? Onu tanımıyordum ki. Hiçbirimiz tanımıyorduk. Çok aptalca. Hayatımız boyunca hiç tanışmadığımız ihtiyar bir kadın için ne diye vapura binip Poıters Bar’a kadar gidiyoruz?”
Omuzlarımı kamburlaştırıyorum. Kendi isini kurmuş, yirmi yedi yaşında bir genç kadından çok üç yaşında bir çocuk gibiyim.
“Bili Amcan, yengen falan da geliyor,” diyor babam. “Eğer onlar bu zahmete katlanabiliyorsa…”
“Ailevi bir olay bu!” diye araya giriyor annem.
Omuzlarımı iyice düşürüyorum. Ailevi olaylara alenim var. Bazen keşke havada uçuşan karahindiba tohumları olsaydık diye düşünüyorum. Aile yok. geçmiş yok, dünya üzerinde dolanır, hepimiz kendimizce savrulurduk.
“Uzun sürmez,” diyor annem tatlı tatlı.
“Sürer.” Gözlerimi halıya dikiyorum. “Ve herkes bana.. Şeyi soracak.”
“Hayır, sormazlar!” diyor annem hemen. Destek almak için babama bir bakış atıyor. “Hiç kimse… Şeyin konusunu bile açmayacak.”
Sessizlik oluyor. Konu havada asılı kalıyor. Sanki ona bakmaktan kaçınıyoruz. Sonunda babam meseleye el atıyor.
Eee! Hazır şeyin lafı açılmışken…” Tereddüt ediyor. “Sen genel olarak İyi misin?”
Annemin kulak kesildiğini görüyorum, her ne kadar saçını örüyormuş gibi yapsa da.
Josb, neden ben bunu daha önce düşünemedim, diyemezsiniz ki
Sonuç olarak insan gerçek hislerini paylaşmak istiyor, bunları bu kısa mesaja yazıyor ve bir dakika sonra bir bakıyorsunuz eski erkek arkadasınız telefon numarasını değiştirip sızı anne babanıza şikayet ediyor. Sinsi şey!
“Lara, kalbinin kırıldığını biliyorum. Çok acı çektin.” Babam boğazını temizliyor. “Ama neredeyse iki ay oluyor. Hayatına devam etmek zorundasın tatlım. Başka genç erkeklerle görüş, dışarı çıkıp eğlen.”
Ah Tanrım, şimdi babamın ‘sayısız erkeğin benim gibi güzel bir kızın ayaklarına kapanmak isteyeceği’ nutkunu dinlemeyi kaldıramam. Yani, bir kere dünyada hiç bekar erkek yok, bunu herkes bilir. Ayrıca da yuvarlak burunlu, bembeyaz tenli, bir elli beş boyunda bir kız da tam olarak güzeller güzeli sayılmaz.
Tamam. Bazen hoş göründüğümün farkındayım. Kalp şeklinde bir yüzüm, kocaman yeşil gözlerim ve burnumun üstünde birkaç çilim var. Dahası, arı sokmuş gibi dolgun dudaklara sahibim, ki bu dudaklar ailede benden başka kimsede yok. Yine de abartmayalım, manken de değilim.
“Yani annemle sen Polzeath’te ayrıldığınız zaman öyle mi yapmıştın? Dışarı çıkıp başka insanlarla mı görüşmüştün?” Eski defterleri açtığımın farkındayım ama ne yapayım, söylemeden duramadım. Babam iç geçiriyor ve annemle bakışıyorlar.
“Ona bu olayı hiç anlatmamalıydık,” diye mırıldanıyor annem alnını ovuşturarak. “Hiç anlatmamalıydık…”
“Çünkü eğer öyle yapsaydın,’ diye devam ediyorum, “o zaman bir daha asla bir araya gelemezdiniz, değil mi? Babam hiçbir zaman sana kemanının yayı olduğunu söyleyemezdi ve asla evlenmezdiniz.”
Keman ve yay cümlesi, aile kültürümüzün bir parçası Hikayeyi bir milyon kere dinlemişimdir. Babam annemin evine gelmiş, bisikletiyle rampayı çıktığı için kan ter içindeymiş ve annem de hüngür hüngür ağlıyormuş ama nezle taklidi yapmış, kavgayı unutup barışmışlar ve anneannem onlara çayla tarçınlı kurabiye hazırlamış. (Ne alaka bilmiyorum ama her defasında bu tarçınlı kurabiyenin bahsi muhakkak geçer.)
“Lara tatlım.” Annem iç geçiriyor. “O durum farklıydı, biz üç senedir birlikleydik, nişanlıydık…”
“Biliyorum!” diyorum savunmaya geçerek. “Farklı olduğunu biliyorum. Sadece demek istediğim insanlar bazen barışır, tekrar bir araya gelir. Olur yani.”
Sessizlik
“Lara, sen hep romantik bir kızdın,” diye başlıyor babam.
“Romantik değilim!” diye sesimi yükseltiyorum, sanki feci bir hakarete uğramışım gibi. Gözümü yere dikiyorum, ayak parmağımla halıyla oynuyorum ama yan gözle de annemle babamın heyecan içinde birbirlerine ‘önce sen konuş, sen konuş’ falan diye ağızlarını oynattıklarını görüyorum. Annem kafasını iki yana sallayıp babama işaret ediyor, sözü ona bırakıyor.
Garip bir duraklamanın ardından “Birisinden ayrıldığın zaman,” diye tekrar sazı alıyor babam, “geriye dönüp bakmak, bir araya gelseniz hayat mükemmel olurdu diye düşünmek kolaydır. Ancak…”
Bana hayatın bir yürüyen merdiven olduğunu söyleyecek. Onu hemen susturmalıyım, hemen!
“Baba. Dinle. Lütfen.” Bir şekilde en sakin ses tonumu takınıyorum. “Yanlış anlıyorsunuz. Ben Josh’la tekrar bir araya gelmek istemiyorum.” Sanki çok saçma bir fikirmiş gibi konuşuyorum. “Ona o yüzden mesaj atmadım. Sadece bir kapanış istedim. Yani, hiçbir uyarı yapmadan her şeyi koparıp attı, ne konuştuk, ne tartıştık. Sanki ortada… Yarım kalan bit şeyler vardı. Adeta bir Agatha Christie romanı okudum ama hala cinayeti kimin işlediğini bilmiyor mu!”
işte bunu anlarlar.
“Eh,” diyor babam bir süre sonra. “Hayal kırıklığı yaşadığını biliyorum…”
“Tek istediğim bu,” diyorum elimden geldiğince ikna edici bir sesle. “Josh’ın ne düşündüğünü anlamak. Oturup olayları uzun uzun konuşmak. İki medeni insan gibi iletişini kurmak.”
Ve onunla yeniden bir araya gelmek, diye ekliyor beynim sessiz, doğrucu bir ok gibi. Çünkü Josh’ın beni hala sevdiğini biliyorum, başkaları bilmese de.
Ama bunu annemlere söylemenin bir anlamı yok. Asla anlamazlar. Nasıl anlayabilirler? Josh ve benim bir çift olarak ne kadar baş döndürücü olduğumuza, ne kadar uyuştuğumuza dair bir fikirleri yok ki. Josh’ın var olmayan bir sebep üzerine nasıl panikle, alelacele, tam erkektarzı bir karar aldığını ve eğer onunla konu sabi lirsem her şeyi dü…