BİR AŞK… İKİ BOŞANMA… BİR EVLİLİK..
Evliliğe küsmüş bir kadın ve bir erkeğin evliliğe giden yolda sıcak ve duygusal aşk hikâyesi
BÜTÜN DÜNYA ONU OKUDU, ONU KONUŞTU. 5 MİLYONDAN FAZLA SATIŞIYLA MİLYONLARI KENDİNE BAĞLAYAN YE, DUA ET, SEV KALDIĞI YERDEN DEVAM EDİYOR!
155 Haftadan fazla New York Times, Amazon ve
Barnes and Noble’ın çok satanlar listesinde 1 NUMARA
“Ye, Dua Et, Sev’i tüm kız arkadaşlarıma hediye ettim”
—Julia Roberts
Tüm dünyada bestseller olan Ye, Dua et, Sev kitabının sonunda Elizabeth Gilbert gönlünü, Brezilya’da doğmuş ama Avustralya vatandaşlığına sahip, tanıştıklarında Endonezya’da yaşamakta olan Felipe’ye kaptırmıştı. Sonsuz bir sadakatle birbirine bağlı bu çift, kötü sonuçlanan birer boşanmanın kurbanları olduğundan şartlar ne olursa olsun bir daha evlenmemek için yemin etmiştir. Ama kader, ağlarını örer ve Amerika’ya giriş yaptıkları bir anda Felipe’nin sınır dışı edilmesi planlarını altüst eder. Gilbert, ya evlenip Felipe’yi Amerika’ya getirecek ya da onu sonsuza kadar kaybedecektir.
Söz konusu evlilik olduğunda sadakat, özerklik, gelenek, sosyal beklentiler, eşleri bekleyen sorumluluklar ve en önemlisi boşanma riski göz ardı edilmemelidir. Gilbert’ın yazmış olduğu bu eser aşkın tüm karmaşıklığına ve sonuçlarına rağmen yaşanması gerektiğinin en güzel örneğidir.
“Gilbert gibi ilgi çekici bir tarza sahip bir yazar kolay bulunmuyor.”
New York Times
“Bu kitapta Goethe’den Oscar Wilde’a kadar herkesi bulabilirsiniz fakat en çok da Gilbert’in güçlü sesi aklınızda kalacak.”
Dallas Morning News
Zekice ve mütevazı, eğlenceli, sıcak ve cömert. İşte Ye, Dua Et, Evlen’in arkasındaki ses. Gilbert’in kitaplarının sonunda onu dostunuz gibi kabul ediyorsunuz. Tekrar Gilbert’la olmak bir zevk.
San Francisco Chronicle
Hindistan’da yolculuk ederken özellikle kutsal mekânlarda ve aşramlarda gerdanlarına boncuklar takmış pek çok insan görürsünüz. Ayrıca çıplak, sıska ve ürkütücü yogilerin (ya da bazen balıketli, nazik ve neşe saçan yogiler) boncuk takmış olduğu birçok eski fotoğraf da görürsünüz. Boncuktan yapılan bu kolyelere japa mala adı verilir. Bu kolyeler yüzyıllardır Hindistan’da dindar Hindu ve Budistlerin derin bir meditasyona odaklanmalarına yardımcı olması için kullanılmaktadır. Kolye bir elde tutulur, halka şekline getirilir ve mantranın her tekrar edilişinde boncuklardan birine dokunulur. Orta Çağ Haçlıları kutsal savaşlar için Doğu’ya giderlerken, bu japa mala’larla ibadet eden kimseleri gördüler, tekniklerine hayran kaldılar ve bu fikri tespih olarak Avrupa’ya taşıdılar.
