Geçirdiği büyük ruh çilesinin sahne destanı…
İstanbul Şehir Tiyatrosunun 1937-38 sezonunda Muhsin Ertuğrul tarafından sahnelenip temsil edilen eser, ilk temsil gecesinden itibaren çok büyük yankı uyandırmış ve 1977 yılında sinemaya da aktarılmıştır.
(Eserin tamamlandığı tarih: 8 Temmuz 1937, Perşembe, gece yarısı…)
*
“Husrev – Bir adam yaratmağa kalkıştım. Ona bir surat ve kader bulmak… Nerede bulayım? Kendimi buldum. Suratsız ve kadersiz adam şahlandı. Zincirini kırdı. Elimden kaçtı. Ben insanım. Beni arkamdan vurdu. Suratsız ve kadersiz adam benim suratımı takındı. Kalıbımı giyindi. Kaderimin içine yattı. (Bir an sükut) Benim de kaderim buymuş.”
***
BİR ADAM YARATMAK
Bu piyes, bir “Crise-Intelectuelle”, bir “fikir buhranı”nı çerçevelemek gayretinde… Apaçık ve yapayalnız hiçbir tezi yok… Fakat içiçe bir çok tezleri ve başlı başına birkaç ana tezi var…
Evvelâ sanatkâr nedir? Bütün imkânların erişilmez ucu, gayelerin gayesi, kemâllerin kemâli, maveraların maverası olan Allah’a doğru, sonsuz bir tekâmül yolunda giden insanoğluna mahsus “vücut veriş“ nevileri içinde en zengin ve en güzel hissenin üzerine oturmuş mahlûk… Sanatkâr bir mahlûktur, fakat yaratmak cehdinde bir mahlûk!.. Onun bir eseri, bir de kendisi vardır. İşte sanatkâr, çok defa, yaratmaya kalkıştığı tipin, yaratılmış olan ta kendisidir.
Bu piyeste sanatkâr, bir yemişin gizlice olurken ve bir madenin toprak altında pişerken geçirdiği göze görünmez vücuda geliş safhaları gibi, mahrem hayatı ve iç planı içinde resmedilmek istenmiştir. Buna mukabil, o, her insan gibi sadece bir insandır. Bir hayat ve kadere sahiptir. Bu eserde sanatkâr, yaratmak istediği tipe öz eliyle çizdiği kaderin kuyusuna düşmüş, o tip tarafından istilâ edilmiş, eserine hayatiyle de iştirak etmiş gösteriliyor.
Piyesteki sanatkâr tipine sorarsanız Allah sonsuzluktur. O farkına varmadan sonsuzlukla yarışa kalkmış, hududunu zorlamış, kendisinin dışına çıkmak isterken, birdenbire kendisine, hem de o zamana kadar hiç tanımadığı kendisine rastgelmiştir. Onca insan kaderi, arşın tâ üstünde, bize, onu kendimiz idare ediyormuşuz gibi, uçsuz bir rahatlık ve serbestlik hissi verecek kadar ince bir sanatla idare ediliyor.
İnsan, mesut körlük içinde hayatını doldurup gidiyor…
Piyesteki sanatkar bu mesut körlüğü zedelemiş, yaratma cehdi içinde şaşkınlıkla yasak mıntıkaya girmiş, peçesine el sürülemez sırları ürkütmüş ve birdenbire Allah’ın hükümranlığı ve şu emriyle karşılaşmıştır: «Yazdığı eseri yaşasın, yaratmayı dilediği adam kendisi olsun!»
Öz olarak: Bu sade yaratmak istediğimiz tipin yaratılmış olan kendisi değil, bazen aynı hayal ve kadere sürüklenen meczubuyuz da. Çok defa yazdığımızı yaşarız. Bu fikir merkezi etrafında halkalanmış ve birbirine geçmiş olan tezleri şöylece toplayalım ve gözlere, dikkat edilmesi icap eden noktaları karalıyalım: Eser ve eseri karşısında insan… Allah ve Allah karşısında insan… Ölüm ve ölüm karşısında insan… Cemiyet karşısında insan… Kadın karşısında insan… Ve bâzı dost ve aile münasebetlerimizde, gözlerimizden sanki bir perde kaldıran bir buhran gözlüğünden seyrettiğimiz gizli dünya, cinnet dünyası ve bunun doğruluk derecesi… Ve. cemiyette bazı faaliyet sahalarını temsil eden cüce tipler, rolleri, ruh hâletleri, kıskançlık ve öfkeleri, hareket noktaları ve tarzları…
Özün özü olarak; sanatkâr, yani kemâle ermiş insan…
Bu eserimi, bugüne kadar vücuda getirdiğim eserler içinde en bağlı olduğum eser biliyor vc öylece bildirmek istiyorum…
Ona olan zaafım, üstünde fazla konuşmamı yasak ediyor. Zaten hâdiselerin sırrını, kaba saba formüller içinde harcamaya, ulu orta dogmalar yapmaya düşmanım.
