Egemen Türk siyasal düşücesi, hatta daha yüksek bir soyutlama düzeyinde Türk kamu felsefesi korporatisttir. Korporatizm, solidarist alt-türüyle de, faşist alt-türüyle de, anti- Marksist ve anti-sosyalist olan ve kapitalizme anti-liberal bir teorik-moral rasyonel sağlamaya çalışan, tanımı gereği sağ bir ideoloji ve dünya görüşüdür.
Korporatizm, toplumu, Atatürk’ün deyişiyle birbirlerinin “lazımı ve melzumu” olan, birbirlerini uyum içinde tamamlayan organlardan (meslek zümrelerinden) oluşan bir organizma olarak görür. Hem liberalizmin bireyciliğini, hem de sosyal sınıfların varlığını, sınıf çatışmasını, emek-sermaye çelişkisini reddeder.
İçindekiler
Önsöz (1989)
ikinci Baskı İçin Bir Not (1992).
Altıncı Baskı İçin Birkaç Not (2009)
Bölüm I
Tarihsel ve Toplumsal Ortam
Bölüm II
Yaşamı ve Siyasî Kariyeri
Bölüm III
Düşünsel Gelişimi
Bölüm IV
Sosyal ve Siyasal Felsefesi
“Hars” ve “Medeniyet”.
Kültürel Türkçülük.
Ahlakçı tasavvuf.
Çağdaş Batı Korporatizmi
Sentez: “İçtimaî Mefkûrecilik”.
Bölüm V
Siyasetin Toplumsal Temelleri.
Ahlak türleri ve dayanışma zümreleri.
Meslekî ahlak, meslek zümreleri ve korporasyonlar
Birey ve toplum, korporasyonlar ve devlet.
Seçkinler ve halk
Bölüm VI
Siyaset ve Siyasal Örgütlenme Kuramı.
Siyasetin tanımı.
“Altı Ok “un kökenleri
İdeolojiler, rejimler, “inkılâpçılık”.
Korporatif millet meclisi ve çıkarların temsili.
Şef, parti, devlet.
Millî demokrasi ve uluslararası barış.
Bölüm VII
Gökalp’in Siyaset Teorisinin Problemleri.
Siyaset felsefesi ve siyaset teorisi.
Gökalp’in ekonomi politiği
Türk “Üçüncü Yol”u.
Bölüm VIII
Gökalp’in Etkileri ve Temsil Ettiği
Düşüncenin Türkiye’deki Önemi
Bibliyografya
Önsöz (1989)
Türkiye’nin düşün ve siyaset yaşamı için bence hayati önem taşıyan bir konuya ilişkin basit bir “teoriideoloji yorumu” olan bu incelemenin tezini, her özet için geçerli bedeli de göze alarak, kısaca ifade edeyim: 20. yüzyıl egemen Türk siyasal düşüncesi, hatta daha yüksek bir soyutlama düzeyinde Türk kamu felsefesi korporatisttir. (İdeolojik ve kültürel yapılar gibi, tek parti döneminde yerleştirilen ve 1980′den sonra da başta 1982 Anayasası olmak üzere o döneme önemli geri dönüşleri temsil eden yeni düzenlemelere uğratılmış kurumsal yapılar da esas olarak korporatisttir. Genelde solidaristdayanışmacı; zaman zaman, yer yer de faşizan ve faşist tonları ve dozlarıyla korporatisttir. Bu nedenle de Türkiye’de politikideolojik “merkez” ortada değil, hep sağda olagelmiştir.
