10. yüzyılda, Abbasi halifesini emriyle Bulgarlara İslam’ı benimsetmek için yola çıkan bir elçilik heyeti, Türk toraklarından geçerek Volga kıyılarına varır. Vikinglerle ve Yahudiliği benimsemiş Hazarlarla da tanışır.
Elçilik gezisi hiçbir tarihi sonuç yaratmamıştır. Ama İbn Fadlan, bu gezinin sonunda tarihe en ilginç ve özgün seyahatnamelerden birini bırakmıştır. İbn Fadlan’ın, canlı tanıklığını inkar edilemeyecek bir yazı yeteneğiyle kağıda döküşü sayesinde, seyahatname türünün şaheserlerinden biri ortaya çıkmıştır. Türklerde zinaya verilen cezanın infazı, bir Viking soylusunun cenaze töreni gibi sahneler, bu canlı tanıklığın önemli örnekleridir.
Günümüzden bin yıl öncesini gözlerimizin önüne seren Bin Yıl Önce Türkler ve Ötekiler, Türkler, Vikingler ve Hazarlar gibi halkların hiç bilmediğimiz yanlarını aktarmakla kalmıyor, ilginç öykülere de yer veriyor.
İÇİNDEKİLER
Önsöz
Türkler
Slavlar.
Vikingler.
Hazarlar.
Sonsöz.
Önsöz
Ünlü Arap bilgin ve gezgin İbn Fadlan bu kitapta, Abbasi halifesinin Volga Bulgarları hükümdarına gönderdiği elçilik heyetinde yaptığı yolculuğu sırasında, Türkler, Slavlar, Vikingler, Hazarlar ve diğer halkların ülkelerinde tanık olduklarını anlatıyor. Bit halkların dinsel inanışlarını, hükümdarları hakkındaki bilgileri ve birçok konuda içinde bulundukları durumları ele alıyor. Günümüzden yaklaşık bin yıl öncesini gözlerimizin önüne seren kitap, bu halkların hiç bilmediğimiz yanlarım aktarmakla kalmıyor, ilginç öykülere de yer veriyor.
İşte, Türkleri anlattığı bölümlerden bir örnek: “içlerinden bir adam ölürse, onun için eve benzeyen büyük bir çukur kazarlar, adamın yanına giderler, kemeri ile gömleğini giydirir ve yayını takarlar…, sonra eline nabid (şarap, içki) dolu bir ağaç kupa tutuştururlar, önüne de nabid (içki) dolu bir tas birakırlar, adamın sahip olduğu her şeyi getirir ve onunla beraber bu eve doyarlar. Soma odamı oturur durama getirirler. Eve, adamın üzerinde bir tavan koyarlar ve bunun üzerine dilden kubbeye benzer bir şey inşa ederler. Sonra ne kadar atı varsa getirirler, yüz ya da iki yüz atı sonuncuya kadar öldürürler ve ederini yerler. Ama kafalarını, ayaklarını, derilerini ve kuyruklarım ağaç hazıklara asarlar ve ‘Cennete gitmek için kendi atlarına binecek,’ derler.”
Ibn Fadlan, gördüklerini anlatırken zaman zaman kişisel görüşlerini ve duygularını da katar anlattıklarına, örneğin Harezm ülkesinde konuşulan dilleri hayvan seslerine benzetir: “Harezmliler sözleri ve huylarıyla en vahşî insanlardandır Dilleri sığırcık kuşunun çıkardığı seslere benzer. Ülkelerinde, bir günlük mesafede Ardakuva adında ve sakinlerine Kardaliya denen bir köy vardır, dilleri kurbağa viraklamasına benzer ” Yazar, farklı yaşam biçimlerini anlamakla bazen zorlanır ve bu durumu anlatmak için uç noktada sayılabilecek benzetmelere baş vurur: “Bütün Türkler sakalarını yolarlar, ama bıyıklarına dokunmazlar. Bazen içlerinde, sakalını yolmuş ama çenesinin altında bir tutam kıl bırakmış olan çok yaşlılar gördüm Üzerlerinde keçi postu vardır ve uzaktan bulunca keçi zannedilirler.”