İyi ve kötü, söyleyemediğimi, iyi veya kötü eserim söylesin!
Necip Fazıl KISAKÜREK /1937
Eser, ilk defa, 1937-1938 kışıında İstanbul Şehir Tiyatrosu’nda temsil edilmiştir.
ŞAHISLAR
Husrev Muharrir 38 yaşlarında
(Muhsiıı Ertuğrul)
Ulviye Ulviye 56 yaşlarında
(Neyyire Ertuğrul)
Selma Selma 23 yaşlarında
(Samive Hûn)
Mansur Mansur 32 yaşlarında
(Talât Artemel)
Nevzat Nevzat 45 yaşlarında
(İ.Galip Arcan)
Şeref Şeref 36 yaşlarında
(Hüseyin Kemal)
Zeynep Zeynep 33 yaşlarında
(Cahide Sonku)
Turgut Turgut 24 yaşlarında
(Sami Ayanoğlu)
Osman Osman 65 yaşlarında
(Zihni Rona)
[Boğaziçinin Anadolu yakasında, büyük bir yalının taşlığı. Karşıda ve orta yerde rıhtıma açılan camlı kapı. Kapının sağ ve solunda, baklava biçiminde, demir parmaklıklı iki pencere; sağda ve ortada çifte koldan yukarı kata çıkan merdiven. Merdivenin iki kolu içinde bahçeye bağlı antre. Solda, birbirinden uzak iki kapı. İki kapı arasında, üstünde çay takımları duran rönesans bir dresuar. Her tarafta hasır koltuklar, tabureler. Orta yerde İngiliz stilinde, büyük, yuvarlak, maun masa. Tavanda, masanın merkezine doğru sarkan billur avize. Duvurlarda tek tük yağlı boya resimler. İki kanadı açık kapıdan çırpıntılı deniz ve Rumeli kıyıları görünür.]
BİRİNCİ SAHNE
Husrev – Turgut
(Hasır koltuklara oturmuşlar. Turgut, elindeki deftere not alıyor. Bir iki satır yazdıktan sonra Husrev’e bakar. Oturuş ve hareketler saygılı.)
HUSREV – Babası, kendisini bir incir dalına asmıştı.
TURGUT – Nitekim sonunda, o da kendisini bir incir dalına asıyor.
HUSREV – Evet! Elinden çıkan kazaya kadar hiç düşünmediği bir şey, ondan sonra beynine öyle yerleşiyor ki, o da tıpkısını yapıyor. Kendisini, evinin bahçesindeki ihtiyar incir ağacının dalına asıyor.
TURGUT – Derler ki, bazı sanatkârlar eserlerindeki vakaları, çok kere kendi hayatlarından alırlar. Hiç olmazsa gördükleri, tesadüf ettikleri hâdiselerden çıkarırlar. Benim en çok merak ettiğim nedir, biliyor musunuz? Acaba piyesinizin vak’asiyle hususî hayatınız arasında bir yakınlık var mı?
HUSREV – (Düşünür, gülümser.) Lütfen ayağa kalkar mısınız?
(Turgut elindeki defteri tabureye bırakır. Şaşkın, ayağa kalkar.)
HUSREV – (Eliyle camlı kapıyı gösterir.) Şu kapıyı biraz geçin! Oradan rıhtımın sol köşesine doğru bakın.
(Turgut kapının eşiğini biraz geçer. Sola döner, bakar.)
HUSREV – Ne görüyorsunuz?
TURGUT – Büyük bir incir ağacı!
HUSREV – Her dalında bir insan çekecek kadar iri bir incir ağacı, değil mi?
TURGUT – Evet!
HUSREV – Demin rıhtıma çıkınca nasıl oldu da bu ağacı görmediniz? Sizden biraz evvel gelen gazeteciler, sözlerine, bahçemdeki incir ağacından giriştiler.
(Turgut, Husrev’i dinlemiyor gibi, dikkatle ağaca bakmaktadır.)
HUSREV – Ne kadar da merakla seyrediyorsunuz! Noel ağacı değil bu, âdi bir incir ağacı. Gelin artık yerinize!
