ÖNSÖZ
Bir hikâye tam olarak nereden başlar? Hayatta belirgin başlangıçlara pek sık rastlanmaz, böyle zamanlarda her şeyin nasıl başladığını ancak geçmişe bakarak söyleyebiliriz.
Bazen öyle anlar olur ki, kader günlük hayatımıza karışarak sonuçlarını önceden tahmin edemeyeceğimiz bir dizi olaya sebep olur.
Saat neredeyse sabahın ikisi ve ben hâlâ uyanığım. Daha erken saatlerde, yatağa girdikten sonra, en sonunda pes edene kadar yaklaşık bir saat boyunca yattığım yerde dönüp durdum. Şimdi elimde kalemim, masamda oturmuş, kaderimle kesişmemi merak ediyorum. Bu, olağandışı bir durum değil benim için. Son zamanlarda, düşünebildiğim tek şey buymuş gibi görünüyor.
Kitaplığın rafında duran saatin düzenli tik takları dışında evin içi tamamıyla sessiz. Karım şu anda yukarıda uyuyor ve ben de önümde duran not defterinin sarı yapraklarındaki satırlara bakarken, tam olarak nereden başlamam gerektiğini bilmediğimi fark ediyorum. Bunun sebebi hikâyemden emin olmamam değil; bu hikâyeyi anlatmaya kendimi mecbur hissetmemin nedeninden emin olmamam. Geçmişi açığa çıkararak ne kazanılabilir ki? Sonuçta, anlatmak üzere olduğum tüm olaylar, otuz yıl önce oldu ve öyle sanıyorum ki her şeyin ondan da iki uzun yıl önce başladığı da söylenebilir. Ama şimdi oturmuş, en azından anlatmayı denemem gerektiğini biliyorum; sonunda bütün bu olanları geride bırakmaktan başka bir çarem olmasa da.
Bu döneme ait bütün anılarım, birkaç şeyin yardımıyla bugün hâlâ taze. Küçüklüğümden beri sakladığım bir günlük, bir dosya dolusu sararmış gazete küpürü, kendi araştırmalarım ve elbette yerel kayıtlar. Ayrıca şöyle bir gerçek de var ki, ben bu özel hikâyeyi oluşturan bütün olayları, beynimde yüzlerce kez yeniden yaşıyorum; onlar benim hafızamda dağlanıyor. Ama sadece tek bir konuyu ele alırsak, bu hikâye eksik olurdu. Söz konusu başka olaylar da vardı ve ben onların bazılarına tanık olsam da, her birinde bizzat yer almadım. Başka bir insanın yaşantısına ait bir düşünceyi ya da bir duyguyu, yeni baştan yaratmanın imkânsız olduğunun farkındayım fakat sonuçları her ne olursa olsun benim şu anda yapmak niyetinde olduğum da bu.
Bu, her şeyden öte bir aşk hikâyesi ve diğer birçok aşk hikâyesinde olduğu gibi, Miles Ryan ve Sarah Andrews ‘un aşk hikâyesinin kökeni de bir trajedi. Aynı zamanda bu bir bağışlama hikâyesi ve umuyorum bitirdiğinizde, Miles Ryan ve Sarah Andrews’un göğüs gerdiği zorlukları anlarsınız Umarım verdikleri iyi ve kötü kararları da benimkiler gibi anlayışla karşılarsınız.
Yine de açık olmama izin verin: Bu, sadece Miles Ryan ve Sarah Andrews’un hikâyesi değil. Eğer bu hikâyenin bir başı varsa o da, ufak bir kuzey kasabasının yardımcı şerifinin lise aşkı, Missy Ryan ‘dır.
