Roman özetleri

Robinson Crusoe Kısa Özeti | Konusu | Karakter

Daniel Defoe: (1660-1731)
Altmış yaşında, onu İngiliz Edebiyatının ilk roman yazarı olarak kabul ettiren, Robinson Cruose’yu yazana kadar, bir

tüccar, ekonomist, gazeteci ve ajan olarak çalışmıştır. 1695’e kadar Daniel Foe ismini kullanmıştır. 1666’da “Büyük Londra Yangınına” ve “vebasına” tanık olmuştur. Çılgın bir seyyah olan Defoe, Fransa, İspanya, Birleşik Krallığın(United Kingdom) altındaki ülkeleri ve ötelerini dolaşmış, ve son nefesine kadar da maceracı bir seyyah olarak kalmıştır.1671’de Dorking’te ilk temel eğitimini almış daha sonra Angilikan klisesinden ayrılıp kendi yollarını çizen protestanlara bağlı, Newington Green’de, Marton Muhalif Akademisi’ne katılarak bir presbiteryen papazı olma yolunda ilerlemiştir.

Maceracı bir adam olan Defoe, 1685’te çıkan Monmouth Dük’ü Ayaklanmasında çarpışmış, ve üç yıl sonra da Onur İhtilali(Glorious Revolution) adı altında Orange’li William tarafından yürütülen devrim hareketinde, William’ın fanatik bir destekçisi olmuştur. Ortalığın bu tür ihtilal ve isyanlarla çalkandığı dönemlerde Defoe, politik yazılar kaleme almaya başlar. İlk ve en önemli nesir çalışmalarından birisi, “An Essay upon Projects” -Tasarılar Üzerine bir Deneme-(1697)’dir.

Defoe’nun adı çıkmış ve ironik olan bir risalesi de “The Shortest Way with Dissenters” -Muhalif Olmanın Kestirme Yolu- (1702)’dir. Bu risale yüzünden önce meydanda boyunduruğa vurulur (pillory) ardından Londra’da, Newgate Hapishanesine kapatılır. Tory papazı(presbiteryen) Robert Harley’in araya girmesiyle serbest bırakılmış, akabinde on bir yıl boyunca gizli bir ajan ve politika gazetecisi olarak, Harley ve diğer presbiteryen papazlar için çalışmıştır.

Bu yıllar zarfında, hükümet taraftarı “The Review” -Eleştiri-yi yazmıştır.(1713)

Hayatı boyunca aktif rollerde oynamış, sürekli saf değiştirmiş, bu sayede iyi bir ajan olmuş, ve bu işten zevk almıştır. Yazılarında genellikle müstear isim kullanmış, başka kişilikler altında kalem oynatmıştır. Üretken ve çok yönlü bir yazar olarak, beş yüzün üzerinde kitap, risale ve gazetelerde, politika, suç, din, coğrafya, evlilik, pisikoloji ve metafizik üzerine bir çok yazı kaleme almıştır.

Kurgu türüne hayatının son dönemlerinde yönelmiş ve ilk romanı Robinson Crusoe’yu yazmıştır. Kitap 1719’a kadar yayınlanmamıştır.

Moll Flanders ve A Journal of the Plague Year and Roxana, (Roxana ve Salgın Yılı Güncesi), Robinson Crusoe’dan sonra gelen başlıca eserleridir.

1731’de “beyin yorgunluğundan” (a lethargy) ölmüş ve Londra’da Bunhill Tarlalarına gömülmüştür.

