Roman özetleri

Fedakar Arkadaşlar

fedakar-arkadaslar-oguz-selim-yazici-ozlem-yayineviDoğup, büyüdükleri topraklarda geçinemeyip, ekmek parası için büyük şehirlere göç edenler…

Bedenleri gurbette, akılları doğup büyüdükleri topraklarda kalan insanların her fırsatta baba ocağına dönmeleri… Hasat mevsimlerinde köy yerinde, bayram tadında hasret gidermeler… Gurbette doğan çocukların, yaz tatillerinde anne ve babalarıyla memleketlerine giderek kopmaz bağlılıklarını sürdürmeleri…

Yaşamını tarım işçisi olarak sürdüren, konar göçer aile ve çocuklarının; fındık, pamuk, zeytin … toplama mevsiminde gittikleri yerlere; bir taraftan emek koyarken, diğer taraftan; Mehmet, Abdullah, Rıza, Hazal, Atama, Metehan, Zeynep, Sude…gibi insanlarla tanışma, yeni dost ve arkadaşlık edinmeleri; ekmeklerini, acılarını, sevinçlerini bölüşmeleri anlatılıyor…

***

ÖNSÖZ

Güzel ülkemizin güzel insanları doğdukları, büyüdükleri, eğitim aldıkları yerlerde geçinemeyip, kendilerine ekmek parası kazanmalarını sağlayacak büyük şehirlere göçtüler. Bedenleri gurbette akılları doğup büyüdükleri topraklarda kalan insanlarımız. Karadeniz göç yaşayan bölgelerimizin başında geliyor. Başta İstanbul olmak üzere yaşanan göç, bölgesinden kopamayan insanların her fırsatta topraklarına dönmesi, hasat mevsimlerinde köylerinde bayramlar tadında hasret gidermelerin yaşanmasına sebep oluyor. Gurbette doğan çocuklarda anne ve babalarıyla gelip gittikleri bu topraklara bağlılıklarını sürdürüyorlar.

Tarım işçisi olarak hayatını sürdüren insanlarımız da fındık zamanında fındıkçı, pamuk zamanında pamukçu, zeytin zamanında zeytinci olarak çalışıyorlar. Gittikleri her bölgede emeklerini ortaya koyarak üretilen ürünlerde emek sarf ediyorlar. Mehmet, Abdullah, Rıza, Hazal; Ataman öğretmen, Metehan, Zeynep, Sude gibi insanlarla tanışıp dost oluyorlar. Ekmeklerini acılarını, sevinçlerini bölüşebiliyorlar. Tüm insanların kardeş olması, paylaşmasını bilen, seven sevilen insanlar olması dileklerimle…

ATAMAN ÖĞRETMEN

Köyün içinden geçen yolun kenarında fındık bahçelerinin içi çadır yara çadıra benzetilmeye çalışılan bezden kaplama barınaklarla dolmuştu. Hemen hemen evlere yakın her bahçenin boş kısımlarında bu görüntüleri görmek mümkündü. Kadınlar, erkekler, çocuklar hatta köpeğini tavuğunu getirenlerle bir köy oluşmuştu.

Köyün içinde bu yerleşimi oluşturan fındık işçileriydi. Köye fındık bahçelerinde çalışmak, en çok bir ay sürecek bir hasat mevsiminde ekmek parası kazanmak için oradaydılar. Bir çoğu geçen yılda gelmişlerdi. Köylüler genelde bir önceki yıldan memnun kaldıkları işçileri bırakmazlar, yeni hasat mevsiminde de onlarla çalışmak isterlerdi. Geçen yıldan tanıdık olanlar hiç yabancılık çekmemiş, köylülerle aralarında dostluklar kurulmuş, sevgi bağları oluşmuştu. Yeni gelenlere önceden gelen işçiler yol gösteriyor, onların güven içinde çalışabileceklerini, iyi insanlar olduklarını anlatıp duruyorlardı. Bazıları bir önceki yıldan bildikleri bahçelere bakıyor, fındık nasıl, para ediyor mu? Sohbetleri yapıyorlardı. Konuksever köylüler fındık toplatacakları misafirlerine yemek getiriyor, yakacak alabilecekleri yerleri gösteriyorlardı. Tarım işçileri de hemen ateşlerini yakmışlar yufka kokusunu köyün içlerine salmışlardı.