Missy Ryan, kocası Miles gibi, New Bern ‘de büyüdü. Her yönüyle hem çekici hem de iyi bir kadındı ve Miles, tüm yetişkin hayatı boyunca onu sevdi. Koyu kahverengi saçları,koyu renk gözleri vardı ve bana onun ülkenin diğer bölgelerinden gelen erkeklerin dizlerini titreten bir aksanla konuştuğunu söylemişlerdi. Her zaman güler, karşısındakini dikkatle dinler ve bazen de konuştuğu kimsenin koluna dokunur, sanki onu kendi dünyasına davet ederdi. Diğer birçok kuzeyli kadın gibi, onun da ilk başta fark edilenden çok daha güçlü bir iradesi vardı. Eve Miles değil, Missy bakardı; genel bir kural olarak Miles’in arkadaşları Missy’nin arkadaşlarının kocalarıydı ve hayatlarının merkezi kendi aileleriydi.
Lisedeyken Missy ponpon kızların lideriydi. Lise ikinci sınıf öğrencisi olarak, hem popüler hem de sevimliydi; Miles Ryan’la tanışıyor olmasına rağmen ondan bir yaş küçüktü ve tek bir ortak dersleri bile yoktu. Hoş bu pek de önemli değildi. Arkadaşları tarafından tanıştırılmalarının ardından, yemek aralarında buluşmaya ve futbol maçlarından sonra görüşmeye başladılar, en sonunda da mezunlar haftasında verilecek bir partide buluşmak üzere sözleştiler. Kısa bir süre içinde artık ayrılmaz bir ikiliydiler ve Miles, Missy’yi birkaç ay sonra baloya davet ettiğinde, çoktan birbirlerine âşık olmuşlardı.
Aranızda bu kadar genç yaşta gerçek aşkın var olabileceği fikriyle alay edenler olduğunu biliyorum. Oysa, Miles ve Sarah için aşk vardı ve hayatın gerçekleriyle henüz başları derde girmediğinden, onların aşkları, birçok yönüyle diğer yetişkin insanların yaşadığı aşklardan çok daha güçlüydü. Miles’in lisedeki son iki yılı boyunca flört ettiler ve Miles, mezun olduktan sonra North Carolina State Üniversitesi’ne gidince, Missy’nin okulu bitene kadar birbirlerine sadık kaldılar. Ertesi yıl Missy de, NCSU’da ona katıldı ve bundan üç yıl sonra bir akşam yemeğinde Miles kendisine evlenme teklif ettiğinde, bir anda gözyaşlarına boğularak, evet, dedi ve Miles tek başına yemeğine devam ederken, Missy sonraki bir saatini iyi haberi vermek için ailesine ulaşmaya çalışarak geçirdi. Miles, Missy okulunu bitirene kadar Raleigh ‘de kaldı ve New Bern ‘deki düğünleri bütün kiliseyi doldurdu.
Missy, Wachovia Bankası ‘nda kredi memuru olarak bir iş buldu ve Miles da, şerif yardımcısı olmak için çalışmalara başladı. Miles, Craven County’de çalışmaya, her zaman evleri olan o sokaklarda devriye gezmeye başladığında Missy, iki aylık hamileydi. Diğer birçok genç çift gibi, ilk evlerini satın aldılar ve 1981 yılının Ocak ayında ilk oğulları, Jonah doğdu. Missy, battaniyelerinin içinde paket halindeki yeni doğmuş oğluna baktığı anda, anneliğin o güne kadar başına gelen en güzel şey olduğuna karar verdi. Jo nah, altı aylık olana kadar geceleri uyumasa da ve bazı zamanlarda Missy de, Jonah ‘a onunki gibi çığlıklar atarak bağırmak istese de, oğlunu tahmin edebileceğinden çok daha fazla seviyordu.
O, mükemmel bir anneydi. Bütün vaktini Jonah ‘la geçirmek için işinden ayrıldı, ona hikâyeler okudu, onunla oyunlar oynadı ve onu oyun parklarına götürdü. Saatlerce onu izleyebilirdi. Jonah, beş yaşına geldiğinde Missy, bir çocuk daha istediğini fark etti ve Miles’la birlikte yeniden denemeye başladılar. Evli oldukları yedi yıl, her ikisinin de en mutlu yıllarıydı.
Ancak 1986′nın ağustosunda, henüz yirmi dokuz yaşındayken, Missy Ryan öldürüldü.
