KİTABIN TANITIMI:
Urlada üç yıl yatağında sılasını yaşadı. Baktığı yerden gözlerini ayırmadan sık sık dalar giderdi.
Arada, kendini tutamadığı sıralarda, “Ah, Florinayı bırakmayacaktım, Florinada ölecektim!” dedikçe, artık gölgelenmeye başlayan bakışlarında, cins atlar gibi, geniş sağrılı dik omuzlu dağlarının izdüşümleriyle Makedonya göklerinin ışığı yansır, yüzü bulutlardan sıyrılmış gibi aydınlanırdı.
ÖN OKUMA:
Evimiz dere boyundaydı. Kış ayları, baharlarda, evin içinde,avluda dolaşırken dışarda akan derenin sesini duyardık. Kalın biçilmiş ağaçtan aşı boyalı çift kanatlı avlu kapısı açıldıkça, sokağınöbür yanında, derenin diz boyu yüksekliğindeki setini, iki kıyısında boy atan kavak ağaçlarını görürdük. Derenin tahta köprülerinden biri evimizin dört beş adım yukarısındaydı. Köprüyü geçince hemenkarşıda mahallenin fırını, fırının az ötesinde de Kurşunlu Camisivardı. Cami ile fırın yöresinde, çatılarının kararmış kiremitleri, tahta pancurlu, kafesli, içlerinde fesleğen, sardunya saksıları dizili küçük pencereleri ile bağdadî yapılı, kireçle badanalanmış Müslümanevleri sıralanırdı.
Florina, Psoderi dağının eteklerinden inen derin bir koyağınağzında, ovaya karıştığı yerde kalır. Dere, koyağın dibinden akar,iki yanında yayılan bağlar, mısır tarlaları, elma, armut, vişne bahçeleri arasında yatağını gittikçe genişletip derinleştirerek Florina’ya varır. Kasabanın dere yönünden girişinde, dağınık,tek katlı beş on Çingene damı vardı. Sonra sık bir kavaklık gelir,sonra da daracık sokakları ile Müslüman mahallesi başlardı. Dere,Florina’nın içinde, taşkınlara karşı taştan örülmüş iki yanında ikiyüksek set arasında, yüz yüz elli adım arayla kasabanın iki yakasını birbirine bağlayan küçük küçük köprüleri geride bırakarak akar,aşağıda Rum mahallesinin altında, kemerli sağlam bir taş köprüyügeçerek ovanın düzüne ulaşırdı. Derenin iki yanında yükselentepelerin sırtları alabildiğine gür çam, meşe koruluklarıylaörtülüydü. Koyağın, sağda, evimizin karşısına düşen sırtlarını,yumruğu sıkılı uzatılmış yatan kocaman bir kola benzetirdim.Psoderi eteklerinden uzayıp gelir, sonunda sıkılmış bir yumruk gibi büyüyüp dikleşen bir tepe ile taş köprünün gerisinde ovaya inerdi.Soldaki tepe ise eteklerinde Florina ile yayılır, dereye varmadandüzleşerek ova ile birleşirdi.
İstasyon, çarşı, lokantalar, oteller, resmi yapılar, kasabanınalanı, hep aşağıda Rum mahallesinde kalırdı. Rum evleriçoğunlukla iki bazen de üç katlı taş yapılardı, ikinci katta, sokağa bakan demir parmaklıklı mermer döşeli balkonları vardı. Dökme ileçubuk demirden nakışlarla süslü demir kasnaklı kapıları, demir çerçeveli kalın saçtan pencere pancurları yağlıboya ile boyalıydı.Boyaları sık sık yenilenirdi. Balkonlarında, pencere içlerinde çeşitliçiçek saksıları diziliydi.
Evimiz, çarşıdan gelirken Rum mahallesinin sonundaMüslüman mahallesinin girişinde kalırdı. Bütün Müslüman evlerigibi bağdadî idi. Bitişiğindeki çift katlı, taş, Rum evi yanında yinede güzel duracak kadar uyumlu, gösterişli bir evdi. Avlu kapısındangirince solda selâmlık, sağda ahır vardı. Selâmlık iki katlıydı. Altkatta, bir hol, ayakyolu, bir oda. Üst katta, bir hol, bir kahve ocağıile iki oda. Ahır oldukça büyüktü. Babam at beslemeyi gösterişsayardı. Ona kalırsa bir atın göreceği işi sağlam bir eşek de görür,üstelik at kadar bakım, yem istemezdi. Hatırladığım kadarıyla bağına tarlasına gidip gelmek için hep eşek besledi. Evimize at,ancak ben yetiştikten sonra girdi. Ahır, buzağılarıyla birlikte ikiineğimizi, babamın eşeğini rahatça barındırırdı. Hayvanların başıüstünden kirişlerle iki kata ayrılmıştı. Ot balyaları, saman çuvalları,yem elekleri, harman aygıtları ikinci katta durur, küçük bir duvar merdi veniyle bu kata çıkılır inilirdi.
Harem avlunun gerisindeydi. Solunda tek kanatlı boyasız tahta bir kapıdan haremin gerisini kuşatan vişne bahçesine geçilirdi.
Haremde kapıdan girince alt katta, sağda oturma odası, soldamutfak, ikisi arasında geniş bir sofa ile bir koridorun ucundaayakyolu vardı. Mutfağa bitişik bir merdivenden üst kata çıkılırdı.Üst katta üç yatak odası ile arka duvarı baştan başa sergenlerle kaplıgeniş bir sofa…
Hatırladığım yıllarda ablalarım evlenmişlerdi. Üst kattakiodalardan büyüğü babamındı. Babam o odada yatar kalkar, Kur’anokur, ya da yazardı. Odası her zaman derli toplu yerleşikti. Bir kezolsun odasına girdiğimde yatağını yerde gördüğümü, ya da yerdeunutulmuş bir çorap, ona benzer bir şey kaldığını bilmem.
Öbür odalardan birinde benden küçük iki kız kardeşimle benyatardık. Üçüncü oda gelecek konuklarımız için hep tahta pancurları çengellenmiş, kapısı kapalı dururdu. Arada bir anam oodadan bir şey almaya girecek olursa, yarı açık kapısından lavantaçiçeği ile karışık çivitli suda yıkanmış minder örtülerinin kokusu gelirdi.
KİTABIN ÖZETİ:
Geçen yızyıl sonlarında yaygınlaşan ulusçuluk akımları, yüzyıllardır bir arada kardeşçe yaşayan Makedonyalıları dil, din ayrılıkları ile birbirine düşürür, kanlı bıçaklı eder. Buna karşılık Makedonya halkı tabanda eski dostluk, kardeşlik ilişkilerini sürdürür. Necati Cumalı, bu kitapta yer alan on bir öyküsünde bu insancıl yakınlığın yaşanmış örneklerini sergilemiştir.
…Urla`da üç yıl yatağında sılasını yaşadı. Baktığı yerden gözlerini ayırmadan sık sık dalar giderdi. Arada kendini tutamadığı sıralarda, “Ah, Florina`yı bırakmayacaktım, Florina`da ölecektim!” dedikçe, artık gölgelenmeye başlayan bakışlarında, cins atlar gibi, geniş sağrılı dik omuzlu dağlarının izdüşümleriyle Makedonya göklerinin ışığı yansır, yüzü bulutlardan sıyrılmış gibi aydınlanırdı…