II. Abdulhamit, Sultan Abdülaziz’in, sebebi hala çözülmemiş olan esrarengiz ölümünden ve V. Murat’ın iki ay kadar süren kısa saltanatından sonra, Osmanlı tahtına oturdu. Osmanlı Devleti’ni en çileli döneminde otuz üç yıl gibi uzun bir süre idare eden Sultan II. Abdülhamid, çok değişik şekillerde ele alınıp incelen tarihi bir şahsiyet olarak, tarihteki yerini almış bulunmaktadır.
…Belgelerle II. Abdülhamid Dönemi’nde Osmanlı İmparatorluğu’nun geçirmekte olduğu bu özel zaman diliminin yansıtılması amaçlanmakta ve bu döneme ilişkin farklı alanlardaki gerçekler, belgelerle gün yüzüne çıkarılmaktadır.
ÖNSÖZ
İleride okuyacağınız satırlar aslında bir kitap olarak hazırlanmadı. Bunlar, çeşitli dergilerde yayınlamış olduğumuz değişik makalelerden ve ilmi konferanslara sunduğumuz tebliğlerden ibarettir.
Bir kaç sene İçinde yazmış olduğumuz makaleleri bir sınıflamaya tabi tutunca, Sultan II. Abdülhamid’le ilgili olanların, bir yekun teşkil ettiğini gördük.
Yakın arkadaşlarımızın devamlı ısrarı üzerine, dağınık olarak basılmış olan bu makaleleri bir araya topladık; ve bir kitap halinde neşrine karar verdik.
Şurası acı bir gerçektir ki, ilmi üniversiteyi kastediyoruz dergilerde yazılanların çoğu, geniş okuyucu kitlesine ulaşamıyor, kütüphanelerin camlı dolaplarının içinde hapsolunup kalıyor. Oysa ki, çok değerli olan bu bilgileri, kamu efkarına takdim etmek lazımdır.
İşte biz, makalelerimizi bu şekilde neşretmeye karar verince, bu gayeyi güttük. Bu makalelerimizi değişik ortam ve zamanlarda yazdığımızdan dolayı bazı tekrarların olması tabiidir. Buna rağmen, makalelerin orijinalitesini bozmamak için bu tekrarlan çıkartmadık; ve bunlara katlanmayı okuyucumuzdan da rica ediyoruz. Kitabın tertibinde de, konular değişik olduğundan herhangi bir mevzu veya kronolji sırası gözetmedik. Onları sadece neşir tarihlerine göre sıraya koyduk. Böylece okuyucu, Sultan II. Abdülhamid’le ilgili herhangi bir konuyu okumak isteyince, kitabın tamamını okumak mecburiyetinde kalmayacak, dilediği konuyu müstakil olarak okuyabilcektir.
Otuz üç sene Osmanlı Devletinin en çileli döneminde devleti idare eden Sultan II. Abdülhamid, çok değişik şekillerde ele alınıp incelenen tarihi bir şahsiyettir.
Biz bu konuda, şu yöntemi uyguladık; duygusal olarak ona “Ulu Hakan” demediğimiz gibi, ona iftira ederek de, ermeni ve yahudiler gibi ona “Kızıl Sultan” da demedik. Biz sadece onun yaptıklarını zikretmekle yetinerek, hükmü okuyucuya bıraktık.
İnsaflı olalım biraz: 19. yüzyılın imkanlarıyla, herkesin kendi çevresi dahil ona düşman olduğu bir dönemde, dünyanın öbür ucunda olan Çin’de, Pekin’de; kapısında Osmanlı bayrağı dalgalanan “Pekin Hamidiyye Üniversitesini açabilen Abdülhamid’e niçin ”Kızıl Sultan” diyelim?
İstanbul’dan, Pekin’e; Hindistan’dan, Türkistan’a; Suriye’den, Cezayir’e, Afrika içerilerine kadar, bugüne dek eserleri ayakta durup “Hamidiyye” mührünü taşıyan Sultan Abdülhamid’e, bir iki ermeni veya yahuduyi sevindirmek için neden “Kızıl Sultan” diyelim? İlerideki tamamen belgelere dayanan sahifeler okununca, onun gerçekten Kızıl Sultan olmadığı görülecektir.
Şu ayetle sözümüzü bağlayalım .”Rabbimiz, unuttuklarımızdan ya da yanıldıklarımızdan dolayı bizi sorumlu tutma. Rabbimiz, bizden öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır yük yükleme. Rabbimiz, kendisine güç yetinmeyeceğimiz şeyi bize taşıtma. Bizi affet. Bizi bağışla. Bizi esirge. Sen bizim Mevlamızsın. Kafirler topluluğuna karşı da bize yardım et” (Bakara suresi, 286).