Çadırını kuran, yemeğini, yatağını ayarlayan bir sonraki gün bahçenin yolunu tutuyordu. Eli iş tutan, elinden iş gelen tam insanlar bir şeyler yapıyorlardı. Çuval getiriyorlar, harmana fındık taşıyorlar, fındık seriyorlardı. Fındık toplamaya gücü yetmeyen küçükler ve işçilerin gelirken beraberlerinde getirmek zorunda oldukları küçük bebekler çadırlarının yanında kalıyor, kendilerine oyunlar icat ederek oynuyorlardı. Onların başında da bahçede fındık toplayamayacak yaşlı kadınlar bulunuyordu. Bu yaşlı anneler aslında çok büyük işler yapıyorlardı. Küçüklere göz kulak olurken aynı zamanda da yufka açıp ekmek üretiyorlar, yemek yapıyorlardı. Çocuklar oyun oynuyorlar, meyve ağaçlarının altından düşen meyveleri topluyorlar, arada birde kavga ediyorlardı. Bu kavgaları ayırmak, sonlandırmak ta yine nöbetçi anneye düşüyordu. Çocukları ayırırken sesli sesli söylenmeyi de ihmal etmiyor:

-Ağanın fındık bahçelerini mi bölüşemediniz? Nedir derdiniz? Diye söylenip duruyordu.

Çocuklar niye dövüş ettiklerini hemen unutup yeni bir oyuna dalıyorlar, oyunlar bozulup, oyunlar kuruluyordu. Esnek fındık dallarından ok yapmışlar, kim uzağa atabilir diye iddialaşıyorlardı. Köyün bahçeye gitmeyen çocukları da düşünüldüğünde sayıları oldukça fazla bir çocuk grubu oluşuyordu. Bahçelerde odun, sopa boldu. Sopaları bahçelerden at yaparak eve getiriyorlar, kimin atı hızlı gidiyor diye yarışırken, nöbetçi annenin de ocağının altı getirilen odunlardan hiç sönmüyordu. Koşmaktan yorulduklarında en güzel oyun ise okulculuk oynamaktı. Okuma-yazma bilenler öğretmen oluyorlar, diğer küçükler ise öğretmenlerini dinleyen öğrenciler. Buldukları çöplerden toprağın üzerine şekiller çiziliyor, yazılar yazılıyordu. En güzel ders ise müzikti. Farklı yörelerin çocukları kendi yörelerinin türkülerini söylüyorlar, müzik dersi şölene dönüşüyordu. Kendi aralarında hemen koro düzenine geçiyorlar, büyük çocuklardan birisi koroyu yönetiyordu. Şarkıları karışık söylerken fındık işçilerinin çocukları Karadeniz şarkıları, Karadeniz çocukları da Doğu Anadolu şarkıları öğrenmiş oluyordu. Öğretmen çocuk öğretmeninden ne gördüyse aynısını diğer çocuklara uyguluyordu. Yazamayanlara:

-Benim ellerimi takip et, böyle yazacaksın, kalemi böyle tutacaksın.

Gibi talimatlar yağdırıyordu. Tabi ki “aferin” deyip yıldız atmalarda vardı. Yaramazlık yapan çocuklara da talimatlar sertti:

-Sessiz durmazsan bir daha okula gelemezsin. Küçükler bu talimatları ciddiye alıp, oyundan ayrı kalmamak adına hiç seslerini çıkarmadan bu “yaz okuluna” uyum sağlamaya çalışıyorlardı. En verimli ders ise matematikti. Çocuklar zaten saymayı oyunların içinde öğrenmişlerdi. Şimdi matematik dersinde fındıklarla toplamalar, saymalar, çıkarmalar yapıyorlardı. Öğretmen yanlış yapmayanlara fındık veriyordu. Eğlenceli öğreti dolu oyunlar sürüp giderken bir süre sonra çocuklarda öğretmende sıkılıyordu. Fındık toplamak için kullanılan boş tenekelerden birisine vurarak zili çalıyor okulu bitiriyordu. Yarın gelirken beslenmenizi getirin, ödevlerinizi yapın, temiz gelin diye uyarılarını sıralıyordu. Sonrasında gerçek okuldan dağılırcasına bağrışmalar eşliğinde çadırlara doğru bir koşuşturma gidiyordu. Köyün çocukları ile işçilerin çocukları direk nöbetçi annenin yanına koşuyorlar, sacın üzerinde sıcak yufkaların içine peynirleri sararak yiyorlardı. Misafir çocuklar onlara dürüm nasıl yapılır, yufka nasıl sarılır gösteriyorlardı.

Orta yaşlı, bahçeye gitmeyi pek sevmeyen, harmanda fındık bekleyen bir adam, hem elindeki kitabı okuyor, hem de çocukların oyunlarının her aşamasını izliyordu. Harmanın başında iki katlı evlerinin alt katına işçileri yerleştiren, balkonundan kitap okuyarak çocukları izleyerek vaktini geçiren bu adam, çocukların oynamalarında ki heyecanı takip ediyor, zaman zaman notlar tutuyor, öğretmenin ders işleyişine gülümsemeler atıyordu.

Related Articles

Silahlara Veda – Ernest HEMINGWAY

admin

Balkan Acısı Kitap İncelemesi

Geliş – Ted Chiang

admin