Onun ölümü, Jonah’in gözlerindeki ışığı söndürdü; iki yıl boyunca Miles’ın aklından bir kere bile çıkmadı. Sırada olacaklar için ortam hazırladı.
Dediğim gibi bu, Miles ve Sarah ‘in olduğu kadar aynı zamanda Missy ‘nin de hikâyesi. Ayrıca benim de hikâyem.
Bütün bu olanlarda benim de rolüm vardı.
1
Barısının ölümünün ardından iki yılı aşkın bir süre sonra, 29 Ağustos 1988 sabahı Miles, evinin arka verandasında durmuş sigarasını içerken, yükselen güneşin gökyüzünü usulca puslu gri renkten turuncuya dönüştürmesini izliyordu. Önünde Trent Nehri uzanıyordu; nehrin koyu renkli suları, kıyıdaki servi ağaçlarının altında yer yer gizlenmişti.
Miles’ın sigarasından çıkan duman kıvrımlar yaparak yükselirken Miles, yoğunlaşan nemin havayı ağırlaştırdığını hissedebiliyordu. Çok geçmeden, titrek ıslıklan havayı dolduran kuşlar sabah şarkılarına başladı. Yakınlardan ufak bir balıkçı teknesi geçti, balıkçı el salladı ve Miles, bu harekete sadece kafasını hafifçe eğerek karşılık verdi. Toplayabildiği tüm enerji bu kadardı.
Bir fincan kahveye ihtiyacı vardı. Biraz kahve ve Miles, kendini yeni günle yüzleşmek için hazır hissedecekti. Örneğin; Jonah’ı okula bırakmak, kanunlara karşı gelen yerlileri dizginlemek, kasabanın birçok yerine tahliye ihtarları göndermek ve öğleden sonra Jonah’ın öğretmeniyle buluşmak gibi aniden ortaya çıkan birçok olayla başa çıkabilecekti. Ve bunlar daha sadece başlangıç. Görünüşe göre, asıl akşamlar daha yoğundu. Evdeki işlerin pürüzsüz bir şekilde yolunda gitmesi için her zaman yapılması gereken çok şey vardı: Ödenecek faturalar, alışveriş, temizlik ve evdeki tamiratlar. Biraz boş zaman bulduğu o nadir anlarda bile Miles, o anda bundan yararlanmazsa bir daha hiç fırsatı olmayacakmış gibi hissederdi. Çabuk, kendine okuyacak bir şeyler bul. Acele et, dinlenmek için sadece birkaç dakikan var. Gözlerini kapat, bir süre sonra buna zaman kalmayacak. Bunlar insanı bir süreliğine de olsa bunalıma sokmaya yeterdi ama bu konuda ne yapabilirdi ki?
Gerçekten bir kahveye ihtiyacı vardı. Nikotin artık hiçbir acıyı dindirmiyordu. Bir ara sigarayı bırakmayı bile düşünmüştü, oysa sigara içip içmemesi pek de önemli değildi. Kendince, gerçekten sigara içmiyordu. Elbette, işteyken birkaç tane içiyordu, ama bu sigara içmek değildi. Ne günde bir paket tüketiyordu ne de bütün hayatı boyunca sigara içmişti; Missy öldükten sonra sigaraya başlamıştı ve istediği zaman da bırakabilirdi. Ama ne gerek vardı? Lanet olsun, ciğerleri oldukça iyi durumdaydı; daha geçen hafta bir dükkân soyguncusunu kovalamış ve çocuğu yakalamakta hiç sorun yaşamamıştı. Bir sigara bağımlısı bunu yapamazdı.
Ama bunun yanı sıra çocuğu yakalaması yirmi iki yaşındayken olduğu kadar da kolay olmamıştı. Fakat bu on yıl önceydi ve otuz iki yaş, huzurevlerini araş…
Bir önceki yazımız olan Sil Baştan Kitap Özeti başlıklı makalemizde Ken Grimwood kitapları, Ken Grimwood romanları ve Ken Grimwood Sil Baştan kısa özeti hakkında bilgiler verilmektedir.
Read more http://www.kitapozeti.org/baska-bir-askin-hikayesi-kitap-ozeti.html