İhsan Süreyya Sırma
SULTAN II. ABDÜLHAMİD’İN DIŞ SİYASETİNDE TARİKATLERİN ROLÜ
Sultan Abdülaziz’in, sebebi hâlâ çözülememiş olan esrarengiz ölümünden ve V. Murat’ın iki ay kadar süren kısa saltanatından sonra, II. Abdülhamid Osmanlı tahtına oturdu.
Abdülhamid, sadece kendinden önceki dönemlerden intikal eden ekonomik güçlüklerle değil; aynı zamanda, Doksan Üç Harbinin ortaya çıkardığı dış baskıyla da karşı karşıya geldi.
Midhat Paşa’nın empoze ettiği Anayasayı, aynı Anayasanın 113. maddesine1 dayanarak ilga edip sıkıyönetim ilan eden Abdülhamid; siyasi iktidarı eline geçirip, kendisini pasif bir halife halinde, sadece dini meselelerle meşgul bir hale getirmek ve Devletin hakimi olmak isteyen Midhat Paşa’yı2 başbakanlıktan alıp, onu yurt dışına sürdü.
İçeride bu hadiseler olurken, dışarıda, bir yandan Fransa Kuzey Afrika’yı istila ediyor, öbür yandan da Rusya ve Balkanlar, Osmanlı Devletini yıkmak için işbirliği yapıyorlardı.
Osmanlı Devletini paylaşmak için Batı’da projeler yapılıyor ve bu projeler iktizasınca Filistin’de bir yahudi devleti, Doğu Anadolu’da bir ermeni devleti kurulmak isteniyordu.
İşte bu fikirlerin tahakkuku için, özellikle Tanzimat Fermanının azınlıklara getirdiği haklardan istifade eden hristiyan Batı dünyası, Osmanlı Devletini sıkıştırıyor, tıpkı bugün olduğu gibi anarşik hadiseler çıkartıyor, ortaya “Hasta Adam” ve “Şark Meselesi”4 gibi görüşler atıyordu. İstanbul’da ve Devletin diğer köşelerinde yapılan bu gizli faaliyetlerin hangi yollarla propagandasının yapıldığı hakkında, Fransa’nın o zamanlar İstanbul’da bulunan Sefiri, Fransız hariciyesine şu bilgileri veriyor: “…Majestelerinin5 fotoğraflarını taşıyan gravürler, Hüseyin Avni Paşa, Midhat Paşa ve Mehmet Rüşti Paşa’nınkilerle beraber, ekseriyeti ermeni olan hamallar tarafından ikiüç kuruşa satılmaktadır. Ermeni hamallar, bu gravür ve portreleri Bible Houses ve Mason localarıyla ilişkileri olan şahıslar vasıtasıyla elde etmektedirler”
Panislamist siyaseti
İşte Sultan Abdülhamid, hıristiyan Batı dünyasının, Haçlı seferlerinin devamı olarak sürdürdükleri bu faaliyetlerine karşı koymak için, kendi panislamist siyasetini ortaya koydu. Tonynbee’nin dahi endişe duyduğu ve panislamist siyasetiyle, Sultan Abdülhamid, Batı dünyasına karşı bütün Müslümanları bir bayrak altında toplamayı düşünüyordu.
Abdülhamid, bu siyasetiyle Batıya karşı çıkıp, ermeniler vasıtasıyle çıkartılan isyanları sert bir biçimde bastırınca, ermeniler ona “Kızıl Sultan” (Le Sultan Rouge) demeye başladılar. İşte bugün dahi Kızıl Sultan derken, kimleri sevindirdiğimizin farkında değiliz.
Sultan Abdülhamid, hıristiyan Batı dünyasına karşı uyguladığı bu siyasi faaliyette, dünya Müslümanların! istanbul’a bağlamak için, kendi Hilafet sıfatından istifade ediyordu. Onun için özellikle gayri müslimlerin idaresi altında bulunan Müslümanlarla ilişki kurmuş ve onları manen de olsa, İstanbul’a bağlamayı başarmıştır, “Onun bütün kabilelerde, hatta en asi olan bedeviler arasında bile temsilcileri vardı”. Çoğu tarikat şeyhi olan bu gizli temsilciler, Türkistan’a, Hindistan’a Afrika’ya, Japonya’ya, hatta Çin’e kadar gönderilmiştir. Abdülhamid, bu şeyhler vasıtasıyle Osmanlı hilafetine beynelmilel bîr hüviyet kazandırmış, siyasi otoritesini Osmanlı Devletinin sınırları dışında da tesis için oralarda da cuma hutbeleri okutturmuştur.