ibn Fadlan, bu yolculuğunda gördüklerinin yanı sıra duyduklarını da anlatmaktadır. Dunların pek çoğu, baya ilginç öykülerdir. Şimdi tek boynuzlu bir hayvan hakkında verdiği bilgilere bakalım. “… söylendiğine göre burada boyu deveden kısa, ama sığırdan iri hayvanlar bulunurmuş. Bostan deve basıdır ve kuyrukları sığır kuyruğudur. Vücutları katır vücududur ve oyalıları sığır tırnakları gibidir. Kafalarının ortasında, kalın ve yuvarlak teli bir boynuzları vardır. Bu boynuz uzadıkça inceleşir ve ucu bir mızrak ucu gibidir.”
İbn Fadlan’ın, Bağdat’a döndüğünde yazdıklarını halifeye sunup sunmadığını, sunmuşsa nasıl karşılandığını bilmiyoruz. Ama bu kitap bugün bizi bin yıl eskiye götürmekte ve ilginç bilgilerin yanı sıra keyifli bir okuma sunmaktadır.
Türkler
Bağdat’tan 11 Sefer 309′da’ yola çıktık. Nahçavan’da bir gün kaldık; oradan ayrılınca hızımızı artırdık ve Daskara’ya vardık. Orada üç gün kaldık, sonra yola çıktık ve hiç durmaksızın ilerlemeye devam ederek Hulvan’a vardık. Orada iki gün kaldık ve Kirmisin’e doğru yola çıktık. Orada iki gün kaldık, sonra yola çıktık ve Hemedan’a vardık ve orada üç gün kaldık; sonra yolculuğumuza devam ettik ve Savah’a vardık, Orada iki gün kaldık ve Rey’e doğru yola çıktık. Rey’de Sülûk’un kardeşi Ahmed bin Ali’yi beklemek için on bir gün kaldık, çünkü o Rey’deki Huvar’daydı. Daha sonra Rey’deki Huvar’a doğru yöneldik ve orada üç gün kaldık. Daha sonra, Simnan’a doğru yol adık…..
…. Buhara’da çeşit çcşit dirhemler gördüm, kimileri kırmızı bakır ve sarı bakırdandı ve gıtrifi “dirhemi adını taşıyordu Bunlar tartılmadan, sayıyla kabul edilir, yüz tanesi bir gümüş dirhem eder. Kadınların çeyizleri için tespit ettikleri şartlar şunlardır: Filancanın oğlu falanca, falancanın kızı Filancayla, şu kadar bin gitrifi dirhemi verme şartıyla evlenir. Buhara’da gayrimenkul ve küle satışları da böyle yapılır Başka dirhemlerin adı anılmaz. Başka çeşitleri olan dirhemleri de vardır, sarı bakırdan olanların kırk tanesi bir danatt’a 1′” tekabül eder. Ayrıca semerkandi adı verilen sarı bakırdan dirhemleri de vardır, bunların altı tanesi bir donak değerindedir.
Abdullah bin Baştu’nun ve diğerlerinin, gelen kışa karşı beni uyaran sözlerini işittiğim zaman, ırmağa doğru dönmek için Buhara’dan ayrıldık ve bir gemi kiraladık {bizi Harezm’e kadar götürmesi için). Gemiyi kiraladığımız yerin oraya uzaklığı iki yüz fersahtan biraz fazladır. günün yalnızca bir bölümünde seyahat ediyorduk, zira çok şiddetli soğuk yüzünden bütün gün yol alamıyorduk; Harezm’e gelene kadar bu böyle devam etti. Şehrin, Harezmşah Muhammed bin Tarık adlı emirinin evine gittik. İtibar göstererek bizi ağırladı, huzuruna kabul etti ve bir eve yerleştirdi.