Robinson Crusoe

Robinson Crusoe, Defoe’nun altmış yaşında kaleme aldığı ilk romanıdır. Aynı zamanda yukarıda belirttiğimiz gibi İngiliz Edebiyatında yazılan ilk roman olarak kabul edilir. Her ne kadar, 17. yüzyıl, Restorasyon Döneminin Dryden ile birlikte en iyi nesir yazarı olan John Bunyan(1628-1688)’in kaleme aldığı “The Pilgrim’s Progress”(Hacı’nın Terakkisi) bazı eleştirmen ve tarihçiler tarafından yazılan ilk roman olarak kabul edilse de, ekseriyet Robinson Crusoe üzerinde mutabıkdır. Bunyan’ın çalışması daha çok gelecek İngiliz Romanının müjdecisi olarak kabul edilmiştir. Robinson Crusoe, yazılan ilk İngiliz romanı olarak kabul edilmekle birlikte, Henry Fielding getirdiği realist açılımla , İngiliz romanının babası olarak kabul edilmiştir.

Güçlü bir hayal gücünün ürünü olarak, yayınlanır yayınlanmaz çok popüler bir kitap olan Robinson Crusoe, bu popülerliğini hâlâ korumaktadır. Meşhur İngiliz nesir yazarı, Charles Lamb, “Defoe’nun anlatım tavrında, diğer roman ve romans yazarlarının ötesinde bir doğallık vardır” der.

Daniel Defoe’nun Robinson Crusoe’yu yazarken aynı zamanda kurgu janrasında ilk defa İngiliz Sömürgeciliğine dolaylı yoldan gönderme yaptığına değinilir. Mesela köle ve kölecilik, Defoe’da şerir, erdem dışı, immoral bir şey olmak yerine, normal, doğru bir şey olarak karşımıza çıkar. Roman kahramanı Robinson, adada yamyamlardan ya da caniballardan kurtardığı siyah yerliyi, (ki sonra onu Friday yani Cuma olarak adlandırır) bir arkadaş, bir dost değil de bir köle olarak seçer, Friday’in efendisi olur. Kendisinde doğuştan böyle bir erk hakkı görerek, siyah adamı dolaylı olarak kendisinden daha aşağı görmesi ve köle yapması İngiliz mandalitesini bir projektör gibi yansıtır.

Friday’in hayatına girmesinden önce Robinson, kendisini adanın tek, mutlak efendisi olarak görür, ve yıllar geçtikçe bundan zevkte almaya başlar. Robinson’da hükmetme ve yönetme duygusu örtük olarak fetişleşir. Defoe’nun, Robinson’u ikinci gemi kazası gerçekleşmeden önce çeşitli maceralara sürüklemesi ve episodlar halinde gelişen gerilimlerden sonra Brezilya sahillerinde belli bir süre ikamet etmesi, ve orada tütün yetiştirmeye başlamasından kısa bir süre sonra, diğer çiftçilere Afrika Sahillerine giderek, köle avlamayı böylece kısa sürede daha hızlı üretim yaparak, kestirmeden zengin olma teklifini sunar. Yani Defoe için köle ticareti, insanların hayatına taarruz etme, illegal olarak özgürlüklerini ellerinden alıp topraklarından, köklerinden koparma çok doğal, batı insanı için çok olağan, sıradan bir şeydir. Bu da Daniel Defoe düşüncesinde İngilizleri ve diğer avrupa insanının karakterini yansıtır. Zira Brezilya’da tütün ticareti yapanlar arasında, Speniardlar, Hollanda’lı ve diğer Avrupalı tüccarlarda vardır. Ve Robinson’un Afrika Sahillerinde köle avlama teklifini onaylarlar.

Ayrıca kendisinden önce Christopher Marlowe ve William Shakespeare’in Türkleri (Türk batı litaratüründe genellikle “Müslüman Doğulu” anlamına gelir) kötülemesi gibi (Türk ve Türklük için bknz: Christopher Marlowe: Doctor Faustus, Shakespeare: Othello, v.s.) Defoe’da, Robinson Crusoe’da Türk imajını korsan olarak tekrar karşımıza çıkarır. Türkler denizlerde bir korku tufanı yaratmakta ve Avrupalı gemiler için bir tehlike oluşturmaktadır. Nitekim bir Türk korsan gemisi tarafından esir alınan Robinson Crusoe, belli bir süre korsanların arasında yaşar, içlerinden Şükrü(Xury) adında bir esirle dost olur ki Xury’de aslında bir Türktür. Yani romanda Türk, işgal eden, başkalarının hayatına tecavüz eden, zorla ele geçiren, emek sarfetmeyen, barbar olan, kötü bir şeydir Defoe’ya göre. Ama aynı Defoe, yine kendi şaheseri Robinson Crusoe’da İngiliz Sömürgeciliğini, siyahları aşağılamayı, Hristiyan ve batılı olmayanları, siyahları beyaz adamdan küçük görmeyi ve köle ticaretini onaylarken doğal, haklı bir şeyi yaptığına inanır. Bunlar Defoe’da obsesivleşen(saplantı) şeylerdir.