TURGUT – (Gelirken) Üstadım, istihzânızı anlamıyor değilim. Fakat bu incir ağacı bence çok manâlı. Bahçenizde böyle bir ağaç olmasaydı, piyesinizdeki kahraman herhalde kendisini bir incir dalına asmıyacaktı. Babası daha evvelce aynı ağaca asılmış olmayacaktı.
HUSREV – Öbür gazeteciler sizin kadar ileriye gitmediler. Yalnız aradaki tesadüfe işaret etmekle kaldılar.
TURGUT – (Yerine oturur.) Piyesteki incir ağacı buluşu, belki bir çoklarınca teferruattır. Bence değil. Onda yaşanmışa, hayattan alınmışa benzer bir koku var. Daha bahçenizdeki ağacı görmeden bunu sezdim.
HUSREV – Hele gördükten sonra…
TURGUT – Şüphelerim büsbütün dirildi.
(O anda, rıhtımın sağ tarafından, Ulviye. Mansur. Selma görünür. Camlı kapıya kadar gelirler. Orada dururlar. Hüsıev’le Turgut, gelenlere bakar..)
İKİNCİ SAHNE
Ulviye – Mansur – Selma – Evvelkiler
ULVİYE – (Hüsrev’e) Sizi rahatsız ettik galiba?
HUSREV – Beyefendi gazetecidir. Kendisiyle piyesime dair konuşuyorduk. (Turgut’a Ulviye’yi göstererek) Annem!
(Turgut ayağa kalkar, Ulviye’yi hürmetle selâmlar. Ulviye kapıdan mukâbele eder.)
ULVİYE – (Yine Husrev’e) Uzun mu sürecek konuşmanız?
Canımız çay içmek istiyordu.
HUSREV – Bir iki dakikalık işimiz kaldı. Biraz daha dolaşın bahçede…
(Deminkiler geldikleri tarafa doğru yürüyüp kaybolurlar.)
HUSREV – (Turgut’u iyice süzdükten sonra) Bana hülâsa edin bakalım yazdığım piyesi.
TURGUT – Piyes, «Babam kendisini bir incir dalına asmıştı!» diye başlıyor. Piyesin kahramanı, babası intihar etmiş bir tip. İhtiyar annesiyle beraber bir yalıda yaşıyor, yalının bahçesinde büyük bir incir ağacı. Babasının asıldığı ağaç. Efendim…
HUSREV – Devam edin!
TURGUT – Babası kendisini niçin asmış? Bilmiyoruz. Zaten kahramanımız da bilmiyor. O zaman sekiz yaşında bir çocukmuş. Büyüdüğü vakit de kendisine esaslı bir şey söylenmemiş. Öyle değil mi?
HUSREV – Dinliyorum.
TURGUT – (Heyecanlı) Günün birinde bu adam, sahnede gördüğümüz gibi, bir kaza neticesinde annesini öldürüyor. Kaza isbat edildiği için serbest kalıyor. Fakat serbest kalmak mümkün mü? Kendi kendisine öyle bir ceza vermiştir ki, ondan kurtuluş yoktur. Vicdan azabı, günden güne pençesini beyninde derinleştiriyor. Birdenbire gözünde, o zamana kadar hiç dikkat etmediği bir şey canlanıyor. Babasının akıbeti! İkide birde, babam kendisini bir incir dalına asmıştı, diye söyleniyor. Muvazenesi gittikçe bozuluyor. Artık annesinin acısı onda mücerret bir ölüm korkusu halinde tecelliye başlıyor. Ölüm; sağı, solu, önü, arkası, her tarafı ölüm. Piyes, baştan başa bu adamın ölüm korkusu ile dolu. Zaten ismi de «Ölüm Korkusu.» Yanlış mı görüyorum?
HUSREV – Doğru görüyorsunuz. Netice?
TURGUT – Nihayet bu korku, bu görülmemiş korku onda o kadar büyüyor ki, ölümden kaçacağı yerde ölümün kucağına atılıyor. Kendisini, evindeki incir ağacına asıyor. Babasının asıldığı incir ağacına. Aynı ağaca. Piyes de bitiyor.
HUSREV – Yaşanmışa benzer bir koku, bu vak’anın neresinde?
TURGUT – İncir ağacında. Niçin herhangi bir ağaç değil de incir ağacı? Niçin sadece ağaç değil de incir ağacı?