Geleneksel japa mala 108 boncuktan oluşur. Doğulu filozofların en gizemli olanlarının arasında 108 sayısı en kutsal sayıdır. Bu üç basamaklı sayının rakamla rının toplamı dokuzu verir, ki bu da üç tane üçten oluşur. Ve tabii üç rakamı, Kutsal Üçlü’yü ya da basit bir bar sandalyesini inceleyen herhangi birinin de açıkça göreceği gibi en üstün dengeyi simgeler. Bu kitap benim denge arayışıma dair olduğundan, yapısını tıpkı bir japa mala’ya benzetme kararı aldım ve hikâyemi 108 parçaya ya da boncuğa böldüm. 108 kısa öykünün bütünüyse İtalya, Hindistan ve Endonezya’ya dair olmak üzere üçe ayrıldı. Bunlar, kendimi sorgulamam sırasında ziyaret ettiğim üç ayrı ülke. Bölümler de her bir kısımda 36 kısa öykü olduğu anlamına geliyor ve bu benim açımdan kişisel bir anlam taşıyor, çünkü bu kitabı otuz altı yaşımda yazıyorum.
Şimdi, bu numeroloji konusunda çok fazla Louis Farrakhan’laşmadan Önce, bütün bu hikâyeleri tıpkı bir japa mala gibi biçimlendirme fikrinden hoşlandığımı söyleyeyim; çünkü bu gerçekten de çok biçimli. Samimi bir ruhani sorgulama, metodik bir disiplinin sağlanması çabasıdır ve bu her zaman böyle olmuştur. Bu her şeyin, herkesin harcı olduğu çağda bile Doğru’yu arayış herkesin harcı değildir. Hem arayış içerisinde olan biri hem de bir yazar olarak, boncuklarla mümkün olduğunca çok vakit geçirmeyi, başarmaya çalıştığım şeye odaklanmam için faydalı buluyorum.
Her durumda, her bir japa mala’run, 108 boncuktan oluşan dengeli dairenin dışında, bir kolye ucu gibi sallanan, özel, ekstra bir boncuğu 109. boncuk olur. 109. boncuğun, hoş bir süveterde yer alan fazladan bir düğme ya da kraliyet ailesinin en genç oğlu gibi, acil durumlar için bir çeşit yedek parça olduğunu düşünürdüm. Ancak görünüşe göre ortada daha yüce bir amaç var. ibadet sırasında parmaklarınız bu boncuğa değdiğinde, meditasyona ara verip eğitmenlerinize şükranlarınızı sunuyorsunuz, işte bu yüzden burada, kendi 109. boncuğumda, ben daha başlamadan duruyorum. Bu yıl içerisinde, birçok ilginç biçimde karşıma
çıkan tüm eğitmenlerime teşekkürlerimi sunuyorum.
Fakat en özel teşekkürlerimi, şefkatin ta kendisi olan ve ben Hindistan’dayken aşramında çalışma iznini bana cömertçe sunan Guruma sunuyorum. Aynca bu noktada, Hindistan’daki deneyimlerimi dinsel bir eğitmen ya da herhangi birinin sözcüsü olarak değil, tamamıyla kendi bakış açımdan yazdığımı belirtmek isterim. Kitap boyunca Gurumun adını anmayacak oluşumun nedeni de budur, çünkü ben onun adına konuşamam. Onun öğretileri hakkında en iyi şekilde konuşacak olan yine kendileridir. Ben ne onun adını ne de aşramdaki mekânının yerini burada belirteceğim. Reklama ne ilgi duyan ne de bununla baş edebilecek kaynağa sahip olan bu kurumun adım ya da yerini belirtmeyeceğim.
Son bir minnet ifadesi daha: Kitabın İçine dağılmış bazı isimler çeşitli sebeplerden dolayı değiştirilirken, Hindistan’daki bu aşramda tanıştığım Hintli ya da Batılı her bir İnsanın adını da değiştirmeyi tercih ettim. Bunun nedeni, birçok insanın, ruhani bir yolculuğa, bir kitap karakteri olarak yer almak için çıkmadığı gerçeğine saygınıdır. (Elbette ben hariç). Bu isimsizlik ilkemde tek bir istisnai harekette bulundum: Teksas’tan Richard’ın adı gerçekte de Richard ve o gerçekten de bir Teksaslı. Gerçek adım kullanmak istedim, çünkü o, Hindistan’dayken benim için çok önemliydi.
Son bir şey daha: Richard’a onun eskiden bir eroinman ve alkolik olduğundan kitapta söz edersem bunun sorun olup olmayacağını sorduğumda, kesinlikle sorun olmayacağını söyledi.