Marxist Eleştiri üsûlûnü izleyen eleştirmenler için Robinson Crusoe sürekli tartışılan bir kitap olmuştur. Özellikle Robinson’un adayı sahiplenmesi, kendisini onun kralı olarak ilan etmesi, sömürgeciliğe yeşil ışık yakması, İngiliz sömürgeciliğini ilk kez edebiyatta konfirme ederek sunması, Marxist eleştirmenler için bir pre-kapitalizmdir.

Romanı, orjinal metninden okudum. Çocukken Türkçe çevirisini de okumuştum. Fakat zorla bitirdiğim, sıkılarak okuduğum romanlardandır. Daniel Defoe, kitapta gereğinden fazla detaylı betimlemelere, tanımlamalara girer. Nesneleri ve episodları aşırı bunaltıcı şekilde detaylandırarak anlatması, Fransız Romanındaki detaycılıktan daha aşırıdır. Belli bir süre sonra uzun cümlelerden, ayrıntılandırmalardan sıkılırsınız. Didaktik bir romandır.

Daniel Defoe’nun romanı yazmasında ki diğer bir etki, romanın yazılmasından birkaç sene önce Alexandre Shelkik isminde bir İngiliz’in Brezilya açıklarında gemisinin batmasıdır. Bora’dan ve gemi kazasından kurtulan tek kişi olarak Shelkik, bir adada, takriben beş seneye yakın mahsur kalması ve akabinde bir ticaret gemisi tarafından farkedilip, kurtarılarak Londra’ya geri getirilmesi neticesinde Defoe, Shelkik’le tanışarak bir mülakat yapar. Ardından Robinson Crusoe’yu yazmaya karar verir.

Daniel Defoe ve Robinson Crusoe üzerine daha detaylı bilgi ya da akademik çalışma yapmak isteyenler şu kaynaklardan istifade edebilirler:

– Paul Bachsheider, Defoe (1989),
– P. Earle, The World of Defoe (1977),
– Frank Ellis, Twentieth-Century İnterpretations of Robinson Crusoe (1969),
– M. E. Novak, Realism, Myth and History in Defoe’s Fiction (1983),
– Pat Rogers, Defoe: The Critical Heritage (1972)
– Pat Rogers, Robinson Crusoe (1979)…

* “Bugün sevdiğimizden yarın nefret ediyoruz; bugün aradığımızdan yarın sakınıyoruz; bugün arzuladığımızdan yarın korkuyoruz; hem de korkularımızdan titriyoruz.” (Robinson Crusoe, by Daniel Defoe, sayfa 154, Penguin Popular Classics)

 

Romanın Başlıca Karakterleri

Robinson Crusoe: Kaza sonucu geldiği kimsesiz bir adada, kendine duyduğu güvenle yaşayan denizci.
Friday (Cuma): Vahşi yerli, yamyam. Robinson’un eğiterek kendisine arkadaş yaptığı, sadık dostu…

ROBİNSON CRUSOE (Kitabın konusu, eleştirisi)

Kitaba adını da veren Robinson Crusoe, serüven düşkünü bir denizcidir. Bu özelliği ona soluk kesen pek çok olay yaşatır. Yaşanan bu olaylar o denli çekicidir ki, yüzyıllardan beri severek okuna gelmektedir.