HUSREV – (Dalgın) Evet, niçin sadece ağaç değil de incir ağacı! Bunu bana değil, fikri sâbitlerimize sorun! Çocuk, babam kendisini bir incir ağacına astı diye diye aynı âkıbete sürükleniyor. Bu fikri sâbiti sadece ağaç diyerek canlandırabilir miyiz? Fikri sâbitlerimiz, bir şeye takıldığı zaman, o şeyin basit, fakat çok esrarlı hususiyetlerine âşık olur.
TURGUT – O halde bu incir ağacı hikâyesine bir hayâl oyunu mu diyeceğiz?
HUSREV – Başka ne olabilir?
TURGUT – Hayâlinizin bu oyununa bazı hakikatler rehberlik etmiş olamaz mı?
HUSREV – Ne tuhaf! Farzedelim ki, bu incir ağacı fikrini, bana, bahçemdeki ağaç verdi. Böyle olmakla piyesteki vak’a, yaşanmış bir vak’a mı olur?
TURGUT – Durup dururken de bir intihar fikrini bir ağaç nasıl verebilir?
HUSREV – Siz zorla, yazdığım piyesi yaşamış olmamı istiyorsunuz. Sizin fikri sâbitiniz de bu!
TURGUT – Vallahi üstadım, belki ifade edemiyorum, sebeplerini söyleyemiyorum; fakat neden bilmiyorum, bana böyle bir his geliyor. Mantıklı, mantıksız bunu duyuyorum. Bu eserin her tarafından hakikat sızıyor. Siz âdeta onu yaşadınız.
HUSREV – Nasıl yaşamış olabilirim? Madem ki, piyeste olduğu gibi annemi kaza ile öldürmüş değilim. Henüz kendimi, bahçemdeki incir ağacına da asmış bulunmuyorum.
TURGUT – Rica ederim, ben bunu demek istemedim.
HUSREV – Ya?
TURGUT – Bu incir ağacını saran öyle hatıralar bulunabilir ki…
HUSREV – (Yarı alaylı, yarı mahzun) Bulunabilir, elbette bulunabilir. Bu incir ağacı, bilseniz bana neler neler hatırlatmaz. Bütün bir çocukluk, bütün bir geçmiş zaman. Eski İstanbul kadınlarını bilmem hatırlar mısınız? Hayâl dediğimiz kudret işte onlardaydı. Benim bir büyükannem vardı ki, bu incir ağacının dibinde, göze görünmez bir cin ve peri âlemi tasavvur ederdi. Çocukken, beni bu incirin dibinde oynamaya bırakmazlardı. Bir gün, orada oynarken ayağım kayıp yere düştüm. Sabahtan akşama kadar mutfakta, cinlerin öfkesini dindirecek şerbetler kaynadı. Sihirbaz değneklerine benzer kepçelerle uzun uzadıya bir kazanı karıştırdılar. İncirin dibine döktüler. Cinler tatlıyı severmiş.
TURGUT – İnsan istihzanızdan kaçacak yer bulamıyor.
HUSREV – Hâtıra sordunuz, ben de anlattım. Gazeteci değil misiniz? Sormak sizden; karşılığı bizden.
TURGUT – Artık sizi rahatsız ettiğimi sanıyorum. Müsaadenizi alabilir miyim? Bana lütfettiğiniz bir saatlik mülâkat içinde, unutulmaz hayranlık dakikaları yaşadım. (Defterini katlar, cebine koyar) Zaten sözlerinizi, ezbere tekrarlayacak kadar dikkatle dinledim.
HUSREV – (Ayağa kalkar) Güle güle dostum! Fakültedeki psikoloji derslerinize bilhassa ehemmiyet verin! Çok istidâdınız var.
TURGUT – (Eğilerek) Allahaısmarladık efendim.
HUSREV – Durun, ben sizi geçireyim. Sandalınız bekliyor değil mi?
TURGUT – Evet efendim.
(Turgut önde. Husrev arkada rıhtıma çıkarlar. Turgut durur. Sol tarafa bakar.)
TURGUT – Her şeye rağmen bu ağaç gözümde çok esrarlı kalacak. Ne de ihtiyar bir ağaç!
HUSREV – Kırkbcş, elli yaşlarında var.
TURGUT – (Arkasında kalan Husrev’e âni bir dönüşle) Tek bir suâl daha sormama izin verir misiniz?
Bir önceki yazımız olan Sil Baştan Kitap Özeti başlıklı makalemizde Ken Grimwood kitapları, Ken Grimwood romanları ve Ken Grimwood Sil Baştan kısa özeti hakkında bilgiler verilmektedir.
Read more http://www.kitapozeti.org/bir-adam-yaratmak-kitap-ozeti.html