Sultan Abdülhamid’in bu faaliyetlerini açık bir şekilde yürüten tarikat şeyhleri, Ebu’1Huda, Şeyh Rahmetullah, Seyyid Huseyn el Cisr ve Muhammed Zani idi. Fakat Panislamizm hareketinin esas yürütücüleri, faaliyetlerini gizli olarak yapan tarikat şeyhleriydi.
Kuzey Afrika’da Şazeliye
Kuzey Afrika’da özellikle Sultan Abdülhamid’in müntesibi olduğu Şazeliye ve bunun bir kolu olan Medeniye tarikatları faaliyet gösteriyorlardı. Konuyla ilgili bir arşiv vesikasından şunları okuyoruz: “…Medeniler ki, dini ve siyasi reisleri İstanbul’da ikamet eden ve Sultan Abdülhamid’in şeyhi olan Şeyh Zanidir, sayıları çok olup, bazan Libya’da çok aktiftirler”. Aynı vesikanın devamında şunlar yazılıdır: “… İslâm’ın ön gördüğü hedeflere varmak, yani emperyalist bütün yabancıları yok etmeye ulaşmak için, bütün tarikatlar, aynı propaganda usullerine baş vurmaktadırlar.”
Fransa Konsey Başkanının sorması üzerine, onların Cidde Konsolosunun Paris’e gizli olarak yazdığı 20 Nisan 1902 tarihli cevabî yazıda Şazeli Şeyhinin Osmanlı Devlet idaresindeki etkinliği ve panislamizme olan katkıları şöyle anlatılmaktadır;
“İmparatorluğun içlerinde olduğu gibi dış işlerinde de çok büyük bir itibara sahib olan bu büyük Müslüman zatın nüfuz ve hareketi büyük bir ehemmiyeti haizdir. O’nda Din’e ve Taht’a olan desteğin en sağlam misali görülür. İslâm itikadının müdafaası ve Hilafet’in İhyası için her gün biraz daha yayılan hamiyet ve gayreti, onun başına mübalağalı bir hürmet halesi geçirdi. Mevsukan bildirildiğine göre, onun eseri şayanı dikkat derecede büyüktür. Büyük Şeyhi olduğu tarikatı, yeniden teşkilatlandırarak, birkaç sene içinde bu tarikatı kuvvetli ve korkulacak bir müessse haline çevirmiştir. Böylece bu tarikat, hem dini ve aynı zamanda askeri bir hüviyet kazanmıştır. Bu tarikatın kuvvetli olmasına sebep bir çok amil vardır. Her şeyden evvel, çok güzel bir şekilde teşkilatlandırılmış olan silsile i meratibi ve bütün müridlerinin kesin olarak teslim olduğu, tesir kabul etmeyen disiplinli; ve müridlerinin sayılarının fevkalade kabarık oluşundandır. Usta bir şekilde Türk politikasının gereklerine göre düzenlenmiş veya ona uydurulmuş olan itikatları Müslümanların heyecana gelmiş rüyalarına ve hararetli hayallerine ümid vermişe benziyor. Yalnız dini menfaatler için çalıştıklarını gösteren tarikat müridleri, aynı zamanda kendilerini Panislamizm propagandasına adamışlardır.
Batı’ya karşı en çok korkulacak faaliyetler
Osmanlı siyasetinin Batı’ya karşı en çok korkulacak faaliyetlerinin tarikatlar olduğunu söyleyen Fransız Konsolosu, yazısını şöyle devam ettiriyor:
“Şunu iddia edebileceğimi zannediyorum ki, bu iki tarikat imtiyazlı olup, gayretleri ve siyasi faaliyetleri ile, iman eserinden başka hiç bir şeyleri görülmeyen bütün diğer İslâmî cemaatleri geride bırakmaktadırlar. Hülasa olarak kuvvetli teşkilatlan, müntesiblerinin çokluğu, sahib oldukları zenginlik ve yukarıdan gelen özel himaye sebebiyle, bu iki tarikat, bugün için, Türk siyasetinin en faal ve en korkulacak aletleridir.
Batı’ya karşı bu şekilde mücadele veren tarikat hareketini tesirsiz hale getirmek için de, Fransız Konsolosu Paris’e şu tavsiyelerde bulunuyor:
“Mümkün mertebe, sağlık ve ekonomik sebepleri bahane ederek Müslüman tebaamızın Hicaz’a yapacakları Hacc’ı zorlaştırıp azaltmak.
Birbirlerine rakip olan tarikatlara bir takım imtiyazlar tevcih ederek, bu rekabetin artmasına yardım etmek… Burada bizi ilgilendiren husus, bu rekabeti, kendi menfaatimiz yönünde işletmektir.
Büyük Şerifin (Mekke Şerifinin) bizim için desteğini ve teveccühünü kazanmak