Robinson Crusoe’ya babasının gösterdiği büyük özen, onu serüven düşkünü olmaktan alıkoyamaz. Oysa babası onun bir avukat olmasını ister. Robinson on dokuz yaşındadır. 1 Eylül 1651’de, Hull adındaki liman kasabasından, Londra’ya gidecek bir gemiye binmeye karar verir. Gemi limandan ayrılır ayrılmaz, büyük bir fırtına çıkar. Crusoe, korkar, sarsıntıdan başı döner, hastalanır, sağ salim bir limana varırsak, anne babasının sözünden çıkmayacağını söyler. Fırtına geçer, açık denizde gemi süzülürken ve karaya çıkınca hastalığını da, kendine verdiği bu sözü de unutur. İyileşir iyileşmez, yine deniz onu çekmeye başlar. Bu kez Afrika’ya mal götüren bir gemiye biner, orada çalışmaya başlar. Gemi yolda Faslı korsanların hücumuna uğrar. Gemide bulunanlar tutsak edilir. Robinson da bir köle olarak satılır. Ama her şeyi göze alıp bir kayıkla kaçar. Bir süre sonra Portekiz şilebi tarafından kurtarılır. Orada, şeker kamışı tarımı yapmaya çalışır. Bunu daha çok kişiyle yaparsa, geliri artacak, buna göre yapması gereken işlere para ayırabilecektir. Bunun için de kölelere ihtiyacı olan başka bir üreticiyle Afrika’ya gidip köle getirmeye karar verir. Ne var ki Güney Afrika’nın kuzeydoğu köşesinde bilinmeyen bir ada açığında gemileri batar. Robinson’dan başka herkes ölür.

Dalgalar onu bu bilinmeyen adaya sürükler. Yanında, bıçağından, piposundan ve bir miktar tütününden başka hiçbir şey yoktur. Geminin tamamen batmamış olması Robinson’u sevindirir. Ertesi gün deniz durgunlaşınca, yüzerek gemiye gider ve kendisi için gerekli şeyleri adaya getirir. Çok sayıda eşya batmamıştır. Önce, gemi ile ada arasında kullanabileceği kaba bir sal yapar. On beş gün gidip gelip gemide bulduğu her şeyi getirmeye çalışır. Gemideki tüm yiyecek içecek, silah, barut, içki, giysi gibi şeyleri kıyıya taşır.. Bu arada 36 İngiliz altını da getirdiği değerli şeyler arasındadır. Bu ıssız adada bu altınların hiçbir yararı olmayacaktır, ama yine de alır, hayatta kaldığı için de Tanrıya şükreder. Adada yaşayabileceğine inanır. Başından geçenleri de günü gününe yazmaya karar verir.

Olayın vahşetinden kurtulduktan sonra, kıyıya yakın bir kır evi yapmaya başlar. Yiyecek ve giyecek için de adadaki yaban keçilerini avlar. Etlerini yer, derilerini kullanmak için kurutur. Gemiden getirdiği arpa ve mısın eker. Ancak yanlış ekmiştir, boşa gider. Yağmur sularını biriktirmek için küp yapmanın zorluğunu görür, buna canı sıkılır. Öte yandan büyük bir sedir ağacından kayık yapamadığına üzülür. Yaptıktan sonra da onu sahile götüremediğine…Çünkü yakın adalara gitmeyi düşünmektedir.