Her iki alttürü de antiMarksist ve antisosyalist olan ve kapitalizme antiliberal bir teorikmoral rasyonel sağlamaya çalışan korporatizm, tanımı gereği sağ bir ideoloji ve dünya görüşüdür. Korporatizm, toplumu, Atatürk’ün deyişiyle birbirlerinin “lazımı ve melzumu” olan, birbirlerini uyum içinde tamamlayan organlardan (meslek zümrelerinden) oluşan bir organizma olarak görür. Hem liberalizmin bireyciliğini, hem. de sosyal sınıfların varlığını, sınıf çatışmasını, emeksermaye çelişkisini reddeder. Bütünsel bir “kamu çıkarı”nı ve “ulusal çıkarı” meydana getiren meslekî çıkarların toplamının, devletişverenişçi üçgeni içinde gerçekleştiğini ileri sürer. Bu da, siyasal temsil ve karar alma düzeyinde gevşek ya da sıkı korporatif kurumsal yapılarla sağlanır. İki alt türünden biri olan solidarist korporatizm daha çoğulcu ve ılımlı devletçi, öbür alttürü faşist korporatizm ise tekçi ve totaliterdir. Değişen derecelerde otoriter ve devletçi arabiçimler teoride ve pratikte çeşitlilik gösterir. Korporatizm, rekabetçi bireyci liberal kapitalizme Marksizm’in yönelttiği üretim anarşisi ve sınıfsal sömürü eleştirisindeki isabet payını görüp, kapitalizmin sınıf çatışması riskini gidermeye yönelik korporatist kapitalist bir kuram geliştirmiştir. Korporatizm, liberal kapitalizmin bencil bireyciliğinin ve parlamentarizminin “anarşik demokrasi”ye yol açtığını ileri sürmüş; ya doğrudan doğruya korporasyonlara ve korporatif meclislere, ya da daha gevşek karma ekonomik konseylere ve idari devletçiliklere başvurmuştur. (Tanımlar, teorik karşılaştırmalar, solidarizm ve faşizm arasındaki ilişkiler için bkz. “Çağdaş Avrupa Korporatizmi” başlıklı bölüm.)
Türkiye’deki egemen korporatist düşüncenin ilk ve hâlâ en yetkin sistematik düşünürü ise Ziya Gökalp’tir. Türkiye’deki aşırı ve ılımlı sağ akımlar ve partiler, silahlı kuvvetler, klasik Kemalistler, “Kemalist sol” ve “sosyal demokratlar” (SHP ve DSP), hatta belli ölçülerde bazı sol gruplar, ayrıntılardaki farklılıkların ötesinde, son tahlilde sahip oldukları temel düşünsel kategoriler bakımından, bu korporatist şemsiyenin altındadırlar ya da korporatist düşünceden nasiplerini değişen derecelerde almışlardır. (Tabii, son üçünün bu bakımdan tutarsızlığının ve “sentez sakatlığı”nın vahameti de er geç ortaya çıkmak zorundadır.)
Ben bu küçük incelemede Türkiye’deki egemen korporatist dünya görüşü ve siyasal ideolojinin spektrumunda yer alan tüm.akım ve grupların ayrıntılı ve yeterli bir çözümlemesini yapma savını ve amacını taşımıyorum. Yalnızca ve kendimce bunların hangi “Palto”nun içinden çıktıklarına işaret ediyor ve önemli bir tartışma zeminindeki kavramsal taşları ayıklamaya çalışıyorum. Buna da Ziya Gökalp’i vesile ediyorum. Ayrıca “vesile”nin çözümlemesinin kendi içinde yeterlice ele alındığını da düşünüyorum. (Bu arada, ben de belki ciddi ve dürüst bir düşünce adamının “sol”un bazı yanlış ve haksız yergilerinden, beri yandan sağın yine yanlış ve temelsiz, onu “kullanma”ya yönelik övgülerinden hiç değilse bir ölçüde arınmasına vesile olabileceğimi, ancak çalışmam ilerledikçe görebildiğimi belirtmek isterim.)
Sosyal bilimlerde, özellikle de düşünce/düşünür incelemesi çalışmalarında nesnellik sağlamak için gerekli sayılan ve kimilerince “azami sempati”, kimilerince de “asgari antipati” diye adlandırılan yöntem, bu çalışmada da kendini hissettirecektir sanıyorum. Yöntemin tek amacı “iyi ve tam anlama”dır. Bu durumda doğru anlaşılması gereken, Ziya Gökalp’ten ibaret olmayıp, Türk siyasal yaşamının en önemli ve en problematik konularından biri olan Kemalizm’dir. “Hissimin babası Namık Kemal, fikrimin babası Ziya Gökalp” diyen Atatürk’ün düşüncesiyle Ziya Gökalp’in düşüncesi arasındaki mesafe bir iki adımdır. Kemalizm/Atatürkçülük ise 27 Mayıs 1960′dan sonra tekrar yarıresmî ideoloji, 12 Eylül 1980′den sonra ise artık mutlakresmî ideoloji yapılmıştır. (Bu kitapçıkta, ideolojisi, kurumları, iktisat ve sınıf politikalarıyla Kemalist tekparti dönemine ilişkin kapsamlı bir çalışmanın yalnızca kimi ipuçları bulunuyor.)