Şöyle dedi: “Aslında ben de bundan nasıl bahsedeceğimi bulmaya çalışıyordum zaten.”
Fakat öncelikle… İtalya…
1
Giovanni’nin beni öpmesini isterdim. Ah, fakat bunun berbat bir fikir olması için pek çok neden var. Bir yerden başlamak gerekirse, Giovanni benden on yaş daha genç ve yirmili yaşlarında olan birçok İtalyan erkeği gibi hâlâ annesiyle beraber yaşıyor. Benim başarısız bir evlilik, sorunlu ve sonu gelmez bir boşanma geçirmiş, bunun hemen ardından da hasta edici bir kalp kırıklığı içinde sona eren tutku dolu bir ilişki yaşamış olan, otuzlu yaşlarında, meslek sahibi, Amerikalı bir kadın olduğum düşünülürse, bu gerçekler tek başlarına bile onu benim için romantik bir eş yapmamaya yeter. Kayıp üstüne kayıp yaşamak beni üzgün ve kırılgan biri haline getirdi ve yedi bin yıl kadar yaşlanmama neden oldu. Aslında prensip olarak, üzüntümü ve iflas etmiş yaşlı kendimi o sevimli, masum Giovanni’ye yamamazdım. Bir kadının, güzel kahverengi gözlere sahip genç bir adamı kaybetmenin üstesinden gelmenin en iyi yolunun, bir başkasını yatağına almak olup olmadığı konusunda kendini sorguladığı yaşlara nihayet eriştiğimi belirtmeme gerek bile yok. Aylardan beri yalnız yaşıyor olmamın sebebi bu. Aslında, bütün bir yılı bekâr geçirmeye karar vermiş olmamın sebebi de bu.
Dikkatli bir gözlemci şu soruyu sorabilir: “Öyleyse İtalya’ya neden geldin?”
Ben de bunu ancaközellikle masanın karşısında duran yakışıklı Giovanni’ye bakıyorsam şöyle cevaplayabilirim: “Harika bir soru!”
Giovanni benim Dil Fartnerimdi. Bu kulaca biraz imalı bir deyiş gibi gelebilir fakat maalesef öyle değil Bütün bunlar şu anlama geliyor: Birbirimizin dilini öğrenmek için Roma’da haftanın birkaç akşamı bir araya geliyoruz. Ünce İtalyanca konuşuyoruz ve o bana karşı sabırlı davranıyor; sonra İngilizce konuşuyoruz ve bu sefer de ben ona karşı sabır gösteriyorum. Deniz kabuğuna üfleyen seksi bir deniz adamının heykelinin yer aldığı çeşmeyle aynı cadde üzerinde bulunan Piazza Barbarini’deki internet kafeye şükürler olsun ki, Roma’ya varmamdan birkaç hafta sonra Ciovanni’yi keşfettim. O (Giovanni’den bahsediyorum, heykelden değil), bir İtalyan’ın dil konusunda pratik yapmak üzere anadili İngilizce olan birini aradığına dair bir ilan vermişti. İlanın hemen yanında, yazılış şekli olarak, hatta kelimesi kelimesine aynı olan bir başka ilan daha yer alıyordu. Tek farklılık iletişim bilgilerindeydi. İlanlardan biri Giovanni adında birinin e posta adresini taşıyordu; diğeriyse Darİo adında birini takdim ediyordu. Fakat ev numaralan bile aynıydı.
Sezgisel güçlerimden yararlanarak her iki adama da aynı anda eposta gönderdim ve tabii İtalyanca sordum: “Siz ikiniz kardeş olabilir misiniz?”
Oldukça kışkırtıcı olan şu mesajı yazan Giovanni’ydi: “Çok daha iyisi, ikiziz!”
Evet… Çok daha iyi. Daha sonra, beni benden alan kocaman kahverengi gözlü iki İtalyan delikanlısı olarak tanımlayacağım, uzun, esmer, yakışıklı w yirmi beş yaşlarında ikizler. Bu iki delikanlıyla yüz yüze tanıştıktan sonra, bu yıl bekâr kalma kararımı…