Sonunda buğday ekmesini, keçileri uysallaştırıp beslemesini öğrenir. Adada hiçbir insan görmemesine rağmen kırevini sağlamlaştırır. On iki yıl geçer. Bir gün, şaşkınlık yaratan bir olayla karşılaşır: Sahilde insan ayağına benzeyen izlere rastlar. Kimin izi olduğunu bulmak için yakındaki bir mağaraya saklanır, sahili gözlemeye çalışır. Çevredeki mağaraları yıllarca araştırır. Adadaki süre yirmi iki yıl geçmiştir ki Robinson, bu kez ayak izlerini gördüğü sahilde, bu kez insan kemikleri ve parçalanmış insan organları görür. Güney Amerika kıtasındaki yamyamların savaş tutsaklarıyla buraya geldiklerini ve onları öldürdükten sonra yediklerim sanır. Durumdan korkar, dehşete kapılır. Buraya yemden geldikleri zaman ne yapacağım düşünür, onlara saldırıp öldürmekten başka çıkar yol yoktur. Bir mağarayı küçük bir kale haline getirir. Ve bir gün, çevreyi gözetlerken, otuz kadar vahşinin, bir ateş önünde, tiksindirici bir şekilde dans ettiklerini görür. Robinson, dolu iki silahı ve bir kılıcıyla yamyamların üzerine saldırır. Ama onlar tutsaklardan birini pişirmiş, diğerini öldürmeye hazırlanmaktadır. Robinson, birçok yamyamı öldürür, diğerleri de, kölelerden birini bırakarak kaçarlar. Yirmi dört yıl tek başına yaşadıktan sonra, Robinson’un artık bir arkadaşı vardır.

Aslında Robinson’un kurtardığı adam da bir yamyamdır. Onu Cuma günü kurtardığı için adına Friday (“Cuma”) der. Robinson onu kırevine götürür, önce, böyle ilkel bir gelenekten kurtulmasını öğretir. Zeki biri olan Cuma, Robinson’un öğretmeye çalıştığı İngilizceyi kavramaya çakşır. Daha sonra da kendi yaşadığı adada on yedi beyazın köle olarak tutulduğunu Robinson’a söyler. Bu kez ikisi el ele verip sağlam bir kano (kayık) yaparlar. Tam denize açılacakken, üç kano dolusu vahşi, üç köleyi adaya getirirler. Kölelerden biri beyazdır. Robinson ve Cuma, ellerindeki ateşli silahlarla vahşilere saldırırlar, yirmi bir vahşinin dördü hariç hepsini öldürür, iki köleyi kurtarırlar. Ne gariptir ki, kurtarılan kölelerden biri Cuma’nın babasıdır. Baba ve oğulun kucaklaşması büyük sevinç yaratır.

Kurtardıkları beyaz adam Robinson’un yıllarca önce parçalandığını gördüğü bir gemide bulunan yaşlı İspanyol’dur. Robinson, bu İspanyolu, Cuma’nın babasıyla beyazlan kurtarmaları için yaptıkları kanoyla adaya gönderir. Bu arada, adalarının biraz ilerisinde bir İngiliz gemisi görünür. Geminin kaptanı, iki gemiciyle birlikte, isyankâr tayfalar tarafından sahile gönderilir. Robinson ve Cuma, onlara gemilerini yeniden ele geçirmeleri için yardım ederler. İsyan bastırılır. Geminin yönetimi yeniden kaptana geçer. Artık Robinson’a kurtuluş yolu açılır. İsyancı tayfalar, İngiltere’ye dönüp asılmaktansa, Robinson’un adasında kalmayı seçerler. Tayfalar adada bırakılır. İspanyolun ve Cuma’nın babasının Cuma’nın adasındaki tutsakları kurtardığım öğrenen Robinson, bir gün onları ziyaret etmeyi düşünür. Ama önce, otuz iki yıl sonra Cuma ile birlikte İngiltere’ye döner.

Robinson, heyecanlıdır. Zengin bir adamdır. Batık İspanyol gemisinden aldığı altınlardan başka, Portekizli kaptan, onun Portekiz’deki tarlasını da ekip biçer ve ona 10.000 İngiliz altını verir. Anne babasının yaşadığı Yorkshire’a gider, onların öldüğünü öğrenir. Kendisine bıraktıkları parayı alır. İngiltere’ye döner. Evlenir. Çocukları olur. Karısı ölünce, adasının durumunu görmek merakıyla denize açılır.

Related Articles

Bedoş

admin

Yakup Kadri'nin Ankara Romanının Özeti

admin

Gül ve Haç Kardeşliği Kitap Özeti