Bir noktayı hemen belirtmek isterim. Ziya Gökalp’e biriki adım uzaklıkta duran Kemalizm/Atatürkçülük konusunda çok ama çok önemli bir ayrımın yapılması zamanı artık gelmiştir. Her ideoloji gibi (isterseniz daha gevşek bir anlamda siyasî zihniyet, hatta pragmatik aksiyon programı diyebiliriz), Kemalizm de bir bütündür. Bütün ise parçalardan oluşur. Parçalar doğru anlaşılmadan bütün de tam doğru anlaşılamaz. Ayrıca, her bütünün de kendi içinde tam uyumlu ve tutarlı olması gerekmez. Bu bakımdan da, parçaların iyi anlaşılması şarttır. Kendi çalışmalarımda kullandığım ve yararını gördüğüm bir ayrım şudur: Kültürel Kemalizm ve Siyasal Kemalizm. “Kültürel Kemalizm”, özellikle laikliği, akılcılığı, köktenci kültürel reformculuğu ile ileri ve kalıcılığı korunması gereken bir ideoloji ve harekettir. Öte yandan esas olarak solidarist korporatist “Siyasal Kemalizm”, otoriterliği, devletçiliği, tekparticiliği ve “şefçiliği” nedeniyle demokratik ve ilerici olduğu savunulamayacak bir tarihsel siyasal ideoloji ve rejim türüdür. Bırakın sosyalizm aşısı tutmasının olanaksızlığını, sosyal demokrasiyle bile bağdaşmasına imkân yoktur. Ne denli içtenlikli olursa olsunlar, 27 Mayısçı “sol Kemalizm” de, 12 Eylül sonrası SHP ve DSP 6 Okçuluğu da zayıf ya da içgerilimi yüksek sentezler değil, bağdaşmazları bağdaştırmaya çabalayan “tutmaz sentezler”dir. (Ve ne hazindir ki, Türk ilerici siyaseti 60 yıl sonra hâlâ “6 Ok”tan başka bir program üretememiş bulunuyor. Ve aynı zamanda ne çarpıcıdır ki GökalpistKemalist dayanışmacısolidarist korporatizm hâlâ bu denli etkili ve kapsayıcıdır.)
Gelelim işin öteki yanına, faşizan korporatizme. Kitabın İngilizce baskısının Önsöz’ünde şöyle yazmıştım: “Türkiye’de 12 Eylül 1980′de bir askerî darbe daha oldu. Öyle sanıyorum ki bu incelemenin tezi, darbeyi ve darbe sonrası gelişmeleri de açıklayıcı niteliktedir. (Buna karşılık, olaylar da kitabın tezini doğrulayıcı niteliktedir.) Dolayısıyla metinde herhangi bir değişiklik yapmam gerekmediği gibi, son bölümde kullandığım zaman kiplerini bile olduğu gibi bıraktım. Burada bir noktayı özellikle vurgulamak isterim. 20. yüzyıl egemen siyasî düşüncesinde bulunduğuna, Gökalp’in düşünce sistemini vesile yaparak işaret ettiğim temel “ideolojik sabitler”, belli bir soyutlama düzeyindeki geçerliliklerini 1980′lerde de korumaktadır. 1981 sonrası somut politik gruplaşmalar ve ittifaklar, yabancısı olmadığımız siyasî aktörlerin yabancısı olmadığımız bir siyasal uzam içindeki örgütsel yenidentoparlanmalarından ve hafif konum değişikliklerinden başka bir şeyi temsil etmiyor. Bu siyasal uzamın ideolojik parametreleri de artık açık ve seçik resmen korporatist tanımlara uyuyor ve korporatist kurumlar, yasalar ve uygulamalar artarak sürüyor.” Buna şimdi bir cümle bir soru cümlesi daha ekliyorum: 12 Eylül rejiminin faşizan korporatizmi ile bugünkü (1989) ana muhalefetin Altı Okçu solidarist korporatizmi, bu incelemenin tezini doğrulayan tam bir “ulusal dayanışma” (“millî tesanüt’7′nasyonal solidarizm”) tablosu oluşturmuyor mu?
Bazılarına belki ilk bakışta hayli toptancı ve kestirmeci gelebilecek bu nitelemelerin teorik gerekçeleri ve teknik tanımları ilerideki sayfalardadır. Ben, yerleşmiş yanlış klişeler ve analitik olmayan, öznel, duygusal, hatta sıfatlar kullanılarak yapılağelen siyasal çözümlemeler yerine, teknik terimlerle ve teorik düzeyde yürütülecek bir tartışma zemininin oluşmasına katkıda bulunmaya çalışıyorum. Alt ve orta soyutlama ve çözümleme düzeylerinde bakıldığında Türkiye’de çok farklı, hatta karşıt, görülen/sanılan bazı akımların/grupların, daha yüksek bir soyutlama planında incelendiğinde çok daha temel ortaklıkları olabileceğini hatırlatmayı deniyorum. Kısacası, Türk siyasal yaşamı ve söylemindeki sürekliliği ve durağanlığı anlamak ve aşmak isteyeceklerin kafalarını, bu korporatist şemsiyenin altından çıkarmaları gerekir diye düşünüyorum. Çünkü solidarist “Siyasal Kemalizm” içerecek her “sol” hareket de, teorikmantıksal olarak korporatizmin iki alttüründen birinin kimi özelliklerini şu ya da bu derecede taşımaktan kaçınamayacak; güçlü bir içtutarlılıktan yoksun kalacaktır.
Bu kitabın yapısı ve sınırları hakkında da birkaç söz söylemek istiyorum. Kitap, esas olarak Ziya Gökalp’in düşünce sistemi üzerinedir ama, bu düşüncenin ardalanında duran İttihatçılar’a, Jön Türkler’e, 1. ve 2. Meşrutiyet’lere, hatta Tanzimat’a (özellikle I., II., III., bölümlerde) ve bu düşüncenin uzantıları ya da çeşitlemeleri olan Kemalizm ile (tüm metin boyunca) Cumhuriyet döneminin çeşitli akımlarına (özellikle VIII. bölümde) göndermeler yapılmaktadır. Bunlar, adı üstünde, “gönderme”dir; kendi içlerinde yeterli olma iddiası elbette taşımamaktadır. Ne denli isabetli olduklarına ise okuyucu karar verecektir.
Kitap, Ziya Gökalp’in düşünce “sistemi” üzerinedir, tüm görüşleri üstüne değil. Örneğin, Gökalp’in edebî yapıtları, tarihî araştırmaları, ya da dar sosyolojik konulardaki görüşleri, incelemenin kapsamına dahil değildir. Bunlar da belli ölçüde gözden geçirilmiş ve sistemine ilişkin ipuçları veriyorsa dikkate alınmıştır ama, kitapta asıl üzerinde durulan ve sunulan, onun genel sosyalsiyasal felsefesi ve siyaset teorisidir. Gökalp’in bu bakımdan önemli ve temsilci yapıtları yeterli biçimde elden geçirilmeye çalışılmıştır. Tabii, incelemenin kimi yorumlarını herhangi bir ölçüde düzeltmeyi gerektirecek, atlanmış kaynaklara işaret edebileceklere ancak teşekkür borcum doğar.
Ziya Gökalp’in milliyetçiliği üzerinde çok durulur. Oysa, bu onun düşünce sisteminin yalnızca bir parçasıdır; asıl önemli olan genel siyaset teorisidir. Nitekim Gökalp’in “Kültürel Türkçülüğü”, bu incelemede ait olduğu sınırlı yere oturtulmuştur. Gökalp’in en yanlış bilinen ya da çarpıtılmış yönlerinden biridir milliyetçiliği. Olgunluk çağında iyice törpülenen “mefkûrevî” Turancılığı (bkz. IV. Bölüm, 2. Başlık) vurgulanmış (sağda övgüyle, “soF’da yergiyle), ama onun kesinlikle “ırk”a ve “dünya hâkimiyeti”ne dayanmayan, çok net biçimde dil ve kültür esasına dayalı, ulusların eşitliğine inanan (bkz. “Millî Demokrasi ve Uluslararası Barış” bölümü) kültürel milliyetçiliği gözardı edilmiştir. Kaldı ki Gökalp’in sistemindeki belirleyici öğeler, ırkçı bir milliyetçiliğe izin vermez. Onun milliyetçiliği; bırakın “ırk hıfzıssıhhası” ve “savaşçılıktan söz eden MHP’nin kökeni olan 1940′ların IrkçıTurancı hareketinin faşist milliyetçiliğini, marşında “Dünyaya hâkim olmak isteriz” diyen Türk Ocakları milliyetçiliğinden ve ör…